20 Mart 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

20 Mart 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 8 Akşam KARİ MEKTUPLARI Amca bey albümü ve ; sporcu Vahap hikâyesi! Dünkü posta bana nefis bir Amcabey albümü getirdi. Bu, ergün OAkşamda seve, seve araştırdığımız sevimli Amca beyin züzel parçalarını bir araya topla- yan eser, pek şık ve pek orijinal bir tarzda tertibedilmiştir. Cemal Nadir bey karikatürde tamamen şahsına has bir tarz yaratmıştır. Biz de, Cemal Nadire kadar eyice «arikatürcüler (o yetişmişti. Cem dunların arasında enileri gelenle- “inden biridir. Fakat Cemal Nadir de hiçbirine benzemiyen nadir bir hususiyet var, En çok sevilen de onun bu hususiyettidir. Bu genç arkadaş ressam olduğu kadarda has- #as ve daima birbirine benzemiyen zengin mevzular yaratan bir artis- fir. Hayatı ve tabiatı Amca beyin burnuna sıkıştırdığı küçücük göz- “üğün arkasından öyle şen ve derin bir görüşü ve buşişman amcanın müstebzi (otebessümlerinde öyle söylenmeyen manalar ve ifadeler var ki... Camal Nadirin diğer meslektaş- larma benzemeyen ikinci bir ka- biliyeti daha vardır. O, sade bir karikatürist değil çok kudretli bir. portre ve peyzaj sanatkârıdır. Portrelerinde kem kendi husu- siyetini hem de sanatın teknik ve akademik bilgilerini bulabilirsiniz. Peyzajlarında tabiatın inceliklerini geniş bir fırça altında toplamanın sırrını öğrenmiş ve duyğulu eserler yaratmağa başlamıştır. Amca Bey albümü bende acı bir hartırayı canlandırdı. Bir gün Cemal Nadirin ziyaretine gitmiş- tim. Eserlerini seyrederken ken- disine: “Siz kurumuş bir ağaç üzerinde yetişen çiçeklere benzi- yorsunuz. Demek akademi bir Cemal Nadir de yetiştiriyormuş!,, dedim. Genç sanatkârın uzaklara dalan gözlerinin simasına verdiği bir teessürle: “Maatteessüf ben akademiden yetişmedim, kendi kendime yetiştim.,, dedi ve hikâ- yesine devam “etti. “Ben Anado- luluyum. Küçükten beri resme âşıktım. En büyük emelim sanayii nefise mektebine girmekti. İşte bu hevesle en çok itimat ettiğim birkaç eserimi koltuzuma alarak Istanbula geldim. Bir hastanın doktora müracaatı gibi baş vurduğum kapıdan şu cavabı aldım: “Oğlum 'maatteessüf senin bu sanatta hiç kabiliyetin yok. Hayatını kazanmak için ken- dine başka bir meslek bul., Bu teşhis üzerine büyük bir teessürle oradan ayrıldım, fakat nevmit olmadım. Bu katı sözler kalbimi çok kır- mış fakat sanat hevesimi eksilte- memişti. Bilakis daha fazla çalış- tım. Halada çalışıyorum. Bu tecrübeden yalnız tek bir ders aldım. Nasihat namı altında söy- lenen her sözü düşünüp taşınma- dan derhal kabul etmemek!,, Benim bu hikâyeye ilâve ede- “cek uzun bir sözüm yoktur. Cemal Nadir kurtulmuş bir kaza- zededir. O, söylediği gibi kendi kendine çalışmış ve sanatın yük- sek bir mertebesine çıkmıştır. Fakat böyle kabiliyetler hakkile işlenirse ve daha genç iken gayeye giden en kestirme yolları göstermek vazifesi kendilerinden esirgenmezse | elbette memleket daha çok yüksek O sanatkârlar kazanabilir. Işte Amca bey albü- mü bana sporcu Vehabı bundan dolayı hatırlattı, Ressam: Ali Sami Hindistanın şimalindeki kıyam Sor günler zarfında Hindistanın şimal hududunda birçok kabileler kıyam etmiştir. Bunlara karşı Irgilizler tayyareler sevketmişlerdir. Bu tayyareler pek arızalı ve dağlık sahalar üzerinde uçmaktadır. Resmimizde iki tayyare yüksek dağlar üzerinde uçarken görülüyor. maçları çok rağbette TERE Floridada tenis e o Amerikanın Floridası, Fransanın cenubundaki Nis şehri ve civarına benzer. Burada kış mevsimi ıhk bir hava içinde geçer. Nevyorkta halk soğuktan titreşirken burada deniz banyosu yapılır. Bu sene deniz banyosundan sonra tenis maçı moda olmuştur. Maça kadınlar mayoyu andıran kıyafetle ve çıplak bacakla iştirak ediyorlar. Resmimizde teniscilerden bir çift görülüyor. | i versin, 20 Mart 1932 Mahkeme Koridorlarında Parmak kadar çocuğu bırakıp gider mi? Koltuğunun altında kocaman bir paket, bir elinde kâğıt deste- leri, öbür elinde yarısı koparılmış bir simit,kan ter içinde mahkeme kaleminegirdi. Yorgunluktan | kıpkızıl olmuş yüzünü mantosunun eteğile sildi. Otuz beş yaşlarında kısaboylu, tıknazca bir kadıncağız... Ne yo- rulmuş, ne yorulmuş!... Tıkana tıkana, nefes nefese soluyor. Elindeki simit parçasını kâtibin önüne doğru fırlattı, Oboğula boğula dert yanmaya başladı. — Aman yarabbiii, yorgunluk- tan az kalsın katılıyordum. Me- ger ne uzun, ne zor işlermiş bun- lar!.. Efendi o kardeşim, allah aşkına al şunu da bari bir daha bu merdivenlerden sürükle, Kır sakallı kâtip bir önüne atılan simit parçasına bir de kadının yüzüne bakarak sordu. — Hanım bu nedir?.. Senin karşında kim var baksanal.. Kadıncağız hâlâ mantosunun ete- gile terini siliyor, kâfibin yüzüne bile bakmadan çıkışıyor: — Hadi bakalım gördün mü püsküllü belâyı, hem istedi, hem de lâf ediyor. Ayol şimdi sen iste- medin mi bunu?.. Bir sürü de para verdim. Vallahi, billâhi artık o kırk merdivenleri bir daha tepemem, hem de kâğıtların işi bitmeden şuradan şuraya adımımı atmam, bunu böyle bilmiş olun. Kâtip efendinin kızmağa hakkı yok mu?.. Simit parçasını önüne fırlatmakta ne mâna var?., — Hanım, ağzını topla kendine gel, çok şükür hamdolsun, ben bu yaşa geldim, boyum beraber evlât yetiştirdim de kimsenin ekmeğine muhtaç olmadım. Sen- den kim ekmek istedi?.. Al bunu da karnını doyur. Kadıdcağız nihayet işin farkına vardı, telâşla: — Hay Allah benim iyiliğimi öteye beriye koşa koşa akıl fikir kalmadı ki, deminden beri düşünüyorum, ben simit al mıştım, iyi aklımda amma, acaba yedim bitirdim mi?.. Bak buraya bırakmışım da haberim yok. Al şu kâğıtları. Kâtip evrakı aldı, okudu. — Altı ay ayrı yaşamanıza ka- rar verilmiş, şimdi pul alacaksın. Kadın birdenbire köpürdü. — Ne altı ayı ayol, ben o mas- karadan temelli boşandım efendi, temelli, anladın mı?. Boşanalı bir seneyi geçti, şimdi de çatır çatır nafaka istiyorum. Parmak kadar çocuğu başıma bırakıpta gidermi evden? Kâtip kâğıdı uzattı. Madam ne .bağrıyorsun?.. İşte ilâimda böyle yazıyor.. Vay efendim, kadın- cağız küplere bindi. — Ne dedin, ne dedin?.. Kim 4miş o madam bakayım?!.. Adamcağız evrakı tekrar okudu. — Hanım, senin ismin Angeliki, kocanınki Petro değil mi?.. Kâ- ğıtta böyle yazılı, ben uydurmadım ya. Kadıncağız bu isimleri duyunca büsbütün kıyametleri koparmaya başladı. Bir müddet gürültüden sovra iş anlaşıldı. Kadıncağız sokakta ilâmın sure- tini daktilo ile yazdırırken acele ve şaşkınlıkla arada bulunan bir hıristiyan kadınına ait evrakı alıp gelmiş. Kâğıtları hiddetle avcunda bu- ruşturdu, lâhavle çekerek bir defa daha kırk ayak merdivenleri boyladı. Ka, sula

Bu sayıdan diğer sayfalar: