© 16 Mart 1932 Tefrika No. 5 16 Mart 1932 BEL SEBA MELİKESİ KIS | Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Nihayet, çok yorgun ve sefil bir halde Bacil'e vasıl olmuştuk. Kaymakamın bir şeyden haberi yoktu. Derhal (Sana) ile telgraf muhaberesine başladık.. — Ateşten korktular da ne seri hatve- lerle kaçıyor- lar, değil mi? Salih tekrar, meyusane bir tavurla uzakta bir yeri göste- rerek : — Dikkat ediniz efendi, dedi, bu hay- vanlar zekâ ve hilede insan- larla daima mü- sabakaya giri- şirler. Filvaki, ateşten korkup kaçtılar. Fakat, bunun muvak- kat bir tedbir olduğunu tahmin etmiş ola- caklar ki, geriye doğru kaç- tıkları halde, şu karşıki tepeciğin arkasından dolaşarak ileriye dö- nüyorlar. Yani bizden ziyade kurnaz davranarak ileriden önü- müzü kestirecekler... Geriye dönerek dikkatle bak- tım, hakikaten sürü sürü kum tepelerinin kenarlarından yolumu- zu kesmeğe hazırlanıyorlar ve kumların üstünden sürünerek ile- riye doğru yeni bir hücum hare- ketine geçiyorlardı. Biraz sonra yeniden başımıza gelecek olan bu muhtemel bü- cuma şimdiden tedbir almak lâzımdı. Eskici yahudi lâfa karıştı: — Haydi korkmayınız.. Artık erkânı harplikleri para etmez! Ve sonra bir tüccarın devesine sokularak: — Bana bir az gaz veriniz. Iki üç tane meşale yakalım, bunları üç kişi ellerinde tutarak öne geç- 3inler... Dedi. Yahudinin dediğini yaptılar. Tarifi vechile üç Arap genci ka- filenin önüne geçti ve ellerinde gaz neşireden meşalelerle yürü- meğe başladılar, bizde harekete geldik, maymunlar bu hilemize karşı kendi /mağlubiyetlerini an- layıp her biri bir tarafa dağılmağa başladı. Tekrar yolumuza devam ettik. Aldığı tedbirin muvaffakiyetle neticelendiğini gören San'alı ya- hudi, kafile arasında büyük bir rağbet ve teveccühe mazhar ol- muştu. Yorğun bacaklarının üze- (Tefrikamizın ikinci kısmına ait resimlerden! Tamra, Kudüs'ün meşhur rakkaselerinden, tettan bir kadındı. (Hazreti Süleyman)ı Belkıs aleyhine tahrike başladığı için, halk tarafından, arslanların koynuna atılmıştı.. mağrurane yürüyordu. Onun bu gururunu hoş görmek lâzımdı, Yusuf San'adan Hüdeydeye ve Hüdeydeden San'aya bu on günlük yolu - ömrünün içinde elli defadan fazla geçmiş, bu suretle birçok tecrübeler geçirmişti. Bir sıra Yusufe dedim ki: — Ey çelebi.. Bu yollardan bu kadar zamandır gelip geçiyorsun.. iyi ki seni Maymunlar yemediler! — Beni mi?... Fakat onların diş- leri beni kesmez; midelerinde otururum! — Niçin böyle ( söyliyorsun? Bazen yalnız geçtiğini anlatan sen değilmiydin? — Ne olur? kendimi bir uğur- suz Maymuna mı kaptıracağım... onların zekâları bir yahudinin aklından üstün olursa, bizim ya- hudilik nerede kalır? Biraz yüz verince şimaran ço- çuklar gibi, içinde bulunduğumuz felâketi unutarak, çenesini açan ve gevezeliğe başlıyan Yusuf, on dakika sonra çekilmez ve dinlen- mez bir hale gelmişti. Biraz ge- rilesem o da yolunu kesiyor, biraz ilerilesem aynı suretle oda hare- ketine sürat veriyordu. Bir yere kaçmak ihtimali yoktu. Başım aşağıda, kaşlarım çatık, bastonu- ma dayanarak yürüyordum. Biraz sonra, Yusufun benimle dostluğunu ileriletmek istediğini öğrendim. O gün yedi buçuk saat durmadan ve dinlenmeden yürü- dük. Yollardaki kumları, kızgın güneş, bir ateş deryası haline soktukça ayaklarımız yanıyor ve kimsede takat kalmıyordu. Bu ıztıraplı yolculuk, saatları birer rinde taşıdığı göbeğini şişirerek | asır kadar uzatmıştı. Felâketin Tetrika No 32 16 Mart 1932 | Uzun uzadıya görüştüler ve Vesi- me Türkiye'ye dönünce, onu LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: oO(Vâ- Nü) Diğer cihetten, Ahmet Ferit, başka bir tedbire müracaat etti. Ebeveyninin üzerinde (o Velid'in ne derece müessir (oolduğunu biliyordu. Tehlikeden onuda ha- berdar etti. Vesime'yle Pakize'ye, ibtiyarların aksiliğini belli etme- mesini, fakat onları razı edecek şekilde mektuplar yazmasını ve | Vesime'yi Denizci Zadeler'e meth- | etmesini söyledi. Bunun üzerine, Velit, Ahmet Ferid'in babasına bir mektup yazdı. Bunda, Vesime hakkında mütalâalar beyan etti, Denizci Zade, mektubu karısına gösterdi. kendilerine göstermesini Ahmet Ferid'e söylediler. Vesime'yi görünce, iyi bir tesir altında kalacaklarını delikanlı bili- yordu. Sevincinden çıldırma dere- ! celerine geldi. Derhal Suriye'ye telgraf çekti. Avdeti tesri etme- lerini Pakize teyzeyle yeğeninden rica etti. Üç hafta sonra, bir Fransız vapuru, Suriye'den İzmir'e üç kişiyi getiriyordu: Pakize ve Ve- sime hamınları... Birde... Velit Nasahi'yi... Evet, evet... Velidi'de... Velit, Izmir rıbtımında, Ahmet Ferid'i görünce, daha uzaktan bağırdı: — Öp eniştenin elinil. Ben senin enişten szvılırım!.. Yok, dur bakayım, bacanağın mı? Herhalde, | İ | Akşam KARİ MEKTUPLARI Gayri mübadiller ve emlâk satışı izmirden yeni avdet ettim. Oradaki gayri mübadil emlâk satışı meselesi hakkında size bazı malümat vermeği faideli buldum. Izmirde şimdiki halde emlâk satışı yerinde saymaktadır. Yani müzayede ilân edilmekle beraber satılmış yok gibidir. Bunun sebebi şudur: Bir kaç ay evvel müzayede başladığı zaman talipler arasında büyük bir tehacüm görülmüştü. Bir çok kimseler ucuz fiatle bono tedarik ettiklerinden satılan emlâ- kin kıymetini mütemadiyen arttı- rıyorlardı. Bu suretle hakikat halde mesela beş bin liradan fazla etmiyen bir binaya 20 bin liradan fazlaya talipler çıktı. Ziraat ban- kası Izmirde elinde mevcut 250 parça Yunan emlâkinden elli parçasını bu suretle yüksek fiatle sattı. Ziraat bankası bu tehacümü görünce yeni bir kıymet takdiri yaparak emlâkin kıymetini artırdı. Meselâ nakden beşbin liraya satın alınabilecek bir feve 20 bin lira kıymet koydu. Bu vaziyet karşı- sında tabii talip (çıkmamağa başladı. Bu hal, yani işin yerinde say- ması gayrimübadillerin ellerindeki bonoların kıymetlerinin bir kat daha düşmesine sebep oldu. Bir kısım gayrimübadiller bunu yok bahasına satıyorlar. Eğer müzayede işinin ilerlemesi matlup ise, 1 - Son takdir edilen kıymetler hiç olmazsa yüzde elli indirilmeli, 2 - Müzayede bilâfasıla ve süratle yapılınalıdır. Bundan başka Istanbul vilâyeti Kartal ve Adalar malmüdürlükleri bazı metruk emvali müzayedeye çıkarmış, Fakat bunların bedelinin bonolarla tesviye edilebileceğini ilân etmemiştir. ilânlarda bu cihette o kaydedilmelidir. Diğer taraftan İzmirde ziraat bankasına bu defa devrolunan 2000 parça emlâkin muamelesi tesviye edil- meli, bu harçlarının bono olarak ilânı kanuni biran evel çıkarılma- | lıdır. Çünkü alâkadarlar ihaleye rağmen mallarına tesahüp ede- miyorlar Avukat Feridun Fikret yük saatlar geçtikçe bütün fecaatile anlaşılıyor ve herkesi derin bir yeis ve keder istilâ ediyordu. Birdenbire, yürüdüğümüz yol, istikametini değiştirerek bir dönüm noktasına geldik.Burasını görünce, kendi kendime: — İşte Bacilin methali.. Dedim. Çünkü buradan sonra on dakikalık bir mesafe daha katederek (Bacil) kazasına dahil olmuş bulunacaktık. (Arkası var) | öyle bir şeyler... Amma, her halde, teyzeni aldığım için senden daha büyüğüm... | Vapurun güvertesinin parmak- lığna dayanmışlar, üçü de kah- kahalarla gülüyorlardı. Hele, Vesime, öyle güzel gülüyordu ki.. Yan gözle teyzesini işaret ediyordu. Ahmet Ferit, mes'lenin ne oldu- gunu anlamakta güçlük çekmedi. — Bu ne pratiklik yahul?... - diye haykırdı. - olur açık göz değilmişsin, velit... Tebrik ede- rim, ikinizi de tebrik ederim.. Demek akraba olduk! Merdiven indirilip de Akmet Ferit yukarı çıktığı vakit, “tey- zesinden kendisile öpüşmek için müsaade istedi. — Pek âlâ... Pek âlâ... Beni basamak olarak kullanıyorsunuz... Asıl gaye başkasile öpüşmak... Haydi, öyle olsun bakalım! Her akşam bir hikâye f Bu vakayi önüme gelen yerde anlatırım, evlâdım... . Zira, başım- dan geçen en tuhaf vakadır... Galiba, senin gazeteci arkadaşla- rından biri, üç beş sene evvel, maceramın ohülâsasını yazmış, ama, zarar yok. Sen bir daha yaz.. Bu vaka, her muharririn kalemile birer kere yazılmağa İâyık vaka- lardandır. Nakledeyim de bak.. Devri Hamidi'de mektebi hu- kukta talebeyken beni Jön'ler- dendir diye (o jurnal | ettiler. Hafiyeler evi bastı. Meşveret gazetelerini yakaladılar. Biçare babam, Haleb'e sürüldü. Ber, uzun zaman ötede beride saklan- dıktan sonra, günün birinde, ka- pağı Fransiz vapurlarından birine * atabildim. Ver elini Iskenderiye! Oh, rahat bir nefes aldım. Orada, benim gibi bir çok siyasi Mülteciler vardı. Kendilerile ülfet ettim. Bana şöyle hafif tertip bir iş buldular. Dünyalığımı ( yoluna koydum. Yemem içmem mükem- mel, hiç bir şikâyetim yok yalınız sıcak!.. Amanallah! Sıcaktan çok müştekidim.. Yanıyor, tutuşuyor- dum, alelhusus, sırtımdaki elbise- lerde yünlü, kışlık elbiselerdi. Haziranda çifte kavruluyordum. lik fırsatta bir elbise almağa karar verdim. Şöyle, hafif, yazlık bir elbise.. Arama, miktarı kâfi param yoktu. Bir gün, yolda yene pişe pişe yürüyüp dururken, dükkânların birinin camekânında bir erkek manken gördüm. Üzerine, bir yolu “beyaz, bir yolu kırmızı, bir yolu beyaz, bir yolu kırmızı ipek bir pijama giydirmişler, Amma, o sıralar, benim pijamadan filân haberim yok. Bunu görünce, sokak elbisesi sandım. Fakat, berayı ihtiyat sordum: — Erkek için mi bu? Dükkâncı: — Evet efendim! - dedi. — Ipek mi? — Ipek! — Fiatı? Fiatı, alelâde bir elbise fiatın- dan dört daf'a aşağıydı. Üstelik ipek, üstelik bürriyet bayrağı gibi allı beyazlı, allı beyazlı... Tam bana biçilmiş kaftan!,, diye düşün- düm. Dükkâncıya: — Peki amma, bunlardan hiç kimsenin sırtında görmedim ya... - dedim. — Avrupadan yeni geldi de onun için efendim... -dedi.- daha kimsede yok. Ilk defa siz alıyor sunuz. İşte, yeni bir gurur vesilesi daha.. Demek ki, bu zarif efilefil yazlık elbisenin modasını Mısır'da ben “lanse,, edeceğim. Derhal, paraları saydım. Kos- tümü aldım. Frenk gömleği, rugan ıskarpin, fes, gümüş başlı baston ve pijama Ve, Vesimeyi, Ahmet Feridin kollarına itti. Bu hâdisenin nişanlılar üzerinde büyük bir ehemmiyeti vardı. Velit gibi ağır başlı bir zat, Vesimenin teyzesile evleniyordu demek.. Ee, demek ki... Binaenaleyh, aksi karar ver- mekte taannüt göstermiyeceklerdi. Yolda, Vesime, Velitle teyze- sinin nasıl olupta anlaşıverdikle- rini anlattı. Hareketten bir gün evel, bu eski insan, biribirleri için yaratıl- mış olduklarını nasıl anlamışlardı? Birdenbire Oalnen büyük bir aşk, ikisini biri birine bağlamıştı. Vesime, Amet Ferit'e: — Bakın! - dedi. - ikisi, biri- birlerine nasıl da yakışıyor. Denizci zadeler, Oğulların dos- İ ile sokağa çıktım... Pür vakar, pür azamet yürüyorum... Herkes, bana bakıyor.. Kadın, erkek, çoluk, çocuk! Bakar a.. Elbet bakar.. Moda Isnse ediyo- rum.. Gümüş başlı bastonumu cakalı cakalı sallayorum.. Dükkân- ların aynaları önünden geçtikçe yakalığımı ve boyunbağımı düzel tiyorum.. Allı beyazlı elbisemi kendime pek © yakıştırıyorum . . Bıyıklarımı buruyorum.. Düğme ilikleri de ne zarif, kordonlu, kordonlul.. Ahali bana öyle bakı- yor ki, eminim, yarından tezi yok, herkes bu yeni moda kostümden birer tane edinecekl.. Bu minval üzere, tam iki buçuk saat, İskenderiye'nin en civcivli, kalabalık sokaklarında gezindim. Nihayet bizim mülteci arkadaş- lardan birine rastladım. — Aman, delirdin mi, sen, bi- rader? - diye üzerime yürüdü. — Neo? Niçin delireyim? Ne yapmışım ki? — Bu ne kılık? — Fenamı? Son moda... Alâ yazlık kostüm.. Hemde hüriyet bayrağı gibi, allı kırmızılı.. Avru- padan daha yeni gelmiş... Mısırda ilk önce ben giyiyorum... Dostum bir kahkaha attı. — Yahu! gecelik bul gecelik! — Nasıl gecelik olabilir? gece- lik entaridir... Arkadaşım, bijamanın ne oldu- ğunu, nerede * giyildiğin, obu Mısırda pek çok kimselerin ya- tarken bijama giydiklerini, hattâ bizzat kendinin de evde bir çok bijamaları (o olduğunu anlatınca yerlere geçtim.. Bir ayakevvel eve kapağı at- mak için fırladım... Yolda, gene bana bakıyorlar... Amma, eski gurur ve azametim yerine, bu sefer, öyle bir utanma duyuyorum ki. Yerlere geçeceğim... Yer yarılsa da beni yutsa diyorum.. On dakikalık yolu ne müşkülâtle katederek eve kapağı attığımı tarif edemem... Halbuki, evvelce iki saat, kurumlu cakalı dolaş- mıştım... O zamandan beri, sırtıma bir pijama giymem... Hep gecelik entarisi kullanırım... Hattâ, bu sebeple, alafranga meraklısı olan karımla mütemadiyen kavga eder dururuz... (Hatice Süreyya) Ip: den: Bulgar Darülfümun takımına hazırlanmak üzere kulübümüz pazar ve çarşamba günleri saat 16 da Taksim sahasında idman- lar yapılacaktır. Isimleri aşağıda yazılı futbolcuların levazımlarile teşrifleri : Fenden Nezihi, Askaridis, dişçiden, Bedri, Tıptan Ziya, Şefik, ormandan, Tevfik ticaretten, Hadi, hukuktan, Mehmet, Muslih, Suphi, Ercüment, Muammer, Ne- cati, Halis, Rifat, Nazım, Enver, Vâlâ, Feridun, Rasim, Kemal, Rebii beyler. tile zevc oturmağa birakmadılar. İzmirdeki konakları misafir kabul etmek için çok müsaitti. Ona göre tertibat aldılar. Lâkin, gelin girmeden, Vesime'nin bu evde oturması caiz değildi. Onun için, gene Pakize'- nin evi üç yolcunuu kunduğu bir oldu. Bilttabi, ilk günden itibaren. Denizci zadeler, mükellef bir sofra hazırlamış, yolcuları davet etmişlerdi. Vesime'nin güzelliği, nezaketi, konuşmasındaki cazibesi, Ahmet Ferit'in ebeveynin derhal nazarı dikkatini celebetti. Anla- dılar: Şayet bu izdivaca mani olmağa kalkışsalar, cidden teh- likeli bir iş yaparlardı. Ve esasen mani de olamazlardı. Bu iki gencin birleşmesine mani olacak hiç, huvvet tahayyül edilemezdi. (Arkası var)