Sahife 6 — —i Çabuk değişen insanlara: — Mart havası gibisin derler. Doğrudur. Bir haftalık ılık, kokulu, mükemmel bir bahardan sonra mart havası bizi gene aldattı. Geçen güneşli günlerden sonra bulutlar çıktı, hava limoni bir şekil aldı. Bir haftalık baharda nefis bir bahardı... Paltolar bir- denbire ağırlaştı. Hatta geçen pazar benim paltom büsbütün ağırlaştıda kendisini ilk def'a ola- rak evde hapsetmeğe mecbur oldum..Dün sabah tekrar paltomu elime aldığım zaman adeta utan- dım. Kendisine karşı bayağı mah- cup olmuştum. Sıkıla sıkıla onu sırtıma geydim. Size' bir azda mart havasının bize geçirttiği “baharı kâzip,den bahsedeyim: Pazar sabahı.. Tepebaşından tramvaya biniyordum... Saat daha €pice erken amma güneş adam- akıllı sıcak.. Paltom âdeta vücu- düme ağır geliyor.. Çöpçüler ber- mutat geç kaldıkları için apar- tımanların önleri:de büyük çöp fıçıları ağızlarına kadar dolu ol- dukları yerde duruyorlar.. Güneşin sıcak ışığında çöplerin üstünden buram buram duman çıkıyor.. Bu dumanlar bana baharın ilk müj- decisi gibi geldi... Ağaçta çiçek açtığını görsem bu kadar içim açılmazdı. o Güneşin sıcağından etrafa duman savuran çöpler âdeta baharın kokusunu yayıyorlar gibi idi... Çöplerin başında dört çingene kadını, ayaklarında sarı kirli şal- var, üstlerinde pembemsi birer yelek, sırtlarında birer teneke, ellerinde uzun maşalar ha bire çöp fıçılarını kariştırıp duruyorlar... Bazan işlerine yarayan bir kömür parçası, bir kırık tarak, bir boş şişe, bir konserve kutusu yakala- nıp sırttaki tenekelere atılıyor.. Dört çingeneden biri karabiber renginde tenli, zayıf, katran karası gözlü çıtır pıtır bir kız... Zaman zaman uzun uzun geriniyor.. Ma- şasını elinde pek gevşek tutuyor... Kollarını havaya kaldırıp, maf- sallarını kıracakmış gibi çatır çatır geriniyor.. Bir aralık gözleri sıcak güneşin altında birbirlerini yatıran, ısıran, şakalaşan bir kedi grupuna daldı... Kediler kendilerini yer- den yere atıyorlar, kovalaşıyorlar, bağrışıyorlar... Çingene yosması, büyük maşasını küfesinin yanına sıkıştırdı dirseğini çöp fıçısının «ww «kenarına dayadı... Elini çenesine ye Köprüde bahar: Denizi seyredenler ve sucu koyarak kedilere baka kaldı.. Biraz sonra öbür çingeneler ken- disine çıkıştılar: — Hünkâr kızları gibi dalıp dalıp gidiyorsun abe kız.. Şimdi çöpçüler gelecek.. Fıçıyı alıvere- cekler elinden. Abe çabuk olsana. Yosma, bir daha gerindi: — llâhi Gülizar.. Bu bahar ha- vasında da çöp kokusu dinlenir mi?. Canım kedi olmak istiyor. Çingene kadınları bu garip arzuya gülümsediler: — Senin canın kedi olmak değil koca istiyor. Koca istiyor... Çingene kızı: — Kih kih kih kib!.. diye uzun uzun kıkırdadı.. Ve sonra ilâve etti: — Kabahat havada a be Gü- lizar.. Bende değil. Bu esnada karşıkı kaldırımda, yere vuran bir güneş parçasında yine esmer, yağız bir çingene delikanlısı eski yeleğinin önünü açmiş göğsünde yakaladığı bir takım hayvanatı ehliyeyi parmak- ları arasında çatır çatır kırıyordu. Çingene kadınlarından biri: — Ayol Etem bahar temizliği yapıyor... Bu sırada kedilerden biri deli- kanlının yanına yaklaştı. Genç çinğene kedinin sirtını sıvazladı... Çinğene yosması bunu fark etmişti : — Sahi.. Bir kedi oluversem şimdicik |. Dedi.. Tekrar çöpleri karıştırmağa (başladığı Ozaman maşasının ucuna bir demet soluk menekşe boş bir karmen tüpü ilişti. Hemen soluk menekşe de- metini kulağının - yanına iliştirdi. Karmen tüpünü de dudaklarına yaklaştırup sürtüştürmeğe başladı. Hem dudaklarını boyayor, hemde delikanlıya sesleniyordu. — Bahar geldi abe Ethem.. — Ne yapayım geldi ise .. — Biraz canlan abe kuzum.. Biraz canlan... Tramvaya bindiğim için muha- verenin omabadini işitemedim... öğle üstü Fatihten geçiyordum yolumun üstüne 'bir eşek çıktı. Sahibinin elinden yakasını sıyıran biçare hayvan hem koşuyor, hem- de baharın neşesile etrafa çifte atıyordu. Yanğın yerinin köşesin- deki küçük çayırın üstüne boylu boyuna uzandı ve biraz sonrada çayırda cirit atmakta mütemadiyen yuvarlanmaga, tozlar içinde sırtını yere sürüp kaşımağa başladı. Eşe- Akşam Istanbulun bir haftalık baharı. “Ilâhi Gülizar, bu bahar havasında da çöp kokusu çekilir mi hiç ?..,, “Medeniyet ne yapıyorsa biçare eşeklere yapıyor.. aj : Zavallılar bu bahar gününde..,, ğin keyfine payan yoktu. Arasıra büyük beyaz dişleri göstererek, tiz perdeden izharı şadümani edi- yordu.. Çayırın bir kısmında iki şalvar- lı delikanlı oturmuşlardı. Sabah- leyin çingâne yosması geride im- renmişti... Bu seferde şalvarlı delikanlılar eşeğin zevkine gıbta ettiler... Doğrusu tatlı tatlı yuvar- lanmasına bende gıpta etmedim desem yalan olur... Şu medeniyet ne yapıyorsa biçare eşekciklere yapıyor.. Şe- hirler o medeniyetleştikçe, büyü- dükçe, (o güzelleştikçe ( çayırlar ortadan kalkıyor.. Zavallı eşek- çikler şöyle bir bahar günü güneşin altında yuvarlanıp tepi- necek, sıçrayıp çifte atacak, anırıp bağıracak, tozlar içinde sırtını yere sürtüp kaşıyacak bir çayır parçası bulamıyorlar.. Her yerde apartman, otomobil, tram- vay, medeniyet asarı... Himayei hayvanat cemiyeti bu zavallı mahlükların en mübrem ihtiyaç- larını nazarı itibara almalıdır. Ben baharın geldiğini birde Galata köprüsünden anlıyorum.. Sıcaklar - başlayınca köprü bir âlem oluyor.. Parmaklıklara daya- nıp vapurları, denizi, kayıkları seyreden köylüler, merdivenlerde oturup elde tarak baştaki ecnebi- leri hudut baricine çıkarmağa uğ- raşanlar, fanile ve gömlekte gü- neşe karşı sıkı sıkı taharriyatta bulunanlar, güneşe karşı sıralardan birine sırt üstü yatıp uyuyanlar, elindeki bardağı şınğır şınğır oşıngırdatarak: — Varmı dişine güvenen.. 32 dişe mızıka çaldırıyor!. diye bağı- ran sucular.. Fakat köprünün en eğlenceli tarafı parmaklıktan denizi seyredenler.. Bir aralık ben de köylülerin arasına katıştım. Biri diyor ki: — Şu Istanbul yaman yer vesselâm... Canın mı sıkılıyor, çık şöyle köprüye.. Dayan köprünün trabzanlarına... Seyret papurların dumanlarını, gidip gelmelerini, kayuhları, arasıra çevir başını, gidip gelenlere bak.. için açılsın.. Zabahtan gel akşam ezanın kadar hem eğlen, hem etrafını seyret.. Yaman yerdir şu Istanbul... — Bir de kapalı çarşı... Bura- dan bıhınca oraya gidelim emi?.. Bir yanından girer, dükkânları seyrede ede, gelin elbiselerine baha baha, eğlene eğlene gezeriz.. Hikmet Feridun sl 15 Mart 1932 — Hırsızlar nasıl çalışırlar? Soygunculuğun başka bir şekli: Kumarcılık.. Kafesçiler avı nasıl bulurlar poker partisi nasıl başlar? o Soygunculuğun muhtelif şekil- lerini ve usullerini anlattık, Mühim dolandırıcılık usullerinden biri de kumarcılıktır. Bunun iki şekli vardır. Birincisi adi kumarhaneler, ikincisi lüks oyun salonları. Bu, şimdiye kadar bahsettiğimiz soygunculuklara — nisbetle daha geniş teşkilâtla yapılır. Evvelâ, soyulacak paralı adamı bulmak, onu kandırmak lâzımdır. Saniyen, onu götürüp itimatla oyun oynatabilmek için münasip bir yer bulmak lâzım. Bunlar temin edildikten sonra, en mühim mesele kalır ki, bu da oyunda lâzım gelen rolü oynayıp maksadı temin edebilmek için icapeden tertibatı almaktır. Soyulacak “olan adamı elde edip kumarhaneye kadar götüre bilmek müşkül bir iştir. Bunun için ayrı tertibat lâzımdır. Bu tertibatla uğraşanlara kafesçi denir. Gerek âdi kumarhanelerin ve gerekse büyük oyun salonları- nın geniş kafesçi teşkilâtları var- dır. Bunlar şehrin muhtelif semt- lerine. dağılırlar, otel, gazino, kraathane ve kahvelerde dola- şarak av ararlar. Bir avı elde edebilmek için bazan günlerce arkasında dolaşırlar. Evvelâ avını gözüne kestirir, takipeder, (görüştüğü adamları tetkik eder ve nihayet bir kola- yını bulup ahbap olur. Bir sürü ikram ve iltifatlarla ahpaplık pek çabuk ileriler. Fakat, hemen onu kumarhaneye davet etmek tabii doğru olmaz. Iş evvelâ bir kahvede tavla, kâğıt oyunlarile başlar. Bu suretle daha samimi bir dostluk teessüs eder. Bu iş, aynı zamanda onun haleti ruhiyesi, oyuna karşı tema- yül gibi bir takım lüzumlu nokta- larında az çok öğrenilmesine vesile olur. Son zamarlarda poker iptilâsı memleketin hemen her tarafını kaplamıştır. Birçok aile meçlisle- rinden, çarşı kahvelerine varınca- ya kadar şöyle bir dolaşılacak olursa hiç şüphesiz ekserisinde kaybedilen bir rest üzerinde ha- raretli bir münakaşa, bir köşede, heyecan içinde, titrek parmakla- rile korka korka kartların uçlarını açmaya uğraşan bir kareye tesa- düf edilir. — Bob... o#- — Valör... — Uçünüz iyidir... — Ful dam var... Bir iki dakika içinde ortadaki para dört kişiden birinin önüne geçer, çantalar yeiniden açılır. Poker iptilâsı o derece salgın hale gelmiştir ki, (oObugün bir kundura boyacısına bile sorsaniz, döperle rest çekmenin biğf oldu- gunu bilir.) Işte bu vaziyetten, kumarcılar büyük istifadeler temin -etmekte- dirler. Yukarıda anlattığınız veç- hile kafesçi, avını tamamile elde ettikten sonra rolünün en müşkül kısmını bitirmiştir. Artık iş kolaylaşır. Bir gece eğlentisi tertip edilir. Kafesçi bir gün evvelinden avı ile konuşur, ertesi akşam eğlentiye gitmeye karar verilir, saat tayin olunur. Artık işin birinci safhası tamamile bitmiştir. Baek Ertesi akşam muayyen saatte buluşup beraberce eve giderler. Büyük bir salon, mefruşat mü- kemmel, ortada içki masasi ku- rulmuş hazır. Kadınlı erkekli davetlilerle yeni misafir de tanış- tırılır, Bir kaç kadeh boşaldıktan sonra bahis pokere intikal eder. Hazırundan biri atılır. — Ufak bir şans arzu buyurulmaz mı?.. Nasıl arzu buyurulmaz?.. Eğlen: denemek cede çeşni değiştirmek lâzım. Derhal masa kurulur, yeni kâğıt desteleri | açılır. O Oyun çabuk yükselir. — Bop.. — Valör.. — Rest.. Oyun bu suretle uzun müddet devam eder. Yeni misafir bir kazanır, bir kaybeder, hattâ ken- disini oraya götüren ahpabından istikraza kadar gider ve oyuna devam eder. Neticede az çok bir kâr ile masadan kalkar. Ne güzel eğlence?.. Ev sahibi gayet mültefit tavurlarla ertesi akşam için gene misafirlerini davet eder. Yeni misafirin de pek hoşuna gitti. Ertesi akşam daha büyük bir oyun tertibi için yanına daha fazla para alır. Gene arka- daşile buluşup eve giderler. Ee... Bakalım şans, bu akşam nasıl?.. Içki sofrasının yanına yeşil çuhalı masa kurulur. Yeni bir deste kâğıt açılır. Oyun bu defa daha yük- sekten başlar. Para ortaya kon- maz, fiş alınır. Seyirciler etrafı sarar, oyun git- tikçe heyecanlanır. Fakat şans bu akşam aksi dön- dü. Yeni misafir mütemadiyen kaybediyor. Ortada “fişler yığıldı. Elinde üç as var. Karşıdaki, valörle açtı. Yandaki pas geçti. Üç as varken kaçık maz ya?. — Bir valör daha.. — Peki.. Iki kart değişir. Hadi bir ful. Heyecan içinde kartların ucu hafif hafif açılır. Hadi bir ful. Tamam.. Iki tane de onlu gelmiş. Kâğıtları açar. — Ful as... Karşıdaki kare bulmadı ya.. Ya buldu isel.. Olmıyacak şey mi?.. O da açar. Mühim bir şey değil. Dört tanecik dokuzlu. Iş büsbütün kızıştı. Yani misafir, cüzdanın bütün muteviyatını döktü. Ya hep, ya hiç... Şans bir defa ters döndü mü artık düzelmez. Bir kaç dakika içinde son liralar da suyunu çe- ker. Keşki bir otomobil parası ayırsaydı.. Hadi bakalım, tıpış tıpış yürüyerek doğru eve... Bazan oyun arasında dururken birdenbire elektirik sönüverir, bir kac saniye artalık kararır ve tek- rar yanar. Elektrik şirketinin mü- nasebetsizliği |. Fakat acaba hakikaten öyle mi?.. Oyunun ne şekilde tertip edik- diğini, ayan esnasında misafirin başında ne fırıldaklar döndüğünü, elektriğin niçin durup dururken söndüğünü ve kumarcıların nasıl uçalıştıklarını.da yarın. anlatacağız.