20 Şubat 1932 ie Akşam Ez X Sal ozer e e — — ya Tefrika No: 69 20 Şuhat 192 Kari'lerimizin ş e e | mükâfatlı fıkraları | İbi il — 437 — — ne mene yep LAVRENS İSTANBULDA! Çok çirkin bir Beynim şakaklarımdan dışarı | rakıp ta nereye gidiyorsun? Ben Nakleden: I. F Nevzat gittikçe sesini yükseltiyordu. ( Pervin )in kaçırıldığını hissetmiştim. İşte bu esnada, hiç ümit etmediğim bir tecavüze uğradım... (Pervin) in girdiği evin önünde durmuştum. Istanbul sokaklarında herhangi bir kimse ile mücadeleye girişmek hatırımdan bile geçmediği için, rovelverim arka cebimde duruyor- du. (çünkü ben, mühim bir iş takibine başladığım zaman silâhımı caketimin cebinde taşırım.) So- kakta oynayan iki ufak çocuktan başka meydanda kimseler yoktu. Derhal ve kemali cesaretle kapıyı çaldım. Alt kattaki pencereden bir baş uzandı ve derhal geriye çekildi. Evin içinde bir anda garip bir fırtına kopmuştu. Telâşlı koşuş- malar.. Çığlıklar.. Kadın sesleri.. Bir kaç saniye sonra kapı açıldı. Genç bir asker, cali tebessümler ile beni karşıladı. — Kimi istiyorsunuz? Ben Almanca cevap verdim: — Burada Pervin isminde bir kız var.. Onu bir dakika görmek istiyorum. Delikanlı heyecanını gizlemeğe çalışarak, bana, yeni öğrenmeğe başladığı Almanca ile şu sözleri kekeledi: — Burada Pervin isminde kimse yok... Delikanlının biraz olsun Almanca bildiğini görünce sevindim: — O balde sizinle görüşmek isterim! Nevzat çok asabi bir gençti. Maamafih benim bir Avusturyalı zabit olduğumu anlamakta gecik- medi. Kapıyı açarak: — Buyurunuz... Dedi. Sekiz on basamak mer- diveni çıktıktan sonra arkada bahçeye nazır karanlık bir odaya girdik, Bu asabi delikanlının ismini o esnada öğrenmiştim. Evin alt katındaki çığlıklar gittikçe artıyor ve kadın sesleri arasında ( Pervin ) in hıçkırıklarını duyuyordum. Nevzat beni nezaketle odaya bağlayıp sıvışmak istedi: — Bendenize bir dakika mü- saade edidiz, yüzbaşı efendil Delikanlının kolundan tuttum: — Oğlum! Türkler yalan söy- lemezler,. (Pervin) in sesini işiti- yorum. Kulaklarım onun burada bulunduğuna şahadet ediyor. — Evimizde hasta var, efendim! Biz Pervin isminde bir kadın tanı- miyoruz. — Ya bu telâş... ne?! Bu çığlıklar varsa o da benim... Pervine gelince, — Ben üç gündenberi karargâ- ha gitmiyordum da.. Annem pen- cereden sizi görünce beni almağa geldiğinize zahip oldu ve düşüp bayıldı. — Bir asker kaçağını bir zabit değil, bir inzibat memuru takip eder. Herhalde benim böyle bir iş için gelmediğimi sen de pek alâ bilirsin! Bir az daha hâkimane bir ta- vurla ilâve ettim: — Haydi, çabuk, Pervini ve çaldığı eşyaları şimdi buraya getir... Yoksa seni, ikinizi de der- hal tevkif ettiririm. Nevzat birdenbire ağlamağa başladı: — Beni affediniz, yüzbaşı efen- dil Bu işte biç suçu olmayan biri o da nasılsa bir çocukluk yapmış. Şişliden kaçarken hanımın bazı eşyasını da beraber almış. © — Yalnız hanımının değil, be- nim eşyalarımı da çaldı: Ceketim, kunduralarım ve daha ufak tefek ne varsa hepsini alıp götürmüş. Haydi beni bekletmeyiniz, sizi bekliyorum! Nevzat ayakta sendelemekte iken, aşağıdan bir ses işitildi: Sokak kapısi kapanmıştı. “Delikanlı, Pervin'in kaçırldığını tahmin ederek birdenbire dirildi: — Evde kimse yok dedim ya, yüzbaşı efendi! İsterseniz evimizi arayabilirsiniz! Ben güldüm: — Pervini kaçırdıklarmı zan- nediyorum. Fakat, sen elimden zor kurtulacaksın! Evvelâ, şu çalı- nan eşyaları nereye sakladığını söyle ! Delikanlının cesareti artmıştı: — Ben hırsız değilim. Burası namuslu bir aile yuvasıdır. Diyerek bağırmağa başladı. Ben eşyaları istedikçe, Nevzat köpürüyor,, sesini bir perde daha yükseltiyordu, Işte bu esnada, hiç ümit etme- diğim bir tecavüze uğradım. Bir- denbire, bulunduğumuz odanın kapısından iri boylu bir adam içeriye girdi.. Gözlerini gözlerime dikerek üzerime doğru yürüdü. (Arkası var) M. Snowden hasta Londra 18 (A.A.) — M. Snow- den, soğuk almıştır. Kabinenin di nda bulunmamıştı kadın kocasından ayrılmak isti- yordu. Hâkim boşan- mak isteyen Zev- ceye hitaben: — Hanim, zev- cinizin ne kusu- runu gördünüz? — Efendim kocam çok ahmak! — Peki, öyle ise vaktiyle ona neden vardınız? — Vardığım zaman ahmak değildi! Bu sırada kocası söze karıştı: — O zaman da ahmaktım efendim! Ahmak olmasaydım bu kadınla evlenir miydim hiç?.. Nimet Faik — 438 — Muallim talebeden birine: — Oğlum, neden günler yazın uzar da kışın kısalır? Diye sordu. Talebe şu cevabı verdi: — Gayet 'basit efendim: Sıcaktan inbi- sat, soğuktan takallus eder de ondan!. R. Mizrahi — 439 — Büyük baba to- Tunlanna Balina- nın Yunus pey- gamberi yuttuğu- nu 0ç gün sonra tekrar çıkardığını anlatıyordu. Çetin hayretinden dona kaldı, Ayhan çok sakin görünüyordu. Büyük baba: — Nasıl Ayhan, bunu şayanı hayret buluyor musun? Ayhan: — Bunda şaşılacak şey yok, ya Yunus peygamber Balinayı yutsaydı asıl bu şayanı hayret olurdu!.. Ramiz. V. — 440 — İsak, kısa bir hastalıktan sonra ölüyor, ve ruhu Allahın huzuruna çıkıyor. Cenahhak buyuruyorki: — İsak! sen yer yüzünde beni daima hoşnut ettin. Sana bir iyilik etmek isterim, ne dilersen söyle.. Yalnız şunu bil ki, isti- yeceğin şeyin iki katımı şerikin Salamona yapacağım. İsak gülümsiyerek eşvap veriyor: — Öyleysan bir yozümü kör et. Ahmet Nuri — 441 — Ahmet diyordu: — Ah ne olur denizin kumu ka- dar param olsa, Selim cevap verdi: — Ben istiyorum ki bütün denizlerin sularını damla damla yapsınlar, ne kadar damla olacaksa o kadar param olsun. Şükrü de söze karıştı — Allah ikinizi de muvaffak etsin, sonra canınızı alsın da mirasınız bona kalsın!.. A, Reha Fıkra mükâfatları Fıkraları dercedilen kari'lerimizin idarehanemize müracaatla mükâfat ların almaları rica olunur. uğrayacak; haşım, o derece ağ- rıyor. Göğsümde bir tıkanıklık duyu- yorum... Hava! Maval... Havaya ihtiyacım var... Ciğer. rim bütün faaliyetlerile âvor. Göğsüm, körük gibi inip kalkıyor. Burun deliklerim, kuş kanadı gibi çırpınıyor. Üzerimde müthiş bir ağırlık hissediyorum. Sanki kurşun deni- Zine batmışım. Gözlerim hiç birşey görmüyor. . Karanlıkl Amma nasıl karanlık? Zifiri karanlık.. Bezir yağı mürek- kebine kafamı sokmuşum sanki... Yalnız, derinden derine bir ses işitiyorum: Tok, tok, tok!... Kaz- manın taşlara ve topraklara vur- masından hasıl olan sada gibi bir ses... Ancak, bu ses, yerden gelmiyor da, yukardan, tepemden geliyor... Galiba, bu sesin tesirile uyandım. Yerimden sıçramak istedim. Başım bir tahtaya çarptı. Gene olduğum yere uzandım. Elimle etrafı muayene ettim. Bir çarşafa sarılmışım... Çırıl çıplağım! Of, burun deliklerimde ne var? Elimi uzattım. İki deliğimede pa- muk tıkanmış. Kim oynadı bana bu oyunu? Pamukları burun deliklerimden (o çıkardım. Nefes almam, bu sayede azıcık kolay- laştı. Rütubel içinde üşüyorum. Kalkmak istiyorum, kalkamı- yorum. Etrafım, tahtadan cüdar- larla muhat... Acaba rüya mı göriyorum? Kâ- bus içinde miyim? Neredeyim? Buraya nasıl geldim?.. Bütün -hatıratımı beynimde top- lamak istiyorum... Durun bakayım, durun bakayım.. Ne olmuştu. Hmmm.. Dairede müthiş bir sancı hissetmiştim.. İki arkadaş beni eve getirmişlerdi.. Annem, telâş içinde, bana yatak yapmıştı.. Yatağa girmiştim. Sancı dinmiş, fakat ateşim çoğalmıştı.. Göğsüm- de tıkanıklıklar olmuştu. Doktorlar gelmişti. Annem, baş ucumda ağlıyordu. Yavaş yavaş, kendimi kaybetmiştim. Üzerime havakanlar basar gibi birşeyler olmuştu. Her- şeyi silik görmeğe, vuzuhsuz işitme- ğe, müphem duymağa başladım. Beynimin içinde kıvılcım halinde yıldızlar, yıldızlar, yıldızlar pınl- damış, şimşekler çakmıştı... Sonra, bir günlük kokusu bur- numa gelmişti, yanımda kur'an okunmuştu. OAnnemin hıçkıran sesini duymuştum. — Evlâdım, evlâdım! Beni bi- senin arkandan yaşayamam... Ve bir el, dudaklarımı arala- mıştı. Ağzıma kuyu suyu lezzetin- de birşey akıtmıştı: Zemzem! — Şahadet getir! Şahadet ge- ur! - demişlerdi. Dudaklarımın arasından şu söz- leri almışlardı: — Allah... Ve annemi teselli etmişlerdi: — Son nefesinde Allahi - dedi. Öleceğimi ben de anlamıştım. Üzerime bir fenalık gelmişti. Kendimi büsbütün kaybederken, *“ işte ölüyorum! , diye düşün- müştüm... Hatıratımın filmi burada ko- puyordu. Sonra, tepemden gelen bir kaz- ma kürek sesile uyanmıştım. Anladım... Feci hakikati anla- dım: Beni gömüyorlar... Öldüm sanarak beni gömüyor- lar... Halbuki, ben ölmemiştim... Haykırdım: Hançeremin bütün kuvvetile haykırdım. Kazma kürek sesleri durdu. Bir daha, haykırdım. Üzerimde koşuşmalar oldu. Kazma kürek sesleri gene baş ladı. Lâkin, sesler, bu sefer, yaklaşı yor, yaklaşıyor. Nihayet, bir taraftan ziya sızdı. Üzerimden toprakları ve tabut kapağını aldılar. Yetmiş seksen kişi, hayretle, korkuyla, ve sevinçle yüzüme ba- kıyor. Arkadaşlarım, akrabalarım, bütün sevdiklerim. — Adnan! Ah Adnan! Allah seni bize geri yolladı. Öpüşmeler, kucaklaşmalar... Öyle bir seyahatten avdet et- miştim ki... Bir paltoya büründüm... İskatçıların mahzun yüzünü gö- rüyorum. Bir otomobil... Haydi eve... ak telefonla müjdelemişler- Annem, beni kapıdan karşıladı. ( Hikâyeci ) Bir tapu meselesi Zabıta Rasim efendi isminde birini tevkif etmiştir. Rasim ef- Izmirde bulunduğu esnada bir tapu meselesinden dolayı hakkın- da tahkikat içrasına lüzum görül- müştür, Kendisi uzun müddet İzmirde aranmış, bulunama! tahkikat neticesinde Istanbula gel- diği tesbit edilmiştir. Izmir adliyesi Rasim efendi hakkında ihzar müzekkeresi kese- rek buraya göndermiştir. Zabıta burada kendisini tevkif etmiştir. Rasim efendi İzmire gönderilecektir. Tefrika No 7 20 Şubat 1932 LEK Aşk, macera ve fen romanı Nakili: (Va - Nü) Jülide, telâşe düşüp şaşaladi: — Nede olsa, nede, insan, ba- zan, hayatını tanzim etmek mec- buriyetinde kalıyor. Vesime: — Bütün izdivaçların (o sonu fenaya müncer olmıyor! Dedi... Meselâ, kizim evde, annemle babam hiç kavga etmezler. Pek İyi geçinen daha bir çok karı kocalar tanırım. Jülide, genç kızı, izdivaç fik- rinden soğutmak için elinden geleni ardına kuymıyordu: — Annenizle babanızın nasıl geçindiklerini siz nereden bile- ceksiniz? Evlâtlar, ebeveyinlerinin geçinip gecinmediklerini öğrermek hususunda en sonuncudurlar. Vesime, düşünceye vardı. Bu genç kız, tab'an, tiyneten doğroluğa çok maildi. Her mes- eleyi menfi cihetinden değil, müspet cihetinden mütalea ederdi. Diğer taraftan, aşkının behemehal izdi- | vacile neticelenmesini isterdi. | Jülide, Vesime'yi daimi surette göz hapsinde tuttuğu, adım adım | takip ettiği için, haleti ruhiyesini | pek âlâ biliyordu. Binaenaleyh, | sözü derhal mısırlı Fâzıl Allkasdi'ye | intikal ettirirdi. Sanki oralı değilmişcesine bir tavur takınarak: — Bizim Mısırlı enteresan ço- cukl- dedi. Vesime, kızardı. Hayalinde, Mısırlı ile, Boğaziçi kıyılarında, danslı çaylarda ve diğer yerlerde gezindikleri can- landı. Evet, şu esnada, genç kız, yalnız Fâzıl'ı düşünmekteydi. Hür bayat ve izdivaç meselesi müna- kaşa edilirken, göz önünde bulun- durduğu sade oydu. Vesime'nin ne annesile babası, ne de onun genç Mısırlı ile dost- luğunu bilmemezlik etmiyorlardı. Şayet, “M...,, zade ailesinin bir kızı, beş on sene evvel, ( hele harpten evvel!) bir genç erkekle böyle dostluk peyda eylemiş ol- saydı, şüphesiz, bu bal büyük bir rezalet addolunurdu. “M...,, zade- ler, şüphesiz ki, bu hale bir niha- yet verirdi. Halbuki, bütün, zihniyet değiş- miş bulunuyordu. Bir genç kızın, bir yabancı erkekle olan dostlu- ğunda şaşılacak, kızılacak bir cihet görünmiyordu. Umumi harp, sade bizde değil en sağlam içtimai temelli garp memleketle- rinde de, azim inkılâplar husule getirmiş, cemiyeti tanınmaz hale sokmuş değil midir? Örfler, âdet- ler, an'aneler, kaideler, şeref ve haysiyet mefhumları baştan aşağı allakbullak olmuş değil miydi? Eskiden, ebeveynin münasip görmesi, evlendirmesi diye mese- leler vardı. Bunlar, bugün, artık kalmamış gibidir. Ortalığa “flirt, diye bir şey çıkmıştır ki, artık nişanlılığın bile yerini tutmağa başlamıştı. Bu “flirt,, lerin iptidası kimseyi alâkadar etmiyordu; devamı na- zarı dikkati celbetmiyordu, ehem- miyetsizdi ; nihayetlenmesi de, âlemi (obayrete odüşürmiyordu. “flirt,, ler, pekâlâ, bir garsonyer'de izdivaçla nihayetlenebilirler; seme- releri olan çocuklar, gizlice düşü- rülebilirdi. Şayet “flirt ,,i münasebetsiz görürseniz, buna ehemmiyet atfe- derseniz, âlemin nazarından dü- şersiniz. Eski kafalıkla itiham olunursunuz. Vesime, gerek sevki tabiilerinin dürüstlüğü, gerek gördüğü tahsil ve terbiye sayesinde herhangi bir tuzağa düşmekten şimdiye kadar kurtulmuştu. Diğer çihetten Fâzıl Alkasdi ona tutkundu. Vesimeyle evlen- meğe hazırdı. bunun için cen atıyordu. Evlenmenin genç kızı ele geçirmek için yegâne çare olduğunu biliyordu. Gelgelelim “M..., zadelerden Vesimeyi iste- meye korkuyordu. Şayet isterde vermezlerse, her ışin bozulacağım düşünüyordu. (Arkası var) « O ge yy yok agla ye al GE ap ONAM mala. | -