24 Kânunusani 1932 Akşam ai) Sahife 9 Tefrika No: 44 24 Kânunusani 1932 . ” Kadın, ne zaman: “ — Ma - Her akşam ine biz bi , i İngiliz Casusu bir hikâye mail in ei aaa LAVRENS İSTANBULDA! — — —— | gibk “ Baş üstüne! , cevabını . Sevgili Ela; bir daneciğim öl altlılar ve ben, rin, ie verdim. Yahut, en isyankâr bir Nakleden: 1. F Kemal gibi iyi bir adamı fenalığa âlet etmek o kadar kolay bir iş değildi. Otelde bekliyordum. O gün Şişlide bir — Aman efendim, ne müna- sebet..! Sizden böyle bir vesika istemek, merkez memurunun bile hakkı değildir.. —Otelinizde sükünetle uyuvabile- cek miyim acaba.? — Ümit ederim.. Çünkü intihap ettiğiniz oda beşinci katta oldu- ğuna nazaran, barici gürültüler- den çok uzaktır. Tepebaşı, hakikaten Beyoğlunun en az gürültülü bir semti idi. Bu- rada, tamam üç gün, Viyanaya gitmek üzere işinin peşinde koşan bir yolcu gibi kaldım. Bu müddet zarfında Istanbulun her tarafını gezmiş; caddelerde büyük bir alışkanlıkla yürümeğe başlamıştım. Üç gün sonra, bir oakşam, otelde otururken, tercüman Ke- mali hatırladım. Bu çocuk yolda bana epiyce hizmet etmişti. Onu şuraya buraya koşturmak ve onun vasıtasile malümat topla- mak çok faydalı olacaktı. Derhal bir otomobile atlayarak (Aksaray) a gittim.. Kemalin evi çok kulay bulunan bir sokak içinde idi, Şoför tam söylediğim numaranın önünde durmuştu: Ben otomobilden inme- den, pençereden Kemalin sesi öşüdildi: — Vay yüzbaşım, hoş geldiniz? Kemalin ailevi vaziyetini bilme- mekle beraber, onun ısrarı bana, evine gitmek cüretini vermişti. O akşam Kemale gittiğime çok isabet etmiştim. Büyük üç katlı kârgir evin ge- nişçe ve oldukça temiz ve müte- vazı mobilyeli bir odasında Ke- malle başbaşa oturuyorduk. Kemal bekârdı. Evde ihtiyar bir annesi varmış. Babası İzmirde ticaretle meşgulmüş. — Şimdi bu kucaman evde çok yalnızız, yüzbaşım! Diyere söze başladı: i — Üç gündenberi evde oturu- yorum. Gelipde bulamazsanız çok müteessir olurum diye sokağa çıkmıyordum. Nasıl, otelde rahat mısınız? — Şimdilik rahatsız değilim. Fakat, daha sessiz ve kibar bir pansiyona çıkmak niyetindeyim. —Çok iyi bir fikir... Hattâ buna müsaade (ederseniz (o bendeniz delâlet edeyim! — Beni memnun edecek iyi bir yer tanıyorsun galiba ..? Kemal çok samimi bir tavurla yanıma sokuldu: — Tetrika numarası: 114 Denizlere dehş — salan ta tahtelbahir eve taşınacaktım... — O kadar nefis bir yerki... — Satın alacağımı zannetme! — Biliyorum yüzbaşım, bili- yorum! Bir ay şöyle hoşça bir vakit geçirip tekrar cepheye dönecek değil misiniz? — Evet... Fakat, benim istira- hata çok ihtiyacım var, Kemal! — Yüzbaşım, çok yalvarırnm size, bu işi bana bırakın! Sizi memnun olmayacağınız bir yere götürmeme imkân yoktur. Istan- bulda bulunacağınız bu bir ay zarfında size âzami fedakârlığı yapmak burcumdur. Bu müddet zarfında sizin daimi ve sadık bir emirberinizim! Bana itimat ediniz! Evvelâ sizi o aile ile tanıştırayım. Hoşlanırsanız ve orada istirahat edebileceğinizi tahmin ederseniz, o vakit taşınırsınız! — Bu pansiyon Istanbulda mı? — Hayır, Şişlide.. Tepebaşından Şişliye... Sabah.. Saat dokuz buçuk.. Kemal nerede ise gelir. Akşam onunla iki saat kadar konuştum. Hayatımda bu kadar samimi ve misafirperver bir gençle ilk defa görüşüyorum. Bu derece iyi bir adamı, fena- lığa âlet etmek, o kadar kolay bir iş değil. Kemal bugün beni - Viyanaya gidiyorum diye - otelden çıkara- cak. Doğruca Şişliye gideceğiz. Maamafih gece benden sonra, o, Şişliye gidip ev sahibi ile konu- » şacaktı. Bakalım ne haber getirecek.. | * " Kemal dokuzda gelecekti. Bir saat teehhürle geldi. Başka memlekette canım sikılacaktı. Istanbulda çok yerde tesadüf ettim: Falanca yerde, falanca saatten falanca saate kadar bulu- şalım, diyorlar. Dakikaların hiç manası yok. Halbuki ben, beş dakika teeh- hürden dolayı hayatımın istikame- tini değiştirmiş hir adamım. Mev- idi mülâkata ondakika teehhürle gelen kimseyi hiç affetmem, 15 dakika teebhür eden olursa, o kimseyi - zemanın ehemmiyetine göre - kurşuna bile dizerim, Kemal bir saat teehhürle, fa- büyük bir neş'e içinde geldi ve olsaydım, 24 Kânunusani 1932 gi— Bir Alman bah bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valentiner Nihayet, baktık ki olmıyaca merkeze dönerek birkaç zabit almak mecburiyetinde kaldık: Mürettebat olarak gemilere kimi almamız lâzım geldiğini bu zabit- lerin yardımile seçecektik.. Ancak böylelikle intihabı yapabilecektik. Şaşırmış vaziyetteydik. Şaşırmamız, vapurlarımızı mü- rettebatla doldurmak hususundaki bilgisizliğimizden ileri gelmiyordu. Bilâkis... Çayıra birikmiş dört bin adam içinde seçmiyecekleri- | mize verecek cevabı bilemiyor- duk. Bu dört bin kişi geçim vasıtasından mahrumdular. Bir Mütercimi : O(Vâ - Nü) müddet daba hayatlarını idameye yardım edecek bu işe kapılanmak için can atıyorlardı. Biçareler... Torpil O toplamak işinin pek tehlikeli bir iş olmasına rağmen, | hizmetimize kapılanmak için can | atıyorlardı. | Vazifemiz, müşkül vazifeydi! | | Işe almıyacaklarımız arasında gürültü çıkmasından korkuyorduk. | | Bundan, merkez de korkmuş. | Muslihane bir tedbire müracaata İkarar verdik. Birikenlerin ekserisinin | aç olduklarını gördüğümüz için, | onlara beylikten tayin ekmeği, | oğlum, ciğer paremr Muat'ciğim! Bu mektubumu aldığın zaman, ben o bir dünyayı çoktan boyla- miş olağım. Şayet iradem müsait olursa, kalbime bir kurşun sıka- cağım. Zira, paşa babamdan kalan o dillere destan koskocaman serveti har vurarak harman savurarak bitirdim. Seni bu dâri dünyada, fülüsu ahmere muhtaç bir vaziyette bırakılıyorum. Eğer bende yaşamakta feannüt göstrseydim, eski debdebeli tantanalı hayatıma bedel, nanpa- reye avuç açacaktım. Amma, işte ölüyorum. Bu zillet- ten kurtuldum. sen, gençsin, yav- rum. Çalışırsın. Hayatını babadan kalma para olmaksızın da tanzim edebilirsin... Sana herşeyi anlatacağım, yav- rum! Paşa babamdan kalma muazzam serveti, ben, pokerde bitirdim... Fullar, floşlar, kareler, apartman- larımızı, konağımızı, köşklermizi hanlarmızı, antika (oeşyamızı, çiftliklermizi Obirer birer sildi, süpürdü. Amma, bu nasıl oldu?.. Ben, poker oynamasını mı bilmi- yordum?.. Şansım mı yardım etmiyordu? Ne o, ne öteki Murat'cığım! Bilâkis, ben. poker oynamasını gayet iyi bilirim. Şansım da Hileye kurban gittim.. Evet, bana bile yaparak, paracıklarımı çatır LERE ERAMLEEEEDERE ABE CEASE SAC RLARER LEE BALLAR ben ondan bu bir saatin hesabını sormadım. — İşten geliyorum, yüzbaşım! Dedi, sizi beklettiğimi biliyorum. Lâkin, inzibat memurları yolları kesmişler, herkesten o vesika s0- ruyorlar. Beklemeğe mecbur oldum Bu itizardan sonra: — Otomobil kapıda bekleyor, gidelim mi? Diye sordu. Otelin hesabını gördük. Garson valizimi şöforün yanına yerleştirmişti. Tepebaşından Şişliye doğru gi- diyorduk, Kemale fazla itimat ettiğim için, taşınmadan evvel eve bakmağa lüzum görmemiştim. Hususi bir ev herhalde otelden daha az tehlikeli olacaktı. Zaten Kemalin: — Erkeksiz bir ev... Demesi beni otelden uzaklaş- dırmağa saik olmuştu. Ev sahibi betbaht bir kadın, kocasından yeni boşanmış. oEvinin bütün yükü kendi üzerinde kalınca, Kemale zengince bir pansiyon bulmasını tembih etmiş. Kemal otomobilde anlatıyordu: (Arkası var) sucuk dağıttık. Daha muhtaç olanlara ve pek pejmürde hal olanlara azıcık para dağıttık. Hülâsa, seçeceklerimizi seçtik. Seçemediklerimizi de görültüsüz , patırtısız, hattâ memnun ederek dağıtabildik. Lâkin, bende, arkadaşıma: da neticeden memnun kalamadık: Yeni tayfalar, vapurlara yerleşince işin hayli sarpa sardığını gördük. Bunlar, istediğimiz gibi işi bece- remiyorlardı. Bu sıralarda, itilâf devletlerinin bizim donanmamızı tasfiye etmek hususundaki fikirlerini bilmiyor- yorduk. Bizim zabitlerimiz, donan- mayı bizzat Scapaflow'a götüre- ceklerdi. Bu sırada, müthiş bir fırtına, zen- cirlerden boşanırcasına kopmuştu: Bahriyelilerin bulunduğu her yer- de fevkalâde münakaşalar oluyo- yordu. Benim fikrim ise, şu merkezdeydi: kına varmama rağmen, sırf irade- sizliğim yüzünden paraların gitme- sinde mani olamadım. Biliyorsun ki, herkese karşı gösterdiğim (nezaketle, (hüsnü muameleyle meşhurum. centil menliğim, o bilahassa, © kadın- lara karşı gösterdiğim Şövalye- liğim dillere destandır... İşte, bunun kurbanı gidiyorum... Bütün gayretime rağmen, irademi top- layamadım... Ben hile yapıldığını görmekle beraber, nezaketten, hüsnü muameleden, centilmenlik- ten, Şövalyelikten vaz geçemedim. Ve işte, netice böyle oldu... Me- taliksiz kalarak intihar ediyorum, Servetimin en büyük kısmı bana hile edenlere, Ahmet Senaver beyle zevcesi Fatma Dürnev hanı- ma intika etti. Bu bey ve bu hanımefendilerle, bundan iki sene evvel tanıştım. İlk önce, kayıplar, kazançlar mu- vazeneli oluyordu. Yani, bazı günler ben üç dört yüz lira ka- zanıyorsam, bazı günler Ahmet Senaver bey yahut karısı beş altı yüz lira kazanıyordu. Lâkin sonraları iş değişti. Bir gün, Ahmet Senaver bey, bir hayli kaybetti. Karısına: — Aman bara uğursuz geliyor- sun, çekti kuzum yanımdan, elime bakma! - dedi. Kadının mahcubane ve mütees- sirane çekildiğini gördüğüm için: — Hanımefendi; - dedim. - Be- nim uğura uğursuzluğa itikadım yoktur. Lütfen benim elimi seyre- din. Şayet şansa itikadım olsaydı, mutlaka, bekle şans getireceğinize emin olurdum. Fatma Dürnev hanım: — Mersi! - Dedi. Yanıma oturdu, Oturuşu o oturuş. Artık, bundan sonra, hemen her akşam, kocası: — Dürnev! Bana uğursuz geli- yorsun! - demeğe başladı. Dürnev hanım da, beni göste- rerek: — Beyefendinin şansa itikadı yoktur!- diyerek benim yanıma... O, ne zaman benim yanma otursa, ben kaybediyorum. Lâkin mezaketsizlik (oyapmağa iradem mani oluyordu. Kadına : “ Kalkın, başka yerde oturun diyemi- yorum. Maamafih, farkına varıyordum ki, Ahmet Senaver beyin gözleri karısında.. Karısı, benim kâğıtlarıma bakup ona işaret (o veriyordu. Üç apartı- manımla bir çiftliği elden çıkar- dıktan ve kırk sekiz bin lirayı kaybettikten sonra bunun farkına varabildim. Fakat. nezaketsizlik etmeme yine iradem mani oldu: hemen Alman zabitlerinin, ken nanmalarını, Scapaflow'a götür- meleri ayıptır! Rezalettir!.. Şayet Britanyalılar, bizim gemileri isti- yorlarsa, gelsinler, kendileri al- sınlar... Fakat, bu gibi mevkilerde daima olduğu üzere, bu seferde, bazı ukalalar zuhur etti. Birriyaziye ispat ettiler ki, Alman zabitlerinin, Alman donanmasını İngiltere'ye götürmesi, zaruridir! Ben, buna, asla kail olamadım. Olamam da... İngilizleri, gayet iyi bilirdim. Pek uzun seneler, onların muha- sımı olmuştum. Biliyordum ki, bizim donanmayı İngiltereye götür- mekten imtina etmemiz, en fazla İogilizlere pabalıya mal olacaktı. Gene de, donanma, İngiltereye gitti; amma, içinde inkılâp asker- leri olarak değil; imparatorluk zabitleri olarak... cümleyi haykırırcasına: — “Yarın gelemiyeceğim ! ,, ( diyebildim. — Öyleyse, öbür gün bekl. izl, “— Baş üstüne, hanımefendi... Maalmemnuniye...,, Beni avuçlarının içine aldılar. Centilmenliğimi bozmamak husu- | sundaki irdesizliğimden istifade ettiler. Varımı, yoğumu benden | söküp aldılar. Bu müddet zarfında, | artık, tecrübem artmıştı. Genç kadının, elime bakarak, kocasına nasıl işaretler verdiğini anlıyor- dum: Uzun bir tecrübenin verdiği melekeyle bu sırra agâh olmuştum. Döper, kent, üçlü, ful, floş, kare... Hulâsa, her şeyin ayrı | ayrı işaretleri vardır. Hattâ, aso- | Dun papasın, kızın, bacağın da işaretleri vardır. Başını sağa sola iğmek, sağ elini masanın üstüne koymak, sol dirseğini iskemlenin arkasına dayamak suretile, Dür- nev hanım, elimdeki kâğıdı, bü- tün teferruatma kadar kocasına okutuyordu. Ve, ben, soyuluyordum. Bile bile soyuluyordum. Iradesizliğim, soyulmamak için tedabir almama mani oluyordu. İrat irat üstüne satıyordum. Üç bin lira, beş bin lira. Ha babam kaybediyordum. Cesaret- lendirmek için, bazan kazandırı- yorlardı. — Yarın öğle yemeğine bek- leriz. — Gelemiyeceğim. — Çaya gelin öyleyse.. — Vallahi yarın işim var. — Canım, ne işiniz olabilir ki... İşte, şansınız da döndü maşaal- lab... Neydi altı aydır... tekrar değişmeden gelin bakalım... — Baş üstüne hanım efendi. Ab, bu iradesizlik... Bu peki banım efendi, yi dilim, kendi kendiliğinden söyliyordu. Ve işte, netice böyle oldu, oğlum! bütü paralarımı, kaybettim. Intihar ediyorum. Seni servetsiz bıraktığım için fevkalâde mahcu- bum, müteessirim. Beni affet. Iradesizliğime kurban gidiyorum. Bu mektubumu aldığın zaman ölmüş bulunacağım. Baban Delikanlı, babsının mektubunu alınca, teprenmedi bile... telâşa filân düşmedi. Maamafi, ufak bir tereddüt geçirdi... Yanıbaşındaki tlefona uzandı — 216667... Allo senmisin, Ha- nife dadı?... Babam evdemi?... — Kahvealtı ediyor, yavrum... telefona çağırayım mı?... Hayır... istemez... Delikanlı, mütebessimane, tele- fonu kapadı: “İradesizl, diye mırıldandı!.. (Va - Na) Işi te değil ütnyieümdeği kızarıyordum. Lâkin, Alman zabitleri, Scapaf- lowda, Alman donanmasını imha ediverdiler, Bizzat ingilizler bile, bu hareketi merdane buldular. Bu hareket hakikaten, Alman babriyelilerine yakışacek güzel hareketlerden biriydi. Bu sıralarda, bizim küçük filo- larınız teslih ediliyordu. Arkadaşım o Siesz'le ( birlikte müdüriyete (o müracaat ederek kaptan Götling'in bizim umumi | filoya kaptan yapılmasını rica ettik. Bu Götting, bizce pek iyi ta- nnmış bir zabitti, Faal, cesur, istidatlı, zeki, Imparatora son de- rece sadıktı. Vapurlarmıza da iyi tanıdığımız zabitleri aldık. Büylelikle, adamlarımıza inkılâp aleyhinde uzun nutuklar vermek zahmetine katlanmadık. (Arkası var)