Sepm. 21 Kânunusani 1932 — Tefrika No: 41 21 Kânunusani 1932 KY bL4 İngiliz Casusu > P7? LAVRENS İSTANBULDA! Lâtif çısıtıcı bir güneş yüzümü okşamağa Höylümiği, Gözlerimi açtığım zaman, trenin yolunu kestiğini gördüm. Izmite gelmiştik... Bu tesadüf bana çok şey öğ- retmişti: Yüz başı Kresin mensup olduğu karargâhdaki (vaziyeti. Kresin emirberinin ismini.. Eşya- sının akibetini ve bunun etrafın- daki dedi koduları... Muhavere esnasında muhatabı- mın ismini de öğrenmiştim. — Kemal, dedim, Istanbula mı gidiyorsun? — Evet, kumandan! dedi, has- tayım.. Altı ay tebdilihava aldım. — Peki amma eskişehirde ne işin vardı? — Eskişehirde ( zengince bir amucam vardır. Ondan bir az para almak üzere üç gün evel buraya inmiştim. Fakat, talisizlik buradada yetişti, amucam başka tarafa gitmiş.. Bulamadım. — Istanbulun neresinde oturu- yorsun? — Aksarayda.. Kemalin adresini odefterime kaydettim. Bu saf adam İstanbul'da benim işime yarıyacaktı. — Seni İstanbul'da gelip bula- cağım, Kemal! Dedim, fakat, bilmem ki, sen İstanbul şehrini iyi tanır mısın? Kemal sevindi : — İstanbul'un her tarafını bili- rim, yüzbaşım! Arzu ederseniz sizi, İstanbul'da kaldığınız müd- detçe, her gün gezdiririm. — İstanbul'da çok kalacak mısınız ? — Rahatsızım. kadar kalırım. — Ah, ne âlâ kumandan, ne âlâ! Sizi mutlaka beklerim. — Ben evinize gelirim. Sabaha karşı ortalık biraz se- rinlemişti. Kaputumu üzerime çektim. O.da, ben de susmuştuk. Evvelâ o uyudu.. Sonra da ben. Itiraf edeyim ki, Halepten ha- reket ettiğim geceden beri bu kadar emin, rabat bir uyku uyumamıştım. Belki bir ay * .» Lâtif, ısıtıcı bir güneş yüzümü okşamağa başlamıştı. Gözlerimi açtığım zaman, etrafımdaki yol- cular hâlâ uyuyorlardı. Pencereden etrafı seyrederken Kemal de gözlerini açtı. Bu esnada tren süratini kes- mişti. Kemal pencereden başını çıka- rarak: © Tefrika numarası; 111 ize el — Izmite gelmişiz... Diye mırıldandı. Kemale sordum: — Burada tren çok kalır mı? — Hayır yüzbaşım, ancak yarım saat... — Acaba saat kaçta Istanbula varacağız ? — Öğleden evvel ümit ederim.. — O halde öğle yemeğini Istanbulda yiyebileceğiz demek..? — Şüphesiz... Bu benim üçüncü gelişimdir. Daima on ikiden biraz evvel yetişiriz. Kemal ile dalma almanca ko- nuştuğumuz için yanımızdaki yol- cular bizimle alâkadar olmıyor- lardı. Almanca bilmedikleri, bizim muhaveremize karışmadıklarından anlaşılıyordu. Bu fena bir tesadüf değildi.! Kemal gittikçe gözüme giriyor. Tren İzmitte Zdurur durmaz, o birdenbire ortadan Okavkoldu. Fakat onu pencereden gözümle takip ettim. İstasyonda taze sıcak süt satıyorlardı. Kemal evelâ bir kaç çörek, bir az tereyağ, sonra iki bardak kaynamış süt alarak yanıma geldi, — Biraz yüzbaşım! Kemalin bu nezaketi ve inceliği çok hoşuma gitmişti. Harp zamanı bir askeri kata- rında sıcak süt bulmak kolay değildi. Kahvaltımızı alırken Ke- mal derdini yandı: — Sizden bir ricam mandan! — Ne istiyorsun? — Şam sevkıyat müdiri hasta idi. Ben hareket ederken, vesi- kamı bizim karargâh kumandanı imza ediyordu. Haydarpaşada evra- kımı muayene ederlerken bir aksilik çıkarsa, diye korkuyorum. İşte raporum.. Altı ay tebdilhava- liyım.. Allah aşkına beni himaye kahvealtı yapalım var ku- ediniz.. Geri çevirirlerse | mahv- olurum.. Kemalin omuzunu okşadım.. — Korkma, ben; — böyle müşkilât karşısında: “Emirberim- dir,, derim.. kurtulursun! — Ah efendim, sizi benim kar- şıma Allah çıkardı. Size ölünceye kadar minnettar kalacağım. Ben asil bir aile ev- lâdıyım, yüzbaşım! Hiç bir za- man iyilik unutan namert mah- luklardan değilim. (Arkası var) “21 Kânunusani 1932 | Denizlere dehş etm<———— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin h hatıratı Muharriri: Max Valentiner Bu satmak meselesi Emirberi- me pek hoş göründü. Silâhları ve sair edevatı kemali itina ile sakladı. Ihtimzaki esliha, halâ sak- landıkları yerdedir. Bunun üzerine, bir çok arka- daşlarla temasta bulunmağa gay- ret ettim. Onlara bir gönüllü alayı tertip etmeği teklif eyledim. Esliha de- pomdan da onlara bahsettim, Lâ- kin hiç kimse, benim teklifimi benimsemedi. Bir petrol deposundan çıkan yangın sür'atile, inkılâp, bütün Almanya'ya, delice sür'atle yayı- hvermişti.. Mütercimi : Nü) Kiel'den şimendifere binerek, küçük küçük tayfa grup- ları, Almanya'nın birçok şehir- lerine dağılmışlardı. Kimisi de (Va - otomobillerle, okamyonlarla git- mişti, Harple ezilmiş olan ve malüm açlıktan (o kıvranmakta (bulunan Proletaria, bu inkılâpçı tayfaları, büyük bir meserretle (o kabul ettiler. Kendi kendimize, büyük bir endişe ile sorduğumuz sual şuidi : — Acaba cebhede ne oluyor? Cebheden hiç haber alamay- orduk. “Cin Aülr, böy ili atkısını doladı. Kasketinin ön tarafını gözlerinin üzerine doğru çekti. Oda kapısına ilerledi. Çıkıp git- mek üzereydi. Karısı Zehra, arkasından, bir kerre daha yalvardı: — Ne olursun? Hatırım için bu akşam gitme... Ne olursun?... Vallahi, akibet fena olacak... Içi- me doğuyor... Içimde pek fena bisler var... Hem görmedin mi?.. Temin kahve falına da baktım. Kahve falında sebpa göründü... Şayet, bu akşamki hırsızlığa gi- dersen, seni mutlaka yakalayıp asacaklar. Cin Ahmet, kendine has gevrek kahkahalardan birisini karısının suratına dogru fırlattı. —Sehpa mı?.. Ammada avanak şeysin sen, be karı.. Ne sehpası be?.. Senin hiç kanundan manun- dan haberin yok... Halbu ki biz işçiler (5 hırsızlar, kendilerine hır- sız demezle, işçi derle.) Kanunları ezber'yutmuşuzdır. Benim yaptığım işçilikte sehpa meselesi yoktur be.. ben yaş tahtaya basar mıyım?. Elimi şimdiye kadar hiç kana sürmüş adam değilim... Hırsızlık için evlere girerken kapı, pen- cere de kırmıyorum... Maymuncuk bile kullanmiyorum... Yanıma ta- banca, bıçak bile almıyorum... Bu şekilde yakalanan hırsızlar, kanun mucibince ancak bir kaç ay ceza ile meseleyi o savuşturuverirler... Şayet bu gece, iş üzerinde yaka- lansam bile, cezam, üç beş ayı geçmiyecektir. Kısa bir müddet sonra, gene senin yanındayım... Hem, bu geceki iş, öyle ena- ice işlerden değil... Gayet sağlam, gayet emniyetli bir iş... konağın uşağile ortakçal... Efendiler, boğaz içine misafirliğe gitmişler... Gü- müş takımlarını, küçük mücevhe- rat kasâsını uşdğa emanet etmiş- ler... Adamını bulmuşlar... Hah hah hah... Herifci * oğlu ammada emniyetli Adam ha... Tam pey- nir teslim edilecek kedil... Aya- cığıle bana geldi de evi soymak- lığımı tavsiye etti. Efendilerini bana soydurtacak; kendi, zeytin yağı gibi üsta çıkacak... “Ne yapayım, Oben evde yokken hırsız girmiş, filân!,, diye yalanlar kıvıracak... Tereyağıddan kıl çe- ker gibi meselenin içinden sıyrılıp çıkacak... Sen, merak etme, karı.. Kahve falına aldanma.. Üzülme... Yüreğini ferah tut... Bir iki saat sonra yanındayım.. Hem de kol- tuğumun altı kıymetli eşya ile dolu olarak... Sana ne hediyeler alacağım, ne hediyeler... Mantolar, küpeler... Filân, falan... Yarım saat sonra, Cin Ahmet, hırsızlığı o yapacağı evin aralık bırakılmış kapısından iceri girmişti. Karısına bahsettiği uşak, onu sofada karşıladı. Lâkin, haber alnıncada, bunun çok fena olduğu tahakkuk etti: Ordularımız geri çekiliyordu. Harbin canı, ruhu mesabesinde olan jeneral o Ludendorff'un asabı fevkalade bozulduğu söyle- niyordu. Her şey bozulmuştu. Hiç bir şeyden nizamdan, intizamdan eser kalmamıştı. o Sade Hindenborg, bütün kuvvet ve selâbetile ve mehabetile ayakta dimdik, pür- azamet, pür vakar duruyordu. Bu zat, Bismark'tan sonra, Almanların en şayanı dikkat simasıdı. Fırtı- nanın ortasında bir kaya parçasidi. Orduyu, vatanın sinesine avdet ettiriyordu. Bütün ümidimizi kaybediyorduk. Kaybetmiştik bile.,. Ansızın, haber geldi. Müthiş bir haber.. Öyle bir haber ki, o inkılapçılara, bütün — Seri misin, sordu. — Ben im... — Eh, pek âlâ, öyleyse.. Tarif ettiğim gibi yaparsın.. Merdivenin sol tarafındaki odaya girer.. Ben de heman sokağa çıkayım ki, hırsızlıkta Ooparmağım olmadığı şahitlerle tespit edilsin.. Öbür tertibatı anlattığım gibi alırsın.. Unutma.. Sakın odada işe bakma... Komşular, ufak bir aydınlıktan bile şüphelenir... Cin Ahmet: — Peki, peki! Diyerek, temi- nat verdi, Koridora saptı... Ikinci sofayı geçti. Merdivenin başına geldi. E| yordamile ve ilk sofada yanan küçük kandilin ziyası sayesinde yürüyordu. Kapının tokmağını çevirdi. çeri girdi. Fakat, arkasında bir ayak sesi işiterek, bir an durdu. Allah allah!. Uşaktan başka evde kimsenin olmaması lâzımdı. Ba arkasından gele uşak miydi? Uşak arkasından niçin gelmiş olabilirdi? Birdenbire cin Ahmet dona kaldı. Dan! Dan! Iki el silâh atılmıştı. Hem de burnunun dibinde.. Ayni zamanda odanın içi, elek- trik ziyasile aydınlandı. Cin Ahmet, odanın aydınlan- masına rağmen, etrafta hiç birşey göremedi. Zira, gözleri kendi gir- diği kapının eşiğinde duran uşağın elindeki tabancanın nam- lusuna saplanıp kalmıştı. Yerinde mıblanmış gibiydi. Bu ne demekti? Buna ne mana verilebilirdi ? Anlaşılıyordu ki Cin Ahmed'i bir tongaya oturtinuşlardı. “ Yaş tahtaya bastırmışlardı.,, Amma nasıl ?.. Amma, ne suretle?.. Bir an süküt... Ikisi de susuyorlar.. Yalnız, bu aralık, cin Ahmet'in Cin Ahmet? di uşak, yere, ayakları dibine, bir tabanca attı, Fakat ikinci ta- banca gene elinde.. Ve bu ikinci tabancanın namlusu, gene Ahmedin kalbine müteveccib.. Odanın tışında üç beş ayak sesinin görültü ile koşuştuğu işi- dildi. Biri bağırdı: — Ne o, kim attı dabancayı? Işikte, evela, elinde fenerle ma- halle bekcisi göründü. Bekçi, odanın içine bir nazar attıktan sonra, irkilmiş gibi: — Iş anaaaam... Bahın, bahın... Buraya gelin... - diyerek arkasına döndü. Aralıktan belirdi. cin iki polisin şapkası çocukça hareketlerine hak verdiriyordu: Imparator firar etmişti! Bunu, cinnet addettik... Evet bu cinnetti... Bu, katiyen doğru olamazdı. Fakat, o heyhat, hakikatmış... Bize imparatora verdiğimiz sada- kat yeminleri iade edildi. “Imparator, bir dahili muhare- benin önüne geçmek için Hol landa'ya gitti. Şayet memleket dahilinde kalsaydı, şüphesiz ki, milyonlarca insan, onun tarafını iltizam ederdi. Lâkin, kanli bir vatandaş omuharebesinin önüne geçmek mümkün olamazdı. Bun- dan maada, itilâf orduları inkilâp- çıların yardımına şitap ederlerdi.,, Birçoklarının fikri, bu merkez- deydi, Lâkin, başka türlü fikirleri olanlar da vardı. Birçokları diyor- rağmen, Sahife 13 Grip salgını ve koruma çareleri Her sene bu aylarda şehrimiz grip salgıni geçirir. Bu salsın hiç şüphe yok ki, hemen her evde bir kac kişiyi hasta ettikden ve bir müddet sürüklendikden sonra, tekrar kaybolur gider. Hemen ilâve edelimki, bu salgın hakiki grip salgını değildir, soğuk algır- lığı neticesi şiddetli bir nezledi 4 Bir çoklarımızı günlük meşgalesin$ den uzaklaştıran ve, vücutlarımızs da her hangi bir intan için müsait zemin hazırlamaktan halij kalma- yan bu ufak tefek hastalanma tehlikelerinden korunmak husu- sunda tedbirler almanın ehemmi- yet ve lüzumu kendiliğinden teza-' hür eder. Hastalık, havaların pek mütehavvil, ve rutubetli olduğu şu mevsimde ve, kısmen ibtiyat- sızlık, kısmı azamında ise hasta- larla temas hususunda dikkatsiz- likten dolayı intişar ve tevessü eder. Mademki mikrop ağızımız- dan girmektedir, o halde yapıla* cak şey ağız temizliği esasına istinat edecektir. Her zamandan ziyade ağız ve dişleri sık sık te- mizleyip, çalkalamak lâzım gelir. Ağızda zemini hazır bulan mik- ropların faaliyetine mani olmak için son Zamanlarda, Panflavine pastilleri namında bir ilâc imal edilmiştir. Bu ilâç şekerleme tar- zında olup, ağızda emilmek sure- tile kullanılması çok kolaydır. Panflavine pastellerini günün muh- telif, saatlerinde ve bilhassa kala- balık yerlerde ve hasta yanında ağızda emerek hastalıkdan korun- mak mümkündür. - diyerek hırs sızı teşhis etti..- Cin Ahmeti. Sen bu işi yaptın ha.. Senin bu marifetin eskiden yoktu... Polis, böyle söyliyerek, odanın bir tarafını, parmağile işaret etti. Cin Ahmet, hayretle o tarafa doğru döndü. Ve birden kemik- lerine kadar titredi; liklerine kadar donduğunu hissetti... Oda- nın o tarafında, geniş, süslü bir yatağın içinde, genç bir kadın, kan- lara bulanmış yatıyordu... Bu ka- dının ölmüş olduğunu anlamak için yanına bile gitmeğe hacet yoktu... Bekçi, Cin Ahmet'in uşak zan- nettiği adama, hazin bir tavırla: — Başınız sağ olsun beyefendi hazretleri! — dedi. Bilinemez niçin, — acaba kıs- kanmış mıydı, bıkmış mıydı, yoksa bir miras meselesi mi mevzuu bahısti — beyefendi hazretleri, kendi işlediği cinayeti cin Ahmet'e yüklemişti, Şimdi ayıklasın obiçare Cin Ahmet pirincin taşını. Nakili : (Vâ - Nü) lardı ki, şayet ir imparator, kendi- sine taraftar olanların başına geçmiş olsaydı memleket hahkında daha hayırlı olur. Diğer birçok Almanlarda impe- ratorun firarını bir vaton hiyaneti suretinde telâkki ediyordu. Bizde şu fikirdeydik: âsi tayfalar, kat- iyen cessur insanlar değildi, Adam akıllı cessür ve muntazam birkaç kıta askeri bütün isyanı bastır- mağa kâfidi! Fakat heyhat! Kayser Alınan- yadan Hollandaya kaçtıktan sonra bütün projeler suya düşmüştü. Bunların hiçbiri tatbik edilemedi. Imperatorluk nihayete ermiş bu- lunuyordul Kieldeki . inkilâip komitesinin başında, bir kaç kuduz herif bu- lunuyordu. Bu adamlar, Rusyada- ki bolşevik inkilâbıni kendilerine nümune ittihaz etmek istiyorlardı. (Arkası var ) ir li Gl e 1