18 Kânunusani 1932 Tefrika No: 38. “Sen halden anlarsın, Mizrahi efendi! Ben bir vü dına gönül sardım. Bügün gitmeğe mecburum. Onunla beraber tekrar buraya geleceğim!, — Peki.. Bende söz veriyo- rum.. On beş gün sonra Viyanaya, ailemin yanına gideceğim. Genç mülâzımdan yakamı bin müşkilâtla kurtarabildim. Yüzbaşı Kres'in samimi arka- | daşı olan bir adama yüzbaşı Kres rolünü oynamak kolay bir iş değilmiş... Avusturyalı zabit odamdan çı- kınca ben de arkasından sokağa fırladım. Artık Kudüste bir ila: kika daha kalamazdım. Genç mülâzımı kolaylıkla atlat- mıştım. Fakat, yarın bir başkasına tesadüf edersem, ne diyecektim? Kudüs ufacık bir yerdi. Sokağa çıkınca, elbette, yüzbaşı Kresi tanıyan bir çok kimselerle karşı- laşacaktım. O gece ( derhal hesabını gördüm. Mirzahiye bir kaç altın uzatarak: — Yakında yine ( geleceğim. Mezuniyetimi oOher halde senin paösiyonunda geçirmek isterim. Benim nereye gittiğimi kimseye söylemezsin, değil? Pansiyon sahibi birdenbire şa- şaladı: — Daha bugün bu odayı bizzat kendiniz intihap etmiştiniz, dedi, şimdi nereye gidiyorsunuz? Ihtiyar ve tecrücedide yahudi- nin kulağına eğildim; — Sen halden anlarsın Mizrahi efendi! Ben bir kadına gönül verdim. Gidip onu getireceğim. Izin aldım. Burada güzel vakit geçiririz... Mizrahi bu haberi alınca güldü. Bir ay, bir kadınla pansiyonda yaşamak onun için çok kârlı bir iş olacaktı. Gülüşlerinde: “ Yakında otelime iki yağlı kaz düşecek.. İstediğim gibi yolarım!,, Diyen bir mana seziliyordu. Pansiyonundan çıktığım zaman, yeni seyahatimin birinci merhale- sini aşmış bulunuyordum. O gece Beruta hareket eden otomobillerden birine atlayarak yola çıktımı. pansiyonun * .. Ertesi gün Berutta, yalnız, bir akşam yemeği yiyebildim. Gece Halebe hareket trene yetişmeğe meburdum. Berutta kalmak biç te işime gelmedi.. Berut (Kudüs) e nisbetle daha az kalabalık bir şehirdi. Sokakta bir avusturyalı zabit elbisesile dolaşırken, her kesin nazarı dikkatını celp ediyordum. Avusturyalılar, Türklerin mütte- fiki de olsalar, yabancı bir zabit eden Tetrii a numarası: 108 Denizlere Hehe - salan tahtelbahir Sahife 9 İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valentiner Bakın size, kanaatimi açık söylü- yerum... Şu bizim Berlin'deki zevatı mubtereme, öyle sersemce | emirler verirler ki... Âsiler üzerine kurşun sıkmamak emri!... Düşü- nün... Ben onların yerinde olsay- dım, isyanı çabucak bastırırdım... Felâketin önüne geçerdik. — Ne yapılmasını tavsiye edi- yorsunuz? — Aman yarabbil,, ne biçim lâf o ?.. Şayet ne yapılması lâzım geldiğini ben bilsem.. görmüyor- musunuz ki, herşey'in altı üstüne çevrilior... Artık hiç ümit kalmadı. | İ | | 18 Kânunusani 1932 Nakleden : üniformasile yerlilerin gözüne çar- pıyordu. Trene bindiğim zaman, kom- partımanda bir mektep muallimi bir yaşlı doktor vardı. Birbirlerile tanıştıkları belliydi. Evvelâ çekingen bir nazarla bana baktılar. — Aceba bunu zabit biliyor mu ? Hiç şüphesiz bu anlamak isti- Türkçe yorlardı. Bir müddet konuştular, gülüş- tüler ve benim alâkasızlığımı görünce, başlarını çevirerek pa- ketlerini açtılar.. Yemeklerini bir- leştirdiler ve güzelce karınlarını doyurup sızdılar. * *” Halepdeyim. Burası tam bir şark beldesi. Arap, Türk, kürt, çerkes.. Bü- tün şarklılar buraya toplanmışlar. Şehri şöylece bir gezdim. Burada da avusturyalı askerler sokaklarda göze çarpıyor. Bilhas- sa topçular bu havalide toplan- mışlar. Bir ses duyunca, başımı çevir- meden, duymamış gibi yürüyo- rum. Sanki bir arkadaşda bu- rada karşıma çıkacak ve: — Aziz kardeşciğim, ne alem- desin? Diyecek gibi, içimde garip bir örkeklik var. Akşam üstü hükümet konağı önünden geçerken, kapıda asılı büyük bir ilân gördüm. (Lavrens) ismi gözüme ilişti. Belli ki mükâ- fat vadeden o meşhur beyanna- meden birtanede buraya asmışlar. Hâlâ Lavrensi arıyorlar! Bu akşam bir askeri katarla Istanbula hareket ediyorum. (Akası var) ç Fransız musikişinası istanbulda Şayanı dikkat bir konser Haber aldığımıza göre, pek yakında İstanbula, yansız musikişması gele- cek ve bir konser vereceklerdir. Bu artistler Dany Brunschwig, Andıe Iuvelin, ve Madam Huvelindir. Sanatkârlar, önümüzdeki Cumartesi günü suat 18,30 da GLORYA sinema- sında zengin bir programla bir oda ınu- siki konseri vereceklerdir. Programda Keman ve Violonsel için eski parçalar. o Boismoutier, ( Broval, Loiller, abanera de Ravel'in . eserleri l heyecanlı: «Nocturne» ile Lili Boulanger ve nihayet Albert Roussel'in triosü vardır. İstanbulda ilk © defa olarak çalınacak bu parçaların şehrimiz musiki amatörleri tarafından lezzetle dinleneceğini ümit ediyoruz . Sanatkârlardan (Dany Brunschıwig violonsel, Andre Huvelin Keman ve Ma Huvelin piyano çalmaktadır) 18 Kânunusani 1932 Mütercimi : (Vâ - Nü) Bu zattanda, bu lakırdılar üzerine ayrıldım. Wiek kışlalarına doğru gitmeğe başladım. Kışla- ların önündeki denizde bir torpito dolaşıyordu. | Torpitonun siluetine nazaran, bu, bizim donanmaya mesuptu!... Tabii, tabiii!... Bizim torpitolardan biri bu... Ona, dikkatle baktım. | Fakat, hayır, bayır... Bizim torpitolardan biri değildi bu... | Hayır... İ | | Bu, gerçe, Alman Imparatorlu- | e biriydi | l bir bayrak | gunun amma, direğine kızıl | açmıştı. Her akşam bir hikâye Size, tıpatıp hakiki bir vak'a anlatacağım. Bu vak'a, harpten evel, Istanbul'da, Avusturya has- tanesinde cereyan etmiştir. Bir gün, avusturya o hastane- sine, o İzmirli Avni isminde bir adam müracaat etti. Bu adam şekil ve şemailce bir centilmen- den bir paşa zadeden farksızdı. Halbuki, hakıkatta... Hakikatta?... Hakikatta ne olduğunu görecek- SİNİZ... Doktorlarla ve asistanlarla uzun uzadıya görüştü. Hususi odaların en aydınlığını, en rahatını tut- mak istediğini söyledi. Bir amcası varmış, İzmirden bugünlerde ge- tirilecekmiş. Adamcağızın asabı bozukmuş. oAlelade zamanlarda gayet tabii oduruyormuş ama, birdenbire şuuruna halel geli- veriyormuş: “— Hani benim 'mücevherle- rim!,, diye, ortalığı biribirine ka- tıyormuş. İşte, bu manasız buhranlarının önüne geçmek lâzımmış. Fakat, her şeyden evvel, hastaya, hasta- liğını belli etmemeli imiş... Avni bey, odaların en güzelini tuttu, Zengin bir adam olduğu halinden ( anlaşılıyordu. o Fakat, pazarlık etmeden de geri kalmadı. Bilhassa: — Hastayı üç dört gün sonra getireceğim! Hesabımız o günden itibaren işlemeğe başlıyacak. O- dayı bugünden tutuyorum amma, hesabıma yazmıyacaksınız! - diye ısrar etti. Hastane müdürü, bu pazar- lığa razı oldu. Bunun üzerine, Awi bey, pey verdi. Odayı temizliyecek hizmetkârlara birer altın babşiş elden geldi. Çıkarken kapucıyı da bir altınla gördü... Arkasından, ne iyi bir intiba bırakmıştı. o Hastanede (oOancak iki saat kadar bir zaman kalmıştı amma, herkesle içli dışlı ahbap oluvermişti. Aradan dört gün geçtikten sonra, (Avusturya hastanesinin kapısı önünde lâstik tekerlekli bir araba durdu. Kapıcı kulübesinden çıktı. Ara- banın içindeki Okıranta bıyıklı adamı tanımamakla beraber, genci derhal hatırladı: Geçen gün ken- disine bir altın bahşiş veren huvarda, yakışıklı, sevimli genç! Şapkasını çıkardı. Yerlere ka- dar eğilerek: — Buyurun, efendim! - dedi. İçeri girdiler. Hizmetkârlarda ayni hurmet... Doktorlar, hastaya (o hastalığını belli etmemek hususunda müker- ren tenbihli oldukları için, ona göre muamele ettiler. Misafir karşılar gibi yaparak, onu salona aldılar. Avni HE ve dolayısile Artık, öğrenmem ı icabeden şeyi öğrenmiştim. Bundan başka hiç bir nahoş manzarayla karşılaşmadan, Was- toru geçtim, kumandanlığa gittim. Avluda büyük bir gürültü vardı. bağırıyorlardı. Neşeli sayhalar ko- parıyorlardı. Insanlar, muvazene- lerini kaybetmişlerdi. Elinde osilâhı olan, havaya endaht ediyordu. Kumandana dedim ki: — Maalesef, müsellehan yardım etmek imkânmı haiz değilim. Benimle ( birlikte bu kışlanın haricine çıkmanızı tav- siye ediyorum. Kumandan, bana, sükünla; size, — Benim Omevkiim (burası! | -Dedi- burada kalacağım. Lâkin, hareket veriyorum. o kadar size, istediğiniz ( gibi etmek O serbestisini Tedbirlerinizle, (o pek mısafire, itibar itibar üstüne. Avni bey, onların O yanında, kranta bıyıklı zata: — Şimdi direktörle görüşecek- siniz, azıcık burada! - oturun Dedi. Dışarı çıktı. Doktorlara: — Ben, yarın gene gelirim... Dedi. - Şimdilik, hastanın halinde bir gayri tabiilik yok... Haydi, içeri gidelimde kayit muamelesini yaptıralım... Lâkin, o, yanımızda bulunmasın... Zira, “beni timar- haneye getirdiler!,, Diye huylanır. Avni bey, bunu müteakip, mü- temmem tenbihatta bulundu. Sonra, amucasının yanına avdet etti. Onun kuolağına bir şeyler fısıldadı. Amca: — Peki, peki! - dedi. - Baş üstüne.. Elindeki çantayı yeğenine verdi. Yeğer, genedişarı çıktı. Tenbi- hatı tekrarladı. Kapı önünde bekleyen arabaya bindi. Doğru rıhtıma çektirdi. Rıhtımda, bir vapur kalkmak üzereydi. Bu va- pura yetiş. Zaten pasaportu cebin- de hazırdı. Pire'ye müteveçcihen hareket etti. Biz, gene dönelim hastaneye... Kranta bıyıklı amca, salonda yarım saat kadar bekledikten sonra, kendisine : — Buyurun! - dediler; - Burada istirahat edin. Onu, bir hasta odasına aldılar. — Kıranta bıyıklı, içinden: “Ne münasebetsizlik ! - dedi. - misafir buraya alınır mı?,, Ve Celâllenerek, sordu : — Niçin beni buraya getirdiniz? Asistanlar: “Delisinizde onun için!, odemeği, bittabi, tedbiri gayrı muvafık buldular. Bir yalan uydurdular: Salona müslüman kadınları ge- lecekde, efendim... Onun için, siz, burada oturun... — Fakat, benim fazla bekleye- cek zamanım yok... Avni beye haber verin... Ben gideceğim... Dükkân kapanacak... Mücevherleri teslim edeceğim... Direktör halâ bakmadımı?... Hani Mütevherler?... Asistanlar, biri birlerine göz ettiler: kriz “başlayor!,, — Siz soyunun, istirahatınıza bakın ! Mucevherleri merak etme- yin !- Dediler, — Suyunayım mı? Ne münase- bet? — Soyunun da yatağa girin... daha iyi olur. — Benimle alay mı ediyorsun? Verin mücevherlerim; ben gide- ceğim... Mücevherlerim!.. Mücev- herlerim.. Mücevherlerim... Aman yarabbi!.. Mücevherlerim.. Kıranta bıyıklı adam, kapıya hücum etti. Fakat, asistanlar, onu tuttular; zorla soydular. Duşa imdadıma yetişemiyeceğinizi anla- yorum. Wiek'ten ayrılacağım esnada, Westtor, tepeden tırnağa kadar müsellâh bahriye mürettebatı tara- fından işgal edilmiş bulunuyordu. Sakallı bir adam ilerledi. — Inkilâp komitesi, kimsenin çıkmaması hakkında karar verdi. - Diye bana bildirdi. - Şayet kışladan çıkmağa kalkı- şırsanız, üzerinize ateş ederiz. Hiç ses çıkarmadan soldan geri döndüm. o Kışlaların o haricinden Wassertor'a kakar ilerledim. Bu- rası, binaların tam öteki tarafında bulunuyordu. Kapının yirmi adım kadar berisine (yaklaştım. Su cihetindeyim. Görülmemiştim. Kışlanın köşesini odöndüğüm vakıt, kapının önünde, yirmi kadar müsellâh bahriyelinin dikil- diğini gördüm. Gayet seri adım- larla kapuya doğru yürüdü kışladan | soktular. Hastanın ( sekinleşme- diğini, halâ, sağa sola: — Ben mücevherlerimi isterim! - diy saldırdığını görünce, kendiz sine deli gömleği giydirdiler. Halbuki, biçare adam, daha iki gün evvel, çarşı içinde, dük- kânında oturup dururken, Avus- turya hastanesinin kâtibi olan (1? ) Avni bey, kendisine bizzat müracaat etmemişmiydi?, “Müdür, kızını evlendiriyor. Bin Jiralık kadar mücevherat alacak. Ben, bu parayı Beyoğlundaki kuyum* culara kaptırmak istemedim. Para sizde kalsın !,, Dememişmi idi?... Kuyumcu, bunun üzerine, çanta- sına, - seçmeğe medar olur, çeşit bulunsun diye - sekiz on bin lira- lik mücevher (o koymuş; güpe gündüz, kalabalık ( caddelerden açık arabayla geçerek Avus- turya (o Hastanesine (o gelmişti. Herkesin | Avni beyi o nasıl benimsediğini görerek, salonda, mücevherleri ona teslim etmekte bir mahzur görmemişti. Zira; Avni bey, onun kulağına: z — Direktörün yanında kadın- lar var .... Mücevherleri görmek istiyorlar... - Demişti... Ve işte, netice böyle olmuştu : Avusturya (o hastanesinde, ken - disine, deli gömleği giydirmiş- lerdi. Bunun sebebini bir türlü anlı- yamıyordu. Ne ise, meramını anlatamıyordı. Kendisine mütemadiyen sozu su düşu yapıyorlardı. Pehriz etti- riyorlardı. Bilhassa “hani benim mücevherlerim ? ,, dediği zaman soğuk su duşu hazırdı... Bu hal günlerce, devam etti. Nihayet, kuyucunun izini polis buldu; Ailesi, polise müracaat etmiş. Polis de, arabacılar ara- sında tahkikatta bulunarak, ku- yumcunun Avusturya hastanesine geldiğini anlamış, dolandırıcılık hadisesi meydana çıkarılmış. Ku- yumcu, duştan pehrizten, görülek- böylelikle kurtarılırış.. Nasıl, macera?.. Kendinizi bir an kuyumcuuun yerinde tasavvnr buyurun! (Vâ - Nâ) FELEMENK BAHRİSEFİT BANKASI i İstanbul Şubesi İdare merkezi: AMSTERDAM Mezun sermayesi: 25,000,909 FL, Tediye edilmiş sermayesi * 5,000,000 FE. İhtiyat 3,259,009 FL Galatada, Karköy palasta Telefon: Beyoğlu 3711/5 İstanbul tali şubesi : « Mer- kez Postanesi #tisalinde Alla' lemeci Han» telefon : İs 569. Bilumum banka muamelâtı Emniyet kasaları icarı akçesi: Parabellomum, elimde, atılmağa müheyya vaziyette bulunuyordu. Babriyelilere sakinane yaklaştım. tabancamı onlara çevirdim. De- dimki : — lik kımıldananı ceset hâline getireceğim. Tayfalar, yerlerinde çivilenmiş gibi durdular. İçlerinden bir danesi mıldanamadı. Seri surette kapuyu çektim. Şimşek süratile geri döndüm. Adamlar, beni sadece, gözlerile takip ettiler. Hiçbiri, arkamdan endabt etmeği beceremedi. Bir kaç kere daha geri döndüm. Tayfalar, hâlâ oradaydılar. hiç biri silkhına davranmamıştı. Kışlalardan epey uzaklaştıktan- sonra, mağazalardan birine girdim ve Wiek kumandanın telefona çağırdım. bile kı- (Arkası var)