24 Kânünuevvel 1931 Tefrika No:13 Çaman di KP İngiliz Casusu LAVRENS iSTANBULDA! 24 Kânunuevvel 1931 Nakleden: İ. F. Esrar kahvelerinde, bizden evel sızmış olan gencin çehresi sapsarıydı. Dudakları hararetten kuru- muştu. Beş dakika sonra afyon çubuklarını tüttürmeğe başladık... Şeyh Salih lâfa karıştı: — Azizim, dedi, anlayorum ki birbirinizden Oçok O hoşlandınız! Habibenin halırı için burada üç gün kadar kalabiliriz. Bu sözden şeyh Salihin mah- bubeside memnun kalmıştı. O gün - arkadaşımın ısrarına rağmen- akşama kadar evde oturduk. Sular kararmadan s0- kağa nasıl çıkabilirdim? Kudüste (askeri | teşkilâttan maada sivil polis teşkilâtı ds pek zaif değildi. Birisinin beni teşhis etmesi ihtimalini düşünerek geceyi bekledim. Şeyh Salih benim hakiki hüvi- yetimi | kilmediği için, o gün akşama kadar somurtkan bir çehre ile, pansiyonda dolaştı, nargile içli ve kızlarla eğlendi. Şeyh Salih sefahati çok seven şehvetli bir adamdı. Yaşı kırkı geçliği halde gerek kabilesindeki çadırında ve gerek Kudüste bir çok sevdiği kadınlar vardı. O, daima kadınlarla düşüp kalkmak- tan hoşlanır, erkeklerle hasbıhal- den bile nefret ederdi. O gece şeyh Salih kulağıma eğildi : — Kızlar duymasın, dedi, sana gizli bir şey söylemek isterim. — Nedir o...? Söyle bakalım! — Kızlar buradan ayrılmasın... Biz gidelim. — Nerede gideceğiz ? — Tanıdığım bir başka yer var.. Orada bir iki saat kadar eğleniriz. — Buraya uzak mı? Hayır.. On dakika bile sürmez.. — Çok gecikmeden döne bi- lir miyiz? — Arzu eltiğiniz saatte kalkarız! 18 “e Kudüste İkinci gece > İc Esrarkeşlerin kahvehanesindeyiz. Pençereleri kapalı bir salon.. Ikinci katta ufak odalardan birinde şezlonğ biçiminde dört sedir vardı. Yer sahibi, yerlere kadar egi- lerek yanımıza sokuldu: — Sizleri bu gece memnun edemeyeceğim için beni mazur görünüz! * Ve odadaki sedirlerden birinin üstünde yatan bir rerek: erkeği göste- 83 Denizlere deşhe — salan tahtelbahir | sarı bıyıklı, — Bu efendi çok afyon çekti. Sizi taciz etmeyeceğinden emin olabilirsiniz! dedi. Sedirde yatan adamın yanına sokuldum: Otuz beş yaşlarında, pazuları şişkin bir genç, lüzumundan fazla afyon içmiş ve uykuya dalmişti. Şeyh Salih, kahvehane sahibine emir verdi: — Haydi, çabuk.. Iki çubuk ta bize getir! Emir verdi, diyorum.. Çünkü Şeyh Salih kahvehane sahibinin gözünü yıldırmıştı. Bana hitaben: — Şeyh Aptullah, dedi, burası çok eğlenceli bir yerdir. Kudüse gelince, buraya uğrama- dan avdet edemem. Ben | — Peki amma, ben afyon içme- | nin eğlenceli bir iş olduğunu zan- netmiyorum. — A. Siz afyon çekmekten zevk almaz mısınız? Zaruri olarak yalan — Ben her zaman afyon isti- mal ederim. Buraya geldiğimize de isabet etmişiz.. Beynimin uyuş- mağa ihtiyacı var. Fakat, burada sızıp kalırsak, Mizrahinin pansi- yonundaki dilberleri (o bekletmiş olmaz mıyız? Arkadaşım oAgelini başından çıkardı: — Hele siz şuraya uzanın baka- hım, bir saat sonra pansiyona döneriz. Lübnan dilberlerini kolay kolay unutmayız... Şeyh Salih büyük bir itminanla sedirin üzerine oturdu. Bizden evvel sızmış olan gencin çehresi o sap sarıydı. Dudakları hararetten kurumuştu. Kahvehane sahibi, beş dakika sonra, elinde iki uzun çubukla yanımıza geldi. Çubukların birini bana diğerini de arkadaşıma uzatarak: — Şurada yatan adam eski bir müşterimizdir, dedi, arapça bik mez. Serbestçe konuşabilirsiniz! Şeyh Salih, afyon çubuğunu eline alır almaz tüttürmeğe başladı. — Dunun keyfine doyum olmaz, Şeyhim! Haydi sende benim gibi şövle derin bir nefesle içeceksin bakalım! Çubuğu ağzıma götürdüm. Çe- söyledim: | ker gibi yaptım. Ve geniş bir | nefes alarak: ( Arkası var) 24 Kânunuevvel 1931 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı NMuharriri: Max Valentiner Tahtelbahrin yaklaştığını gö- rünce, mürettebat, kayıklara iltica etti, Adamlarım, kayıkla yelken gemisine yaklaştı ve geminin gö- vertesine tırmanmak teşebbüsünde bulundu. Lâkin, büyük bir köpek - Saint Romen cinsi bir köpek, - havlayarak, onların üzerine atılmış. ber önüne çıkanı ısırmış. Kimsenin gemiye girmesine müsaade etmemiş Adamlarım, köpeği, usullerle korkutmak teşebbüsünde bulunmuşlar. Lâkin, köpek, öyle canlı ve usta imiş ki, bin türlü kilele re baş vuruyor; yakalanma- ! | | mubtelif | Mütercimi : (Vâ - Xü) imanın, korkmamanın çaresine ba- kıyormuş. Bunun üzerine, kayık, geri dön- Ferit 'beye rastladım. Halit Ferit, yanında bir kadınla beraberdi: Kısa boylu, şişman, ellilik bir kadınla beraber... Hal- buki, Halit, ancak otuz yaşların- dadır. Arkadaşım, beni görünce, başını azıcık öteye çevirdi. Görmemez- likten geldi. Terbiyesi pek alaturka olanlar böyle yaparlar: Yanlarında bir kadın bulundumu selâmlaşmazlar. Halbuki, kizim Halil Ferit, hiç de müfrit oalaturkalardan (değildi. Mektepi (o sultanideyken lâkabı alafranga Halide çıkmıştı. Zira, tek gözlük, beyaz getr (takar; opera parçalarını söylerdi. Bu alafranga Halit, bir kadınla beraber olduğu için bir arkada- tramvaya binerken | şını görmemezliğe gelsin?.. Hay- rettir. Tramvayda, kadını ön tarafa bindirdi. Kendi arkaya bindi. ancak o zaman benimle göz göze bakıştı. Hazin Lir tebesümle gü- lümsedi. Aşnalık ettim... — Ne var, ne yok, Halit?... — Eb, iç güveysinden hallice... Iyiyim, sende ne var ne yok... — Valdeyle beraberdin galiba... — Şey... Öhhö... Öhhü öhhü... Çoluk oçocuk ne âlemde?.. Mektep (arkadaşlarını görüyor- musun? -diyerek lâfın mecrasını değiştirdi. Allah Alla?! Ne oluyordu? Doğrusu, alafranga Halit'in bu hali içime merak oldu. Kendisin- den fazla izahat alamadım. Lâkin bizim Babayani Rıza'ya rastla- dığım vakit merakımı tatmin edebilirim. o * Babayani Rızada, sınıf arka- İri Halid'in izdivacı Mektep atkadağlarımdan Halit | “daşlarındandır. Alafranga Hâlit'le alfrangalığından dolayı dâima alay ederdi. Rıza, Halit'in şey- tanıydı sanki... — Kuzum, Halit'te ne var?... Geçen gün ihtiyar, şişman, kısa boylu bir kadınla tramvaya bini- yordu. Beni görünce başını öte çevirdi. Bu, alafranga'nın alafran- galılığa yakışır mı? Sonra, tram- vayda da, “Bu kadın annen mi?,, diye sorduğum vakit sözün mec- rasını değiştirdi. Dediğim vakit, Rıza, uzun bir kahkaha kopardı: — Hah hah hah hah... Elbet, elbet görmemezlikten gelir ya... Elbet saklar ya.. (OO gördüğün kadın, Halit'in annesi değil, karısı.. — Deme.. — Vallahi. — Ne münasebet? Alafranga Halit'e bu kadını hiç yakıştıra- madım, İhtiyarlığına göre, bari zengin bir şey olsa.. Kılığından kıyafetinden de zengin olmadığı belli.. Otomobile değil tramvaya biniyorlar... Rıza, bir kahkaha daha attı: — Hakkın var... - dedi. - hak- kın var... Biçare Halit, fena halde tongaya oturdu. O kadını, zenğin sanarak aldı. “Daha doğrusu ona: “ — Mal mülk bu kadında... - demişler. - bak, biraderi Adnan bey ne kadar zenğin... Bunlar, Haldun paşanın evlâtlarıdır. Hal- dun paşanın oğlu Adnan beyde üç apartman, iki hamam... Kendi oturduğu evle (oOAdada'ki köşk hariç .. o Haldun paşanın diğer iki oğlu da aşağı yukarı ayni vaziyette... Bizim Halit, bun- ları öteden beri tanıyor... Eeh, bu kadın da onların hemşiresidir. Elbette onlar gibidir sanmış... Halbuki, Haldun paşanın oğulla- Bromural «Kholl> tabletleri dünyada en ziyade müteammim âsap müsekkini ve münevvimdir. Bu müstahzar milyon- larca vakada tecrübe edilmiştir ve hergün binlerce doktor- lar tarafından tavsiye olunmaktadır. Alındıktan 20 dakika Mürettebatımızın pamukla ba- i kıra değil, yiyecek mevada ihti- i ladı. dö. Tahtelbahirden bir tabanca | almak için gelmeğe mecbur kaldı. Mürettebatıma emir verdim: — Bu köpegi öldürmeyiniz. Mümkün olursa, canlı yakalayarak buraya getiriniz. Lâkin, çere yoktur: Köpek, canlı olarak yakalanmadı. Onu öldürmek mecburiyeti hasıl oldu. Yelken geminin hamulesi, pa- muk ve bakırdı. Yani, mevaddi. Heyhat ki, bunlar, hiç işimize yaramazdı. kiymetli | yacı vardı. Buna mukabil, yelken gemide iki dumuz mevcuttu. Bittabi, bunlar, pek mükemmel yağmalık (o eşyadı, Karanlıkta, adamlarımızdan biri, elini domuz abırma sokunca, bağırmağa baş- Meğer, domuzada, köpek gibi, kendilerini müdafaa etmiş- ler, hattâ, bu müdafaa, boğaz- landıkları zamana kadar devam etti. Etlerini yediğim sırada, bu mübarek hayvanları hayırla yad- ettim. Ansızın, bir sahil göründü; Afrika... Aynı zamandada bir vapur güzümüze çarptı. Sahil boyunca, cenuba-doğru yol alıyordu. Kaybedecek 'zamanız yoktu. Zira, bu vapur (heyhat ki bütün vapurlar gibi!) bizden daha süratli geçer geçmez, şayanihayret olan müsekkin tesirini gösterir. Uzun zaman alınsada hiç bir zararı yoktur. — Eczanelerde 10 veya 20 tabletlik cam tüplerde satılır. — Fabrikası Alman- yada Rhein üzerinde Ludwigshafen, de KNOLL A.-G. dır. yol alıyordu. Hattâ, iki makine- mizi birden işlettiğimiz zaman bile. Aramızdaki mesafe, on altı mil üçyüz metreydi. Yani, fevkalâde çoktu. Buna rağmen, mermileri- miz fena yerlere düşmedi. On altı mil, müthiş mesafe ol- duğu için, bombardımana maruz kalan vapur bizi (göremedi. Mermilerin Okendisine o nereden geldiğini de anlayamadı. Şaşıra kaldı. Ansızın ne görelim? Cıva- rında bulunan biçare bir yelken gemisini oOtopa tutuyor. Zira, mermileri onun attığına kail ol- muştu. Anlaşılan, onu, Grafkuck- ner'ın hani şu meşhur Seladler gemisi sanmış olacaktı. Lâkin, gemi, nihayet (bizi farketti. Bizim üzerimize endaht etmeğe başladı. Endahtları epice iyidi. Bu sırada, benim toplar, galeyandaydı. Karşı taraftaki in- | Meseleyi rıma serveti bizzat Haldun paşa dan değil, zevcesindenmiş, zevcesi, Yemen valisi Pertev paşanın kızıymış. iLâkin, Haldun paşa iki kerre evlenmiş. Ikincisinde gayet züğürt 'bir kız almış. Ondanda bizim Halid'in şimdiki zevcesi doğmuş. Vaziyeti anlıyorsun ya... Kadının şimdiki oturduğu evden başka bir serveti yok... Gerçi, ev, konak yavrusu... o Halit, izdivaç meselesini görüzmek için, bu konak yavrusuna gitmiş. Bak- mış ki, o... Maşallah, döşeli, dayalı... Gayet güzel mobilyeler, haklar. Tablolar. Mükemei yere iç güveysi giriyor... Hanımin aklından gi, , fikrinden çıka- cak... o çe tıracak... Artık bakalım Nis'e mi giderler, Mote Karlo'ya mı? Neyse, izdivaç olmuş bitmiş... Zira, bizim alafranga Halit, bu izdivacı can kurtaran simidi addediyor. İşi yok, gücü yok, meteliği yok... Baba evini satarak düğün mas- rafım ödemiş. “Dügünün ertesi günü, evi dola- şayım diye salona bir de dalmış ki, tamtakır, kuru bakır. “Aman bre! “Ne oldu? Eve hırsız mı girdi. “Mahcubane izahat vermişler: “— Salon takımımız yoktu da.. Biraderden düğün için iğreti aldıktıda... “Hımmm... “Ertesi gün, evdeki bütün ha- lılar kalkmış, “Meğer, bunlarda düğün için komşulardan getirtilmiş. “Üç gün sonra, evin içi tam takır kuru b Karı koca, bir yatağa düşmüşler... “Halit, bir tahkikat yapmış. Kadında mal mülk olmadığını öğ- renmiş. “ — Bari konağı satalım da küçük bir ev alalım. İçini döşe- yip oturalım. “ — Satılmazki... Peder mer- hum rehine koymuştu. Hatır için fazla para vermiş- ler şimdi, borç, konağın fiya- tından fazla... “İşte, anladın mı şimdi bizim alafranga Halid'in halini?... “ Anası yerinde kadınla kala- kaldı biçare.. : Onu yanında gez- dirmekten bile utanıyor. Seni görmemezlikten gelmesi budur: biliyorsunda kendisile alay edeceksin saamıştır. (Hatice Süreyya Iki soyguncu yakalandı Sarıyer jandarması Şükrü ve Talât isimlerinde iki kişiyi yaka- lamıştır. Sarıyer civarında ormanda soygunculuk maksadile yol kes- mek cürmünden mazaundurlar. Sarıyer jandarma karakolu Şükrü ve Talât haklarındaki tahkikatını bitirerek ikisini de evrakile bir- likte o müddeiumumiliğe | teslim etmi sanları, meşhut bir tarzda lediriyordu. Bittabi, makinelerimin, ne derece berbat şeyler olduğunun farkında değillerdi. Aksi takdirde, sadece tabanı kaldırmaları lâzım gelirdi. Buda, kurtulmak için kâfidi. Vapurun yerinde, birdenbire, bir duman bulutu gördük, Suni sis yapıyordu. Bu da, hiç fena tedbir değildi. Fakat, suni sise rağmen, bunun üzerinden, vapurun direklerini gördük, ateşe devam ettik. Düşman gemisi, topu kesti, Direklerinin mevki değiştirdiğini gördük. Vapur, buluttan nihayet çıktı. Ba sırada, aramızdaki mesafe altı bin metroya inmişti. Bu mesafe, bizim on beş san timlik toplarımız için pek kısa mesafe . sayılırdı. Acaca, bütün endahtlarımızda isabet olacak miydi? (Arkası var) ge > MİN Dy ZA Zİ