30 Teşrinisani 1931 Roman fefrikamız: 109 30 Teşrinisani 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İ. F. Insan etinin kokusunu yüz adım uzaktan hisseden canavarlar yatağına dalmıştım. Etrafımda yeni uzanan yılanların hışırtısını işidiyordum! Sihirbazın yanında daha fazla kalamadım. — Hazret, dedim, bu kaplan | yuvası nerededir? — Söylemem... — Niçin? — Gidemezsin...! — Rica ederim, hazret! bana yardım et.. Yogodayı kaplanın pençesinden kurtarmağa gidece- ğim. Bana, kaplan yuvasının yo- unu göster! Sihirbazın muhalefetine meydan vermeden, kollarını yakaladım.. Ne dediğimi, ne yaptığımı bilmi- yordum. — Çabuk, hazret, çabuk ol... Bana yol göster. Eğer yanında çıldırırsam evvela seni boğarım! Hint'li korktu. Sol elile işaret ederek: — Büyük mabuda giden yolun arkasındaki ormana sapacaksın, dedi, yüz elli hatve kadar yürü- dükden sonra, ceğin çalılığın önünde durursun! Bu çalılığın dibinde (Lamaya) nın babasım göreceksin ! Bu izahatı aldıktan sonra Hint- linin yanırdan ayrıldım. Sihirbaz a:kamdar, uzun saçla- rını yolarak seslendi: — Felâket.. Felâket.. Seyyit! Sakın ihtiyar fakiri uyandırma! Sen de, Yogoda da mahvolursınız! * “» Acaba dünyada, esrarengiz hâ- diseler içinde benim kadar yuvur- lanan, fakat, kasırgalara, boralara karşı mukâvemet eden bir kaya parçası gibi, devrilmeyen ve yıp- ranmıyan bir fert varmiydi? Ince, mavi bir şerit gibi gözü- mün önünde gittikçe uzayan dar bir yoldan, tıkanırcasına koşarak, ormana doğru yürüdüm. Gök yüzü okadar karanlık, yollar 6 derece ıssızdıki.. Fakat, ben hiç bir şeyden korkmıyor, mütemadiyen koşuyordum. O gece (Yogoda) yı ne kadar çok sevdiğimi anlamıştım. Hayatımda hiç bir kimse için bu derece fedakârlık yaptığımı, kendimi ateşe attığımı O hatırla- mıyordum. Çıldırmamıştım... Ormana dalarken, ne için ve nereye gittiğimi biliyordum: Yo- godayı kurtaracaktım. Onu Kaplanın yırtıcı pençesin- den kurtarmağa gidiyordum. — Tefrika numarası: 59 Denizlere dehşet ilk tesadüf ede- | * | Kendi kendime: — “Deli..!, Diye bağırmak ve ayaklarımı geriye çevirmek istedim. Ağzımı açamadım.. Bağıramadım.. Belliydiki deli değildim. Ayaklarım ileriye doğru gidi- yordu. i Geriye dönemedim.. Onu seviyordum... ( Yogoda)yi bütün mevcudiyetimle seviyordum. Riyasız bir aşkla seviyordum.. ve uzaktan hisseden canavarlar yatagına dalmıştım. dalmış ihtiyar boğa yılanlarının hışırtısını, boynuzlu karincaların vızıltısını duyuyordum. Sihirbazın tarif ettiği üzerindeydim. o Unutmamak için, adımlarımı hızlı hızlı sayıyordum: Yüz, yüzbir, yüziki, yüzüç... Beş on adım daha ilerledim. Tahminen yirmibeş, otuz adım daha yürüyecektim. Bu esnada, ay, mabudun arka- sından yeni doğmuş, arasından bana yol göstermeğe başlamıştı. Ayın doğuşuna evvelâ sevin- dim.. Fakat, bir müddet sonra, etrafımdaki haşeratı gözle gör- meğe başlayınca tüylerim örperdi. Dizlerimin bağı çozüldü. Karanlıkta uyuyan haşarat, ayı görünce, birer birer uyanıp baş- larını kaldırmağa başlamışlardı. İşte, sağ ayağım yumuşak bir maddenin üstünde.. Derhal iki adım ileriye atladım. Oradada aynı şey.. Ve oande kulağımın dibinde bir ıslık öttü — Füöüüüüüüt... Eyvah, dedim, galiba bir yılânın kuyruğuna bastım. ve yanılmıyordum; dikkatle yere baktım, gözüm, büyük bir yılanın gözüne ilişti. özlü bir canavarın önün- top atan kavunlarına benziyen uzun başım yerden kal- dırdı.. İki çatal dilini sarkıtarak: Tısssss... Tısssss... Diye yüzüme baktı. Emin olunuz, muhterem kariler, bu hayvan benim yüzüme mer- hametli bir insan hayranlığıyle | bakıyordu. Yılanın bakışlarında bana acıyan bir mana vardı. 30 Teşrinisani z — salan ti tahtelbahir Muhatrir Max Valentine Acaba niçin doğru periskop'”- uma müteveccihen yüzüyorlardı? Kim bilir? Belki de onu görmüş- lerdi. Altın saçlı bir kız, bütün süra- tile periskop'uma geldi. Bakır gibi yanmış vücutlu bir erkek onu takip ediyordu. Mesafe yak- laştıkça lentille'lerini, büyüttükçe görüyordum. İkiside çok güzel mahlüklardı. Bir hainliğim tuttu. Daima da tutar.Periskop'umu fazla miktarda dışarı çıkardım. etrafa çevirdim. Güzel genç kızın yüzündeki Ve, dört bir Bir Alman man bahriyelisinin hatirt cimi (Vâ - Nü) ! dehşet alâimini asla unutamıya- cağım, Erkek, mes'elenin ne olduğunu derhal anladı. Arkadaşlarına ba- ğırarak omes'eleyi haber verdi. Mümkün olduğu derecede büyük bir süratle kaçıp uzaklaşmağa başladılar. Güzel genç kız, bu hikâyeyi, elbette, akşam üzeri, yüzlerce defa anlatmıştır. (Böylece bir vaka, onun başına nadiren gelen vakalardandı ; şüphe yok... Harikulâde, lâtif, morluk ve penbeliklerle dolu bir akşamdı. | Banyo bitmişti. Insan etinin kokusunu yüz hat- | Sağımda, solumda yeni uykuya | yolun | ağaçların | | Bir profesöre göre neden Akşam Insan vücudu mürekkep imiş? İngilterenin en maruf doktor larından Lawson Londrada ver- | miş olduğu bir konferansta alelade | siklette bulunan bir insanın vü- cudunu teşkil eden mevaddı ber | veçhi ati tespit etmiştir: 10 galonluk bir varili duldura- bilecek su, 7 kalıp sabun yapmağa kâfi yağ, 2,200 kibrit çöpü yap- mağa kâfi fosfor, bir az tuz yapmağa kâfi magnezium, orta çapta bir çinilik demir bir tavuk kümesini badanalamaya kâfi kireç, bir köpeğin pirelerini öldürmeğe kâfi kükürt vardır. | Bu mevat İngilterede 5 şiline tedarik olunabilir. Insan vücu- | dunun maddi kıymeti ha profesör | Einştaynın olsun ha sersem bir | köylü olsun ayni. derecededir. Bir muharririn idamı Ingiltere ile Amerikanın arasinı açtı İngiltere ile Amerika arasına | yap: Yarın akşam, Çinli bir muharririn ölümü müna- sebetile soğukluk girmiştir. Cezri fikirleri ile meşhur Çinli muharrir Li - Wey -Seu Şanghayda beynel- | milel mıntakada bulunurken bir Çin mahkemesinin talebi üzerine tevkif edilip çin memurlarına tes- | lim edilmiştir. Muharrir tevkif edildikten sonra işkence ile öldürülmüş ve mezarı üzerinde ( fikirdaşlarından diğer | bir kaç muharrir idam edilmiştir. Bu hadise cihan edebiyat âlemin- de ve bilhassa Amerika muharrir- leri oarasında şiddetli galeyan uyandırmıştır. o Amerikanın en | müşterek bir beyanname neşre- derek hem İngiltereyi hem de Çin milli hükümetini Amerika muhar- rirlerinin bu isyanı Amerika efkarı umumiyesinin dahi İngiltere ve Çin aleyhine çevirmiştir. Ingiltere hariciye nezareti Çinli muharririn tesliminde (o mes'uliyet (Okâmilen Ingilizlerde olmadığını iddia et- miştir. Şanghay'daki beynelmilel mın- takadaki zabıta da yalnız bir kaç Ingiliz polisinin bulunduğu tasrih edilmiştir. Ne de olsa Çinli mu- harririn feci ölümü siyasi bürudet tevlit etmiştir. Beyannameyi imza edenlerin (o arasında (o Theodore Dreiser ve Lindair Lewis vardır. Karşımda şaklandıkça ban; — Korkma, sahip, seni öldür- | meyeceğim! Diyor gibiydi. i Fakat, yılanın şakası olurmu? İ Hint ormanları arasında karşıma çıkan bir canaverin merhametini isticlaba çalışacak kadar şaşkın bir halde değilim. Derhal sırtım- | dan cübbemi çıkardım ve yılanın | başına attım. edebilirdik. Fakat orada... İşte bir vapur... Haydi, işi başına, öyleyse... Rusların tahtelbahir hücumlarına karşı ittihaz ettikleri tedbirleri | öğrenmiştim: Kendilerini, hemen, | en yakın sahile atıyorlardı. Bunun| behemhal önüne geçmeliydi Su sathına çıktım. Vapurla sahil | ortasında, bütün süratimle ilerle- | meğe başladım. Vapurun sahile | gitmesine, bu suretl mani oldum. | Buna rağmen, vapur, beni görür | görmez, yine de selâmeti, sahile | doğru kaçmakta buldu. Lâkin, buna imkân yoktu. Toplarım, insafsızcasına, endahta başladılar. Bittabi, evvelâ, işaret topunu attılar. Gemi, fazla ısrar etmedi. Durdu. Ona doğru ilerledik. Tam bu Bizde, küçük eğlentimizi tertip | | ateş açıldı... i nede (Arkası var) İ | | Sahife 9 Her akşam J bir hikâye Düzlük Ferhat bey, beni yazı | niçin Gm gördün? Kulağına hanemde ziyaret etti. — Kardeşim. Bana bir iyilik beni, evine i yemeğe çağır. — Hay hay... Maalmemnuniye.. Karın çerkestavuğu sever. Size çerkestavuğu yaptırayım. — Yok efendim , yok... Karımı değil. Beni yalnız davet et... Karım gelmesin! Hoş, esasen ben de gelecek değilim a... Sadece beni yemeğe davet etmiş ol... Sözde konuşacak bir işimiz varmış gibi... Ben sana gelmiyeceğim. Yalnız resmen sende olacağım. — Ya ?.. Demek ki karına ihanete hazırlanıyorsun . — Ah, kardeşim, Vallahi yeni doğmuş bir çocuk kadar masu- mum. Serbes kalıp sinemaya git- mek mecburiyetindeyim. o Sine- mada, bir zencinin bir arslân tarafından odiri diri yenilmesi gösteriliyor. Karım böyle şeyleri seyretmeği sevmez. Halbuki, ben bayılırım. Onu seyre gideceğim. Ammada garip insansın. Bunu karına doğrudan doğruya söyle- miyip de böyle dolambaçlı yollar dan gitmeğe ne lüzum var? Dostum, esefle başını salladı: — Ab, bilmezsin, kardeşim... Karıma meram anlatmak kabil Mec Ve anlatmağa başladı: — Bundan üç buçuk sene evveldi, yani karımla evlenmez- den evveldi - den itizar maka- mında ilâve etti. - yolda giderken, İ mari muhacrileriide “104 zat | çocuklukla delikanlılık arası sev- gilililerimden (birine rastladım. oda beni görünce sevindi. Ne büyük bir muhabbetle konuştuk. meğerse, evlenmiş. Beni evine davet etti. “ Kocamla tanışırsan ne memnun olur. Çok sevişiyoruz. Istidatlı bir muharrirdir! ,, dedi. Evine gittim. Aile ahbapları oldum. Bu sırada evlenmiş bulunuyordum. Karım, arada sırada bir yerlere kaybolduğumu anladı. Beni takip etmiş. Bir apartımana girdiğimi görmüş. Üzerime düştü. Bana meseleyi itiraf ettirdi. Halbuki, söyle... Bu işte benim kabahatim var mi? — Yok... - dedim. - Şayet eski macerana yeniden başlamadiysen.. — Ne eski sevgilimin aklından, benim aklımdan bu geç- miyordu.. - diye dostum haykırdı. - Eski sevgilimi, şimdi, yalmız ah- Üstelik, bap olarak seviyorum. şişmanlamıştı , ka ybetmişti de.. bunları anlattım. dedi ki: — Peki, bu derece masumane bir Ha EEE saklamağa > — batarya ile ama, sahilden.. Fena halde şaşırmıştım. Bunu, hiçte beklemiyordum. Zira, Gakri, bir plâjdı. Müs- tahkem mevki midi ya? Batarya ateşine derhal muka- belede bulundum. Manevra yapa- rak vapurun öte tarafına geçtim ve onu kendime siper ittihaz ettim. Öyleki, Rus'ların topları kendi vapurlarına deymek teh- karıma, O da bana esnada, u; ! likesine maruzdu. Manavram muvaffakiyetle neti- celendi. Vapuru ne yapcaktım? içinde sayısız derecede çok asker vardır. Tıklım tıklımdı. Askerler, yerlerinden kımılda- mıyordu. Adamlarımdan biri Rusca ko- nuşmasını biliyordu. Haykırdı : — Kardeşler! Sizin vapurınızı ! Zira aramızdaki mesafe, | tüfenkler köpe olsun: Bundan sonra, bana herşeyi anlat. Tek ben yaptığını bileyim de, hürriyetin tamamile senin olsun. Bana söyle istersen yap!,, “Bu mukavele üzerine, ben de ahtımı tutmak istedim. “Polis ekâbirinden bır arkada- şım vardı. Geceleyin, Galatanırn mağşuş semtlerinde teftişe çıka- caklarmış. Balozları falanda geze- ceklermiş. Bana, istersem gel- mekliğimi söyledi. Belki, birde esrar kahvesini basarlarmış. Doğ- rusu, böyle maceralardan hoşla- nırım. Ben de göreyim dedim. Yemeğe döndüğüm vakit, karıma meseleyi haber verdim. “ — Delimisin? Başına iş mi açacaksın?.. Polislerin hınk deyi- cisi misin sen? Ya maazallah esrar okahvelerinden falân bir kurkşun atarlar da seni haklar- larsa? - diye itiraz etti. “Böyle bir münasebetsizlik ol- madığını ve olmayacağını izah etmem katiyen fayda vermedi. Karımın dediği dedikti. “Bu seferde: “Beni nasıl evde yalnız bıra- kıp da böyle manasız yerlere gidersin? - diye tutturdu. - Hem nerelere gideceğin oOmalüm mu bakalım? Ya bunu bahane ederek bir kadına gidersen?... * Karıma bir türlü anlatamadım: “ — Hani ben sana bütün ha- kikatları o söyliyecektim de, buna mukabil, sen, bana, nereye git- mek istersem istiyeyim, hürriyye- timi bahşedecektin? bu, aramızda aktolunmuş bir mukavele değil miydi? “ Olmaz da olmaz!, “ Karım, ayak diredi; bir türlü, müsaade vermedi. O geceyi, sa- baha kadar, asabiyet içinde ge- çirdim. “Ve, karım,a artık hiçbirşeyi, doğru söylememeğe karar verdim. Gel de hakikati söyle... Şimdi, sinemada, arslanın zenciyi yeme- sini seyretmeğe gideceğim. Bili- yorum, söylersem, beni ona da bırakmıyacak... “ Ne münasebet! Ne vahşi ruh- lusun... Böyle saçma şeyleri seyir için beni yalnız bırakıyorsun ! , diyecek. Onun için, böyle muğlâk yalanlara baş vuruyorum. Dostum sordu: — Hakkım var mı? Söyle şim. Karıma yalan söylemeğe, hakikati gizlemeğe hakkım var mı? — Var! -diye tasdik etmek mecburiyetinde kaldım. ve ne yüz metro öteki sahile kadar yüzmeniz lâzım geliyor. Lâkin, askerler, yerlerinden İ klımıldamadılar. Hepsinin ellerinde vardı. Şayet cümlesi birden üzerimize ateş edecek olurlarsa, vaziyet pek şık olmazdı. ancak İ iki metre kadardı. Emir verdim: Su yolu açacak neviden ateş açın! Adamlarım ateş açtılar. Ruslar, doğrudan doğruya kendi İ üzerlerine ateş ettiğime kanaat getirdiler. Kendilerini muhafaza için baş vurdukları iptidai vesait, acınacak şekildeydi. Biri, bir ka- las kendi yüzüne siper ittihaz ediyordu. Lâkin ekserisi, yüz üstü yerlere yattılar ve çantalarının arkasına saklandılar. Adamlarım, askerlere acıyor- lardı. (Arkası var)