18 Mart 1930 Öküz başı Kapı bitişk dükkân komşusu- durlar. Biri kasaptır, biri fırıncı.. Kasabın ismi Hüsmen agadır, fırıncının ismi Rüstem usta.. Meslekleri tamamile ayrı olduğu halde katiyen birbirlerini çeke- mezler.. Hüsmen ağa — 2 ense -2 göbekdir, şakacıdır, komşusuna takılmağı pek sever.. Rüstem ağa safcanadır, ama bilekârlıktan yana birincidir hani. Çıkardığı ekmekler eksik ve küçüktür.. İşte Hüsmen ağa da buna tutulur ya.. Rüstemin kısır aklı ile hile yapmağa kalkışmasını Geçen ay bir gün Hüsmen ağa evine dönerken fırıncı dostuna rastladı.. Rüstem usta sordu: — Nereden geliyorsun? Öbürü cevap verdi: — Sizin dükkândan.. - On beş oklca ekmek aldım, eve gütürüyo- Tum... Rüstem hayretle atıldı: — 15 okka ekmek mi... Hani nerede? Hüsmen gülümsedi: — Nerede olacal altında.. Rüstem ustanın görlerini kin bürümüştü. Doğrusu ekmeklerinin küçüklüğü ile alay olunmasna tahammül edemezdi. Muhakkak komşusundan intikam almağa ka- rar verdi.. O da Hüsmenin sattığı başların küçüklüğü ile alay ede- cekti.. Dün yolda - karşılaştılar.. sefer Hüsmen sordu. — Nereden?.. Avını yakalamış bir avcının si- a sarılışı gibi söze atıldı.. sizin dükkândan.. Kocaman bir öküz başı aldım, eve götürü- yorum.. — Öküz başı mı? Hani?, Muzafferane gülümsex — Şapkamın altında.. Ve böyle söyleyerek, intikamını almış bir adamın gruru ile kol- larını sallaya sallaya uzaklaştı. Hikmet Feridun Bu Şarlo Şarlo ilk zamanlar sesli filmin aleyhinde idi. Son zamanlarda bir filim çevirmeğe başla- ni duyan arkadaşları: — Nasıl oldu? demişler. — Kolayını - buldum, — demiş, z rolü oynuyorum. — İkimizden evlenin. — Bundan ne çıkar... Onunla Onu seveceğim... Yaldızlı haplar Üstat dişçi Necati beyin bek- leme salonunda kitapları karıştı- tıyordum. Şu cümleye tesadüf ettim: “Güzel olmıyan kadın genç olmamıştır., Bu satırın altına bir kadın. elyazısı ile ilâve etmiş: “Acr şeyler kızım, fakat gerçekl,, Nezaket insanlığın vecibesi Yar hudinin dehasıdır. Riyaziyenin halledemediği bir mesele vardır. Bir kadın kafasının kaç metro mik'abı yalan istiap edebileceği... Şu sersemce sual tanınm: — Çocuğunuz oldu mu hanım- efendi? — Hayır. — Neden? soran birini Yazın plajlarda, denizde yıka- man kadınların namuslusu ile na Mmussuzunu — birbirinden — tefrik edebiliyor. mısınız? W lldkü gelneyen apk molü toplarından daha sersemce yazık auş bir şey olamar. Tükük dür Hulkala ber ekoğs, bir yastıkta ve aynı yorgan altında, birbirlerinden nefret etmek hak- kını bahşeder. Selâmiye: Bu sene evlenmeler arttı, çok evleniyorlar, dedik. Evet, dedi, bilhassa kadınlar! TMMükemmel Henüz sesli filim gösteremeyen küçük sinemalardan biri şöyle bir ilân koymuştur — Bu sessiz. filim beş dakka sonra sesli olacaktır; çünkü sey- redenler okadar çok gülecekler- dir ki, bir şey işitmek kabil olmıyacaktır. Kıraat Kocası: — Öyle bir kitap okumak isti- yorum, ki bütün tüylerim diken diken olsun, gözlerim yerinden oğrasın. Kanı: — Terzinin hesap puslası geldi, onu oku. — Hik..fena halde.. bik.. kırık tuttu.. hikf çireme.. hik!.. misin?.. — Hi geçirmek — için korkutmak lâzım mış. Bana yüz lira ödünç versene.. — Teşekkür ederim, geçti. onunla Hangimizi seviyorsanız evlenirsem sizi, sizinle evlenirsem p | İşin alayı! W Dostlarımdan biri: Gördün mü, ekspir, Şiller gibi dabilere dil uzatmağa başladın, İstanbul kasırga geçirdi, martta kar yağdı, zelzele oldu... Dostum bunü şaka deye söy- yordu, fakat rüyasında babası görüp, ortalığı mezbahaya çe ren Hamlet, dostumun bu saydığı şeyleri mubakkak, ki benim sö: Üfürük, « yeti 18 inci asırda: yapmamıştır, deyen “Voolston, u | mahküm edenlerin köhne ve ma- lül zihaiyetidir. Şil mubakkak benim yüzümden gene beşeriyete isyan eder ve Hay- | dutlara bir zeyil yazıp, İstanbul halkını katlikm ederdi. — S. İ. Kıskanç Kocası — “ Akşam çın — dünya şüununu okuyordu. Karısı arkadan gör gezdiriyordu. Bir aralık sordu: — Zürefa nedir? — Boynu upuzun bir. hayvan vardı — Onun dili kırk santim uzun- luğunda imiş. — Ne o kıskandın mı? Kurukuru çaylarda senin için boğulayım! Kadı. Gül, lâle, karanfil ve ıtırdan yaratıldı, Âdem onu bir kokladı... cennetten atıldı! verdim, hava yağmurlu deye Hassas z Doktor Ahmet Şükrü beyin Elhamra pasajındaki muayeneha- nesine gitmiştim. Asabiyecileri- mizden Fahri Celâl de orada idi... Telâş içinde idiler. — Ne var? dedim. —>Sorma, dediler, bir. genç kız intihar etmiş, kurtarmağa çalışıyoruz. — Ne yapmış? — Zehir içmiş. Müntehir labratuarda kalıp gibi yatıyordu... Ben ecza tartmağa mahsus terazinin yanında durdum. Bir de baktım terazi ağlıyor.. Hayret ettiniz. değil Ben etmedim. — Şükrü bey, dedim, teraziniz k hassas! Hiddet Eve geldi. Kapıyı çaldı. Açmadılar. Gene çaldı. Gene açmadılar. Yarım saat uğraştı. Açtı. İçeri girince, karısını yat başka bir erkekle gördü... — Bu rezaletl Deye haykırdı. Karısı yalvardı: Aft Bağır — Bu rezaleti affedemem, insan n önünde yarım saat bek- kapısı letilmez.