DIŞ GEZİLER li otellerin müşterilerini alıyorlar. Bi- zimki bunlardan biri. Onun hemen ya- nında bir halk plajı var. o, tıklım ıklım. Vaktiyle, ruslar çıplak denize girer- lermis.. Arıtk, öyle şey yok. Ama, her- kesin de mayosu mevcut değil. Bir çok kadın, plajda don ve sutyenle Rus ka- dınlarından ekserisi, kahir ekseriyeti, fazla iri. hattâ şişman olduğu için bu, pek lâtif bir manzara teşkil etmiyor. Bizim özel tenha plajda, öteki kalaba- lık halk plajını dolduranlanın gıppa e- den nazarları altında yüzdük, güneş- lendik. Sahil çakıl olduğu için tahta sı- ralar koymuşlar. Onların üzsrinde ya- tılıyor. Ben denizdeydim ki bizim tarafa hır- pani-kılıklı biri geldi. Turist olmadığı her halinden belliydi. Denizin kena- rında soyunmaya başladı. Ceketini çı- kardı, gömleğini çıkardı, pantalonunu çıkardı ve ayağını çıkardı. Evet, ayağı- nı. Ayağı takmaydı. Ayağını elbiseleri- nin yanına koydu, zıplayarak denize daldı. Bir harp mâlüluymuş. Sovyetler Birliğinde inanılmaz sayıda sakat var. Bunlar, yirmi milyon rusun hayatına malolan İkinci Dünya Harbinin yadi- ârı. Onlara imtiyazlar tanımışlar. Me- selâ, özel plajlara gelip denize giriyor- lar. Bu, imtiyazlarından basit bir ta- esi. Sovyetler Birliğine giden bir kim- senin bazı kelimeleri öğrenmemesi im- kânsız. "Drujba" dostluk odemek. "Trud", emek, "Narodi", milletler. Bunlar, her yerde asılı her ibarede ge- çiyor. İçlerinde en çok rastlanılanı, "Mir". "Mir", barış demek. Sovyetle- rin verdikleri ölüler ye köşe başında karşıya çıkan sakatlar hatırlanacak o- lursa, bu "Mir» arzusunun suni bu- lunmadığım farketmek zor değil Harp- ten çok çekmiş milletlerin harp iste- memeleri son derece tabii. Öğle yemeğini, bizim otelin lokan- tasında geç yedik. Biraz dinlendik, gezmeye çıktık. Karadenizin kuzey sa- hilleri de, güney sahilleri gibi bir cen- net. Şehrin biraz ilerisinde, Sputnik adım taşıyan bir gençlik kampı mev- cut. Her milletten genç kız ve erkek- ler orada tatil geçiriyorlar. Büyük A- hun dağı var. Tepesinde bir kule. De- niz seviyesinden 663 metre yükseklik- te. Bütün Soçi ayaklar altında Kule- nin biraz ilerisinde bir lokanta bulu- nuyor. Oraya çay içmeye gittik. Tam bizi imin yanına bir başka Zim parketti. İçinde bir albay ve ailesi. Albay, resmi Zirai ile ailesini seyrana çıkarmış. Dünya, her tarafta aynı. Lo- Sayfiye şehri Soçiden bir görünüş Şort yasak 26 AKİS kantaya bir fransız turist kafilesi gel- mişti. "Şunlara bir oyun yapayım" de- dim. Göğsümde, sovkozun kreşindeki çocukların taktıkları rozet vardı. İr bir kızıl yıldız. Onunla, fransızların masaları arasında, kendime esraren- giz bir hava vererek dolaştım.İki yaş- lı fransız kadını baktılar, baktılar, son- ra, benim fransızca anlayacağımı ha- tırlarına getirmeksizin (o "Lokantanın komiseri galiba" dediler. İnsanlar na- sıl, görmek istediklerini (o görüyorlar! Rusya, bu. Lokantada komiser olmaz mı? Eminim ki o kadınlar Fransaya döndüklerinde, hem de yemin ede- rek, lokantalarda yakası kızıl yıldızlı komiserlerin dolaştığına ahbaplarına, arkadaşlarına anlatacaklar. Rusyaya ait hikâyelerin bir çoğu bundan daha esaslı değil. Bizim Zime döndüğümüzde radyo türkçe söylüyordu. Ankaraymış. Öğren- dik ki yeni şoförümüz de Türkiyeden bir ermeni. Arsak. gün sonra, Arşağın da mükemmel türkçe konuştu- gunu anlayacaktık.Trabzonluymuş. Akşam, yağmur başladı. Hiç bir şey, bir sayfiye şehrinde yağmurdan daha tadsız olmuyor. Arşağı, otele döndü- gümüzde göndermiştik. Yemeğe bir başka otelin lokantasına, Primorska- yaya gidecektik. Primorskaya büyük, fakat eski bir otel. Yarım saat uğra- şarak bir taksi bulduk. Taksi şoförü memur. Ne diye, gece çalışsın? Pri- raorskayanın lokantasında twist sey- rettik. Rus tarzı twist. Kendi oteli- mize yürüyerek döndük. Yağmur hâlâ çiseliyordu. Buna rağmen gölgelikler- de çiftler öpüşüyorlardı. Cuma "Yağmur devam ediyor. Ama, Soçinin etrafını görme programımızı sek- teye uğratmadık. Gürcistana geçtik. kafkas dağlarına çıktık. Kafkasyalım azameti hiç bir yerde bulunmuyor, Dağın tepesinde Ritsa gölü var. Gö- lün kenarında bir lokanta Orada, ne- fis gürcü şarabıyla yemek yedik. Göl- de motörlerle dolaşılıyor. Böyle her gölün olduğu gibi. Ritsanın da bir ef- sanesi mevcut. Konttu, güzel kızlı ve müsamahasız ağabeyli bir efsane. Gö- le çıkarken Yupşara kapısından geçtik Korkunç kayalıklar. Düz. duvar gibi bir tanesi dörtyüz metre yükseklikte. Dağın daha aşağısında Mavi Göl bu- lunuyor. Soçi ve etrafı, rusların övün- melerine hak verdirecek kadar güzel. Cuma, turistik bir gün oldu. otele yorgun döndük. Ama. günümüz- den memnunduk. Kafkasya, insanın her gün görebi- leceği bir yer değil. 4 Eylül 1965