-MAYFA 1 4 SULTAN ÜKABUSLARI A HAMEDEN| YAZANI . X alüla A Başlarını kaldırıp“Padişahım çok'_ yaşal, seslerine Tetrika No. 59 Ali Suavi efendi: «Buyurun — efendimiz: zek sağ koltuğuna geçti. 'Yat Salih gol koluna girince, gö Jtürmiye zorladılar. Bayram ve donanma günleri kullanılan sir- malı kemerli kılıçlarını kuşana- Tak seğirten Sultan — Muradın gikolata yüzlü harem ağaları, kalabalık içinde idiler! Ne &i JAh sesi, ne gürültü!... Her gey olup bitmiş ve Sultan Murat pa dişah olmuş gibi açık kapılar ve Berbest kalan merdivenlerden girip çıkanları hatıra — getiren hile yoktu. Merdiven başına ka- dar sokulan Abdülhamidin ada- mı Asım ağa, boynunu uzata- rak baktı: Eski hükümdarı gö- türüyorlardı. Geriye çekilen Va- llde Sultanın, genç cariyelerin ardına toplandığı kapı önünden gak şak alkışladığını gördü. A- kıl tahtası yerinden — oyniyan kamış bacaklı arap, merdiven- Jderi ikişer üçer atlıyarak camlı kapıya çıkmıştı: Kimseler yok- »tu! Birden yüreği çarptı: Dilâver yağa! Ardında altı süngülü as- kerle gelen bir zabitin yanında yürüyordu. Ellerini havalandıra Tak seğirti — Aman ağa efendimiz yeti- gin. — Sultan Murad nerede? — Koltuklarına girerek bü- iyük salona götürmek İstiyor - lar! Gözleri dönen Dilâver, «Hay mel'anlar!. diye homurdandı. 'Yanında durarak ne yapacağını bilmiyen zabite dönüp: <Camlı kapıyı tutmasını ve Sultan Mu- Tadı çıkarmak isterlerse bırak- Mmamasını» söyliyerek öne düş- tü — Bu kapıyı tutunuz. — Başka kapı yok mu? — Var. Var amma, orası ha- zem kısmıdır. Geçemezler! Başlarını kaldırıp üst kattan gelen <Padişahım çok — yaşa!» haykırışmalarına kulak verdi - der. Ardına dönen arabın gözle- rinde bir sevinç şimşeği çakt Hacı Mahmut efendi! O da, sağ #alimdi. Koşarak karşıladı — Ben hareme - gidiyorum. Beçiktaş karakoluna haber ve- Tiniz. — Şimdiye kadar üç zaptiye gönderdik. — Aman durmayın! — Nerede ise yetişir. — Öyle ise koltuk kapıda bek leyin ve bemen içeri alıp yol gösterin! Biri saraya, öteki kapıya se- ğirttiler. Olduğu yerde kalan Asım ağa kenara çekilmişti. Koltuk kapıdan kaldırıma çıkan Mahmut ağa, az daha yuvarla- nacaktı. Gülle gibi düşen Beşik taş karakol kumandanı Hasan ağa! Ardında süngülü — zaptiyeler vardı, Aceleden kılıcını bile ku- FAHANG Vapuru yük Selânik - Pire - & BA RK (3 147 C(.’q((fyprus) lı.ıı; kulak verdiler şanmıyan korkünç muhafiz, el- lerini ardına bağlıyarak boynu- mu uzattı! | — Sultan Muradlı miısın sen Hâşâa... Ağa efendimiz. Dilâ ver ağa kulunuzla birlikte Yıl- dız sarayı hümayununa gelmiş- tik. — Güzel. Çabuk bana tutul- mak Jâzımgelen kapıları göster Bakıştılar. Hacı Mahmut e- fendi: «İlkin Valide Sultan ka- pisi efendim> deyince, dev m hafız ardındaki al fesli, açık ma vi sakolu zaptiyelere döndü: — On nefer ayrılın. -I — Efendinin göstereceği ka- piyi tutün. (Çellerile işaret etti) içeriden dışarıdan kimse teca - vüz etmek isterse ateş edin ke- ratalara! Yıldırımlar çakan gözleri deh şet saçıyordu. Süngülü zaptiye- lere bir daha dönerek: «Bu ka- Piya altı kişi!> diye gürledi — Şüphelendiğiniz adamı vu- — Dışarıdan içeriye başı bo- zuk birakılmıyacak! Kalan dört neferi ardına ta- karak ilerledi. Büyük avluya| geçilen kapı önünde bir harem | ağası vardı. Elindeki kocaman sopaya dayanan Arap Ürkmüş- tü. Gözlerini tekerleştirerek bak tıktan sonra kaçmıya davranın- ca, Hasan ağa elini kaldırdı: — Dur herif! — Buraya gel Yakasına yapışarak gözleri - nin içine baktı! — Sen buraya Yıldızdan m geldin? — Yıldızdan, Dilâver ağa e fendimizle birlikte geldik. — İçeride neler oluyor? — Muhacirler bastı. — Bu kapıdan nereye gidi- lir? — Avluya doğru iç kapıya! — Ver o lobudu (Sopayı çe- kip alarak) düş önüme herif! Avluya geçtiler. Ardında, en güvendiği zaptiyelerden Hasan, ve Ali ve Zeybek Mehmet ola- rak «Yaşa!l> uğultuları gelen saray binasına ilerledi. Camları kırılan kapılar ardlarına kadar açıktı. Mermer merdivenler üze rinde parça parça kan lekeleri vardı. Acele acele çıktılar. Alt kat divanhane bomaboştu. Durup, yu karıdan gelen insan sesi uğultu larını dinlediler; Her kafadan bir sea çıkıyor gibi idi. Hasan * ağa iki taraflı mermer merdi- ven başında bir daha durmuş- tu. Gideceği tarafı bilmiyordu. Merdivenlerden hızla inen ha - Tem ağası Musa ağa ile kargı laştılar, Çikolata renkli adam «Aman!> dedi. — Aman yetişin, iş fenalaş- tı! (Devamı var) ve yolcu kabul ederek İskenderiye - Portsaid - Beyrut - Kıbrıs için limanımızdan 25 Nisanda hareket edecektir. Acenta: DEMETRIUS J. ZERVOUDAKİS Hovagimyan Han — Galata Tel. 42199 p İnçaat ve ev Sahiplerininumamamıan v Nazarı Dikkatıne Artık yaz geldi, Ev resmi daire ve yapılmakta olan inşaatınızı arzunuza göre ve mü ve alakor badana ve T işletmek isterseniz aşağıdaki yeni Yüt fiyallarla her renk sulü fağlı boya ile boyatmak ve çeşitli nakış- Börese mektupla müracaatı. Tz menfaatiniz icabıdır. Sirkecb Vezir Çıkmazı sokak FİLİBE Gtelinde Mustafa —HNO ——a an BEVİLDİ usta Yazan: BEHÇET SAFA Fakat ©o aralık, bilmem zasıl, benim — Sevim'le — mü- nasebetimi de haber almış ve bana kargı da haklı bir nefret duymuştu. Bana Sevimle her türlü münasebeti kesmek için yemin ettirdi. İkbal Kalfa Se- vimin zayıfmeşrep, mazisi bu- lanık bir mahlük olduğunu bi- liyor ve benim temiz, nezih bir geç olarak yetişmemiş kal- mamı istiyordu. Heyhat vime kargı öyle derin bir 1h: rasla bağlıydım ki!., Ayrılma- ma imkân yoktu. Bu yüzden İkbal Kalfanın ilk vasiyetna- mesi benim lehime olduğu hal- de ikinci vasiyetnamesinde be- Bi hergeyden mahrum ettiğine Vüphe etmiyordum. Halbuki kal fanmn servetinde büyük ümitle- İKBALKALFANIN Tetrika No. 45 rim vardı. Sevimi ancak bu ser vet sayesinde elde edebilirdim. İşleri kendi haline bırakmak ise bütün ümltlerimi suya dü- sürecekti. «Ne yapıp yapıp noterin elin- den hemen vasiyetnameyi kopar mak lâzımdı. Bu süretle benim lehime tertip edilmiş olan ilk vasiyetname muteber kalacak- tı. «Şunu derhal ilâve etmeliyim ki benim bu tasavvurlarımdan, düşüncelerimden sevgilim Sevi- min asla haberi olmadı. Ona hiç bir gey söylemeden Karaköye in dim. Noterlik dairesine girdim. Korkunç bir ihtiras ile hareket ediyordum. Ne mümkünse yapa caktım, fakat bu gözü kararmış halimde cinayeti bile göze almış YENİ BABAH Muztarip gnnh rimdi. Cebimde İki buçuk lira param vardı. Kü- çük de olsa bir evin maddi, man: vi bütün yükü omuzlarımda idi. Kocam, beni öylece bırakıp git- mişti. Evet cepte iki buçuk lira para, tecrübesiz bir baş, sıcak aşka hasret bir yürek, küçücük kızımla yapyalnız kalmıştım. So- kağa çıkmıya korkuyor, fena te- sadüflerip daha büyük felâketler getireceğinden korkuyor, geceler den korkuyor, önümde uzun ve meçhul bir yol gibi açılan yeni ha yatımdan korkuyordum. Aynaya | baktığım vakit kendimi tanımı yacak değişik görüyordum. Yüzüm —reknli ve taze idi— sol- muş ve yorgundu. Gözlerimin üs tu daima tuttuğum göz yaşları- nn buluta ile daima buğulu İdi. Aynadaki kadın, ben değil de, bir yabancı gibiydi. Çaresiz, ümitsiz, kolu, kanadı kırık biri, Evde biraz erzak vardı. Kapak h sepet içinde duran bu erzağı gözden geçirdim. İki kilo kadar pirinç, biraz fasulye, mercimek, nohut bir paket de makarna. Kı- zımla beni bir ay idare ederdi. Kızım babasını aramıyor, hat- tâ anmıyordu bile, Büyük bir in sandan beklenir tatlı bir itina i- le bana yardıma uğraşıyordu. Ben ortalığı toplarken, o, gözlerinde sıcak bir sevgi tutuşarak toz a- hyordu. Ben, yemek pişirirken, kızım sobanın külünü temizliyor- du. Sekiz yaşında idi. Fakat br basının egoistliği, zulmü, anlayış sızlığı, onu vaktinden evvel *öl- dürmüştü. On sekiz yaşında ol-! sa, bana ancak bu kadar arka- daşlık edebilir, balimden anlıya- bilirdi. Zaten kocamın bütün kah rını onun babasız kalmaması i- çin çekmiş, yine onun çok bed- baht bir kız olarak yetiştiğini gö Tünce ayrılmıya karar vermiş - tim, Gece, onu koynuma alıp yatı- yordum. Bütün üzüntülerimize Tağmen, garip şekilde mes'ut o- luyorduk. Birbirimizi tamamk - yorduk. Gelecek günlerin Kor - kunç heyülâsımı unutarak, Ba - zen — Anneciğim rahatsın değil mi? Diye yanakları ateş içinde, göz leri parıl parıl tutuşarak bana so kuluyordu. Evin içinde, hasret kaldığımız huzür yavaş - yavaş çevremizi kuşatıyordu. Böylece iki gün geçti. İki bu- çuk liradan sadace otuz - kuruş. Bozarak ekmek almıştık. Kızımın taze varlığı bendeki korkuları uzaklaştırmıya — başlamıştı. Ço - cuk, bir kâbustan kurtulmuş gi- bi her gün biraz daha canlanı- yordu. Üçüncü gündü. Mektepten he- yecan içinde döndü. Çantasını ma saya bwakarak, koştu. Boynuma | atıldı. Onun mektep kokusu sin- miş, dük narin vücudünü kolları- mın arasında hissetmek bendeki son hayat korkularını yok- etti. | İnsan böyle bir evlâda sahip ©-| lunca yaşamaktan korkmamalıy di O, beni naklarımdan — öptü öptü. Koklaştık, seviştik. Sonra, gözlerinde coşkun bir sevinç ışı- Bi ile, adeta nefesi tutularak: — Anne! dedi. | Ve kollarını boynumdan çözdü. | avucuna yumulu parmakları | açarak: — Bak! dedi. Ben, para kazan dim bugün, Avucunun içinde bir sürü bo- zukluk para vardı — Hepsi üç lira!... Diye, sözünü tamamladı. Be- nim hayretimi görerek birden cid dileşti. Kartpostallarını satmıştı. — Çocukların gözleri üstünde idi anne... Satmak niyetile götür düğüm halde, o kadar nazlandım olmiyanlar Ki almıya niyetleri olduğumu kabul edemem, Dedi- ğlm gibi gözlerim kararmıştı ve bundan dolayıdır ki her geyi in- ceden inceye tertip etmiş, hazır lamış da değildim. «Sevim beni deli etmişti. Pa- ra sahibi olmak, böylece Sevi- me tek başıma sahip olmak için her geyi yapacak kadar çıldır- mıştim. «Hiç tıkırdı yapmadan note- Fin odasına girdim. Kimseler yoktu. Noter masasının aşında Para sayıyordu. Sanki talih be- ni cinayet işlemiye itiyordu! «Aklıma Sevimin borçları gel Ç 'oter Tahir Şinasi beni gör- memişti. Hemen bir plân hazır- ladım. Görünmeden başına bir darbe indirerek onu bayıltmak, bile heveslendi. Yarın, kalemle - rimden bir kaç tane satacağım. — Fakat kızım mektepte böy- le satıcılık olur mu? Dedim. O, son derece ciddi: Bizim mektepte fdettir. Her kes bir gey satar. Yemiş satar- lar. Defter, kalem satarlar. Re- sim satarlar. Hattâı bugün bir ço cuk, fakir çocuklara kırmızı 80- ğan satıyordu. Dedi: Sonra, benim sustuğumu görünce ilâve etti: — Hem ticaret ayıp mı? Sen Hazreti Muhammedin tüccar ol- duüğünü anlatmamış mi idin ba- na Biraz durdu. Mütereddit, ytan- gaç — Anneciğim... — Bu üç İlrayı €v masrafı için sana vereceğim... Yarınki kazançları da - sermaye yapacağım! dedi. Gözlerinde yaşlar titriyordu. İçimden taşan coşkun bir se - vinç ürperişile ona gülümsedim. Birden- kollarıma atıldı. Hıçkıra- rak ağlamıya başladık. n O gün, mektep tatildi. Ortalı- Bi temizlemiştim. Kızım bana yar dım ediyordu. Saksılardaki çiçek lerin, Begonya cinsi yaprakların bile tozlarını almıştı. Oturma ©- damızın bütün eşyası, içi kreton minderli iki ” koltuk, bir. divan, yerde serili bir hah bir de küçük masadan ibaretti. Fakat bu ba- sit, sade eşyada öyle iç açan bir ferahlık, bu geniş pencereli bah- çeye bakan odada öyle derin bir huzür vardı ki, hayatı sevmiye başlamıştık. Odamıza güneş girmezdi. Fa- kat öğleden sonre kargı kırmızı €ve vuran güneşin aksi, bizim evi mize doluyordu. Divanın Kreton örtüsündeki yapraklar daha ye- #il görünüyor, çiçekler yüzlerini © ışıktan yana dönüyorlardı. Kızım bir aralık bahçeye çık- mıştı, Elinde bir deste uçları pen be renkli, elma çiçeği ile döndü: — Anneciğim ilk önce her biri birer elma olacak diye koparmı; kıyamamıştım. Sonra bir kaç el- ma eksik yesek ne çıkar dedim. Onları duvarda kırmızı kalb 'va zolara yerleştirdi. — Bu ev meğerse bir Cennet- miş anneciğim... Bize cehennem gibi geliyordu. Bu evi ne kadar seviyorüm, bilsen. Ay başı geliyordu. Kirayı dü- şündüm. Kocamın vereceği nafa- kayı düşündüm ve bütün zorluk- ları yenebilmek için çareler dü - şündjim. - Ben de kızım gibi bir geyler yapmalı idim. O, küçük bir sermaye ile ticarete başlamış | tı. Ekmek paramızı getiriyordu. Yavaşça divana çöktüm. Göz- lerim kırmızı eve vuran güneşi takıldı. İçimden bir niyaz yük - eldi. Bağrım tutuşa tuluşa, bir gönül dilile <Yarabbi! Czdim. Bu güneşi evimizin içine gönde! Gözlerimdeki yaşları kızımdan saklamak için yatak odasma geç- tim. Dikiş makinem gözüme çarp tı. İlk önce onu satmayı düşün - düm. Sonra birden, bir heyen sağnağı vücüdümü sarstı, Hayır ne münasebet onu satar mıyım biç. Onunla pek güzel hayatımı kazanabilirim. Kızıma diktiğim elbiseler, bütün arkadaşlarına mo del olmuyor mu? Şu halde üzül- miye lüzum yok. Çocuk elbiseleri atölyesi açacağım... n Bir hafta sonra kızım mektep- te yaptığı reklâmla üç — küçük| Mmüşteri getirdi. O gece, sabaha kadar oturdum. Ertesi gün kızım elinde büyük bir paketle mektebe gitti. Çocuklar: «Masallardaki gibi!.. Annen cevizleri kırıp, bu elbisele- sonra bağlamak... Amma ne ya zık ki ben iki adım atınca tah- talar gıcırdadı. Noter başını çe- virdi ve beni tanıdı. Hattâ ya- vaş yavaş hareket etmek niye- timden güphelencrek tehditkâr ir tavır aldı, İşte ondan sonra her geyi göze almak, her çare- ye baş vurmak Jâzımdı. Noter benim caniyane niyetimi — bile Bezmişti. «Büyük bir soğukkanlılık gös terdi. Bir göz çekti içinde bir revolver vardı. Fakat ondan ça buk davrandım. Silâhı kaptım! Kendi müdafaa silâhından mah Tum kaldığını anlayınca noter telefona sarıldı, fakat telefonu açınıya bile vakit bulamadı. Hem paraları elde etmek, hem de yeni gelen vasiyetnameyi ele geçirmek hırsı gözlerimi bürü- müştü. İhtiyarı şakağından vur dum. Bir saniye içinde yıkıld «Sinirlerim © kadar gergindi Ki silâh sesi bana yıldırımdan daha küvvetli geldi. Bir an ne yapacağımı bilmiyerek bekle « ri içinden mi çıkardı?» diye, ih- zamin etrafını sarmışlar, Elble; ler hakikaten makas kesmemiş, iğne dikmemiş masal elbiseleri Bibi olmuştu. Onlara çaresiz gön- lümün bütün ümitlerini, çocuğu- mun saadeti için lâzım olan bü- tün kuvvetimi dökmüştüm Müşterilerim birer ikişer, &on raları beger onar arttı. Yanıma iki yardımcı getirdim. v Bir akşam üstü idi, Kızım ya- nında, kendinden bir yaş kadar büyük bir oğlan çocukla — geldi. bana yavaşça: — Annesi geçen sene ölmüş!.. Diye fısıldadı. Sonra yüksek sesle — Benim sıra arkadaşım an- ne! dedi. Kızlara diktiğin elbise leri kıskanıyordu. Babası, kapı- da bekliyor. Eğer, Mehmede pan talonla gömlek dikersen, kumaş- larını alacak. Mehmet, alnına düşen saçları ni karıştırarak, yalvaran bakış- larını gözlerime dikmişti. — Tabif dikerim dedim! Hem kızların elbiselerinden daha güzel İki gün sonra, Mehmedin baba sı, oğluna gösterdiğim yakınlık için bana teşekküre geldi. Daha ©, erkeksiz evimizin kapısından içeri girerken; dilediğim güneşi de beraber getirdiğini hissetmiş- tim, Kırk yıllık dost gibi birbirimiz le konuştuk. Küçük atölyemden gıkan işlere bayıldığını, kızımın ateş gibi zekâsına, terbiyesine hayran olduğunu söylemekten çe Bir Fransız Türk (Baş tarafı 2 incide) nevi husumetin önüne geçeceği- ne imanım vardır. Güzel San'at- ler, aydın yollardan — ilerliyerek, insanları birer hakiki dost hali- ne sokabilirler. Bu suretle harb, bir tehlike olmaktan çıkar. Şair Soupault'ya tanınmış bir gok Fransız münekkitlerinin si realist edebiyat cereyanına müa- rız olduklarını hatırlattıktan son Ta sordum: Münekkitlerinizin — fikrine göre, Fransız edebiyatı, balen bir| buhran geçiriyor. Siz bu hususta | ne düşünürsünüz? — Siz münekkitlerimizin, Pran sız edebiyatının bir buhran için- de yuvarlandığını söylediklerine kulak asmayınız. Zira onlar, uy- durma bir âlemde, hayattan uzak yaşıyan «geri kalmış» zavallılar- dır. Ekseriyetle bir eseri, yirmi yıl sonra ancak takdir ederler.| Ben size sağlığında delilikle ( ham edilen şair Mallarm&,den bahsetmek niyetinde değilim. Fa kat o bile tek başına bu iddiamı teyit edebilir. Ben şürin, zaman- Ja gelişip filizlenecek bir «tohum:» veya mevcudiyetini çok sonra his settiren belirsiz bir yıldız, bir «Sehabe: olduğuna kaniim. O, şimdilik fazla bir şey ifade etmi- yebilir. Fakat omun, aradan yı r geçince, bütün ihtişamile or- taya çıkacağından hiç şüpheniz olmasın! Filhakika bilhassa sur- renlist şiir, «tohum> — nevinden bir gey olduğu içindir ki canlıdır. Hattâ diyebilirim ki o, sadece canlı değil, ayni zamanda «pat- layıcı» bir mahiyet de taşır Münekkitlerin azımsadığı bugü- nün genç Fransız şalrlerine gelin €e onlar, geniş düşünen, nereye gittiklerini, yarın ne olacakları- ni bir nevi «dacret> ve <endişey- le» birbirlerine sorarak daima 1- lerliyen mürşitlerdir. Onların tikbal önündeki davranışları ger- gekten mükemmel bir ruh haleti- dir, Bittabi bu hummah akışı ta-| kip edemiyen münekkitlerin, sur | ———0 dim, Dışarıdan sesler — geliyor, polislerin içeri girip beni o an- da yakalıyacaklarını sanıyor. - dum, Fakat bütün bina der'n| bir süküt içinde idi. «Bu fevkal de heyecanın ver diği bir hızla ve üni bir kararla harekete geçtim. Hemen parala n toplayıp cebime yerleştirdim. Sonra alfabe sırasile sıralanmış olan kasadaki dosyaları araştır dim. İkbal Kalfanın dosyasını kolayca buldum. Ele geçirdiğim vasiyetnamenin yeni vasiyetna- me olduğunu sanıyordum, Be mirastan mahrum ettiğini &: iim vasiyetnameyi alıy Heyhat... Talihin ne garip cil vesidir ki benim elime geçen va- siyetname benim lehime ya miş olan vesika idi ve ben bir einayete bu vesikayı ele geçir- mek için sürüklenmiştim. «Bu faciaya sebep olan vasi yetnameyi de bu mektupla bir- İlkte gönderiyorum. hdi 'ordum. VDevamı var) YAZANı Karşı Duvardaki Güneş kinmedi. Bicak, müştik bir sesi vardı. — Çocuklar birbirlerini sevi- yorlar... Dedi. Dikişim, dizlerimin Un - tünden yere kaymıştı. Eğilip onu aldı. Bana uzatırken bana dikkat e bakıyordu. Bonra: — Kınınız o harikulâde gözler le, o yumuşak ve görülmemiş gü zellikteki saçları annesinden al- mış demek. Diye mırıldandı. Kalbim, onun içe işliyen siyah gözlerinin parıl- tısı, sesinin bütün varlığı saran sıcaklığı ile çarpmıya başlamıştı. Yarım saat sonra bahçede oy- nıyan çocukları çağırdık. Biraz, Mahçup, onları incitmekten Ürke rek evleneceğimizi söyledik. O anda beklemediğimiz bir gey oldu. Çocuklar, çılgın bir sevinç çığlığı kopararak birbirlerine sa- rıldılar. Neden sonra bu hareketlerinim mânasını anlıyabildik. Meğerse annesiz oğlanla, babasız kız, da- ha aylarca evvel bizi evlendirmi- ye karar vermişler. Şimdi pencerelerinden bol bol güneş giren güzel bir evimiz var. Kocam gazetesine vuran güneş- ten gözleri kamaşarak, bana per| deyi örtmemi rica etti. Perdeyi örterken; bahçe yolun- dan mektep önlüklü küçüklerin geldiğini gördüm. Arkalarından bir kaç tane daha geliyordu. Kocam, onları işaret ederek — Müşterilerin geliyor! diye gülümsedi. Evet müşterilerim. Onlardan yazgeçmiye imkân var mı? Haya tımı onlara borçlu değil miyim, şaırıne göre ŞıLirı edebiyatı mahküm etmesi- ne gaşacak değilim. Ancak onla- rım vardıkları tatlı uykudan bir an evvel uyanmalarını - temenni ediyorum. Bakın meselâ dâhi mi- mar Sinan'ın iftihar edebileceği:- niz muazzam eseri Süleym: camii, dünyada misli bulunmıyan müker bir eserdir. Bunun böyle olmasının sebebi vardır. Zi- ra Sinan, eserini vücude getirir- ken meziye değil istikbale bakı- yordu. Demek oluyor ki umumi- yetle san'atkâr için mühim olan Bey, <endişer, «dacret> ve «istif- ham» halidir. Sakın benim J. P. Sartre gibi düşündüğümü zannet meyiniz. Zira o, «hal> e yapışık yakın bir «dün> ün insamı inşa ettiğine kanidir. Bu bakımdan on da, az da olsa, bir mazi hasreti vardır. Halbuki ben insan oğlu- nu, «yarın» 1 inşa edeceğine |- nanıyorum, Şimdi artık biz Türkleri yaki- nen ilgilendiren şu sonuncu sua- N gormak sırası gelmişti: — Türk romancı ve şairleri hakkındaki fikriniz nedir? Romancılarınız hakkında doğrusu hiç bir fikrim yok. Çün kü onların hiç bir eserini okuma- dım. Ancak Türk hikâyecilerinin Fransızcaya tercüme edilmiş kü- çük hikâyelerini gözden geçirmek fırsatını buldum; çoğunu beğen- dim, Fakat Türk şürine gelince onu iyice biliyorum. Size kat'iş yetle söyliyebilirim ki Türk giiri beynelmilel sahada üstünlük te- Tn edecek çaptadır. Meselâ Or- han Veli ve Oktay Rifat'ın şiir- leri, dünyada eşine az rastladı- ğım harikulâde güzel şiirlerdir. Vatanıma dönünce Türk şürini, Fransızlara tanıtmıya çalışacağı- mi &ize vâdediyorum. Bu hususta benden kaleminizi esirgemiyeceği nizi Ümid ederim. Zira görüyorum ki gizin artist bir ruhunuz var ve Fransızcanın bütün incelikle- rine vakıf bulunuyorsunuz. Doğ- rüsu Türklerin lisana karşı olan Istidatlarıta hayran kaldım. An- karada kaldığım kısa bir müddet zarfında şuna kanaat - getirdim ki Türk güri bir çıkmazdadır. Bu- nun sebebi şu ki Türk gairleri, başka milletlerle temas halinde olmadıkları için, kendi eserterini yabancı eserlerle mukayese et - mek imkânından mahrum bulunu realis mmel Çünkü şairlerinizi - tanımak içi Türkiyeye gelmem lâzım geldi. İs tiyorum ki sizi Amerika, İngilte- re, Fransa hulâsa bütün mili ler tanısın! Milli Eğitim Bakan- lığının, halen faaliyette olan ter cüme servisi beni gururla doldur du. Bu hareketin bütün diğer mil letler için bir nümune olmasını temenni ediyorum, Ben bundan bir kaç yıl önce yorlar, Sizden bilhassa şu nokta- yı belirtmenizi isterim: Türk şa-| $ ir ve san'atkârları, sağlam bir 'olda ilerliyorlar. Memleketinizi ziyaretim, beni hem memnun et- miş hem de mahzun kılmıştır. Yazan: Eski bir pehlivan Bana Ayıboğanı bir pehli Ya Ayıboğana, el altından haber gönderip onu ayartmak ve buraya getirmek, yahut da Istanbula kadar gidip bu ayıyı yenecek bir pehlivan bulmak, Bvvelâ birinci yolu deneyelim. Git, ne yaparsan yap. Sezdirme den Ayıboğan Hasanla konuşm: ya çalış. Ne isterse ver, Elli - tın, hattâ yüz altın. Çünkü işin içinde izzetinefi - meselesi var, Bizim pehlivanlarımız Hüseyin ağanın pehlivanlarını her yerde yenmişler ve kaçırmışlardır. Bu düğünde de mutlaka yenmelidir ler. Onun için paradan sakınmı- yorum. Ayıboğan Hasan bir me sele çıkarıp çiftlikten çıksın, buraya gelsin... Bu işi beceremi yecek olursak o zaman hemen İstanbula gideceksin, Kâhya beğinin bu işe verdiği ehemmiyeti biliyordu. Orada ça lışan yanaşmayı vasıta yapmı- ya çalıştı. Kendisi günlerce o ci varda dolaştı. Fakat Ayıboğan Hasanla değil konuşabilmek, kendisini görmiye bile muvaffak olamadı. Hüseyin ağa pehlivanlık da- leverelerini iyi bilen bir adam olduğundan Ayıboğan Hasanı adeta kilit altında tutuyordu. Kâhyası ve kendisinden başka Ayıboğanla kimseyi konuştur « muyordu. Serez beğinin, kendi- sinin böyle bir pehlivan elde et- miş olduğunu haber alacağı mu hakkaktı. Belki de onu kandır- mak ve kendisine maletmek yol larını arıyacaktı. Çünkü Serez beği yine kendi pehlivanının ga- lip gelmesini istiyecekti ve bu hususta hiç bir fedakârlıktan çekinecek de değildi. Nitekim Hüseyin Ağanın böy- le düşünmekte tamamiyle haklı olduğunu da gördük ve sırf bu yüzden, Ayıboğanı altında tutması sayesinde Serez beyinin kühyası da kendisini görememiş ve kandıramamıştı. Kâhya Sereze döner dönmez, beyi heyecanla sordu: — Ne haber, kandırabıldin mi? — Nerede? Görüşemedim bi- ls... Hüseyin Ağa, — Ayıboğanı kilit altında tutuyor. — Yanına kimseyi yanaştırmıyor. — Demek ümit yok. —H bakalım, öyle ise hemen İstan- bula hareket et. Bana öğle bir pehlivan getireceksin ki bu Ayı- boğan Hasanı mutlaka yenecek. Ne isterse vereceğim. Bu Ayıbo- ğan ne de olsa dağlı, güreşin inceliklerini bilmez. Halbuki İs- tanbulda çok usta pehlivanlar vardır. Kaşla göz arasında in- Banın bir zayıf tarafını — bulup yeniverirler. Kâhya ilk vasıta ile İstanbu- la geldi ve sıra ile pehlivan kah velerini dolaşmağa, şundan bun dan akıl danışmağa başladı. Ken disine bir takım isimler verdi- ler. Fakat kâhya daima daha I- 81/4/949 ftatları Londra 11,3856 Nevyork — 28252 Paris — 10620 — Cenevre — 6572 Amsterdam — 105. Brüksel 6.38,87 Prague 5.60 Sotekholm 77. 88,60 Lizbon 11.24.95. Esham ve tahvilât İkramiyeli yüzde 3 1938 21.35 İkramiyeli yüzde 5 1 ci tertib Mil l Müdafaa 20.50 yüzde 6 1948 is. Ukrazı 1 97,25 yüzde 7 2 ci tertib Miliş Müdafaa 20,30 yüzde 7 8 Nü tertip Milli Müdafaa 20.75 yüzde 7 4 cü tertib Milli Müdafaa 20.86 Türk Ticaret Bankam hisse #ene- d A ler vardır. Türkiyeye bir da- İstanbula dair bir söz veriyo - des: ha gelişimde, «Ode» yazacağıma ir Philippe Soupault'nun ne Yayha Kemalden, ne Ahmet Hazr diden, ne Necip Fazıldan, ne Ah- met Muhib Dranastan, ne de C: hit Sıtkıdan bahsetmeyişine, doğ rusu, Üzülmüştüm. Ona, eylül 1947 de Paris radyosunda yaptı- ğım kısa bir konuşmada şiirlerin den nümüneler verdiğim bu ha- kiki şairlerin hafızamda kalan parçalarından mısralar okudum. Ona Yahya Kemalin Va en cette saison, au etucher soleil, regarde de Cihangir | ile başlıyan «Hayal -| ini, yine meselâ Necip Fa-| zılın: Les vetements &pars on T'air d'hommes #gorgöes Sur les tables branlantes, sur les tables branlantes! Gibi mısrâların bulunduğu <O- tel odalarını> hatırlattım. Şair Soupault bunların çok muvaffak şiirler olduğunu iti- raftan kendisini ala- madı. Artık onunla barışmıştım. Philippe Soupault'nun Türk ede- biy bütün milletle 've san'atini tanıtmak hususundaki vâdine teşekkür ettim... — Ve yalan şiir dünyasını söyliyeyim, yadır- gadığım bu kiymetli Fransiz şa irine veda edip yanından ayrıl- «Odes> adlı bir eser yazmıştım. Bu gilr kitabında belli başlı mil- letlerin başkentlerine meselâ Ro-| maya, Berline, Madrite dair «O-! dım, SERAMAZAN 22 NİSAN 1049 ——— Tefrika No. 59 mutlaka yenecek van getir yisini arıyor, daha kuvvetli ve Ayıboğanı mutlaka yenecek bir pehlivan bulmağa çalışıyordu. Eğer getireceği pehlivan bu işl kavıramazsa, yâni Ayıboğanı ye- nemezse beyinin ne büyük - bir teessüre düşeceğini pekâlâ tak- dir ediyordu. İşte bu aramaları neticesinde, gundan bundan akıl danışa da- nışa nihayet Madralı Halil peh- livanı buldu Madralı Halilin o sıra): ni tutacak pehlivan bulunma- dığında — bütün pehlivanlık mütehassısları diyelim— İttifak ediyorlardı. Madralı Halil iki ay kadar ev- vel İstanbula gelmiş ve yaptığı bütün güreşleri kolayca kazan- mışti. - Yüz on, yüz yirmi okka- hk bir vücuda malik olup son derece çevik ve kıvrak bir pehli- vandı. Şöhreti çarçabuk saraya da aksetmiş ve bir huzur güre- gine de davet edilerek, Abdülâ- zizin Hamlacı pehlivanlarından Kara İbo ile üç saat güresten #onra berabere kalmıştı. Kendi- sinin bugün yarın saraya alına- cağında herkes müttefikti. Bu pehlivanın istikbalini herkes par lak görüyordu. (Devamı var) DALMA Dalma diye a- ğ yakta iken bir y den eğilip kar şısındakinin belden aşağı ı er b bir yerini kap mak için atıl- maktır. Bu da hşta bazan tek bacak, bazan iki bacak, yahut paça ele geci- rilir. Usta dalıcıların bir anda topuklara indikleri ve çekerek hasmını sırtüstü yendikleri çok olmuştur. Meşhur Ali Ahmet pehlivan dalıcılıkta ustad sayı» lırdı. Dalmaya karşı alınan o- yunlar ya boyunduruk vurmak, ya üzerine abanmak, yahut da dalarken kolları koltuk altın- dan geçirip kaz kanadı almaktır. Bir başka oyun da geri geri gekilip elle dalanın başına bas- maktır. Resimde dalmayı müte- akip tek paçanın kapılması ve hasmın da bundan kurtulmağa çalışması görülmektedir. ÇİFT PAÇA KAPMA Dalmada — en makbul — öyun, çift paça bir- den kapmaktır. Resimde bu o- yünü görüyor- sunuz. — Dalan pehlivan — çift Paçayı kaptık- 'tan sonra başı da aşırmağa mu- vaffat olmuştur. Bu durumun hasmının kurtulabilmesine kân yoktur. Tepe taklak düşecektir. im- enik Kozyatağı ilkokul tahsisatı başka yere verilmış Brenköy Kozyatağı Demokral Parti başkanı Faruk Durukan dün matbaamıza gelerek aşağıda ki şikâyette bulunmuştur. *— Kozyatağında metrüx de- nilecek kadar bakımsız bir harap ilkokul vardır. Şimdiye kadar üç sınıflı ve üç dershaneli — olarak yemekhanesiz, teneffüshanesiz - larak — tedrisatta — bulunuyordu. Son zamanlarda iki sınıf daha i- lâve edilerek zaten gayri kâfi 0 lan bu mektebin üç odasına 5 dershane sığdırılmıştır! Bu vaziyet karşısında yaptığı- mız mütemadi müracdatlur — sos nunda Kozyatağında —yeni - bir okul binası yapılması için tah- Bisat ayırttık. Fakat şimdi öğre« niyorus ki, bu tahsisat başka bir yere verilmiş. Sayın gasetenizla bu vaziyeti lütfen salâkadarlara duyurarak muhtaç olduğumuz o- kulun semtimizde — yapılmasının sağlanmasını rica ediyoruz.> N 23 NiSAN 'i ğ biletinizin bir numarası değişik olduğu için 200.000 $Lirayı kaybederseniz fazla hayıflanmayınız Siz de | s t 3.000 liva