Bir Hünkâr mühürlü bir zarf getirmişti Tefrika — Durma, Sarasker paşa haz yetlerinin mahtumu Süleyman bey geldi dersin. Düşük pantalonlu redif aske- Finin bakışlarında bir Ürkeklik göreklendiğini - farkettiler. Az €vvelki kafa tutan serbest hall yoktu. Sallana sallana İlerliye- rek idare müdürü Nuri beyin kapısında kayboldu. Süleyman bey de ardından ilerlemişti. Bek lemiye lüzum görmeden içeriye daldı. Sakallı emirberin haber vermesine lüzum kalmadan «Mi- gafir kabul edilir mi?> diye gü- llümsedi. Elindeki evraka dalan miralay başını kaldırınca, sıçra mıştı: Saraskerin oğlu! Gülüşerek tokalaştılar. «Ça- buk iki kahve!> diye haykıran geniş omuzlu miralay, ellerini oğuşturdu: — Artık bizleri unutmuştu- muz beyefendi. — Vallahi değil! — Paşa efendimiz Divanı- barb riyasetinden ayrıldılar ta- bit... — Bir ayakları yine burada sayılır! — Vallah inayet buyurdu- 'vuz, Nasıl oldu böyle efendim? — Pedere gelmiştik. Şuradan geçerken, haydi beyefendiyi ra- hatsız edelim dedik. — Oh oh, şeref verdiniz doğ- «usu, Biz de şimdi seryaver be- yefendiyi görmiye gidecektik! Mühimce bir evrak var da. Emir neferinin getirdiği kah- veleri içmiye başladılar. Mira- lay Nuri beyin sigara içmediği- ni bilen genç ihtilâlci, birden ceplerini araştırmıya başladı: — Bakınız aksiliğe! — Sigara paketimizi serya- 'ver beyin odasında bırakmışız. — Yazık yazık! Biz de kul- Janmıyoruz. Vallah mahcup ol- dük. — Şu neferciği göndermemi- ze müsaade buyrulur mu idi? — Aman ne demek beyefen- &. On nefer birden gönderelim! <Pek minnettar kalırdık!» diyen Süleyman bey içinden: 4«İşler yolunda - gidiyor!> dedi. Zili çalan saf miralay, çekine- Tek giren sakallı hizmetçiye Sü leyman beyin uzattığı parayı almasını işaret etti. Düşük o- muzlu Mehmedin ardından bak- fılar. Elli yaşlarında vardı. Sü- leyman bey içini çekerek: «Za- #allı!» dedi: — Redif değil mi? — Evet. — Rumeliliye benziyor! — İsabet buyurdunuz. Meş- bur «Elena» — muharebesinde İştirük etmiş ve sonra yaralan- mış. Hastahanede «Gayri müs- sellâh; çıkarmışlar! — Zavallı! Elena muharebe- mi buyrulmuştu? — Zaferimizle neticelenen E- lena! — Kumandan kimdi acaba? Fala bıyıklı, iri miralay, hay- zetten açılan gözlerle baktı. Ö- teki anlamamazlıktan gelince: «Süleyman paşa değil mi Idi ya> diye kızardı ve bir kaç ke- lime ile «Şıpka ve Pilevne» den Mes'uliyet denilen Zümrüd - ü - Anka! a gayret ha.. Mes'uliyet denilen ismi yar e.smi yok (Zümrüdü Anka) kuşunu nihayet mahut tura — oyununa çevirdiler O o- na atıyor... O o na.. — Zavallı matbuat ta pe- gine — düşmüş, tutacağım diye kan ter içinde koşup duruyor. Sütlücedeki fabrikada cephane yapılmasına -kimin izin yerdiği belli değil,. Belediye: « Ben ver- medim » diyor. Vilâyet «Burada cephane değil karyola yapılacak- tıl> diyor. Milli Savunma bir şey diyemiyor, fakat —lisân-ı-hâl ile meseleyi yine belediyeye atıyor. Neticenin ne olacağı malüm.. Bu hâdise de pek çokları gibi ge- çİp gidecek ve bâki kalan bu kub- bede bir gümbürtü hatırası cak! — Ne apalım birader? Ol- muşla ölmüşe çare bulunmaz; ö- lenle ölünmez. Siz de böyle her gün yazıp zaten kanıyan yaramı. Za tuz biber ekmeyiniz.. Geçmi- Bi unutalım.. Geleceğe bakalım. Bir fabrika patladı diye o kadar telâga mahal yok. Oralarda beş ©n tane mühimmat fabrikası da- fa yar.. Onlar da patlarsa o za- zman göylersiniz.. diyecekler. Ya bu hâdisenin mes'uliyeti e olacak? Kara kuşun fıkrası SULTAN KABUSLARI ZMN HAMHDAN çavuşu üstü No. 22 bahsettiler. Dışarıda plânın tat bikini bekliyen sergüzeştçi Ma- sonun arkadaşı birden İç cebini yoklıyarak kalktı: — Gördünüz mü başımıza ge- leni? —. — Bilhassa onun için pedere gittiğimiz halde, seryaver boy- le lâkırdıya dalıp unutmuşuz! Belki de pek mühim bir İradel seniye idi! Yapmacık telâşlı hareketler- de bulunmıya başlamıştı. Şaş- kınlığından yazıhaneden ayrıla- rak yanına gelen miralayın yü- züne baktı: — Bir hünkâr çavuşu pede rin konağına mühürlü bir zarf getirmişti! — Mühürlü! — Evet, Sureti mahsusada kırmızı mühürlü! Pedere götür dük ve işte takdim etmeyi unu- tarak ziyaretinize gelmişiz! — Vah vah. Ne yapalım şim- di? — Vallah bilmem. emanet dahi edileme: Sustular. İhtilâlci adam san dalye üzerine çökerek yalvarır gibi söyledi: — Neferlerden birine emir buyrulamaz mı idi? — Ne gibi beyefendi? — Şuraya sarasker dairesine koşup pederin gidip gitmedik- lerini öğrenebilmek için! — Rica ederim. Ondan kolay ne var? Ayaklarına mı Üşene- cekler beyefendi! Bir daha «rica ederim» diye- rek zile bastı. Gelen yoktu. Bir daha bastı. Yine gelen olmadı- ğını görünce, celâllenerek kapı- yı açtı: «Kim var orada!»> di; gürledi. Divanhanede duran k: 'nun neferi seğirtti: — Kimse yok efendim. — Ya sen necisin? — Paşayı bekliyoruz. — Akşam oldu. Efendilerin hepsi gittiler. — Artık gelen giden olmaz! — Karşıki daireye koş, çabuk Barasker paşa hazretlerinin teş rif edip etmediklerini sor, gel! — Nöbeti kime teslim edelim efendim? — Sana ne emir veriliyor? «Haydi marş!» dedi. Âmirlik nüfuzunu göstermiş olmak için saraskerin oğluna döndü: «E- #ek herifin yediği herzeye bak!» diye kaşlarını çatarak mosmor kesilen kanun neferinin ardın- dan dişlerini gıcırdattı. Dışarıda pencereler önünde arkası dönük bekliyen gök göz lü adam, yıldırım gibi atılmış- tı. Köca divanhane bomboştu. Koşan kanun neferinin ayak sesleri uzaklaşınca, Süleyman paşahın odasına dalarak kapı- yı çevirdi. İlkin halıcılara mek getirmiye giden hizmetçisi geldi zanneden genç mareşal, aldırmamıştı. Uzandığı portatif karyola üzerinde gazete oku- yordu. Gözlerini döndürüp b: kar bakmaz sıçradı: Uzun bi lu, vapur dumanlı gözlüklü bir sivil! Kimseye (Devamı var) Bibi olacak, Şöyle ki: Bir eve kapının üstündeki sa; vandan hırsız girmiş. Sayvan, çürükmüş yıkılmış; hırsız ölmü; Kardeşi kara kuşun huzuruna Aakmış: — Efendim.. demiş, ev sahibi sayvanı çürük yaptırmış, karde- şimin ağırlığım çekemedi, çök- tü... Ev sahibinden dâvacıyım. Kara kuş ev sahibini getirt- miş. Meseleyi sormuş.. Ev sahi- bi: — Kabahat benim değil.. de- dülger çürük yapmış! Dülgeri getirtmişler: — Çiviler ” kısa idi, Kabahat nalburdadır. Nalburu celbet — Evet! demiş. dedir. O g mıştı mi tutmadı. Kabahat ben ün uzun çivim k; Cezama razıyım. Kara kuş hükmü vermiş: — Naburu götürün., Yıkılan sayvanın altındaki kapının çer- gevesine asın! Biraz sonra nalburu geri ge- tirmişler: — Efendim! Asamadık. Çünkü Zalburun boyu uzun.. Ayağı yerden kesilmiyor... Küş ı — Bunun için a mekte mânâ var mı? Gidin; kısa boylu' bir nalbur bulun; onu a- sın! 2 Tıkanan kulaklar: azeteler için mülâkat na- G cevaplı makale — yazarı n Bayın — çalışma İstanbulun fethinden sonra uzun müddet bomboş bir hal- de kalan Yeniköy, muhtel yerlerden gelen Rumlar tara- fından imara başlanıp Ruman yanın Vagni kasabasından ge- leni ulahların da burada yer- leşmeleri, Boğazın bu semtini genlendirmişti. İlk zamanlar (Vagni) — köyü deniliyordu, sonraları bu isim (Yeni) ye çevrildi. Aya Yani, Aya Pa- raskevi ve Trapol ayazmaları meşhurdur. Büyük İskenderin babası Filip'in kumandasile gelen ordu, burada Bizans kuv vetleri ile çarpışmış, mağlüp ol- muştu. Buradaki Aya Yorgi kilise- sinde Bizansın üç Patriği gö- mülüdür. Yeniköyün Kalender köşkü, Osmanlı tarihinde mühim yer tutar. Üçüncü Ahmet devrinin çılgın eğlence senelerinde Da- mad İbrahim paşa burayı da imar etmiş ve şenlendirmişti. Gelicek yade dilin doğrusu derdin yeniler, V 120 yal önce İstini YENİ SA A BAH yeden Boğazlçine bİr bakış — Mis Pardo'nun albümünden — YENiKöY -iSTiNYE Yazan : NİYAZİ AHMED BANOĞLU l Tazelerle Yeniköydeki o es- ki demler Diyen şair, buradaki eğlen- celeri ne güzel telmih ediyor. İkinci Mahmut Rusya mu- harebesi münasebeti ile sanca ği şerifi çikardığı zaman Ka- lender köşkünü ittihaz etmişti. Sancağı Şerif bu köşke konulmuş olduğun- dan hanedana Mmensup gerek hükümdar ve gerek şehzade- ler, buradan geçerlerken köşk gözden kayboluncaya kadar arkalarını Kalender köşküne çevirmezlerdi. Yeniköy Bizans zamanında, Hukarıdâ dâ keydettiğimiz ki- lise ve ayazmalarından dolayı meşhürdu ve bir kaç güzel ya- h İle süslü idi. Köyün eivarı kocayemiş ağaçları ile kaplı olduğundan buraya (Komaro- des) adı verilmişti. harekât üssü İstinye, Bizans zamanında güzel bir limandı. Buraya, İs- tanbulun ikinci Halici diyenler bile olmuştur. Eski adı Sox- hönion veya Löosteniondur. Bu isim de bir efsaneden gel- mektedir. Boğazın her iki ta- Tafında hüküm sürmekte olan Bebriker'ler kralı Amikos, Yu- şa dağında büyük bir saray kurmuştu. Amikos'a karşı ya- pılan büyük bir hücumda ka- natlı bir peri yardıma koşmuş tu. İşte bu perinin gerefine Argonotlar bir heykel dikmiş- ler, bir mâbed yapmışlardı. İş- te bu perinin adı, semte âlem olmuştu. Daha sonraları Kos- tantin Mikâil Aleyhissilâm a- dıng, (Arkanj Mikel) bir kili- se yaptırdı. “İstinyede bir de imparator sarayı vardır ki, bü saray 921 yılında — Bulgarlar tarafından tahrip edilmişti. İstinye, Bul- gar ve Rusların üsti muna uğrıyan ve her te defa tah rip edilen bir semttir. 942 yı- hücu- lında yapılan Rus hücumu, şehri tahrip etmekle kalma- mış, bütün insanları da kılıç- tan geçirilmişti. Tarihte bunca hâdiselere sahne olmasına rağmen fetih- ten sonra da İstinye oldukça rağbet gören, yalılarla süsle- nen bir semt olmuştur. Müftü Yahya efendi, Yeniçeri efendi- si Koyun zade, hadım Ali ağa, Boşnak İsmail efendi gibi âyâ- na ait yalılar Boğaziçinin en güzel yalıları imiş. Evliya Çelebinin o tatlı mü- balâgası ile bin gemi sığar de- diği körfezin civarında, her devir içkili eğlence yerleri bu- lunmuştur ve otun içindir ki, Fenni efendi şöyle der: Rüzgârın semtinden — oluruz fzade İçelim yar ile İstinyede ten- ha bâde * Yarın: Mirgün, Anadoluhisarı (Baş tarafı 2 incide) dirde, bunu ancak cepheden ve yalnız askeri vasıtalarla yapabi lirler. Bundan dolayıdır ki, mü- dafa meselesi, Türkler için bi- rinci plânda gelen bir meşgale- dir. Türkler, on yıla yakın bir za- mandanberi 600 bin kişilik bir orduyu harb vaziyetinde bulun- durmakta, ve bugün, memleket gelirinin — yarısından fazlasını Milli Müdafaaya tahsis etmek- tedirler. Fakat Türk hüküme lerinin hiç biri orduyu terhis etmeyi aklına bile getirmemek- 5 Mes'uliyet denilen Zümrüd-ü Anka! Türkiye daima endişe içinde imiş tedir. Türkler, bugüne kadar saldırılmamalarının sebebini yal nız tetikte bulunduklarına at - fetmektedirler, Bununla beraber, — Türkiye 1947 başlangıcında askeri mas rafların ağırlığını kaldıramıya- cağa benziyordu ve bu hen- gümedir ki başkan Truman, ma t doktrinini ilân etti, Ameri- kanın Türkiyeye ve Yunanista- na askeri yardım programı ka- bul edildi ve bu, 'Türkiye ile A- merika devletleri tarihinde ye- ni bir çağ açmış oldu... (Paris - Presse'den) OHBETLERİ YAZAN: ARI Verem Savaş Derneğinin kongresi İstanbul Verem Savaş Derneği Y49 yılı kongresini dün saat 1480 da Eubba odasında yapmıştır. Kongre başkanlığına Cevad Ni- zamj seçildikten sonra idare heye- tenin faaliyet ve hesab raporu oku- narak tasvib olunmuştur, Bundan #onra Prof, Tevfik Sağlam bir ko nuşma yaparak Verem Savaşı Der- neğinin faaliyetlerini belirtmiştir, Dileklerderf sonra seçim yapılmış ve yeni idare heyetine: Tevfik Sağ lam, Tevfik İsmall, Kudsi Esen - can, Safiye Hüseyin, Mustafa Arı- can, Fahir İpeki Cevad. Nizami, seçilmişlerdir. Hasan Derman, İsmet — Akkoyunlu GO DAUA : Tıka- nan kulaklar — Süt mes'elesi — Stalin, Küba da — Mehtabiye — Bir büro daha Bakanının Süt- lücede bir mü- $ himmat fabri- kasının mevcu- diyetinden ha- beri - bile yok- muş. Fabrikadan haberi — olma- daktan sonra artık infilâkı duy- Hak insanlara diğeri kötülükleri ayrı ayrı iki göz ihsan eylemiş- tir. Mustafa Fazıl Paşanın güzel- dikkatini çekmiş, Sadrazam Fuat Paşaya sormuş: — Mu! afa Fazıl Paşanın bu tenkitkâr lisanına ne dersiniz? Fuat Paşa: — Efendimiz! demiş, Cenabı biri güzellik.eri, görmek için madığinı söylemeğe hacet — yok- ir: likleri gören gözü kapanmıştır. Zalen Bakanların bu — gibi OfUN için dalma kötülükleri gö- l Tür ve ondan bahseder! haberleri duymamak — husüsün- T çü; yarsel, daki azim ve iradeleri cümlece — “erTesele * malümdur. Üt işini düzeltmek — Üzere Ahmet Vefik Paşa merhumun bir mütehassıs getirtmiş (Molyer) den (Zor Nikâhı) adı ler. Bu zat ev- ile naklettiği meşhur eserde Hâ yürer velâ bir dük- kim Senâf kulağınını birini yalnız &XXXX“ kâna — giderek Şark diğerini de yalnız Garb li- Ş bir bardak süt Sanlarına vakfetmişti. Bizim Ça- ZEZ | istemiş. — Ma. lışma Bakanı da nâhoş gelecek vimtırak — bir gürültülere kulaklarını tıkıyor. , Mmâyi' vermiş- Mısırlı Mustafa Fazıl Paşanın ler. Bunü - İçe bir gözü görmezdi. Paşanın hiç mek — istemiş; bir icraatı beğenmiyerek giddet- fakat — midesl le tenkit eylemesi Sultan Azizin kabul etmediği için içememiş.. Oradan mandı- raları, ahırları gezmeğe - gitmiş, İçeriye girince yarı beline kadar yaş gübreye gömülmüş.. Güç belâ kurtarmışlar, Süt mütehas- Bısı masanın başına geçmiş rapor olarak gu cümleyi yazmış: «Türkiyede süt ol gıdadır ki halisi ancak emzikli kadınlarda bulunur.» Bir tarihte bir matbaada gayet eski bir basım makinesi vardı. Bilmem ne kadar sene hizmet et- miş, çarklarında — bütün. dişlleri dökülmüştü. Bununla beraber za- vallı makine ihtiyar bir dolap beygiri-gibi yine akşam ko- gulur; gazeteyi basardı. Arada takatten düşüp artık hiç çalışa- mıyacak hale gelince dışarıdan uştalar celbedilir; mümkün me tebe tamir ettirilerek yine çalış- tırılırdı. Bir gün bir Amerikan üsta ge- tirtildi.. Adam makineyi mua- yene etti; biraz işletti; sonra Makinenin sahibine sordu: BACANAK KAVGASI İzmit 12 (Hususi) — Dün ak - şam şehrimizde kanlı bir vak'a ol- Ş, Halit Koymaz ve Salih Tuna adlarında iki bacanak kafaları çek tikten sonra yolda giderlerken kav Bunlardan geya — tutuşmuşlardır. Salih Tuna, bıçağını çekerek Halid' 1 ağır sürette yaralamıştır. Mütecaviz yakalanarak teslim edilmiştir. Tekel Bakanı gitti Gümrük ve Tekel Bakanı dok - de tor Fazıl Şerafettin Bürg dün sabah İzmire gitmiştir. — Siz bununla gazete 1f? ba- sıyorsunuz? — Evet! Gazete basıyoruz. Dediler. Usta büyük bir teha- lükle gazete sahibinin elini sık- tı — Tebrik ederim!. Dedi ve başka bir şey söyleme- den çıktı gitti. * Stalin, Küba'da: üba'da karnaval mevsl- minde Stalinin yüzünden karnaval mas- kesi yapmışlar. Bu buluş - çok hoşa gitmiş ve herkes bu mas- keleri — büyük İN bir zevkle yüz- Ş lerine takmış- K Ş $ mümessi- G dımz " yet İince nasıl lâkki edildiğini bilmiyoruz. Fa- kat bu haber bana eski bir Rus hikâyesini hatırlattı. Bolşevik — ihtilâlinde bir nutuk irat etmiş: V Rus ihtilâlini nasıl an! Trosky yi rını izaha davet etmiş. den biri kalkmış elinde bir bastonla kürsüye çıkmış: — Arkadaşlar! — demiş, . ben, Rusyayı gü elimdeki bastona benzetiyorum. Bastonun sapı a- Hılzadelerdir; ortası amele — ve çiftçilerdir; nihayeti ihtilâleller- dir. İhtiâl oldu. Baston - tersine döndü. Baştaki asılzadeler, niha- *te geldi. Sondakiler başa çıktı. “Amele ve çiftçi olan bizler, hiç d adalete Yazan: Eski bir pehlivan Arnavut oğlu da gaşırmıştı. Çünkü bu ismi o da duymuşta. Fakat kendisinin bu derece kuv vetli ve usta olduğunu, Kavas oğlu bir pehlivanla bir çocuk- la oynar gibi oynıyacağını doğ- rusu Ümit etmemişti. Şimdi güreği herkes daha bü- yük bir alâka ve heyecanla sey rediyordu. Kavas oğlu da öyle davranıyordu. Güreş çok güzel- leşmiş ve heyecanlanmıştı. İki büyük pehlivan yekdiğerini alt edebilmek için bütün varlarını yoklarını ortaya koymuşlardı. Kavas oğlu bilhassa yere düşğ memiye dikkat ediyordu. Çün- kü Kara Bekirin ne müthiş ka- zık vurduğunu az evvel tecrübe etmişti. Böylece güreş daha bir saat kadar ayakta devam etti. Bu müddet zarfında Kara Bekir çok daha hareketli güreşti. Hamleleri, hücumları ekseriyet le o yaptı. Kavas oğlu daha zi- yade müdafaa güreşi tutturmuş tu. Yere düşmemiye bakıyordu. Buna rağmen bir saat güreş- tikten sonra Kara Bekir tekten kaparak Kavas oğlunu tekrar bastırmıya muvaffak oldu ve meşhur kazığını vurdu. Kavas oğlu tam yarım saat- lik müthiş bir uğraşmadan son ra güç belâ kazığı sökebildi, Bu müthiş kazığı sökebilmek ve bundan kurtulabilmek hakika- ten büyük bir işti ve bunun için en aşağı Kavas oğlu gibi bir pehlivan olmak lâzımdı. Kavas oğlu kurtulunca Arna vut oğlu Ali ağaya döndü — Aferin Kavas oğluna! de- di. Kazığı sökebildi. Fakat bu oyuna bir daha düşecek olursa kurtulacağını ummuyorum. Çok yoruldu. Hakikaten Kavas oğlunun çok yorulduğu ayakta duruşun- dan bile belli oluyordu. Şaka değil, kazıkçı Kara Bekir gibi bir pehlivanla iki saatten fazla boğuşuyordu. Bu az bir şey mi idi? Bu sırada akşam da yaklaş- mıştı. Hakem heyeti bu fırsat- tan istifade etti. Cazgır da peh Tivanlara yaklaşarak Onları a- yırdı: " — Vakit çok İlerledi. Halk güreşinizden son derece memi- nun kaldı. Müsaade ederseniz sizi berabere ayıralım. Bu teklife iki pehlivan da iti- raz etmedi. Kavas oğlu buna çoktan razı idi. Çünkü artık gü reşecek takatı kalmamıştı. Ka- ra Bekire gelince, hünkâr peh- livanının hakkında yaptığı nü- mayiş, kendisini halka takdim edişi ve takdir göstermesi kar- gısında itirazda bulunmayı ayıp sayıyordu. Bu suretle Kara Bekirin Ka- vas oğlu ile yaptığı bu ilk güreş berabere ayrıldı. Daha evvel '| Deli Hafızı yenmiş bulunan Ar- navut oğlu da başka güreş yap madan başı aldı. Ali ağa güreşten sonra biz- zat kazıkçının yanına gitmiş, u- zun boylu özürler dilemiş ve 'nu çadırıma zorla misafir etmi: ti Müteakip günlerde Kara Be- İ kir yine meydana çıkmış, fakat değişmedik, yine ortada kalıyo- ruz! Bu amele ertesi günü kurşuna dizilmiş! * Mehtâbiye: «Kaçanın anası ağlamaz.» me Belini vaktiyle en güzel tatbik eden millet ya- hudilerdi. - Fa- kat şimdi artık bu meselin Fi- listin toprağın- da yahudi Üle kesinde bir mü- nası kalmamış- tır. Yahudiler kaçıyorlarsa bu .da ancak Filis- tine kapağı atmak içindir. Geçen gün bir motöre atlıya» rak bir gemiye binmek için Mar« maraya açılmışlar.. Ve yaka« lanmışlar. Aksi gibi çoğunun a8- kerlik ve vergi borcu ile alâkala- ti varmış. Kendilerine bu vakitsiz sefer- den bahsolunduğu zaman kem küm etmişler; sadre gifa verecek bir cevap verememişler. Bizim bildiğimiz yahudi milleti hazır cevaptı; böyle sualler karşısın- da şaşalamaz; amma nasıl ol- muşsa dilleri dişleri durmuş. Hal buki diyecek hiç bir gey bulama- şalar göyle göylerlerdi: — Bakdık ki hava yuzel.. Biz de bir motor tutduk biraz meh- tab seyredelim dedik., Suç mu oldu? ? — Hani mehtap? Sualine, sergiye eser diye boğ Yi ötekine, öteki berikine, bi ki guna, gu, buna havale edecek. Netici havale.. Değil mi? müştekâ! sırrına coktan dirk 18 MART 1949 ) Tefrika No. 22 Bu oyuna bir daha düşerse kurtulacağını ummuyorum bu sefer ne Kavas oğlu, ne de Arnavut oğlu ile tutuşması kıs met olmamıştı. Çünkü iki hi kâr baş pehlivanı ertesi gün âiğer güreşleri beklemeden İs- tanbula dönmüşlerdi. Bazı kimseler Kayas oğlu ile Arnavut oğlunun o zaman Ka- ra Bekirden çekindiklerini, sırf kendisile güreş tutmamak İçin İstanbula döndüklerini, yâni meydandan kaçtıklarını bile lde dia ederler. Fakat biz bilhassa Arnavut oğlunun böyle hir kü- güklüğe tenezzül etmiyeceğin- den emin bulunuyoruz. Her ne hal İse... Kara Bekir orada kiminle tutuştu ise hep- Bini yendi. Ödülleri topladı. Halk da kendisine bol bol parsa veriyordu. Bir çok hemşerileri- le görüştü. Bunlar merak içi de nerelerde olduğunu sorüyor- lardı. Fakat kazıkçı Kara Be- kir bunlara müphem cevaplar veriyordu. Güreşler sona erdikten sonra Ali ağa Kara Bekiri tekrar cift liğine götürdü. Bir kaç hatta bırakmadı. Kara Bekir aldığı ödüller ve topladığı parsalarla kılık kıya- fetini yoluna koymuşta. Niha- yet gitmek için Ali ağadan izin istedi: Ali ağa sordu: — Nereye gideceksin —pehlie van? — İstanbula gideyim diyor Tum. Cazgır söyledi. İyi güreş: ler oluyormuş. — Çok iyi edersin. Haydi ya Yun açık olsun! İşte Kara Bekir ilk defa olax rak İstanbula bu suretle gel mişti. Şehzadeliğinden beri pehlivan lığa son derece merakı olan Abdülâziz, tahta geçtikten son- ra da bu merakından vazgeçme miş olduğundan İstanbulda peli livanlık pek revaçta İdi. Her, cuma günü İstanbulun Rami, Kadirga, Ihlamur, Sarıyer- gibi yerlerinde heyecanlı — güreşler yapıliyor ve bunlar çok geniş bir halk kitlesi tarafından tar kip ediliyordu. Bundan başka ekseri cuma- Tar padişahın önünde de huzur güreşleri yapılıyordu. Bu güreş Ter ancak padişahla birlikte beç '©n dâvetlisi ve yakını tarafın dan takip edilirdi. Huzur güreşleri de en fazla esa sen Barayda vazifelendirilmiş bulunan hünkâr pehlivanları birbirlerile güreşirlerdi. Bunları bizzat Sultan Aziz eşlendirirdi. Dışarıda nam kazanmış pehli- vanlar da bazen bu güreşlera dâvet edilirlerdi. -Bu — yabancı pehlivan eğer padişahın he?f hangi bir pehlivanını yenecek 0- lursa istikbalini garanti etmiş olurdu. Çünkü kendisine ekserie yya sarayda bir hizmet teklif ee dilirdi. Bu hizmetler şamdancı başıs hk, Seccadeci başılık, hamlacıs hk gibi işlerdi. Zamanmın bü- tün büyük pehlivanlarını saras yında toplamış bulunan Sultan Aziz, bunları birbirlerile çarpış tırmaktan büyük bir zevk düs yardı. (Devamı var) bir çerçeve asan bir ressamın cevabını verebilirlerdi. Ressam. boş çerçevenin altınaş «Hazret-i-Musanın Kızılden'zi gel çişi> başlığım yazmış. Sormuşt dar — Musa nerede? — Geçti. —-Firavun nerede? — Geliyor. — Ya Kınmldeniz? — Çekildi. * Bir büro daha: K gisiyedilikle — mücadele aldı yürüdü!.. Maşaallah! Bir yandan kud rolarda tasarş £ ruf, bir yandağ E kırtasıyecllikle Ef mücadelej ötew Z den de halk kın şikâyetleri ni dinlemek 3 çin yeni bir SA büro! Yeni bir bü« ro demek asgarf dört beş memur: luk yeni bir kadro demektiri ye< ni bir kadro demek masalar, san dalyeler, kalemler, defterler, kâ- ğıtlar demektir. 5 Şikâyetinizi yazacaksınız. Kocaman bir tomar! Şikâyet ne olacak? Makama O halde büro kurmağa ne ha- cet? ilallahl fgina. Halk ötedenberi Ve