“BALKANLARDA — SON SEYAHAT — (Eaş tarafı 1 Inci sayfada) | çarşısıdır. Bu karış karış biliyorum, çün mektebinde oki Anamın şerrinden kurtulmak okumak için buratan İstanbula kaçtın Mahzarası yürekler acısı So- fular - çarşısı dolaşıyorum. Arkamda iyi giyinmiş, şapkalı,' izbandud çapında iki adam. Pe- şimi bırakmiyorlar! Hafiye mi ne? Halbuki Belgradın bana verdiği bettlik ve gösterdiği misafirpe k . çok büyük Bir çarşı kahvesinin hasır is- kemlesine oturup Kosva işi bir sade kahve içivorum. Onlar da karşıma oturdular. Vazgei etele dönmek daha hayırlı. e — icerledim. V'n(ı'“ıu raya geldiğinizi herkes gihi med- | ruseliler de biliyorlar. Şaykalı - smaz. Bir avuç beyinsizi başları- na toplayarak size hakaret ede- | biliri Anladım. — Teşekkür - cettim.' Doğrudur, yapabilirler. Burada bir iki mayasız hatip var, her cuma namazından sonra min- berde Ankaraya küfrediyorlar. Hazır fırsat, aralarına girmiş- ken elbette bana dahra sunturlu tecavüz etmekten çekinmezler. m Zzaman bir te- ş. Kamariyer güzel girdiğ — Bir kayıbınız. var mı Gös- podin?. Hemen yel attım. Ben de tün pâramin cüzdanım yok! girerken imin iç cebine el ie şafak attı! Bü- çinde bulunduğu Meğer banyoya man cebine koy- ihtiyatlılık! Ko- ken banyoda bırak-| ler bizim on liralığın karşiliği kadar ar verdim. Çok diye almazlık sterdi. Zorla aldırdım. Cüz- danın içinde ne- olduğunu bil-! seydi, belki de azımsardı. bile! Bosnaya gitmek üzere tre- ne bindim. Sempatik rehberim bana medeni terakkilerin yıldı- rim çabukluğiyle memlekette arttığını anlatıyordu. Ve medeni mühim bir misal olarak dedi ki — Bizde trenler saniyesi sa- niyesine kalkar ve kalkarken düdük çalmaz! Tıpkı Avrupa-' - daki gibi. Pek meranun oldum. Ne ya- zik ki tren hareket dakikasın- | dan' bir buçuk saat sonra kılk- üç düdük çaldı! . açanik boğazına, Beliyoruz. Bu boğazın iki şuyıîınhçe şöh- | retldir. Biri Arnavut isyanları- | na iyi ve tabil bir müstahkem mevki oluşu diğeri de delikli taşı. Bu bir çeşit tüneldir. Ru-! meli Beylerbeyi — Muhsin oğlu| Abdullah paşa deldirmiştir. Ab- | dullah paşa bir kaç defa Bosna ve Niş eyaletlerine beylerbeyi tayin edildiği için yolsuz olan bu diyarda bu tüneli açtırmış- tır. “Eskiden buralarda bütün balk dişlerine kadar silâhlı ve| muşüm, P: H A A Hakikaten o da bir kölede" başka bir şey değildi. Bu davet sadasını işitince başını önüne cğerek kudretli sahibesinir em- rine itaattan başka yapacık bir şey yoktu. Resme bakarken göz- lcrinin karardığını hissediyor, kendi kendinden utanıyordu. Başını çevirdiği zaman Dilfi- kâr, lâke kanapede oturuyordu Fazılın kendisine baktığını gö vünce yanında ona da bir yer vermek için k.mıldadı. Peştahtay) ücretini sayan sa- nibesi, bundan başka — tür- lü malın” yanına davet edemez- di. Fazd, boynunu eğdi ve ufak bir. tereddüt göstermeğe bile Iüzumı histetmeden prensesin p'na oturmak için kanapaeye ı ilerledi. ... r hanım asına Mebrük! dedi. içeriye giren Arabayı hazır 'amekânlı kapıya kadar be- er indiler. Şoför, kapıyı aç- tı. Fazıil, Dilfikârın elini öptü. Otomobile girdi. Mebrük Prens Mehmet Paşa zamanından kal- ma bir an'ane ile Fazılı yerden selâmladı. -Araba dış kapıdan rken uşaklar, kapıcılar, bah vanlar da temenna ateş talimi bel efendilerini teşyi emrediyorsunuz, ı lâzım diğini iikâra kal yaklaşam kadar | dasında Firzovik geçi- serbest gezerdi. Arnavutluk di de öyleydi. Her h isyanında buraları âsi ordugâhı halini alırdı. Saraydan, Babiâ- liden nasihatçiler gelir ve mü lüman kanı dökülmesin diye ö- ğüt verirler ve baba şefkati gös terirlerdi. Fakat bir kaç ay son- ra gene Türklere karşı isyanlar başladı. Asırlarca sürdü ve ni- hayet bize koca Rumeliyi kay- bettirdi. Bu isyancıların en meşhuru İsa Bolatin adında bir dazlı Ar-| navud bayraktarıydı. Bizimi ler baba şefkati göstermeğe raşırken Bolatin Türk kanı dö- kerdi. Konnartimanda — bir yahudi| aile r. Bosnâtun- Banyâlo- civarındaki Yayçe say- gidiyorlarmış. | bir aile. Eskiden Ü et Mmeclisinde de âzalık et- Bizimle hiç bir münasebe- nadığı halde gösterdiği inanmamak doğru ol- zoviki konuşuyoruz. tren F anikte durdu. ne o sırada bir tesadüfle sordum: — Şimdi o eski Bolatin kızan- ları ne yapıyorlar? — İşte, dedi. Bunu yapıyor- lar. Dışarıya baktım. Dalyan y: pılı, arslan perçimli Arnavut- lar boyunlarına - birer iple tak- tıkları senet işportalarda dağ çileği, dağ vemişi, dağ - çiçeği satıyorlar! Ne ceplerinde çakı bıçağı, ne bellerinde mermi ko- lanı, ne de omuzlarında - emni- yet kanadı açık ve hazır - mav- şunu zer.. Hayır, hiç bir şey yok.. Dağ yemişi, dağ- çiçeği, ve us- luca ticaret! Ah, hain ve sahte baba şefka- | ti! diye içim sızlardı. Eğer biz | vaktiyle bu baba şefkati yerine, | baba inzibatı, baba cezası gös - | termiş olsaydık, işlör Ve netide| ler böyle olmaz... Neyse, - dost: memieketteyim, büfları - gİzlice düşünmek bile yakışık almaz. | Mukadder bu imiş, herkes lunca gerek... Firzovikde de ayni sulh ve | sükün!. Çoğumuz - Firzoviği — bilmez. Halbuki o bir Türk yeridir. ve Türk zaferine saha olmuştur. İkinci Sultan Murad Üsküpte gok kaldı. Taş köprü onun ber- | güzarıdır. İki Kosva melhame- | sinde de bulundu. (1446) de Macarlı Yan Hunyadin kuman- 'i Bohem - Macar - Al- man müttefik ordularını (İkinci | Kosva) da perişân etti. İşte bu!! kahramanca — muharebeler - es- nasında Firzovik mevki kuman- danı Firuz Bey çok — kahra- manlıklar gösterdi, zaferler el- de etti. Bunun üzerine o bölge | ye (Firuzbey yeri) denildi. Dağ İlar lehçesinde ve zamanla Fir- zovik oldu. Bakalım bundan | sonra n- olacak? Eğer bu yahudi ailesi olma- saydı, yollarda çok zorluk çeke- | cektim. Aktarmadan aktarmaya sekiz, aktarma dokuz. Tesekkür | ederim ki rehberlikleri sayesin- | de Saraya varabildim. | Aka GÜNDÜZ | zannediyordu. Aralarında yük - selen servet duvarını bütün gay retine rağmen aşamamıştı. Bun dan zengin kadırân memnun ol- madığını sanıyordu.T hyarak Dilfikârı mesgul edecek mevzular düşünmüş ve buldu - ğu sözler birtakım ilim nazari- yelerine çıkan bahislere müncer olmuştu. Halbuki Fazıl daima ciddi şey lerden bahsetmezdi. Münire ile buluştukları zaman en ehemmi- vetsiz seyleri gülüne şekillere so karak saatlerce gülüşürlerdi. imdi tabındaki bu neş'enin DN 1 tamamen kurumuştu. Ruhu bir cenderede imis sibi sı- kılıvor bu camları kapalı araba- nın içinde kendisini bir mahpe te zannediyordu, Sol bileğinde alışmadiğı bir ağırlık hissetti. Derhal hatırladı. Dilfikâr başbaşa geçirdikleri ilk mülâkatlarının bir hatırası olarak ona altun zincirli bir kol Bu altun saati hediye etmişti. zincir ona bileğine takılmış bir aret kelençesi gibi geldi: Ya- vaşca çıkardı, cebine yokdu. İnsanlar tezyinat olarak kul- landıkları bütün müce bir bağ, bir köstek, bir düğ eklinde olmasını istiyorla Kulağı delin geçirilen bir küpe ile, bir canavarın burnuna takı- lan halka arasında ne fark var- dı? Boyuna geçirilen bir gerdan lik nihayet bir tasma değil mi idi? ün bu hülliyat'ın kı metli taşları, madenleri hazfedi- lecek l esir olursa — insanlarla or olan havvanla İtnettüp eden insani vazifesini de . Her Sabdh H BERRENESTSETEEEE A İ Avrupa hartbi ve | Türkiye B yetinin muhasım devlet- | lerin harp esirleri ve enterne| edilmiş sivil halkı hakkında mü | tekabilen malümat teatisi ga- yesiyle Ankarada merkezi bir büro tesis etmesi, Türk hükü- metine de büyük bir şeref ka- zandırmaktadır. Bu hâdisenin en büyük kıyme ti, her iki taraf muha ler blokunun Türkiyeyi tam mâ nasile bitaraf ve harp dışında | saymaları, Türkiyenin en bü-| yük dürüstlükle bu siyascti ta-| kipte devam. edeceğine inanma- lardır. | Filhakika bugün kan ve ateş inde çırpınan ve ıztırap çeken dünyada sulh ve sükünun tam eynelmilel kızıl haç cemi- Huç bin toprakı| , hiç bir memle- | kete karşı sula hırsı beslemi- yen Türkiye, ayni zamanda ken di öz toprakları için de azami kıskançlıkla hareket edeceğine | talebi olmay: tün düny inandırmış — bu- | lunmaktadır. Her şeyden evvel | kendi milli kuvvetine ve ordu- | sunun yenilmez kudretine ina-| nan Türkiyenin bir taarruza uğ | radığı takdirde ne kadar gi memiş bir şiddetle yurdunu mü- dafaaya koşacağını bugün her-| kes biliyor ve bunun içindir ki| aziz yurdumuza İ istik- lâlimize karşı bi rafından en bü teriliyor. Bir zamanlar “Avrupanın hasta adamı,, sıfatile anılan, keşmekeş içinde inhitat ve aciz| çukuruna yuvarlanmış - bucalı- | yan Osmanlı imparatorluğunun | inde böyle bütün dünyanın | hürmetini ve saygısını kazanan bir devletin kurulması nasıl bir | mucize telâkki edilemez? Türkiye, şimdi kendisine te- ayni vakâr ve ciddiyet ifa edecektir. A. C. SARAÇOĞLU | | ıriudei HALKEVLERİ Lozan zaferi Şişli Halkevinden: Lozan Zaferinin yıldönümü ! eli münaşebetile 24/7/1941 perşem be günü saat 21.30 da caz takı- mının. iştirakile evimiz. bahçe- | sinde bir toplatıtı yapılacak ve bu mevzuda bir de könferans verilecektir. Herkes gelebilir. Beşiktaş Halkevi Temsil kolu turneye çıktı Beşiktaş Halkevi temsil şu- | besinin, temsillerde — güsterdiği muvaffakıyeti nazarı dikkate a- | lan parti merkezi, Beşiktaş| Halkevi — temsil koluna Orta | Anadoluda bir turneye çıkmayı | teklif etmişti. Partinin bu - te- veccühünü — kazanan — amatör | gençler dün Ankaraya müte - | veccihen hareket etmişlerdir. İlk temsil Ankara Halkevinde verilecektir. t Yazan: Ulunay inmiş oluyorlardı. Kendi kendine — Haksızlık ediyorum! dedi. Kadının bana karşı - gösterdiği nezaketi fena tefsir ediyorum Dilfikâr gibi bir kadın da bana hediye olarak iki gömlek vermez di ya, Nihayet erkeğe verilecek hediye bir saat olabilir. Başka ne versin? Tekrar aklına münire geldi. Bir gün Fazıla bir boyunbağı hediye etmişti. O zaman bunun boynuna dolanması itibarile bir yular olabileceğini hiç hatırına getirmemisti. Demek her şeyi hayalin tefsirine tâbi bulunuyor duü. Araba köprüden geçiyordu. för, Fazılı mümkün merte- be sarsmamak için önüne çıkan mâniaları tâ uzaktan tahmin ediyor, arabayı ona göre ya - vaşlatarak idare ediyordu. 'azıl, kendisine hürmetkâr bulunan bu adamla arasında bir vakınlık görüyordu. Böyle şo - förlerile, arabacılarile, vekilharç ile, kâhyalarile evlenmiş zen gin kadınlar yok muvdu? Dilfikâr da istemiş olsaydı ö- ı adam rabanın isti- kamet çarkını bıraktırır, yanına oturtabilirdi 'et İ tibarile ikisinin de aralarında hiçbir fark hdaki aş- İçtimai vazi ğ yoktu. Halk Edebıyatı, Saz Şairleri, Semai Kahveleri G ea Saz şairleri ve orta çağ — Trubadur acaba Derbeder.midir? — Saz şair- lerinin peşrevleri — Süruri babanın bir koşması — Tavuk pazarı şair- leri — Semai kahveleri — Kıyafet ve dekor — Muammayı halledenler — “Çığırtkan ,, ın vazifesi nedir? — Semaiye giriş — Meşhur semaicil>r - — | Sadeliğe doğru ilk adım — Selânikte çıkan bir mecmua — Fahriy: “Anadolünün çok lere “âşık,, derler. Sazını hama- ilvâari boynuna geçirip diyar di- yar gezerek çiftliklerde, kasaba ve köy kahvelerinde doğrudan | doğruya tabiatın kendilerine il- ham eylediği giirleri inşad eden bu büyük san'atkârlara “âşık,, demek doğrudur. Zira şahsi ve tasavvufi aşkları bir tarafa bı- rakılsa da hemen hemen hej san'atlarının âşıkı adamlardır. Orta çağda Avrupada Tru- badur denilen saz şairleri bizim âşıklara çok benzerler. Bu garp âşıklarına Trubadur isminin r. sıl verildiğini çok aradım. (Pro- vans) lisanınca - mazmun bul- maları itibarile olacak - “bulu- Cu,, Mmanasına gelen (truvör) den alındığına - dair bir kayde tesadüf ettim. Frenklerin saz şairleri ortaçağ mahsulleri ol - duğuna göre Avrupanın şarkla temas ettiği bir asra ait bulu - nuyorlar. Ozamanlar da saz şa- irlerine “Terbeder,, tesmiye e- derlermiş. (Trubadur) la (der- beder) arasındaki lâfzi müna- sebet bana (Provans) casından daha munis geldi. Bu şairlerin | şarkın garbe bir hediyesi olma- sı ihtimali vardır. Aşıklarda “tasannw',, yoktur; tabiatın kaynağından ilham alır lar v& onu en sade bir lisan ile kestirme yoldan ruhlara nefhe- derler. Bir kasabaya âşıkların gelişi bir hâdisedir: Herkes onları zevkle dinlemeğe koşar. Bazan yalnız, bazan ikisi üçü beraber gezerler. Güfteleri ve besteleri | kendilerinin olan eserlerini ar- zedecekleri zaman torbaların - dan çugurlarını çıkarırlar,'ev - r_ lar. Bu pes- revi havas.musikisinde mumem makamlarda. mevcut peşrevler- le mukayeseretmemeli. Peşrev bittikten sonra — aralarını saz nağmelerile doldurarak inşada başlazlar. Saz şairleri, şiiri musiki ile mezcetmişlerdir. Fakat sazın rolü, ingadda ikinci defecede ka lır. Değişmiyen ara nağmeleri şaire ancak ayak - bulmak için zaman kazandırır. Sürüri mah- lâsını alan Bursalı bir saz şai- rinin gu güzel koşmasına bakı- niz: Hüsne mağrur olma ey yüzü | rada boy ölçüşeceklerdir. Sana kâr etmedi te'sir-i- âhım, | çılar, “-eiler, kapıcılar, uşaklar hepsi onun kapı yoldaşları de- mekti. Evin önünde arabadan iner- ken şoförün avucuna beş liralık bir kâğıt sıkıştırdı. — Teşekkür ederim efendim. Şoförün ağzından çıkan bu i- ki kelimedi — Öyle ya, yavrum! Ben de senin sibi milyonlara konsam böyle yapardım! gibi bir mâna hissetti. Bunu nazarlarında da okumamak için şoförün yüzüne bakmadan kapının zilini çaldı. Her zaman - ka; Hacı dedenin yerine - bu sefe hapıvı açan bir başka adamdı. Hacı dede yok mu? ©O zaman ağlar gibi hazin bir ses cevap verdi — Fakir, Hacı dedeyim! Dilfikâr hanımın iltifatı Hacı dedenin senelerdenberi bir kılı- na dokundurmadığı torba saka- lını, dudaklarını örten posbıyık larını Nadire hanımın gazabın- dan kurtaramamıştı Aman Hacı dede bu ne hal? — Hanımefendimiz bu h bir berber emrettiler, başımda durarak sakalımı traş ettirdile bizim hatun olm a fakir bıyı - ğımı da kurtaramıyacaktım. O- nu da kırntırdılar, - ufalttılar. Halbuki fakir, sakal duamı şey &—— Nef'i ile Rıza Teyfik YAZAN CLUNAY Seni ey bi mürüvvet, seni ey vefa Kim kime eyledi etdiğin bana? imdicik yar almak istersin amma, Ne çâre civanım iş işden geçti. Benden sana izin ey çeşm-i âfet, Kiminlç istersen eyle muhabbet. Şimden geru sen sağ ben de selâmet. | (Sürüri) bu alış verişden geçti. | i birbirlerini habtdet suretile hünerlerini göste- - Müsabaka için toplandık ları yerlerde bazan bu lisan mü- | nakaşası döğüşe kadar varır.| Evvelce İstanbulda toplandık- | ları yer Tavukpazarı idi. Bura- | da isimlerine birer “y,, ilâve e-| den birçok âşıklar, bu tarzı bir | geçim vasıtası yapmışlardı. Bun lar âşık Poyrazi, âşık Rüzgâ aşık Bigani, gibi halk edebiy; taında ismi geçmiyen — birtakım | | adamlardır. Saz şairliği İstanbulda-Rama- zan ayları açılan semai kahv lerine-inhisar etmişti. Buralara devam edenler velüd genç İstan- bul delikanlılarıdır. - Kıyafetleri | itibarile sıfır kalıp fesli, cama-| danvari yelekli, bol paçalı pan- talonlu, yumurta ökçe kundu - rah, bu kasım halk tetkike de- ger. Fakat evvelâ semai kahve- lerini tarif edelim: Çalgıl kühve de - denilen bu semai kahvelerinin en meşhur- ları Aksaray ve Çeşmemeydamı gibi kabadayısı bol semtlerde - «dir. Kahveye devam edenler ek- geriya matemde gibi siyah kos- tüm gi: iyah gömlek ve iyah boyunbağı takarlar, Uzak semtlerder gelenlerin - ellerinde | köpeklerine karşı müda- Taa İçid kaln bir sopa ile bir de fener vardır Zincir şeklinde — biribirlerine eklenmiş allı yeşilli kâğıtlar ve kocaman fenerlerle — süslenen kahvede, kıranatacı, — çiflenara ve zilli maşa ile darbukacı için yüksek bir mahal hazırlanmış - İntikalinin süratine, hafıza- n küvvetine güvenenler bu-i Bu Mâni, müsabakalarda — semal, koşma, divan, destan 0-| Tefrika No. 29 J hime yaptırmıştım; çok mahzun oldum. Ne demeli? Lâ faile il- lah! Fazll birdenbire Budist rahip- lerini, Bonzları andıran bu ceh- renin karşısmda #ülmemek için dudaklarını isırdi. Hacım, dedi. Müteessir ol- . Kalederileri bilmez misin? saçlarını sakallarını de- anı, kirpiklerini bile tı- raş ederlerm Hacı dede: — Eyvallah! Evvallah. Bili- yorum. Hattâ onları Hazreti pir efendimiz hiç sevmezdi. Son- ra benim sıfatıma da yakışmı - yor. Diyor ve şeyhinin uzaktan ol- sun bir keramtile sakalının bir denbire fışkıracağını ümit edi - vormuş gibi ellerini yanakla - rında, cenesinde dolaştırıyordu. Hacı dede Fazıla derdini ya - narken aralık duran sokak ka: nısı İt Ahmet Bey girdi. Fazıla derin bir reverans yaparak Prens hazretlerine tazima- tımı arzederim! dedi. Otomo - bille yanımdan geçersin de şöy- le bir (nim nigâh) ile iltifat et- mezsin; öyle ya, yükseklerden asağıya bakmak baş dör 5 yor!, Fazıl, eniştesinin zevzeklikle- kunur. Herkesin göreci amma) denilen kit'a gsılmıştar: Muhammed dün; Bir ezan okumdu, sedâsı nerden? Dört kitab dünyaya inmezden evvel Bir elif çekildi; noktası nerden? Bu muammanın altında “hal- ledene beş lira verilecektir,, cüm lesi vardır. Müsbakaya girmek üzere her semt kendi favori'sini - getirir. Kahveye gelenler daima semtle- ri ve taraftarları ifibarile küme- li bir halde otururlar, semai kah- velerinde bir de çığırtkan var- dür ki birbirlerine rakip olanlar- la hiç münasebeti yoktur; o, ta- mamen bitaraflır. Asıl müsabakayı açan idare eden, kazıştıran, iş kavga- ya binecek bir şekil alırsa ya- tıştıran ve hemen ayağı defiş - tirip işi tatlıya bağlıyan odur. Müşteriler uzaktan görünür görünmez kahveci tâbileri elle- rindeki maşaları şıkırdatarak: — Ağam buyurun! feryadını bastırırlar. Semai, koşma meraklısı ev- | velâ fenerini söndürür, ondan sonra - çapkın tâbirile - ötura - Caği yeri dideler, yer iskemlesi- ne çöker, Müsabaka henüz basşlamamış | tır. Tübiler, ocağa kumandayı kendi lehcelerine, edalarına gö- re verirler: — Nargile, bir, iki. isfahan! Nısf-ı cihâan!. . — Taflan dibine okkalı gel! — Şekeri az. Çardak alb.. — Hafif çay bir! Yandan çarklı,, Bu siparişleri ocıll-n çalışan bütün nükatiyle anlar ve derhal kumanda edilen şey hazırlanır. Etrafta dönen muhavereleri muhite alışmıyanlar güçlükle anlarlar. Müsabakaya kıranata ekseri- ya nevadan bir taksim ile baş- lar. Çifte nâranın boğuk tın- | gırtısı işitilir. Bu girizgâh bütün gürültüyü keser. Eğer semai okunacaksa | çalgı ona göre bir ara nağınesi | tutturur; karar verir. O zamanl “çığırtkan,, bir başlangıç süy - ler, durur. Ses, sada çıkmaz. Okuvucunun arkadaşları: — Haydi başla! diye ihtar ederler. (Bonu: Sahife 6 Sütun 1 de) rine cevap vermedi. S Ahmet Bey, Hacı dedeye dön- ü: — Gördün mü? dedi. Annen dedeyi ne hale koydu? Bundan sonra adını da değiştireceğiz. Çünkü böyle sinekkaydı perdah h Hacı dede olmaz Hacı dede bir kucak sakallı olur. Damat beyin bu acı şakasının emektar adamı müteessir etti - ğini anlıyordu. Hacı dede cevap vermiyor; fakat gözlerinde Ah- met Beye karşı acıdığını ima e- den bir mâna seziliyordu. Fazıl annesinin gündelik oda- sına girdiği zaman Nadire ha- nim karşısında — Fitnatı oturt - muş yine “pasiyans,, açıyordu. Son kâğtları da yerine koyma- ğa lüzüum görmedi: — Açıldı! dedi. Tuhaf değil Mi Fazıl? Bugün bir tanesi ka- panmadı. Fitnat hanım: — Açılır zahir!.. Baht işinde hepsi beraber yürür. Fazıl pencerenin — önündeki koltuğa oturdu. Fitnat hanım sordu: — Hacı dedeyi gördün mü Fa zıl Bey? Ne güzel olmuş değil mi? Fazıl, başkalarının başına ge- len en ufak bir felâketten bile memnun olan bu kadına hayret- le baktı. Annesine: Canım! dedi. adamcağızdan? — Zavallının bü- tün şahsiyeti kaybolmuş. Nadire hanım A! dedi. Onu öyle çe içime sıkınlı gelivordu Ne istediniz ördük- Nedir Hayat gitgide pa- halılaşırken B ir vatandaş, bize gönder. diği mektupta mühim bir noktaya temas ediyor. Bu vatandaş yedi çocuk babasıdır. Eline geçen para 30 liradır. Vatandaş soruyor: “Hayat pahalılığı gündem güne artıyor. Esnaf perakende fiyatlarına durmadan zam yapı yor. Halbuki hükümetin bizim aylıklara beş para ilâve etti yoktur. Bu vaziyet karşısında son derece müşkül vaziyetteyiz. Ve bu müşkül ve ümitsiz vazi- yetimiz gittikçe efnalaşmakta - dır. Bu derdimize ne zaman bir derman bulacağız?,, Vatandaş haklıdır H ç tereddüt etmeden ev- vel emirde vatandaşa hak vermek mecburiyetindeyiz. Memlekete 7 evlâd kazandıran bu feragatkâr memurun ayda 30 lira ile geçinebilmesine hiç imkân yoktur. Dünya harbinin akisleri neticesinde zaruri - ola- rak gittikçe ağırlaşan hayat şe- raiti bu vatandaşı şüphe yok ki çok müşkül bir mevkide bırak- mış bulunmaktadır. Ne yapmalı ? u mühim derde şifa ola- bilecek bir hattı bareket, bu vaziyette bulunan vatandaşla rın iridâdlarına kosmak, ne şe- kilde olursa oisun onların mad- di ıztıraplarını hafifletmeğe ça- Dşmaktır. Esasen harp şeraiti karşısın- da bir çok milletler hayat stan- dardının yükselmesini nazarı itibara alarak ufak memurları- z nn Maaşlarını yükseltmişler- dir. Bu vaziyet pekâlâ bizde de tatbik edilebilir. Yine bu husuş- ta ilk adım olarak pekâlâ hükü- met. tarafından bir “asgari üc- ret,;starifesi kabul — edilebilir. Maaşları ve kazancları bu asga- ri seviyenin altında bulllnan wik <0 tandaşların ücretlerine bu mik- tarda zamlar yapılmalı, böyle- likle bu vatandaşlara yardım edilmiş olmalıdır. Hükümetin bu noktayı hassa- siyele nazarı iibara “alacağına ve bu vaziyette bulunan vetan- daşların imdadına- koşacağına emin bulunuyorum. Yalnız ıı. bir ân evvel MURAD sskz'oi.'ı.u G AAAA A Zorlu kiraci Ev sahibini dövdü Lâleli civarında oturan Gü- zin evinde bir kadın, dün kira Mmeselesinden dolayı ev sahib. ile kavga etmiş ve ev sahibi Hz lili komşular yetişinceye kadar bir hayli döğmüştür. Güzin cürmü meşhud halinde yakalanmış, adliyeye sevkedile- rek birinci sulh ceza mahkeme- sine verilmiştir. .ı'.. adam! Yaz, kış bu koca yükü taşıyor; ben onu öyle yünler i- çinde gördükce kan tere batı- vorum; geçen gece uykum kaç- tı; lmııı meşhur bir hikâye var- kalını yorganın içine mi korsun, dışına mı?,, diye sormuşlar. O âne kadar buna dikkat etmiyen sakalh yatağa girdiği zaman sa- kalını yorganın içine sokmuş, ol mamış. Dışına çıkarmış olma - mış, sabaha kadar uyuyamamış. Ben de öyle oldum. Hemen on- dan gizli Fitnatı gönderdim. Ber beri çağırttım, başında durdum.. Oh!. o da kurtuldu; ben de.. Şimdi Hacı dedenin sakalını bı- rak! Sen ne yaptın bakayım? Hanımefendi İle neler konuştu- nuz? Fazıl, annesinin sorgusundam kurtulmak — için ehemmiyetsiz bir iki nokta hakkında tafsilât verdi. Fakat bir türlü dili varıp Dilfikârın - hedivesinden bahse- — Ona ne şüphe yavrum! demedi, Nadire hanım ellerini uğuştu- — Bu mesele bitmiş sayılıc! dedi. Tekrar sarrafa baş vurma h. Senin bircok şeye - ihtiyacın Ne lüzum var? dedi. Yeni- D i ben muvafık n girme görmüyorum. (Arkası var)