1941 YENİ SABAH TÜRKÇEYE Ü Hüse (1) Mahdud bulunan ve sulh- perverane metodlarla müzake- resi kabil olan müstemlekelere aid talebeleri yerine getirilecek- tir. Bu takdirde o da en uzun bir müddet tesbit etmeğe ha - zırdir. (2) İtalyaya karşı vecibeleri” | ne dokunulmiyacaktır. Başka | tübir ile, İngilterenin Fransaya | karşı vecibelerinden vazgeçmesi ni istemez. Bunun gibi, kendi: de İtalyaya karşı vecibelerini terkedemez. (3) Almanyanın Rusyâ ile bir daha münazan vaziyetine girme- mek hususundaki İlüyetegayyer kararını da iyice anlatmak arzu- sundadır. Führerin İngiltere ile anlaşması tahakkuk etmeğe ha- ardır. Bu anlaşmalar, evvelce yalnız Al- manyaya taallük eden noktalar- da İngiliz imparatorluğunun her Halükârda hayatını temin ile kalmıyarak lüzum görülürse İn- giliz imparatorluğuna, nerede Muavenete ihtiyaç görüleceği hiç mevzuu bahsolmadan, Al - man muaveneti vukua geleceği hakkında da bir teminat teş- kil edecektir. Führer, yeni siya- si vaziyete tekabül edecek ve ik- tısad bakımından tecvizi kabil olacak maku! bir silâhlanma tahdidini de kabule hazır bulu- nacaktır. Nihayet Führer garb meselelerine alâkadar bulunma- dığı ve garbde bir hudud tadili- ni düşünmediği yolundaki temi- natını tecdid eder, Milyarlar ba- hasına inşa edilmiş olan garb tihkâmları garbde Reih'm ni bududu idi. Eğer İngiliz hükümeti bu fi- kirleri pişi mülâhazaya alırsa Almanya için ve İngiliz impara- torluğu için bundan mübarek bir nimet hasılolabilir. Bu fikirleri reddederse harb çıkacaktır. Her- halde, İngiltere işten daha kuv- vetli bir halde çıkmayacaktır; son harb bunu isbat etmiştir. Führer ad infinitam (namü- tenahi) bir azim ve karar adamı olduğunu tekrar eder. Bu karar- lar ile o kendisini bağlı bilir. Bu onun son - teklifidir. Alman - Leh meselesi halledilir edilmez, | İngiliz hükümetine bir teklif ile | müracat edecektir. ZEYİL V ansölyenin 23 ve 25 ağustos 1939 tarihli tebliğlerine Majes- tenin hükümetinin 28 ağustos 1939 tarihli cevabı. Majestenin hükümeti Alman şansöliyesi tarafından Majeste- nin Berlindeki sefiri - vasıtasile gönderilmiş olan Mmesajı almış ve lüzum gösterdiği itina ile te- emmül ve mülâhazaya tâbi tut - muştur. Majestenin hükümeti şansöli- yenin dostluğu Almanya ile Bri- iya imparatorluğu arasındaki münasebetlerin temeli yapmak arzusunun ifadesini kaydeder ve bu arzuya tamamile iştirak eyler. Majestenin hükümeti de şayed iki memleket arasında dam ve devamlı bir anlaşma te- sis edilebilecek olursa her iki kavme de pek çok nimetler te- min edeceğine onunla birlikte inanır. 2. Şâansöliyenin mesajı iki ta- kım meselelerden bâhis bulun - Mmaktadır: Şimdi Almanya ile Lehistan arasında münakaşa | mevzuu olan meseleler ve Alman | ya ile Büyük Britanyanın nihai münasebetlerine tallük eden me geleler. Bu gon mesele ile alâka- | dar olarak, Majestenin hükü - meti şu mütaleayı dermeyan e- der ki Alman şansöliyesi ve Bri- tanya hükümetine umumi bir anlaşma için bir şart ile yapma- | ğa hazır olduğu bazı teklifler -| den bahsetmiştir. Bu teklifler, bittabi, pek umumi bir şekilde dermeyan edilmiştir ve daha kat'i bir tarife muhtaç bulun- maktadır. Fakat Majestenin hü- kümeti müzakereye tâbi tutul - mak üzere bazı ilâvelerle bun- ları kabule tamamen hazırdır. Eğer Almanya ile Lehistan a- rasındaki ihtilâflar sulh yolile halledilirse mümkün olduğu ka- dar çabuk bir müddet zarfında bu türlü bir müzakereye bir iti- Jâfa erişmek yolunda samimi & girişmeğe hazır bu- çet BAA nsöliyesinin der - | meyan ettiği şart iptida Alman- | ya ile Lehuh'm arasındaki ihti- lâfların halledilmesi lüzumun - ibarettir. Bu ciheti Majeste- nin hükümeti tamamen tasvib eder. Maamafih, her şey, hal su- retinin mahiyeti ve bu hal çare- Bine eriştirecek metod üzerinde BOŞA GIDEN GAYRETİ.ER YAZAN:İNGİLİZ BÜYÜK ELClSI SİR NEVİLE HENDERSON Hüseyin Cahid YALÇIN ülgb — ÇEVİREN ) S deveran ediyor. Şansöliyenin zihninden ehemmiyeti uzak kal- mış olmasına imkân bulunmıyan bu noktalara dair mesaj bir şey söylememektedir. Majestenin hü kümeti bunların her ikisi hak- kında, daha fazla bir terakki temin etmek için, bir anlaşma- nin pek esaslı - ve ehemmiyetli olduğunu işarete kendisini mec- | bur. görür. Alman - hüküm ti haberdar olmak icab eder ki Majestenin hükümeti Lehista - na karşı birtakım vecibelere ma Tiktir ve bu vecibelerle kendisi ni bağlı görmekte ve onlara ri- ayet azminde bulunmaktadır. Büyük Britanya, teklif edilmiş herhangi bir menfaat uğrun- da, evvelce garanti vermiş oldu- ğu bir devletin istiklâlini teh - did eden bir tesviye tarzına mu- vafakat edemez. 4. Majestenin hükümetinin fikrince, Almanya ile Lehistan | arasındaki ihtilâfların makui bir hal çaresi iki memleket ara- sında Lehistanın esaslı menfaat lerinin teminini ihtiva edecek bir hat üzerinde bulunabilir ve böyle olacaktır. Majestenin hü - kümeti Alman şansöliyesi geçen nisanın 28 inde irad ettiği nu - tukta Lehistanın menfaatlerinin ehemmiyetini teslim etmiş oldu- ğgunu hatırlatır. Fakat, Başvekil tarafından 22 ağustos tarihli mektubunda Alman şansöliyesine söylendiği gibi, majestenin hükümeti varı- lacak herhangi bir hal suretinin diğer devletler tarafından ga - ranti edilmesi lâzımgeleceği key- fiyetinin evvelden kararlaştırıl- masını bu anlaşmaya tekaddüm edecek müzakerelerin muvaffa- eti hususunda esaslı bir nok- telâkki eder. Majestenin hü - kümeti eğer arzu olunursa böyle bir garantinin hakiki faaliyeti - ne iştirak etmeğe hazırdır. Majestenin hükümetinin mü- taleasına göre, bunu müteakib atılacak adım Almanya ile Leh hükümeti arasında yu- karıda bahsi geçen prensipleri yani Lehistanın esaslı menfaat- İerinin vikayesini ve hal tarzı - nin beynelmilel garanti ile em- niyet altına alınmasını ihtiva e- decek bir temel üzerinde doğru- dan doğruya müzakerenin baş - lamasından ibaret olmalıdır. Majestenin hükümeti Leh hü- kümetinden bu temel üzerinde müzakerelere girişmeğe hazır olduğuna dair kat'i teminat al- mış bulunuyor ve Alman hükü- metinin de bu tarzı muameleyi kabule razı olacağı ümidini bes- liyor. Şayed, Majestenin hükümeti tarafından ümid edildiği veçhile, böyle bir müzakere anlaşmıya müntehi olursa Büyük Britan - a ile Almanya arasında her iki memleketin de arzu ettiği o da- ha geniş ve daha tam müzake- relere yol açılmış olacaktır. 5. Majestenin hükümeti Al - man - Leh vaziyetinde en esaslı tehlikelerden biririn ekallliyet -| lerin gördüğü muameleye müte- allik haberlerden ileri geldiği hakkında Alman şonsöliyesi - nin fikir ve mutaleasına iştirak | eder. Mevcud gerginlik hali, müterafik hudud hâdiselerile, fena muamele haberlerile ve tu-| tuşturucu propaganda ile, sulh | için daimi bir tehlikedir. Bu ka-| bil bütün h lerin süratle ve katiyetle ortadan kaldırılması ve tahkik edilmemiş havadi.: rin deveranına müsaade göste rilmemesi keyfiyetinin son de -| rece mü: v_m»ı olduğu aşikâr bir iki taraftan da hiç tahrik xwkıu gelmeksizin, hal| çaresi imkânlarının - tamaı tedkiki için z: temin edile- bilmek maksadına mebnidir. Ma jestenin hükümeti alâkadar dev- İetlerin her ikisinin de bu mülâ-| hazaları tamamile müdrik bu- lunduklarına emindir. 6 Majestenin hükümeti Alman ya ile Lehistan arasındaki mü- nakaşaya mevzu teşkil eden hu- | susi me: di vaziyetini bir surette ta- yin etmek için kâfi derecede be- yanatta bulunmuştur. Alman Şansöliyesinin, majestenin hü - kümeti Lehistana karşı vecibele- rine gayet itinakâr bulunmasın- dan dolayı, gerek Almanyanın gerek Lehistanın kabul edebile- cekleri bir hal çaresinin temini - ne muavenet zımnında bütün nüfuz ve kudretini istimal et - mez diye düşünmiyeceğine Ma- jestenin hükümeti itimat eder, (Arkası var) | tayyarecinin en ufak bir harel HER SABAH Partinin güzel bir teşebbüsü İstanbulun fakir ve işsiz va- tandaşlarına, kimsesiz çocukla- rına karşı daima büyük bir alâ- ka göstermiş olan Partimizin, yeni bir hamlesine şahid oluyo- Tuz: Muhtaç vatandaşlar için ima- lâthaneler vücude — getirmek. Böylelikle bu gibi yoksullara kendi el emeklerile hayatlarını temin imkânını bahşetmek. Bu teşebbüs, hangi zaviyeden | bakılırsa bakısın takdire seza bir harekettir. Bu sayede kendi- lerine alın terlerile hayatları kazandırılacak vatandaşlar par- tiye karşı daimi bir sevgi ve minnettarlık hissi duyacaklar- dir. Meselenin esasını tetkikik e- decek olursak, fakir ve muhtac vatandaşlara, sadaka kabilin- den para yardımı yapılacak yerde, kendilerine bu şekilde iş- ler temin etmenin çok daha iyi ve ahlâki bir hareket olduğu kolaylıkla müşahede — olunur. Karşılıksız olarak alınan para, hiçbir zaman bir emek muka - bilinde kazanılan para kadar in- sanda rahatlık ve huzur temin edemez. Sadaka, onu kabul e- denin ruhunda hiçbir zaman kurtulamıyacağı bir —minnet duygusu tevid eder. Ve o işsiz vatandaşı hiçbir zaman manen olduğu kadar maddeten de tat- min edemez. Çünkü alınan para az bir zaman zarfında tükenecek ve yeniden “dilenmeğe,, mecbur kalacaktır. Halbuki bu parayı şahsi mesaisi sayesinde kazana- cak olursa hem çalıştığı müd- detçe daima para kazanabilme- nin sevinci, hem de o işde terak- ki ettiği takdirde daha fazla kazanabilmenin ümidi kendisini daima teşvik edecek bir âmil olacaktır. Diğer taraftan parti de vari- datının bir kısmını bu işe tah- sis etmekten kurtulacaktır. Bu işdeki rolü daimi surette para vermekten çıkarak, sadece ima- lâthaneler vücude getirmek ve bazı tavassutlarda bulunmaktan ibaret kalacak, yani bu hayırlı iş için sadece bir defa para sar- fedecektir. Bu iyi teşebbüsünden dolayı partimizi ve onun değerli mü- messili Bay Resad Mimaroğlu- nu candan tebrik ederiz. A .C. SARAÇOĞLU Bandırmalıların Orduya hediyesi Bandırma, 6 — Bandırma ka- zasiyle nahiye ve köyleri, hu- dudlarımızdaki erlerimiz — için 3332 çift çorap, 912 çift eldiven, 527 kazak, yün fanile ve pamuk- lu ile 244 parça muhtelif eşya hediye etmişler ve yekünu 5015 parcayı bulan bu hediyeleri ku- mandanlığa teslim etmişlerdir. Bu hususta gayretleri görülen kaymakam bay Abdullah ile tüccardan Ali Fahri Eriş ve e- mekli şube reisi bay Şevketin i- simlerini şükranla kaydetmek lâzımdır. Tüccardan Hamdi Tarhan e- şi de 96 yün kazak, 96 çift co- rap, 96 çift eldiven vermek su- retiyle büyük bir yardımda bu- lunmuştur. Diğer iki Amerikalının da cı-| lerinden birer brovnig vardı, ve| tini bile gözden kaçırmıyorlardı. Jak omuzlarını silkti, başıni salladı, ve Harmorun uçuş isti-| kametini değiştirdiğini gördü. | Şimdi cenubi şarki yönünde yol alıyorlardı. | Deyli Jakın omuzlarına vurdu, | ve bir şeyler söyledi, | Jak ellerini kaldirdı, Amcrika- | h tayyarecinin ceblerini ve ku-| şağını aradı, Reâ dönerek menfi bir şekilde nı salladı. Jakın üzerinde bir ta- banca bulunmamıştı. Jak üzerindeki beş bin liranın alınacağını sanarak be kat cüzdanına ilişmediler. * sonra yağı- Jakın kolları daima kalkık du- ruyordu. Deylinin, Redlong h hızlı birşeyler söylediğini dü. Bu sözleri söyledikten sonra Deyli Jaka döndü, tabancasını ona çevirdi, ve beynini nişanladı. 'Tam bu sırada Redlong Deylinin elini tuttu, ve tabancadan çıkan mermi yolunu şaşırarak kama- ranın zeminine sablandı. Jak meseleyi anlamıştı. Deyli , i mamsrelarn Edebi Sohbetleı_:__..z— Üstad Hakim Ferid Bey e S li Mehmed Akif merhumun hürmetle andığı zat — Üstadla nasıl tanıştım? — “Aferin çocuklar! i bu akşam buraya Allah gönderdi.,, — Feveran halinde bir samimiyet — (Ticaret) le (alışveriş) arasındaki fark — , “Biz böyleyiz oğlum! Her vakıt baba evlâd gibi kendi âlemi- ) mizde, haşrüneşr oluruz. , — Doktor (Bravn) m farisi edebiyatı tarihini İngilizceden tercüme ediveren Türk kızı. Dimdik seciyesiyle hiç kimse- yye baş eğmiyen (İstiklâl şairi- Miz) Mehmed Âkifin (Üstadı Hakim Ferid bey) diye, hürmet- le anarak, nâmına koca bir şiir kitabı hediye ettiği zatı, bir ke- recik olsun görebilsem!.. Bu gö- nül arzusu yıllarca içimi yaktı. Onun zaman zaman berceste (seçme) mısralarını, kısacık şi- irlerini elde ediyordum. Fakat kendisine kavuşmak nasib olmu- yordu. İstanbula gittiğim zaman, ar- kadaşım Orhan Şaiki (şimdi dev let konsevatuvar müdürü) ziya- ret etmiştim. Beni Edebiyat fa- kültesindeki talebe arkadaşla - rından Pertev ve Ziya ile tanış- tırdıktan sonra: — Ruhi ağabeyi Ferid beye ürelim! - Dedi. Orhan Şaikle önceden çok arkadaşlık etmiş, | can ciğer kardeş olmuştuk. Be- nim, Ferid beye karşı içden sev- dalı olduğumu bilirdi. Muhakkak bu beşareti de onun için ver- mişti. Heyecanımı - zor zabtediyor - dum. Saatleri kulaç kulaç çeki- yor, fakat akşamın ziyaret vak- tini bir türlü getiremiyordum. Şimdi, Lâlelideki harikzede - gân — apartımanlarında, Ferid| beyin evindeyiz. Sevgilisine ka- vuşan âşık gibi âdeta titriyor- 'düm. Gıyaben tanıdığıma göre üstad; müttehaz, mazmunperdaz bir zat. İçimde, imtihan odasına giren bir çocuk heyecanı bayılıp ayılıyor. Bir saniye gaflet etme- mek için, tepeden tırnağa, dik- kat kesilmişim. Üstad hakim, arkadaşlarımı pek getaretli kar- şiladı: — Aferin çocuklar! dedi; si- 5 İNi aai buraya |Allah İyol- | ladı. Şimdi buraya bir bahilei kâhile (kart ve dul kadın) ge- decekmiş. Beni gündüzden ara- miş, bulamamış. Ben akşama gelirim, deyip gitmiş. Neredeyse | diden füsuna tutulmuş. i ettiniz de geldiniz!.. âkin bu lâübali sevince ani bir duraklık, k bir düğüm çaldı. Çünkü üstad hakim, ziya- | retçiler içinde bir yabancı kimse görmüştü. O zamana kadar hiç | birimizin yüzüne dikkat etmiye- | rek (söyle şöyle taksi molup yerleşin bakalım!) diye elleriyle sedirlerde yerler ikram etmişti. Nasılsa, bir zekâ yıldırımı olan gözleri benim üstümde çakınca bütün jestleriyle âdeta (bu da | kim imiş böyle!?) der gibi aca yiblesti. Meğer Orhan bu firs gözetliyormuş: endim, Ruhu ağabeyimi- Yazan: Ruhi Naci n ir ) zi ziyaretinize getirdik. Dedi amma.. Ferid bey, böyle bir ya- bancının kendini ziyaret etme- sinde vehleten bir münasebet | bulamadı. Bilâkis sarih bir mü- nasebetsizlik gördü. Taaccübünü dil ile de ikrar etti: — Ya!.. Öyle mi?.. Benim Ferid beyden aldığım © ilk intiba, hâlâ değişmemiştir. Hattâ gittikçe kuvvetlenip bir kanaat sekli almıştır: Onda fe- veran halinde bir samimiyet v: O, tanımadığı Veya sevmedi; insanlara karşı uzaktan merha- ba der, geçer. Fakat o soğuk ciddiyeti, kendi sıcak samimiye- tine yakıştıramaz ve bundan ü perir. Bu ürpertisini de hiç giz- liyemez. Bu haline rağmen şimdi bir ev sahibi nezaketi ile, sureta ata lüzum gördü, çok gükür. Küçük bir konuşma yolu açtı: — Arkadaşınız ne ile iştigal eder? Ben cevaba atıldım: — Şimdi alış yerişle meşgul oluyorum efendim! — Yâni ticaret! Öyle mi? — Hayır üstad! Ticaret. Yü- ni: alış veriş. Ben, üstadın huzurunda mu- vaffakıyetle imtihan verecek fır- satı yakalamıştım artık. O, il timal; bu delikanlı yavan bir sey galiba! diyecekti. Çün! le samimi bir mizaçtan böyle! ciddi bir alay beklenebilirdi. Bu- na meydan bırakmadım, dedini ki: — Ticaret kelimesi bir tâbir- dir. Alış veriş terkibi ise bir ta- riftir. Kaideten daima tabirler önce, onun izahı olan tarifler ise sonra gelmez mi üstad! Küçük ve hoşça bir mantık oyuncağı kurduğumu görünce, Ferid Beyin gözleri beni âdeta sarıp kucakladı. Ben, — iltifatın büyük üniformasını giymişim | gibi ferahlı bir gurur hisseder-| ken o da cevval gözleriyle arka- daşım Orhan Şaike tatlı bir te- bessüm yolladı. Eminim; beni ve Ferid beyi çok seven Orha- | nın kalbinde, o saniye, benimki | kadar tatlı bir haz seyyalesi ge- çiyordu. Oh Yarabbi şükür! Ferid be- yin harim samimiyetine şimdi ben de girmiş, misafirlikten çık- mıştım. Üstadın huzurunda diz gökmeden talebe arasına katıl- miştım. Ne saadet!.. Ferid bey dahi o sahte teşrifattan silkin- miş; kendi pürüssüz ve pervamz samimiyetine avdet etmişti. İş- te yine payansız neşesiyle diller dökmiye başladı: — Biz, böyleyiz oğlum! Her vakit baba evlâd gibi, kendi âle- mimizde, haşrüneşr oluruz. Tam bu nüvazış esnasında, tık tık! kapı vuruldu. İçeriye narin yapılı, oldukça yaşlı bir hanıme- fendi girdi. Babıâli usulü, aşağı- dan yukarı, bir temennadan son- ra tazimkâr ve kibar bir eda ile söze başladı: — Senihe hanıma bir kitab vaad buyurmuşsunuz efendim. — Evet efendim! Hazırlamış- tım. Fakat şöyle buyurup biraz dinlenmez misiniz efendim? Hanımefendi, Ferid beyin hu- zurunda samimen hürmetkâr bir vaziyet almıştı. Demek ki, ku- laktan dolma da olsa, onun ilmi kıymeti hakkında bir bilgisi var- dı. Ferid beyle biraz konuşmak, kendisine bazı şeyler danışmak istiyormuş. söz, mecrasını buldu, gidiyor ar- tık: — Seniha hanımın akrabasın- dansınız galiba efendim?! — Evet efendim, gelinimdir. Oğlum öldü. Fakat beni bütün ömrümce teselli edecek öyle kıymetli bir yadigâr ve bir ser- mayei iftihar bıraktı gitti. Nur- lar içinde yatsın. — Seniha hanım kızımız, cid- den kıymetlidir, hanımefendi Yalnız sizin için değil, darülfü- nunumuz için, hattâ bütün va- tanımız için medarı mefharettir doğrusu. Kendisi doktor Bravn- ı fars edebiyatı tarihini (ingi- lizceden) tercüme ediyormuş. A- rada metin farkı var mı, yok mu? diye mukabele etmesi için kendisine Acem edebiyatından bir kitab vaad etmiştim. Hattâ bugün yanıma almıştım. Darül-| Ferid beyin actığı ŞİMDİLİK BU KADAR — ” — ——— Lüzumsuz şikâyetler Son gümlerde birçok fikra mu- harrirleri, mevzusuz kaldılar mı dillerine taamvay, otomobil ve otobüs bulranını dolayorlar. E- fendim tramvaylar pek kalaba- lıkmış. Otomobil bulunmayor - muş. Otobüsler daima dolu imiş. Evet, bu üç hâdise de doğru- dur. Bilhassa sabahları ve ak- şamları-yani halk işinin başına gider ve tşinden dönerken şe « hirde bir vesaiti nakliye buhra- ni ile karşılaştığı muhakkaktır. Bu sebetden bazan umm müd- det böklemeğe mecbur kalıyor. Memursa işinin başına vaktin- de yetişemiyor. Belki bu yüz « den dolayı âmirinden tekdir da işitiyor, yahud ücretinin bir kıs- mı da kemiliyor. Fakat unutmamalıyız ki bu hal, dünya harbinin doğurmuş olduğu bir zaruretin neticesidir. Yedek parçalarını Avrupadan getirtemediğimizden dolayı bir- çok tramvaylar hizmetten çe « kilmiştir. Ayni sebeb yüzünden ve kâüfi mikdarda otomobil ve otobüs lâstiği bulunmadığından dolayı da yüzlerce otomobil ve otobüs garajlarda yatmaktadır. Benzin tasarrufu düşüncesile hususi otomobillerin ve taksile- rin yarısşamın calışmaktan men'i de bu vesaiti nakliye buliranını arttıran âmiller meyamndadır. Hele meysimin kış olması ve dolayısile nakil vasıtaları yol - cularının artmış bulunması bu buhranı büsbütün şiddetlendir- Miştir. Netice itibarile halk bu sıkıntıdan — dolayı ıztırab çek - mektedir, Fakat bunun kabahati hiç bir zaman ne belediyede, me de baş- ka bir makamdadır. Kabahat, bir buçuk senedenberi devam e- den harbdedir; harbi çıkaran - lardadır. Binaenaleyh mânasız yere şikâyetlerde bulunmak ta- Mmamile yersiz ve lüzumsuz bir harekettir. Bu vaziyet karşışın: da yapılacak şey bugünkü za - ruri vaziyeti kabul etmek ve tahfifi çarelerini araştırmaktır. Benim aklıma gu tedbirler geliyor: 1 — Tramvaylarda sürat te mini için bir kısım ara istasyon- larının ilgası, a 2 — Resmi daire ve mekteble- fünunda kendine tesadüf ev:lipNV rin açılma saatlerinde birer sa- veremedim, — Evet efendim, kendisi A- dadaki bir arkadaşına davetli i- | miş. Bu kitab işini benden rica etti, gitti. Bu sırada içeriye ev sahibi hanım teyzemiz kahve getirdi. Ferid beyin baş çömezi Kara Zi- ya tepsiye yapıştı, kahveleri da- ğıttı. Kahveler içilirken misafir | hanimefendi; çok beşüş, fakat mütecessis bir şive ile söz açtı: atlik bir fark ihdası. Meselâ mektebler saat 8 de, resmi dai- reler 9 da, adliye 10 da işe baş- lamalı ve akşamları da yine ay- ni sıra ile 4 de, 5 de ve 6 da ta- tili faaliyet etmelidir. Bu suret- le tramvaylardaki izdiham ayni saata tesadüf etmez. Ayni usul sinema #eanslarına da tatbik edilebilir. 3 — Vapur ve tren işliyen noktalar - arasındaki - tramvay — Bey oğullarımız hep tale-| seferlerinin lâğvi ile bu araba- benizdir sanırım?! (Arkası yarına) — ga ğs,î.'::c.”h Aâtın î_“â»açıı yyareci kendisini öl mek is atılarak si- Redlong ona mâni oluyordu. saniyode, müthiş bir olarak muhakkak bir ölümden kurtulmuştu. * Harmor daima pilot mevkiin- | de idi. | İçeride kalan iki arkadası kav- | galı gören Jak çevik bir har : le Deylinin üzerine lâhını kapmak istedi, fakat pek çabuk barışmış olacaklar ki ikis | si de tayyarecinin ine çullan- dılar ve birkaç dakikada onu ye- rinden kımıldayamıyacak bir hale getirdiler, Redlong Jaka: — Ölümünüzü istemiyorum, dedi. Eğer sizi öldürmek istemiş olsaydım, hareket ettikten son- ra arkanızdan ateş ederek bu işi başarırdım. Şimdi atlıyacak- m, inşallah pa- ık değildir. | Havanın | emanın saf ve karanlık rengi açılıyor, etrafta kalin kurşuni bulutlar görünü-| boz söküyordu, rengi yordu, Gayri iht Jak Alp dağla- rının bu kısımlarında haydutla- rın bir kazaya uğrıyacaklarını düşündü. Redlong acele ediyordu. Hiç| durmadan atlamak lâzımdı. uzun uzun içini çekti, 2[_1 gili tayyaresini kay- aynı zamanda bü- tün serveti yok olacaktı, tayya- resi onun yegâne kazanç vası- tası - idi. Yolculara son 'bir defa daha| baktı ve kendini boşluğa fırlat- | tı. Paraşütü açacak küçük ipi Pİ) çekinciye kadar müthiş bir iniş. Nihayet paraşüt açıldı. Şimdi| 'aş yavaş yer yüzüne yaklas iyordu. Altında yemyeşil bir çayır u- zanıyordu, Daha ötede şarkta, sabah sisi içinde kaybolan bir yığın, bir dağ silsilesi görünü - yordu: Alp dağları, 2 NCİ KISIM GÖKYÜZÜNDE BİR TAKİB Jak nereye inmek üzere oldu- u anlamak için aşağıya bak-| 1, hayretten dona kaldı. Çünkü Zi yerde, küçük bir çayırlık | tek satıhlı bir tayya-| ordu. ortasınd re duru; 'ere iner inmez paraşüt- ten sıyrıldı ve meçhul tayyare | ye doğru koşmağa başladı. Tayareci yirmi metre mesafe- ların başka mahallerde istimali. MURAD SERTOĞLU — Bu küçük ve Moth markalı bir İngiliz tayyaresi, dedi.. Ha- fif olduğu için çok hızlı gide Tayyarenin gövdesine iyice yaklaşımca pilotu da gördü. Ve tekrar şaşkın bir vaziyete girdi, çünkü karşısına altın renkli k: barık saçları ile bir tayyareci çıkmıştı: — Bir genç kız.. Diye kekeledi. Pilot Jakın üniformasından tayyaroti olduğunu anlamıştı. Güzel bir ingilizce ile sordu: — Fransız mısınız? — Evet Mis, Fransızım, fa- kat ingilizce de bilirim.. — Benim ismim Edit Fle- ming, kiminle müşerref oluyo- Jak ismini söyledikten sonra ilâve etti: — Maceram çok garib Mis Edil Ve başından geçenleri tama- sen Mis Edite anlattı. Hikâye- | yi dinlerken, Editin mavi gözle- ri bir aralık daha fazla parladı, fakat Jak bunun farkma varma- - mişti. de iken tanıdı kendi kendine: (Arkası var)