12 Kasım 1950 Tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 5

12 Kasım 1950 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Kasım 1050 MUSİKİ Ferahnak Faslı İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyetinin 7/kasım/1950 salı gÜ- nü saat 18 de Şehir Tiyatrosu köme- di kısmında verdiği koönserde bulun- Koönserin başlıca mevzuu “Ferah- nak Faslı,, idi. Konservatuvar İcra Heyeti, en ha- | fifi benim tarafımdan olmak Üzere, bir çok musiki mlülntesiplerinin dili ve kalemi ile yapılmakta olan ten- kidlere karşı o kadar duygusuz dav- ranıyor ki, verdi#fi konserler hakkın- da iki Üç sene evvel yazılanlarla bu- | günküler karşılaştırılsa tenkid edilen noktaların hep aynı şevler — olduğu göze çarpar. Acaba bu neden iİleri geliyor? İki ihtimal var: Ya “Cemaat ne derse desin imam bildifini okur,, ka- bilinden, haklı tenkidlere kulak asıl- yahut bizzat könser veren-. maması: lerin de gözlerinden kaçmamak icap eden kusurların düzeltilmesinde açık- ça aciz güsterilmesi. Bu ihtimallerin ikisi de İcra heye- tinin lehine değildir. Hele büyük bir emeğfe veya masşrafa muhtaç olmi- yan ufak tefek, fakat tesiri derin kusurların senelerden beri bir türlü tashih edilememesi ikinci — ihtimeli daha ziyade hatıra getiriyor. Mese- JâA: Kemanlarda yay bağlarının eş ol- maması, Üç tanburun saplarına hava- da Üç türlü istikamet verilmesi, ans namına hiç bir varlığın tanın- maması, okuyanlarla çalanların çı- kardıkları sesler kuvvetinin ayarlan- maması Kİbi —AÂdetâ çocuk oyuncafı | denilecek kadar— az bir himmetle | izalesi mümkün aksaklıklar bu cüm- ledendir. Hakikaten şu saydığım ku- gurların kulafa tesiri kendi cülsese- leriyle maküsen mütenasiptir. “Yay bağlarını ele alalım: Geçen glin İs- tanbul Radyosunda prova yapılırken makine odasından dinliyordum. Ke- manların başka başka sesler çıkar- dıklarını farkedince — sebebini aras- tırdım, nihayet anladım ki, yaylar- dan bir kısmının aşafı, bir kısmı- nın yukarı çekilmesi süretiyle ayni perde iki türlü tembr hâsıl edlyor. nü- | Lâika KARABEY Öteki kusurlar da hep büyle, Bu türlü vaziyetler şefin anlayışlı davranmasiyle ve idaresi heyete söz - dinletebilmesiyle edilebilir. Tanburi Hoca Refik Fersan ile de- #ğerli eşi Fahire Fersan'ın ve kıymaet- li sanatkâr Münir Nureddin Sel- çuk'un geçenlerde İcra heyetine alın- dıklarını duyarak hem yukarıki nok- sanların telâfi edilece#fine, hem de icra heyetinin son senelerde gittikçe alçalmaya yüz tutan estetik mevkli- nin yükseleceğine İntizar — etmiştik. Bu intizarımızın yalmız bir — kısmı, Yazan ıislah yüksek licrakâr Fahilre Fersanın he-| yete iştirak edip dolgun ve hâkim yayı sayesinde bir güzellik ve inti- zam unsuru vücude getirmesiyle ta- hakkuk etmiş oldu. Fakat biz bu ka- darını kâfi görmüyoruz ve yakın la-| tikbalde neler yapılacağını sabırsız- lıkla bekliyoruz. Koönserde bir musikicinin — kulağtı için kusursuz denebilecek şekilde din- lediğim parçalardan yalnız Tahir Pu- selik Saz Semaisini — zikredebilirim. Bu semal hakikaten güzel çalındı. Fakat tuhaf değil mi? Semainin gllzel calınışı, heyetin iİcabında ça- hşarak iyli neticeler alabildifini gös- | termek bakımından dikkati cekti. De- | mek oluyor ki, provalara, nüarnslara ve güzelliği temin eden diğer hususl- | yetlere dikkat edilecek olursa 1İcra heyetinden daha kusursuz koönserler dinliyebilecefiz. Solistlerden her birinin — hissesine düşen Üçer tanecik şarkının, mümkün oldufu kadar az İişitilmiş olmasına itina edilmek 1âzımgelirken hemen hepsini evvelce bkunmuş parçalardan | meysimin 1İlk | ibaret buldum. Yeni könserinde daha iyi bir programla | halkın karşısına çıkılmalı idi, Simdiye kadar bütün milnekkidle- rin tekrar ettikleri, fakat dinleteme- dikleri bu masrafsız ve külfetsiz 1ls- | lahatın flile çıkarılmasını Münir Nu- reddin Selçuk ile Refik Fersan gibi ince ruhlu iki sanatkârdan bekleme- | ye hakkımız vardır sanırım. Samson François'nın ıkiı konseri İkl konserinde — bulunduğumuz | Fransız Piyanisti M, Samson Fran- çole'nın İcrasında en güzel taraf, hiç şüphe yok ki, “teknik,, ve “his,, in beraberce “arkadaşlık,, — edebilmesi- dir. Kendisi genç, oldukça genc. Re- sital programını iyi düzenlemiş. Klâ- | siklerden başlayıp, modernlerden ör- nekler vererek bitirdi. Bu dinleyici için nefte bir “müzik,, gösterisi oldu. Bach'lar fazla romantik cçalınmakla beraber, (La minör) tonunda Prülu- de'ün Fuguse'ü tertemiz ve — tabir eaizse— “tıkır, tıkır,, dı. Chopin'ler- | den bilhassa (Faminör) Fantaisa ve & Preludes ve bis olarak çaldığı 5İ numaralı Etude mükemmeldi. İkinci kısımdaki Debussy ve Ravel'de tek- niğinin kolayca ön plâna geçtiğini | gördük. * Piymnlst M., S. Françofs nrkestm Aka Gündüzün ile Sechumann (Öp. 54 - La majör) ve Liszt' No. 1 (mi bemol majör) Piyano koönçertolarını çaldı. B. Cemal Reşid Rey pan Senfonik OÖrkestra — Mozart'ın (Figaro'nun Düfünü) Tschaikovsky'nin Kaprisi) nde mükemmeldi. Piyanist M. Françoila Sechumann Konçerto'nun her Üç kısmında —da canlılığa, inceliğe — “yuvarlak bir İncelik, dersem karşımdakine bir &ey ifade edemem kli!, ve ateşin miraca kavustuk, Keza ikinci konçertoyu, romantik mektebin fır- tınalı bir bestecisi hakikaten duyarak çaldı. Piyanist çalışı, ifrata — kaçmıyan bir yumuşaklık ve sert olmayan bir teknikle bağlanmıştır. F, ÜEHMİ ei bir eseri iılme alındı : Allah Kerım Allah Kerim fil ıııuıtlan r.ııir sahne Aka Gündüzün — Allah Kerim nmdlı bir romanı vardır. Edebiyatla hiraz alâkadar herkes, kitabı okumasa da- hi, hiç olmazsa iİismini duymuştur ve mevzuun ana hatlarını bilir. ÂAb- | dülhamit devrinin istibdat ve İsyân- l.':'ııı'*ıı'ıııı canlandıran bu eseri, biraz muhayyilesina tesiri olan biri heye- cenli bir senaryo haline getlrebilirdi. Fakat, hem bu noksan, hem de mnuns- raf etmemek gayesiyle filme alınır- ken cazibestini kaybetmiş, Bunun bir çok sebebhi var. Dünyanın her tarafında, edebi kıy- meti haiz her hangi bir eser filme alınırken, ortaya, bizim film bütce- lerimizin yüz misli para döklüldüğiül halde, gene de kitabı okuyan seyirel- ler, &Bahneleri, muhayyllelerinde can- landırdıkları gekilde bulmadıkları İ- cin, netlceden bir türlü memnun ol- mazlar. Şu halde, Allah Kerim'i sey- rettikten sonra tatmin edilemiyisimi- zin sebeplerinden birini bu teşkil e- | diyor, Rejisörlerimiz, filmlerimizin iyl ol- mamasını, parasızlık ve makinesizli- ge atfederek “elimizden geleni pıyoruz" deyip, İşin içinden çıkıyor- lar. Halbuki ellerinden geleni yap- miyorlar; Allah Kerim'deki dikkat- sizlik ve mantıksızlık hataları, filmin heyecanlı olması lâzım gelen sahne- lerini berbat ediyor: Taşlı sokaklar- da atlar dört nala gittikleri halde etrafta ne nal &gecöleri, ne de ufak bir gürültü duyuluyor. Bu, dublaj hatası. Diğeri, Aygesin Sultanın kardeşi Küâ- mil yaralanarak evine dönliyor; o- muzundan yerleri kirletecek kadar V El- kanaktığı belirtildiği halde, adamın beyaz gömleğinde ufak bir kan leke- si yok. Bu da ihmal değil de nedir? Bunlara mümasil kusurlara rağ- men,. Allah Kerim'in —diğer Türk filmlerinden (latün tarafları da yok değil. Artistleri takdim ve başlayış çok güzel. Dolmabahçe Sarayı, filme ayrı bir ihtişam ve zenginlik vermiş. Kücçük cocukların oyuncakları Üze- rinde zaman zaman durularak filme dramatik yvenilikler getirilmeye calı- sılmış. Bu gayretler, iptidai sinema- cılığımızda bir iİlerleme arzusu teşkil ettiğinden Üzerinde durulmaya değer. Artistlere gelince, canlandırdıkları röllere Âzami İtinayı — göstermişsler, Aygesin Sultan rölünde Sezer Bezin, diğer fllmlerinde iyi, artistik kabiliyeti gittikçe geli- Biyor, öyle ki filmin mahkeme sah- nesinde seyircileri bir dakika olsaun, filmde olduklarını unutturarak all- rükliyecek kadar kuvvetli İdi. İlk defa sgsahnede gördüğümüz Ke- rimi rölündeki Yükâek Mimar &ön “1- nıif öğrencilerinden Kenan AÂrtun'a gelince, son sahne hariç, diğer ta- raflarda gayet İyl, Merdivenlerde, yaralanan bir İnsanın muvaffakıyetle lustaki hapishane ve firar sahneleri de, ilk filmini çeviren bir artlat için Ümit verleldir. Hilekâr ve düşlk dalkavuk rollinü kendisinden beklenildiği garmığşlır. karekterli bir sekilde hbhuü- Selva SEZER altındaki | idaresinde | her gün daha büyük ilerlemeler ya-| üvertürü ve | (Op. 45 - İtalyan | hiç | olan F. Liszt'i | olduğundan daha | kıvranışını | canlandırıyor. Trab- | Orhan Arıburnu, | — | | | YENİ İSTANBUL — A_ynunl.';ıııı.nm hırthaılndı lüâitıu meydana çıknrılnn Iı.u. Pmtuk:rıtor resmi, Ürt:ııdı. Isı, mdnki mıdalynnlnnn iç!n- B Siç Ki x , Uk Ha 4i İ__ h"'"'."â !H—.ıı! f—-kt da Meryem İle Cebrail görülmektedir. İTALYAN SANATINA BİZANSIN TESİRLERİ Fransa - İtalya sanat bilginleri arasındaki tartışmada bızim görüşümüz nedir? Louvre Müzesi — Resim Konservatörü Germain Subesl dikkatimi çekti. otuz #eneden beri İtalyan sanat ten- kidine ârız olan bir görüşe karşı sa- vunmaktadır. İtalyan sanat bilgin- leri Ortaçağ ve Rönesans sanatında Bizansın tesirlerini inkâr — ediyor, Floransın ve Venediğin — Rüönesans öncesi resim ve mimarisinde nakların, Bizans değil, İtalyanın yer- li sanat gelenekleri olduğunu iddia ediyorlar, Bizans sanatını kısır di- ye kabul eden bu görüş Cimabue'- nin ilham kaynaklarını İtalyan min- yatüristlerinde, San Marco Kilisesi | ile Venedik mimarisini de Ayasof- yada değil, Ravenna'nın kurduğu gelenekle aramaktadır. Sanatı ken- di topruklarında temellendirme eme- linin hâkim mekle "salt Lâtin" bir geleneği kök- lendirmeğe çalışıyor, Germain Bazin ise — Cimabue'nin İsa portresi ile Ayasofyanın nart- hex'inde İsa mozaikini yanyana koyarak, RgÖZ göre göre birbirleriyle akraba olan | bu iki tasvirdeki benzerliği görme- nin mânasızlığını belirtiyor. Venedik Bibi o zamanları denizlerde yaşayan bir milletin, canlılık fışkıran Doğu sanatından ilham almayıp, Ravenna- nın ölümü medeniyetinin formlarını | devam ettirmesi akıldan uzaktır. Bizansın nin, Bizans ve Doğu sanatını yanın gelenek müilliyetçiliğine dolayıdır ki, Ayasofya Müdürü ga- yın dostum Bay — Muzaffer Rama- ganoflu'na başvurarak, fikirlerini sordum, Konuşmamızı ay- NDen Veriyorum. Ben — Ne dersiniz, Muzaffer bey, İtalyan sanatı Üzerinde Bizansın tesi- rini hiçliyen, Venedik ve Floranas sa- natını İtalyan - Roman geleneklerine dayandıran görüş mü, yoksa Louvre Müzesi koönservatörünün savunduğu dâüâva mı dofrudur? Muzaffer Ramazanoflu — Bu sual çok girifttir. Derhal söyliyeyim ki, İki taraf da haklı ve haksızdır. Bir defa İtalyanlar şunu düşünmelidirler | ki, büyük Konstantinden itibaren pa- | leologlar devrine kadar Bizansla sl- yasi, askeri, iktisadi ve kiülltürel ba- kımlardan sıkı bir münasebhette hu- lunuyorlârdı ve asırlarca “Yeni Ro- manın,, hâkimiyeti altında yasşadılar, Bernard Shaw'un Kadın-erkek mlü- nasebetleri hakkındaki “Man and Superman,, vyâüni “İnsan ve Üstün İnsan,, adındaki piyesinden birkaç satır nakletmekle aydınlatmak kabildir. bu piyesin bir yerinde eşhas- tan birine bakın ne dedirtir: “Cinslyet bakımından — küdin, ta- blatin en Üstün başarısı olan “İnsan” nesalini idame etmek icin 1icat edil- miş bir âletten (barettir. Erkek iaa, tablatın bu emrinl en eköonoömik bir şekilde yerine tarafından kullanılan bir dlet... Ka- dinin erkeğe yüklediği müaksadı ve- rine getirirken erkek hudütsuüz ha- yallerea dalmakta serbesttir; tasşkın- lıklara kapılmaya, ideallere hizmet etmeye, kahramanlıklar — yaratmaya müsaade edillir, — yeter ki bunların hepsinin temel taşı kadınlığa, anne- | lide, aileye, alle yurduna tanarcası- Bazin'in | "Arts" gazetesinde çıkan iki yazısı | "Bizansa karşı ta-| arruz" adlı bu yazıda M. Bazin son kay- | olduğu bu görüş Bi-| zansla birlikte Doğuyu da inkâr et-| meydana çıkarılmış olan incisini şehrimizde sak-| hyan bizler için, bir Fransız bilgini- | İtal- | karşı | savunması, Çok İlgi vericidir. Bundan . bu yöndeki | fikirlerini | getirmek için küadiın | r] | Deamek ki Doğu sanatından İtalyanın | müteessir olmaması İmkân haricinde- dir. Bununla sizin şualinize — cevap vermiş oldum. Fakat aslında ortada Bizans va İ- talye dâvası diye bir şey yoktur. Bu- rada en mühim dâva iki kilisede hâ-| kim olan s#anat zihniyetidir. Bununla şunu demek iİstiyorum: Sanatı bura-| da milliyet hudutları içinde mütalâa | edemiyeceğiz, her iki killseye hâkim olan sanat çerçevesi ve asanat anlayısı içinde mütalâa etmeliyiz ki, burada hâkim olan milliyet değil, dindir. Or- | todokas kilisesi, kilise sanatını evan- gellum'dan farksız sayar, yani oku- ma yazma bilmiyen hıristiyanlara İn- cili kiliselerdeki resimler tanıtır, Sa- | nat bu bakımdan sanatkârın zevkine terkedilmiş değildir. Gerçi İkono- klastların devrinde killiselerdeki sanat eserleri İmha edilmişse de, ortodoks kilisesindeki bu zihniyeti hisar etmiştir. Buna mukabil katolik kiliselerinde resim sanatı bu gibi kayıtlardan âza- de kalmıstır. Meselâ Rönesana denl- | len devirde resim Ssanatı — kiliseden doğmuş ve sanatkâr kilisenin hlma- yesi altında yaşamıştır. Şu haldae İ- talyanların bugün İtalyanın malıdır, diye lddla ettikleri resim sanatı doğ- rudan doğruya kiliseden doğmadır. İşte bu bakımdan İtalyanlar bir de- receye kadar haklı görünebilirler. Fa- kat bu demek değildir ki, İtalyan re- sim sanatı Bizansın tesiri altında kal- mış olmasşın, Bilhassa Bizanstan gelen mozaijstler hagyolojik desimler yanın- da kiliselere İmparator ve İmparato- riçelerin resimlerini de yapmışslardır. . Sonra İtalyanlar 1204 ten Gl e kadar İstanbulda oturdukları zaman kilise- leri nasıl boşalttılaraa, sanat eserlerini de mânen almışlar- dır. Ciİmabue'yi de yetiştliren örtodoke kiliselerinde gördüğü sanat eserleril- dir. Clmabus bu sabit kalıpları al- makla beraber, yavaş yavaş formla- rını değiştirmeya ha.şlumıştır Bura- | da İtalyan kilisesinin sanat görüşln- deki serbeatisinin Bizans'tan alınma formlar Üzerinde nasıl tesir ettiğini görebiliriz, İşte bu bakımdan da Bi- zans tesirini müdafaa eden Bazin haklıdır. Ben — Fakat İtalyan sanat bilgin- leri kubbenin Bizanstan ve Doğudan | geldiğini İnkâr etmeye kadar &ldiyor- lar, önun Roma - Etrllsk mezarların- dan gelme bir mimari şekli olduğu- nu söylüyorlar. Buna ne dersiniz? Muzaffer Ramazanoğlu — Burada | kendi arkeolojik araştırmalarıma da- | yanarak cevap vereceğim, Ben Aya | G. Bernard Shaw ve kadınlar Fakat biricik va- na bağlılık olsun. sifesi kendi neslinin devamımı tlemin etmek olan apayrı bir mahlük icat ötmek meğer ne tehlikeli, ne tedbir- sizce bir hareketmiş! Çünkü bahkın sonunda ne olmuş: — Buveld sayıctı erkek de kadıim kadar çoğalmış. Öy- le ki kadın, çocuk yetiştirmenin a- s#im meşakkatinden kurtardıdı © muaszsam enerjinin ancdak küçücülk bir ktaemimi kendi esas — maksadına kullanabilmiş. O muaszam enerjinin gevri kalan kismi, erkedin dimağını ve adalesini besleyip kuvvetlendirme- ye yaramış. Erkek artık bedenen ka- dın tarafından koöntrol edilemlyecek kadar kuvveatli kesilmiş, mdünen de öyle kuvvetlenmiş, muhayyilesi öyle gelişmilş ki artik südece nealini iİda- me eltirmekle talmin — edilemez ulls'at bulmuş. Böylece erkek kadı- na danışmaksızın, fakat kadının ev hizmetlerini esas temel olarak kabul ederek, koca bir medeniyet kurmuş." - — — BUGÜN SÜ M ER SİNEMASINDA BIR VATAN DOĞUYOR FİLİSTİN HARBİ Bir vatana sahip olabilmek için bir milletin çektiği ıstıraplar, binbir müşkülâtı göze alarak vatana vetişen kaldığı güclükler, İstanbulda FERAH Ginemasında. Maltineler ; 11 — 1290 — 14,850 — 16,80. muhacirlerin kan ve amteş İle elde edilen blr vatan parçamşı, Bu arada her biri başka basşka diyarlardan sında doğan samimi bir ask. Bu filmin türkce gelen İkl kenç ara- kopyası aynı zamanda Suare 915 ÖZEN FİLM ortadan | kaldıramamış ve mahdut yerlere iİn- | mevcut olan | Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu le bir konuşma ÂA. N. İrini ve Ayasofya manzumesinin mil- mart — devirlerini tetkik — ederken, Konstantinin devrinden itibaren Biİ- gansta İnşa edilen mimarinin — yerli bir ananeye İistinat ettiği kanaatine vardım, Yani bu mimari Büyük Konstantinin askerlerinin çantasında | Bu | devirlere Romadan buraya gelmemiştir. mimarinin çok daha eski dayanması İcap ediyor. Bu bakımdan hırlatiyanlığın Bizansta ilk defa na-| Bıl intişar ettiğini ve killselerin nere- | lerde inşa edildiğini araştırdım. Bu- rada buna dair uzun boylu izahat ve- | yalnız kısaca şunu | recek değilim, söyliyeyim ki, 252 tarihinde Episkop Kastinos Konstantinos tarafından İn- şa edilen Salinte Euphemle kilisesinin mausoleum'u bugün Fenerdeki Gül ÇCamli altında' bulunmaktadır. Bura- da görülen Kreuzgewölbe — dedikleri Roma tonozları Bizansta Üçünclü aa- rın ortasında yapılmıştır. Eminim ki, bu da birinci asra kadar devam eden bir ananedir. Bizansın Doğu ile olan kültür ve sanat mübadelesi Batı İle olan kültür ve sanat mübadelesinden daha çok eskidir. Binaenaleyh kubbe İnşaatı Bizansa Doğudan gelmistir. Romadan değil!. Ayasofya Müdürü ile daha uzun konuştuk. Meğer bu meseleler kendisini uzun zamandan beri İşkgal etmekteymiş. Geçen sene Teknik Ü- niversitede — verdiği bir koönferansta “Katolik ve Örtodokes Kiliselerinde resim telâkklal ve kilise resminin sa- nat dünyasına tesiri,nden bahsetmiş. Bu kıymetli könferâns bir kitap ha- linde basılmış, bir haftava kadar cı- kacaktır. Bu kitap çıktıktan sonra, bizi pek yakından ilgilendiren bu ko- nuya dair daha da malümat bulaca- ğımızı Ümit ederek, sayın Muzaffer Ramazanoğluna teşekklir ettim ve A. yasofyanın tatlı sanat havasından İs- temiye lstemiye ayrıldım. bir | uzun | I SANAT HAREKETLERİ ' ğ Sayfa b Tarar I HİKÂYE W Selim — İnsan felâket gün- lerinde her şeyi hoş görmell; de- di, meselâ buglüin yağmur da ya- Bğabilirdi. Arabacı — Öyledir, dedi, bu sabah hava pek İyi görünmüyor- du. EBvet havada şikâyet edilecek bir şey yoktu; sls ağır afır kalk- miştı. Derede ve çukurlarda an- cak beyazımsı duman izleri sll- rükleniyordu. Yamaçlar üstlünde gökyüzü gitgide açılıyor ve şim- diden tatlı bir ekim güneşi ko- kusu geliyordu. Kadın devam etti: — — ÇüÜnkü yağmur yağsaydı ha- limiz fena idi biliyorsunuz, Yük arabasının yan tahtalarına oturtulmuş arabacı | İskenilesine başını çevirdi ve arkaya baktı. Samanlar Üzerinde iki büklüm ol- muş bir çocuk uyuklamaktaydı. Daha geride bir at çulu, dikdört- gen biçiminde, uzun bir çıkıntı- nıin Şşekillerini belli belirsiz mey- dana çıkarıyordu. F Selim — Zavalı adam, dedi, l başına gelmiyen bir bu kalmıştı. Yol kenarında çitle çevrilmiş bir arsada birkaç iİnek sarı bir o- tu yemektae idiler. I — Gece otları dışarıda mı bı- rakıyorlar! İyi gey defli bu. Ben sşocukken bizde ilk Bsoğuklarla beraber onları her gece İçeri alır- lardı. Arabacı! — Her şey değisşiyor, dedi, in- sanlar, hayvanlar, ÂAdetler! Arabacı dirseklerini — dizlerine dayamış, dizginleri eline almış o.- larak iki büklüm duruyor, gözle. rini atın sağrısından ayırmıyor- du. Uzun kuru bir vücudu, ka- dife ile karışık meşin bir elbise- &i, yine meşin gibi bir yüzü, çu- kur yanakları, uzun ve kalın bir bıyık Üstünde kemerli bir burnu vardı. Halinden hem tembel, hem küstah bir adam oldufu anlaşılı- yordu. Ailenizin çiftliği Epinal taraf. larında mı İdi? diye sordu. — Evet, Epinal tarafında. Yir- mi kadar inek; dört beş at, ko- yunlar, makineler. Güzel bir çift. likti doğfrusu... Arabacı hayvanın bacakları &. rasına bir tükrük attı: — Evlendi zaman epeyce bir değişiklik oldu herhalde.. — OÖrası öyle? Fakat gençlikte İnsan pek farkında olmuyor böy- le şeylerin.. — SBSiz âAdeta bir şehir kadını olmuşsunuz. — Şehir kadını mı? Ne demerz- Biniz ? Kadın mahcup ve memnun bir kahkahacık attı. Siyah elbisesi ve eldivenleriyle, nazik derisi ve ya- naklarında bir pudra izi İle bir şehir kadını olmasından — şüphe îjdilemezdiş İçini çekerek ilâve et- — Şehir kadını olduk da ne ka- zandık sanki Mösyö Pol? — Bir mektep hocası bellibaş- li bir adam demektir. —Onun için söylemiyorum. Arabacı dizginleri arabaya bağlıyarak pantalonundan bir pi- po ile bir tütün kesesi çıkardı: — Herhalde kocanız sizi bed. baht etmedi. — Hayır. Bunu göylemeğe hak- kım yok... Zavallı adam çok İyl, çok tatlı, çok hatırşinastı. Mem- lekette herkes bunu bilirdi, Her- kes: “"Mösyö Jiro çok iİyi adam- dır” diyordu. Önün acısını hiç u- nutamıyacafım, Dizlerinin üUstünde sıktığı çan- Köye dönüş Marcel Arland'dan çeviren R. N, GÜNTEKİN tasını açtı; bir mendil aldı ve gözlerine götürü. | — Fazla iyi adamdı. İyiliğini sulistimal ediyorlardı. Kimi tar- lasını 'ölçtürüyor; kimi kadastro haritası çıkartıyor; kimi millet- vekiline, valiye, müfettişe mektup yazdırıyordu. Tanrının günü, hattâ hasta yattığı ve artık oda- dan çıkamadıfı bu son zamanlar- da önu rahat — biırakmıyecrlardı: — Mösyö Jiro. Çok canım e- kılıyor... — Ne var, ne oldu? — Aşağıkl çayırlık meselesi... Vergiller...” Ben ona: — Gaston bu adam- lar seni öldürecekler... "Olmaz" desene, diyorum. Fakat kime söz anlatırsın ? Arabacı büylük bir dikkatle pi- posunu dolduruyordu; onu yaktı: bir nefes çekti; sonra dizginleri tekrar eline alarak: — Orası öyle, dedi, bizilm köy- deyken, daha öğretmen olup ev- lenmeden evvel onu herkes sever. di. Ben çocuktum amma onu İyi tanırım. — ÜÖyledir Mösyö Pol öyledir. Bak şimdi ne oldu biçare? Kadın Üzüntü ile başını arkaya çevirince çocuğun uyanmış oldu- ğunu gördü. O kısık bir sesle so- ruyordu: — Varıyor muyuz artık? — Sen uyumuyor musun? U. yusan İyi olur. Yok mu artık. Uy- Çantasını tekrar açarak bir a. nahtar kümesi çıkardı ve çocuğfa uzattı. — Al oyna, Fakat kaybetme, Sonra sesini alçaltarak: — Zavallı masum, dedi, tıpkı babası: Bu kumral saçlar, bu ma- vi gözler, bu küçük ağız... Zavallı kocam.. Küçük Jak beni ne ka- dar severdi. Her zaman onunla oynardı!: Resimler, askerler, ti. yatro.. Ondan daha çocuktu biça-. re, İkisini beraber görmeliydiniz. Yahut da onu dizlerinin Üzerine alırdı: “— Bu büyüyünce ne ola. caksın Jako? — y— Bilmiyorum. — Baban gibi öğretmen mi? — E- vet baba. — Hayır öğretmen de- ğil; profesör, Sorbonda büyük, cok büyük bir profesör? — Evet ba- ba." Fakat sonraları.. O kalb, o şeker, o bacakların şişi ne kadar uzadı, ona neler çektirdi Yarab. bi!.. En nihayet bir pazar günü çocuk kiliseden döndüğü zaman adamcağız boğuluyordu. Ona u- zun uzun baktı; sonra: “Sen ne olacaksın Jako" dedi, Çocuk “Pro- fesör” diye cevap verdi. “Profe- sör olursun olmazsın ehemmiyeti yok.. Namuslu bir adam olmalı- sın?" dedi. — Vlcdan sahibi adamdı. — Hem ne vicdan! Bakın ne oldu. Bu son ay odasını &- yırmak için inat etti. Çünkü be- nim uykum hafiftir. Bir sinek be- ni uyandırır. Halbuki kendisi u- yuyamıyordu; yatağında Bsabaha kadar bir yandan bir yana dönü- yordu, Hem vicdanı, hem zekâsı vardı. Bana “Küçük on yaşına girdiği zaman ben 1lâtince öğre- nip ona Öğretecefim" demişti. Çünkü çok şey bildiği halde |lâ. tince bilmiyordu. Bu eksik onu âdeta Üzüyordu anlıyor musunuz ? — Bana bakmayın... İlk donların kuruttuğu bir kü- çük ormandan geçmekte iİdiler. A- raba bir yaprak tabakası Üzerin. den daha yumuşak gidiyordu. A. rabacı çocuğfa: (Devamı var) “SNadt. H7 Tıyatrosu kuruluyor Kadrosu tesbit edilen tiyatro, tanınn—ı_ı; Türk ve yabancı müelliflerin eserlerini temsil edecektir düri âzası (Soldan sağa ilk sıra) Rakım Çalapala, Sabri Esat Siyavuşgil, (Ükinci sıra) Cemal Tollu, Fikret Adil, Bir müddet evvel kurulacafını ha- ber verdiğimiz “Saat G, Tiyatrosu hazırlıkları bitmiş gibidir. Bir veya iki perdelik kısa piyesler temesll edi- lecek olan bu tiyatronun unsurları. | nı seçmek Üzere, evvalki gün bir jüri teşkil edilmiş, müracaat edenler ara- sBından & kadın, 7 erkek — sanatkâr namzedi seçilmisştir. E.kseriyeti Üniverslteye mensun ü- lan 24 namzetten jJüÜri karşısında mu- vaffak olanlar şunlardır: M., Torosg, Nükhet Bilir, Sabahal Madran, Jale Erman Mazlum Özbircan, — Nuaret Sel, Rıza Buruk, Saim Giray, Yılmaz | Sinanoğlu, Mehmet Ali Ermiş, Feh- mi Kuranel, Jliri heyetini, I!d Karay, Resad Nurl v Gülntekin, Sabri esat Siyavuşgll, Fikret Âdil, Râakım Çalapala, Hüsameddin Boözok, Ressam Cemal Tollu, Tiyatra y Mü- dürü M. Hayri Egeli ve — Muavini Muharrir Refik Ha. EHlsat Hrendar iİla Bayan Nihal Ka- Bayan N. Karayv, Bayan ray, A. Cimcoz, V. Ebüzziya teşkil etmekte iİdiler. JüÜrl heyetl Ççarşamba 17 de Beyoğlunda Sanat Dostları Ce- miyetinde toplannrak, “Saat 6,, Tİi- yatrosunda temsil edilecek eserler Ü- zerinde güörüşecektir. “Saat 6,, 'Tiyatrosuna, şimdiden verllen eserler arasında, Reofik Ha- lld Karay, Reşad Nuri Güntekin, Celâleddin, Fikret Âdil, Resad Nuri Darağo, Orhan Veli Kanık'ın telif, adapte ve tercilme — esgerleri vardır. Tercümeler arasında Bernard Shaw ile Sartre'in iki eseri bulunmaktadır. Bir Fransız tiyatrosunun turnesi İ Tanınmış Fransız tiyatro artistle. vinden biri olan Vera Koren, Lübnan, Mısır ve Türkiye için bir türne ha. zırlamıştır. Bu ay sonunda şehrimiz. de bir slnemada temsiller — verecek günü saal | F olan tiyatro heyeti içinde tanınmış Refl k Halid Karay, Reşad Nurl Güntekin, A, Cimcoz, Bayan V. Ebüzziya, M. Hayri Egeli. Fransız aktörleri de bulunuyor, Bu turnenin bir hususiyeti şudur: Temsil esnasında, perde aralarında seyirciler, dekorların ve köstümlerin maketlerini ve Fransada en &on ba- sılmış lüks tabılı eserleri görebile- ceklerdir. Bundan gayri, temsiller için hazır- lanmış bulunan programlar, Fransa. nın Mmeşhur muharrirlerinin yazıları vardır ve bir nevi antoloji halinde. dir. Meselâ; türneye iştirak eden sa- natkârlar hakkında Paul Raynal, Philippe Herlat gibi muharrirler iza- hat vermektedirler. . Turnenin dekorları da ayrı bir hu- susiyet arzediyor. Bunlar Touchagues ve Jean - Rehnis Maloöles yapmışlar- dıir. Bu ressamlar y hakkında Jean Anowilh'in bir takdim yazısı vardır. Bu itibarla, turne bir nevi — külltür propagandası mahiyeti alıyor demek.

Bu sayıdan diğer sayfalar: