Vatan 20 Haziran 1954 sayfa 11 | Gaste Arşivi

20 Haziran 1954 Tarihli Vatan Gazetesi Sayfa 11

20 Haziran 1954 tarihli Vatan Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ERÇEKLEŞİYOR Sayfası'nın geçen sayı- *Türkleri Bekliyo- aşlıklı bir yazı, daha doğ Mektup yayınlamıştık. Reid Burnett adlı bi Halının Londra'dan gön- mektupta, Türkiye'- ' Mili Oyunlar Heyeti bi- Betirilebildiği taktirde, Şelin Londra'nın meşhur İYatrosu'nda Ekim “yın | er vermesinin müm- Mabileceği belirtiliyor, bu Ve bu fırsattan doğacak kıParlak imkânları kaçır- Z tavsiye olunuyordu.. M Nett, Türk/ rakslarını i memleketimizde Ektiği gibi, Batı âlemi- tlandaki zevkini de iyi h." Üüstelik büyük — sanat ş trinde birçok nüfuzlu tanıdıkları olan bir zat hafta bâzı kısımları- Z I_ldığımıı uzün mek- ç Mize geçtiği zaman, se- hey, anlanmış, — fakat yt h söyliyelim, işe nere- gerektiğini pek Miştik, Mr. Burnett ni İ öğretiyor, bâzı hal . leri sürüyordu, lâkin h ğit Çapında faaliyete ge- a rkaç ay içinde, Stoll qhşe Türk ruhunu tem- bık Mükemmeliyetle bir ha STaya getirmek bize, “m:erecede güç bir iş $ müştü. Oysaki, Mr. ırıgihere e bu işin ha AA YASar ve bizimle mek- Va Ürürken, hayâlleri, ne Ü m Dizler farkında olma- ©P gerçekleşmekte i- 'h_yfası'nda' o mektup xıe İrkaç gün sonra, Ya | qnfl Bankası'nın kültür İdare eden — Vedat > telefon etti, Mektu. İkeşdünu, bizleri çök se- bâzı havadisteri ol- Si sabah Gazeteci- tÜ'ne gelmemizi söy- Bün, hazırlıkları epey h;'uunan, mem'eket h&hllilıî Oyunlar Fes- Y nda bilgi edindik. S—'Pl Ve Kredi Banka- Şün leciler Cemiyeti ta- z Wşlereken tertiplen. ö tanbul'daki — Mer- Sİ yirmi iki il AA Milli oyun ekip- 'î':şs. halindedir, Mer- g Sinden başka, yirmi , e “_h_îr birinde kuru- Şilik Tertip Komi- b Mîelerle görevlendi- müsabakalarına k ve bunların İşti- AŞ Set müsabakaları i- ri heyetlerini seçmek. C) Vilâyet müsabakalarını 15 Ağustosa kadar — neticelendir- mek, D) Birincilik kazanan ekipin ve tek oyuncunun zamanında İstanbul'da bulunmasını — sağ- lamak. E) İstanbul'da yapılacak mü sabakanın jüri heyetine katıla. cak delegeyi seçin adını ve hü- viyetini Merkez Tertip Heyeti- ne bildirmek, F) Mintaka birincilerinin İs- tanbul'a gelirken milli kıyafet. lerini de getirmelerini temin etmek.. Festival talimatnamesinin di ğer bâzı ilgi çekici maddeleri de şunlardır: «Vilâyet müsabakalarında bi- rincilik kazanan ekipe veya tek oyuncuya Merkez Tertip Heye- tince 500 lira mükâfat, verile- cektir.» r «Vilâyet müsabakalarında bi rinciliği kazanan oyuncuların ve onlara refakat edecek çalgı- cıların ve vilâyet jüri delegesi nin İstanbul'a geliş ve İstan- bul'dan dönüş masrafları ile İs tanbul'da kalacakları yedi gün için 20'şer lira yevmiyeleri ö- denecektir.. »İstanbul müsabakaları Ey- lülün 9, 10, 1V'inci günleri A- çık Hava Tiyatro: yapıla- caktır.» ; şu mükâfatlar dağıtılacaktır: Birinci mükâfat — 3000 Lira İkinci mükâfat — 1500 » Üçüncü mükâfat 1000 » Diğer derece alanlara da he- diyeler verilecektir.» Yapı ve Kredi Bankası jile Gazeteciler Cemiyeti'nin bu gü zel faaliyeti, Londra'daki dostu muzun oradaki empresaryolar- dan aldığı vaatlerle birleşince, Türk Milli Oyunları'nın dün- yaya tanıtılmasına engel olabi- lecek sebepler asgariye inmiş oluyor. İstanbuldaki — Festival, Banka'nın onuncu yıldönümü- ne rastlayan 9, 10, 11 Eylül ta. lerinde Kat 5| Mr. Burnett ile İngiliz empre- saryo o günlerde memleketimi- ze gelerek, raksları toplu hal- de görebilecek ve uygun gördük lerini seçebileceklerdir. Bu şe- rait dahitinde, Stoll Tiyatrosu nun, Ekim ayında, yeni mevsi. mi Türk Milli Oyunlar Heye- ti'nin temsilleri ile açması pe- kalâ mümkündür, Ekipleri,, haf talar, hattâ belki aylarca mem- leket dışında kalmağa razı et. mek ihtimal kolay olmayacak- tır, lâkin bu işin Türkiye için ne kadar geniş ve müspet bir propağgandaya vesile olacağı kendilerine izah edilince, her- halde bu mâni de ortadan kal- kacaktır. SANAT SAYFASI &iiden mürekkep İü tupta Faik Sabri şu # hnan köyünde imi Merkez İlk Okulunda bitirip orta tahsilime Giresun Erkek Sa- nat Enstitüsünde başladım. 10 ay önce İstanbula geldim. Halen İs- tanbul Sultan Ahmet Erkek Sanat z N Şiiri İle birlikğe gönderdiği mek- Ceylan kendini sözlerle tanıtıyor: 4«1937 yılında Giresun'un Kuşlu - doğdum, İlk tahsi- GERÇEĞİN PEŞİ Alan PRYCE - JONES Alan Pryce - Jones, «Times- gazetesi Edebiyat — İlâvesi' nin tenkitçilerindendir. Beetho ven'in sanatını inceleyen bir eser ve kısa hikâyeler de yazmıştır. Bu yazısı, «New York Ti- mes» gazetesinin Edebiyat İlâvesi'nde çıkmıştır, R şağı yukarı her on yılda bir, birisi çıkar, Roman'ın öl- düğünü ilân eder; — tenkitçiler matem tutmağa başlarlar; ro- mancılar, her zamanki gibi ro man yazmağa devam ederler. Mesele şu ki: mantıken roma nın ölmüş olması gerekirdi. Ro man, alt tarafı, 400 yıl evvel şilr ağacına aşılanan ve kuv- vetini, çoğunluğun güvenilmez ve geçici zevkinden alan, başı boş gelişen bir edebiyat tarzı- dır. Ağacın üzerine daima tit- renmiş olmasına karşılık, son radan ortaya çıkan dal, kendi haline bırakılmış, kendi başı- nın çaresine bakması beklen - mişti.-Nitekim üstelik, zaman- la, sinema ve radyo baskıları nı gitgide arttırdıkları halde, roman pek alâ gelişmek imkâ- nni buldü. Fakat günün birinde, tenkit çiler romanın artık öldüğünü güvenle ilân ediverdiler, «Bu zamanda kimin roman okuma- ğa vakti var ki?» diyorlardı Bir konuyu' sinemada — dörtte bir fiata, rahat rahat takip etmek varken, insanlar roma- na ne diye üç, dört dolar ve- rip, üstelik kıiymetli zamanla- rını okumakla harcasınlar? Ya yinevleri, daha yirminci yüzyı lin başında kendini — tüketen bir edebiyat tarzını, iyi niyet gösterip zorla yaşatacaklar da ne olacak? Bunları söyliyenler mantık- larını kullanarak konuşuyor - lardı. Fakat romancılar man- tığa meydan okurlar. Ölseler bile, mezara girmeği reddeder ler. Bu ısrarın, tenkitçileri ba- zen çileden çıkaran bu canlı- lığın, sebepleri — incelenmeğe değer. Herhangi bir insani ro- man yazmağa sevkeden sebep ne olmuştur acaba? Apuleius'a veya Lady Murasaki'ye kadar geri gitmeğe hacet yok, Belki de bugüne kadar yazılan en büyük roman olan «Don Kişot» sorumuzu — cevaplandırmakta - dır. « Roman, yazarın biri, bir hi- kâye anlatmak istediği için de- Bil, gerçeği ifade etmeğe çalış- mak arzusuyla yanıp tutuştuğu için yazılır. Romancı, — kendi kendine, «ama ileri süreceğim az i BU gö- =mez şekilde ifade edebile- cektir, üstelik ispat edilebilen şeyler, hayatın ancak mahdut bir cephesini teşkil eder» diye düşünebilir. Meselâ: «Kitabım 100,000 sayıdan fazla satildi» cümlesi, ispatı mümkün olabi- lecek gerçeklerdendir; lâkin: «Seni yeryüzündeki bütün in - sanlardan daha fazla seviyo - rum» giBi bir lâf, gerçek ola- bilir, fakat hiç bir zaman ispat edilemez. Ama işte, gerçeğin bu elle tutulmaz tarafı edebi- yata meydan okumaktadır; ve yazarlar ona mümkün olduğu kadar yaklaşabilmek için ale gori'ye, sembolizm'e, teşbih'e başvurmuşlardır. Düpedüz be - lirtemeyecekleri - bilgileri ta- rife çalışırlar. Şiir olsun, müân zum veya mensur hikâyelerin anlatılışı olsun, böylelikle doğ- muştur. Ayrıca, iyi romancıların pay laşılacak bir kozu da olmuş- tur, Bir gerçeğin hayali kendi lerini öylesine sarmıştır ki, on dan kurtulabilmek için ansızın bir roman yazmağa koyulmuş lardır, Cervantes, bu ruh ha- line mükemmel bir örnek teş- kil eder. İşe çağının şövalye- lik menkıbelerini gönül rahat- cuttur. Şiirde yeni yeni tecrü- belere girişiliyorsa, romanda da aynı şeye rastlanır - ancak, şür, çoğu zaman, biraz daha ilerdedir. Ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar, romancıla - rın bir hamlede çevrelerindeki şairlerden daha ileri atıldıkla rı görülmemiştir; Romantizm Hareketi olsun, Realizm veya Surrealizm olsun, ihtilâl- yara tan her hareket, evvelâ şair - ler tarafından başlatılmış, ön dan sonra romancılar tarafın- dan geliştirilmiştir. Hen yeni nesille birlikte bu ihtilâller ve gelişmeler devam eder. Romancı, hiç bir zaman, her şeyin söylenmiş veya ger- çeğin herhangi bir cephesinin katiyetle açıklanmış olduğunu düşünmez, Smollett'in bir ro- manı ile Turgenev'in bir roma ni, yahut «La Prindesse de Cleves» ile «Finnegans's Wake» arasındaki farkı ta- savvur edin, Önemli olan, on sekizinci yüzyılda Bath ile on dokuzuncu yüzyılda Baden şe hirlerinin, yahut Henri TI za- manındaki Paris'le — modern Dublin'in arasındaki fark değil dir, Bu romanların tarzı, tek- niği, kaygıları farklıdır; lâkin mevcut farklara rağmen, bü- tün bunlar yine de avnı mak- sada yönelmiştir: insan konu- sunda gerçeğe mümkün oldu- ğu kadar fazla yaklaşabilmek. Nitekim dünya romancıları- mı «Saat - gölfur oynayan 0- yunculara benzetebiliriz. Hepsi de önlerinde küçük bir top ol duğu halde, bir çember teşkil ederler ve hepsinin maksadı, topu, çemberin ortasındaki tek deliğe sokmaktır. Bereket versin ki, bu oyun- un, sonu — gelmeyecek ince- likleri vardır, Bazen, en çok ö- nem verilen gerçek, ahlâki bir mahiyet taşır... Bazen alabildi ğine realisttir, bazen hayalle birleşir - meselâ bir yanda Zola nın romanları öte yanda Flau- bert'in «Salammbo» su, Bazen VATANIN İLÂVESİ d n Fransız yessamı Delacroix'nın (1798 — 1863) yukarda fotoğrafını gördüğünüz «Paşa ile Gâvur'un Mücadelesi. ad- h tablosu, Arif Kaptan'ın altsütunlarda belirttiği gayet iyi bir örnek teskil et mektedir, — Delacroix, p yiş tarzı, gerek kullandığı renk- ler bakımından, resimlerinde «hareket» yaratmağa bir ressamdı. Fakat biz onu bugün atları ata, cengâverleri insana «benzediği» için değ il, bilâkis, resimlerinde, realiz- min üstüne çıkan bir «hava», ustalıktan öte bir sanat duyu- şu mevcut olduğu için takdir ediyoruz. Delacroix, on do- kuzuncu yüz yılın ilk yarısın daki dan, empresyonizme doğr& u zanan bir köprüdür. fikirlere gerek çalışan taklitçi realizrm modasın- RESİMDE HAREKET Bir tabloda ressam elile çizi- len her yaratık bize ne şe- kilde bir hareketi anlatmak is terse istesin, bu hareket aslın da gene de bir' hareketsizliği ifade eder, Tabloda koşan at istediği kadar dört nala kalk- sın, tuval üzerinde kasılıp ka- lır, Gerçek hayattaki davranış lar, sıçrayışlar kâğıt üzerinde tam bir atâlet oluverir, Ama dünya kuruldu kurulalı, resim sanatında mümkün olabilen ha reket kendisine yetmiş... Hareket bahsinin sinema dünyasında rolü büsbütün ay- rı bir şey. «Canlı Resim» film leri insanı bu bakımdan şaşır- tiıyor, Kişi, hareketi anlatmak istiyen çizginin «marifcte ini ilk defa bu filmlerde gördü. Tabloda kolunu havaya kaldır Hemingwa; rahatlığına, ba- zen de Gide'in ısrarlı inceleme lerine meyleder, Fakat esas olan şudur: Ger- şabilmenin 'tek çare- si, onu bir romancı gözüy celemektir. Radyo bunu başara- maz; imkânları dardır, sahası fazla geniştir. Sinema da başa- ramaz, çünkü oyalanmaya vak- ti yoktur. Sinemada her şeyin hayattakinden biraz daha gev- rek, biraz daha geniş ve acele olması gerekir, Demek oluyor | ki, insanoğlu kendi benliğini deşmek , arzusunu — duyduğu müddetçe, roman da yazılacak- tır, Ve insanlar zamalıla değiş- tiğine göre, romanlar da çağ- dan Çağa, onlarla birlikte, de- ğişecektir. Evvelce çoğu romanlara kı nu teşkil eden orta veya yük- sek sınıfların yaşayışından şim di artık pek bahsedilmiyor, Bu konular ortadan kalkınca, ge- riye hayatın anlatılması çok daha güç olan tarafları kalıyor. Her memlekette, aşağı yuka- ri herkes anormal bir hayat sürmektedir ve bu hayat şart- larını objektif bir görüşle an- latabilmek için bir Dostoyevs- ki'nin veya bir Dickens'in de- hâsına ihtiyaç var. Romanlar çoğu zaman bir takım sudan fıkraların sıralanmasından iba ret kalıyor; yazarlar gerçeği deşecekleri yerde, gündelik ha yatın — sathını şöyle bir tarı- yor ve bu arada şahsi görüş- lerini ortaya koyuyorlar. Lâ- lığıyla alaya almak maksadı lie Hel k yt Şi kahra kin, köşebaşındı Ka amasün Baaaa aa ge çai Ü paşına buyrük bir. Şşahsiyet — şeylerin beklediğini öğrenci Me- kesb ini önley di. Ale- çıkmamıştır.» Bir fındık bahçesi içinde Nizden uzak kuşlarla ir söylediğin bestesiz şarkı Bir hayâldir gözlerinde esen — » Gözlerindeki sevinç parıltıları kadar uzanık İsip kabaran göğsünün üstünde aşk Asırlık, Findık bahçeleri içinde, Bir acı ki sormayın alev gözlerde alnızlık, Bir fındık bahçesi içinde tenhalaşınca €dir söylediğin bestesiz şarkı Bir hayâldir gözlerinde esen Tattı, şale'den başka hiç bir yerde imzam Faik Sabri CEYLAN lâde bir mizah eseri, aşk, din, delilik, cesaret, kendi kendini aldatmak gibi gerçeklerin öy- lesine istilâsına uğradı ki, çap genişledi ve neticede — hayatı her cephesiyle işleyen bir eser ortaya çıktı, V. S. Pritehett'in, İngiliz ro maninin «babası» adını verdi- ği Fielding de, bu sebepten, Cervantes'i kendine örnek al- mıştı. O da, insanların garip taraflarına karşı hayretle ka- rışık bir ilgi duyuyordu. Fiel- ding ısrarla sanki şöyle demek tedir: İnsanlar hakkında fazla bir şey söylenemerz; insanları ancak çeşitli cephelerden, çe- şitli hallerde gösterebilirsiniz; bırakınız başkaları 0 hareket- lerden, gereken manayı kendi ğit gik 3 Önsüktma daha iyi bir ummak yanlış olmaz. Yeni bir Stend- hal, yeni bir Gogol, yeni bir Swift, belki de herhangi bir anda ortaya çıkacak ve yirmin ci yüzyılın ortasında ,insanla- rin kendileri hakkında duyduk Jarı şaşkınlığı biraz giderme - ğe yarayacaktır. Şimdiki halde herkes hamleyi başkalarından bekliyor. İngiliz ler, her zaman olduğu gibi, göz lerini ümitle, Manş Denizinin ötesine, Fransa'ya — dikmişler. Fransız'lar Atlantik'in ötesin- den, Amerika'dan medet umu- yorlar. Amerikalı — romancı- lar ise, uzaktan bakılınca, dik- katle birbirlerini — gözledikleri hissini veriyorlar. Ergeç, ha- kikat ile şiir yeniden, gereken şekilde haşır neşir olacak ve çeşitli milletlere mensup roman cılar tarafından geliştirilen ha- yüzyıldan bu yana, tecrübeleri arttıkça Avrupalı romancıların düşüncesi hep bu oldu. Roman, şiir ağacına eklenen bir daldı, demiştim. — Bazen, Virginia Woolf'un «Dalgalar» ında olduğu gibi şiir haline avdet ettiği de görülür... Hat- tâ Jane Austen veya Ivy Comnp ton * Burnett gibi romancıla- rın nazmındaki sağlam inşa tarzı esasında — şiire has bir titizlikten ve lüzumsuz kelime kullanmamak kaygusundan doğ maktadır. Dikkat edilirse gö- rülür ki, herhangi bir yerde ve zamanda yazılan şiirlerle ro manlar arasında bir bağ mev- yat Ve insan sentezine yeni ye“- ni halkalar eklenecek. Kendi kendimizi bulmak için, bu sen- tezi boyuna deşmekteyiz — ve benliğimizde şurada Pickwick'. ten burada Oblomov'dan bir parça, bâzen Kaptan Ahab'dan nahoş bir akis veya Charlus'yü akla getiren dehşet verici bir cephe bulmaktayız, Hayali vVak'aların heyecanı - na kapılmak için roman okudu ğunuzu sanmayınız.. Romanı, kendi benliğinizi bulmak mak- sadiyle okuyorsunuz. İnsan ken di hakkında hiç bir zaman son sözü söyleyemeyeceği için, ro- mış bir figürün asırlardan be- | ;ri öylece dura kalışına alışmış ken, öte yanda cazın temposu na uyup, çeşitli hareketler ya parak dans eden bir figüre ba- kıp da nasıl şaşırmaz? Film ressamının çizgileri si- nema tekniği ile el ele verince, bu- çizgiler gerçek hareketin ta kendisi oluyor. Oysa ki, bir tabloda hareket ancak düşün- cemizle, hayal gücümüzle hal lettiğimiz bir problemdir, Film deki hareketi görmek için gö , ze, tabloda ise gözle birlikte düşünce gücüne ihtiyaç — var. «Canlı resim» filmlerinde bizi ilgilendiren tabii olan hareket ler değildir. Daha çok, bir fi- gürün, yapılmasına imkân ol- miyan, hatta biraz «komik» dü şen mübalâğalı hareketiyle il- gileniriz. Zaten işin sanat tara fi da burada. Ama bunun resim sanatile ilgisi yok. Filmdeki hareketlerde gerçekcilik olsun, mübalâğa olsun, bunlar her- kes tarafından görülür, anlaşı- lhr, Fakat, Van Göğh'ün bir peyzajında çizgilerin hareketi- ni, virgüle benzeyen yuvarlak çizgilârin sağladığı adinamizm» i görebilmek için biraz sanat kültürü lâzım. Rodin, — resimde hareketi «Başladığı nokta ile bittiği yer arasındaki zaman» diye anlatı yor. Yani, yerden bir şey al- mak için eğilen figürün hare- keti, başladığı noktadan sona kadar, silsile halinde birbiri ar dindan gelen bir takım hare- ketlerle tamamlanır. Ressam bu hareketlerden birini, konu nun maksadina en uygun ola- ninı seçer, Bunu yaparken de - tıpkı film ressamının yaptığı gibi - büsbütün atâlet doğura cak kadar mübalâğalı hareket lerden çekinir, Resim. sanatı hareket bahsın da hiçbir zaman sınırlarını zor 'lamadığı için hiç te hayal kı- Arif KAPTAN lamamiış. Bu alanda ileri gidil mek istendikçe eserin gülünç bir hâl aldığı görülmüş. Nite- kim, objektif olmaktan gayrı bir meziyet gösterememiş res samlardan Messonier'ye resim lerinde hareket olmadığını söy lemişler; bir «Meyhâne Kavga- si» tablosu yapmış. Boşuna bir gayret Zira havaya kalk- miş iskemle o noktada kakılıp kalmış, yarıya kadar çekilmiş kılıç bir türlü kınından çıka- mamış bu resimde. Bu gibi mübalâğalı hareketler, bir tab loda hareket unsuru olmak - tan çok, korkunç bir hareket- sizlik doğuruyor, Oysaki, figür lerin çeşitli hareketlerini bir yana bırakalım; iki eşyanın tab loya konuşunda birbirinin av- nı olmiyan iki ayrı duruş şekli resimde tatmin edici bir hare- ket sağlayabilir. Resimde hare ket bazen bir davranışın, ya- hut düşen bir cismin ancak bir âninı tesbit ediyor, bazen de iki eşyanın duruşları, daha doğrusu görünüşleri arasında- ki fark tabloya yeter derecede hareket verebiliyor, Halkın ilgisini çeken «Canlı Resim» filmlerinin renk prob- lemi de resim sanatile kıyas- lanamaz, Sinema tekniğinin bu filmlere verdiği imkân ölçü- sünde çok gözalıcı, çok — hoş renk kombinezonları bulunabil miş. Belki bu renkler insanı bir bakımdan tatmin edebili- yor, Ama bu renklerin yan ya na gelişinde resim — sanatının sonsuz ve çetin problemi yok. İçlerinde bilmem kaç bin mum kuüvvetinde ışık yanan - film renkleri ile gene aynı esasa dayanan Katedrâl vitrayları - nin renklerini kıyaslayacak 0- lursak, bu filmler çok zayıf kalır elbet Sinema — Tekniği FİKİR ALANI : FORUM Fikirsiılikten çok çekiyoruz. Kültür ve yazarlar, dergiler, kitaplar istediğiniz kadar... malarımızda, konuşmalarımızda duygudan, heyecandan sıyrı- düşünce — yoksulu Tartış- lamıyoruz. Bunun için yavanlıktan, sathilikten, — boşluktan kurtaramıyoruz kendimizi. Fikirden, düşünceden hız almayan her tartışma, her akım yıkılmak zorundadır. Ancak fikri olan kişilerin serbestçe tartışması, kendilerini kişisel duygularının heyecanından ayırıp aklın kurallarına uyması ile *gerçekten ileri bir toplum, tam anlamıyla kültürlü bir aydın — topluluğu kurmak mümkün. Bana bunları üç aydır Ankara'da çıkmakta olan «Forum- dergisi düşündürdü. On beş günlük tarafsız et, iktısat, kültür dergisi olmak hüviyetini taşıyan «Fo- rump, bizde daha önce benzeri görülmedik, Batı anlamında bir fikir dergisidir. «Forum» da iç, dış siyaset, memleket ak- tüalitesi, iktısat, kültür ve sanat konularında yazılar buluyo- ruz. Söyleyecek bir fikri olan, bu derginin sayfalarında açıkça fikrini açıklayabiliyor. Her türlü anlayışın serbestçe savu- nulduğu bir alan. Ama bu alan da şahsiyat yok, küfür yok, ağıza geleni savurmak yok. Son çıkam 15 haziran sayısını oku- yorurm: *On beş günün notları.: nda her aydının okuması gere- ken ilgi çekici aydınlatma!lar buluyoruz. Bu notları kim yazı" yor bismem, fakat zeki, bilgili, ölçülü bir aydın oduğu açıkça belli. Dr. Turhan Feyzioğlu Mahmut Makal'ın «Anadoluda Bir Köy» adı altında İngiltere'de yayınlanan kitabı üzerinde duruyor. Bu tercüme hakkında istifade ile okunacak bilgiler veriyor. İlk bakışta bu köy notlarının yabancı dillere çevril- Mmesi Memleketimizin aleyhinde gibi görülebilir. Vaktiyle İtal- yancaya «Öksüz Taoprak» adıyla çevrildiği için « Yahan» roma- nına ve yazarına karşı yapılan haksız hücumları hepimız —ha- tırlarız, Makal'ın kitabı da istenirse aleyhimize bir propazanda sebebi olabilir. Ama gerçeği saklamak, kendimizi aldatmak sayılmaz mı? Turhan Feyzioğlu da yazısında buna temas edi- yor. Divor ki: «Fakat millet icin asıl zararlı olan, hakikatlerin söylen- mesi değil, gizlenmeye çalısılmasıdır. Hakikatleri yabancıdan kl kalkışalım derken, kendimizden de sakl teh- likesi vardır ve biz bunun zararlarını eekmisizdir. Mühim olan, başkalarının bizim hakkımızda verecekleri hükümlerden zi- yade milletimizin kaderini düzeltmek hususunda bizim göste- receğimiz gayret ve başarıdır; Makal'ın bu bakımdan yurda yaptığı hizmet ise paha biçilmeyecek kadar büyüktür.» Dergide Ahmet Şükrü Esmer'in «Kırım Harbinin Yüzün- cü Yildönümüs, Aydın Yalçın'ın — .İktısadımızda Enfilâsyon Belirtileri» gibi dikkatle üzerinde durulacak makaleler oku- yoruz. «Forum» ün kültür ve sanat bölümü, her savısında bir- birinden değerli tetkikler, denemelerle dolu çıkıyor, Geşen sayıda Özcan Ergüder, «Yalnızlığın Öldürdüğü Adama başlığı altında Sait Faik için şimdive kadar okuduğum en güzel de- nemelerden birini yazmıştı. Bu sayıda da Cavit Erginsoy, ölü- münün otuzuncu yılı dolayısiyle, Franz Kafka üzerinde dütu- yor, Kafka ile Kanun münasebetlerini inceleyen bu yazısında Erginsoy, Kafka'nın anladığı anlamda Kanunu şöyle açıklı- yör: «Kanun insanın dısında ve üstü dir, fakal onu k ona doğru gitmek lâzımdır. O bir menzildir. Ama yol? “Bir Mmenzil vardır sadece, yol yoktur. Yol dediğimiz tereâdütten başka bir şey değildir. Demek ki kanun insanın hiç bir zaman varamayacağı seydir. Onu aramak, on doğru yönelmek haya- tın yegğâne mânasıdır.» Bu kısacık yazı Kafka'nın dünyasının bir yönünü bize aksettiriyor. Dünya edebiyatında dilimize ka" zandırılması gereken daha nice büyük yazarlar, yaratıcılar ol- duğunu bir kere daha antıyoruz. Otuz yıl Öönce — dünyadan ayrılan bir Kafka'yı bugüne kadar tanımadık, tanıyanlarımız da topluma tanıtmadılar. Ancak son bir iki yıl içinde tek tük çevirmeleri yayınlandı. Kafka'nın «Dâvan, «Şaton, «Değişme- lere, «Amerika» gibi önemli eserlerini dilimizde görmek dile- ğindeyız. Çünkü Kafka herhangi usta bir yazardan daha üstün bir kişiliğe sahiptir. Erginsoy onu söyle anlatıyor: «Kafka'nın edebiyatı, Allah olamıyacağını erken anlayan, fakat bu acı î altında ezilmeyip ezeli mânavı insan hayatının ve Kanununun yolunda arayan —niçin bu kelime kullanılmasın- bir peygam- berin kitabıdır.» «Forum» bizi kendine çağırıyor. Türk avdınları bu alan- da buluşmalı, bir araya gelmeli. Aklın, kültürün mutlu ışığı altında tartısmalı, «Forum» gibi her bakımdan — doyurucu, gerçekten seviyeli bir kültür dergisini şu İlgisiz. kayıtsız hava içinde cıkaranları. vasatmaya çalışanları desteklemek her ay- dının görevi olmalıdır, sışıklı renk» bahsinde — tıpkı vitray gibi cümbüşlü bir tesir yaratabiliyor, ama «ahenk» ba- kımından zayıf kalıyor. Film ressamı renklerinin ar kasındaki ampulleri istediği ka HARERİNİZ VAR MI ? dar çoğaltıp pırıl pıril parlayan kırmızılar, yeşiller — yandırsın, istediği kadar göbek attırsın Mikilerine, ressamın umurunda değil. Vitrayların saltanat sür- düğü, gözleri kamaştırdığı de virlerde, resim sanatı boya tüp leri arasında her rengin içine katabileceği bir eIşık tüpü: bu rıklığına uğramamış, Kendi malzemesile, kendi teknik im- kânlarile yetinmesini — bilmis, Gerçek sanatçı çarpıcı, hoş. eğ- lenceli olmak yerine daima «güzel» ve «tesirli» olmak yo- lunu seçmiş, Maksut Doğan'ın «Karya» adlı uzun şiirinin ilk kısmı 25 Ni- san 1954 tarihli Sanat Sayfası'nda cıkmıştı. KARYA- Ben o insan'ardan biriyim Sıcak sevgilerle gülümserdik yıldızlara Olympos yükselirdi başka iklimlerden Şafakla morlanan dağlar içinde Usul usul büyürdü Altın meyvalarla düşüncelerimizin Bir yeni günle olgunlaşması Hep bir kardeşlik tüterdi canımırzdan Billür sular içinde sarkılarımız söylenir Birer nefee olup tüterdi Bakarsın çığlıklar atılır dağlar ardından Yedi renk birbirine karışır Karya kan ve şehvet dolar Yeni rüzgârlar eser ölümsüz nefeslerden Xarşı dağlar bir güzel parıldardı man da hiç bir zaman ölemez TİYATRO RESİM samaARI * Bugün saat 11 de Fransır Konsolosluğu Gaülerisi'nde Belgrad indan Enver Krubvic'in resimlerinden —mütesek- kll bir sergi açılacaktır. Bu sergi * Shakespeare'in Bir Yaz Ge- cesi Rüyası Bahar ve Çiçek Bayramı münasebetivle, Gülhane Parkı'nda Perşembe, Cu- ma, Cumartesi ve Pazar geceleri — 20 Hazirana kadar devam ede- verilen temsilleri başarıyla devam — cektir. etmektedir. Bayram sona erdikten * 16 Haziran — Çarşamba gü- sonra bu temsilin, değişik mizan- senle Acik Hava Tiyatrosu'nda tek rarlanması düşünülüyordu. Fakat haber aldığımıza göre ir En- ternasyonal Fuarı'nın tertip heve- ti bu temsilin Fuar münasebetiy- le, oradaki Açık Hava Tiyatrosunda tekrarını arzulamaktadır. Bu hu- susta Sehir Tiyatrosu'na — henüz bir teklif yanılmıs olmamakla be- raber, Bir Yaz Gecesi Rüyası'ni temsil eden ekibin İzmir'e davet edilmesi ihtimal! kuvvetlidir. Na- to Karargâhi kurulduktan sonra, misafir ettiği ecnebilerin — sayısı daha da artan İzmir, hele Fuar zamanı her milletten yüzlerce tu- rist tarafından ziyaret edilen bir şehrimizdir. Sehir Tiyatrosu Ko- medi kısmı aktörlerinin geçenler- de, kandi hesaplarına tertipledik- leri zayıf turneden sonra, tiyatro- muzun İzmir'i dahâ yüksek sevl- yeli bir temsille resmen ziyaret et mesi, şüphe Şok ki çok yerinde ©- lur. z * Dört senedenberi tiyatrosuz kalan İzmir'de yeni bir tiyatro kurmak için İzmir Belediyesi fa- aliyete geçmiş ve önce bir tiyat- ro binası yapılmasını kararlaştır- mıştır. Yakında tiyatro binasının inşasına başlanacaktır. Maksut DOĞAN nü Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü salonlarında Kuleli Askeri Lisesi' nin resim sergisi açılmıştır. * Çatalca Orta Okulu — resim öğretmeni Semih Kartal'ın İlk ve Orta Okul öğrencilerinin eserleriy le tertinlediği serri. dün saat 17 de Bevoğlu Amerikan — Habetler Merkezi'nde açılmıştır. * Maya Sanat Galerisi'nin yıl- lk masraflarının bir kısmını kar şılamak maksadiyle, elli kadar res sam ve heykeltrasın galeriye he- dive ettikleri eserlerle tertiplenen Kurtarıcı Sergi 14 Haziran Pazar- tesi günü açılmıştır. Daha llk gün den 1600 lira tutarında resim ve heykel satılmıs olması, bü sergi süyesinde Maya'nın kapanmak teh Hkesini atlatacağını göstermekte- dir. Kurtarıcı Sergi, 24 Hazirana kâ- dar, Pazardan başka hergün saat 1430 — 19 arası açık olacaktır. EDEBİYAT * Sen Jözef Lisesinden Yetişen ler — Derneği'nin Kadıköyündeki Merkezinde, 22 Haziran Salı günt saat 18'de Sait Faik'i Anma Günü tertiplenecektir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: