'dığı şeki liği * ” ticaretinde geçe — VATAN —e g38541 SIYASİ İCMAL İngiliz- Ahterikan Temasları Yazan: Vahdet GÜLTEKİN Amerikan Birleşik hükü- " metleri namına, İngiltere ile temaslarda bulunmak üzere gelmiş olan Mr. Wilkie, Baçvek_ıl _h“rc.hıll ile yaptığı son bir mü- âkattan sonra Londradan ayrıl- d'_' Bu seneki yeni Cumhur Reis- liği seçiminde Mr. Roosevelt e rakip olarak namzetliğini koyân U mühim Amerikan siyasisi ln_- Elltereden ayrılmadan evvel, bir Sok büyük sınai şehirleri de Zİ- Yaret etmektedir. Kendisine Te* fakat eden ve bizzat Mr. Roose- Velt'in şahsi mümessili olan Mr- Hopkins de Londradaki görü$- melerde hazır bulundu veya endi başına bir çok temaslar Yaptı, zz Bugünkü harpte sıkı bir iş bir- liği yapmaya karar vermiş olan İngiltere ile Amerikan devletleri arasındaki bu temas- lar, şüphesiz ki, Roosevalt plâ- ninin tatbiki ile alâkadar bir çok Meseleler üzerinde — olmuştur. €nüz âyan ve mebusan mec- lislerinde müzakereleri bitme- miş olan bu plân, bugün artık tAmerikanın İngiltereye .yırd_ı-_ mi> mahiyetini kaybetmiş, biri veni dünyayı, diğeri eeki dünya- Yı termsil eden iki | dmşolş- Tasi arasında, dünyanım ıeçırd:ı- ği bugünkü hayat - memat mi . selesindeki iş birliği şeklini al- Mıştır. y Bugünkü harpte İngiltere ka- dar Amerika da birbirlerile sı- kı bir dostluk ve hâr sahada ıı:- kadaşlık ihtiyacını duy - lar, .Z"wı Avrupada birbirine ge- çen kuvvetler dünya vızı.vo;ıını sarsacak kadar büyüktür ve ha- kikaten bir nizamın kavgas :: Harbin her zamındıı:ı ziya bugün iktısadiyat üzeı-m.d_dfı ;f- sirlerini de düşünürsek iki bü- Necaşi Ha ile Selâsiye Avrupada İmparatorun Kapısında Nöbet Bekliyen Scotlandyard Kordonunu Nasıl Aştım ? Negüs, Adisababayı terkettik ten :::rı Cibutiden bi.r _İnııhz! torpito kruvazörüne bını'ıımşhj:_ Süveyşi geçtikten sonra F ayı bir gün kalıp Kudüsteki Kjvbl YAZAN: Nlnııo!ldln NAZıF |canını sıkmıştı: | — Oo00 Matmazel Favke- nem... #diye haykırdı-: Pek — in- safsızsınız doğrusu... Vous mo- güez de moi (“***) halbuki ben ifemi görüyorum. Patriği ile k kendisile vbiılül:c uzaklaşan im- ılıbıllk artıyor, kalabalık arttıkça _F"'"'“'" istifade etmek — iste- i ve Harar Dukası un s:îui’lrekîlılın büyük oğlu veli- ahdi ona emanet ettikten sönra büyük kızı prenses He zevci Ra.s Kassayı ve diğer bazı Habeş r:- calini beraberine alarak Akdeni- ze açılmıştı. Bu sırada gemi pek azıya al- polisler çoğalıyor ve ben zabi- tanin her emrini dikkatle ye- rine getiren bu kalabalığın nasıl bir sürprize hazırlandığını düşü- | nüyondum. Acaba İtalyan parası Şimali Afrikanın son mücahidi- ne nasıl bir kabul hazırlıyabil- mişti? Bu endişem boşa çıktı. Negüs olan İtalyan n gıi;şçok yerlerde pusu kf"dî“"' imparatoru götüren torpito kru- tetmek için Mussolininin gizli bir elmir vermiş olduğu rivayet i- liyor, dünyanın dört bir ""h?' da İtalyan propagandası bff :ııl. kahraman, fakat bahtsız hüküm- | terzil etmek için her çareye dari uyo: ) :;:iivzhzil eden knrikmturler'go-i rülüyor, radyolardan Hıl__n._;;ııtî- na İtalyanın medeniye: goLufdu- ğünü iddia eden sesler — geliyor- du.Sekiz on günlük bir intifndın sonra korkuların boş olduğu an- | laşıldı. Negüsü — taşıyan Aşng;.:zw harp gemisi Maltada .bır gün eğ- | lendikten sonra Cebelittar ti. Nihayet, İngiliz baysağının şe- ref ve vekarına emniyet edıl_zrı :;rüı:ıallıondrıyı ulaştığı — haber alındı. ş İşte bu günlerde idi ki Türkı-' ye Cüninuriy:ti)Ht_ikfııp_ed df Lâ: trenden inince garı bir alkış tufa- nı sardı. Ve sanırım temiz İsviç- relilerin bu hareketi yalnız - İtal- yan ajanlarını şaşırttı. KGar meydanında dostane te- zahürat daha şiddetli oldu, Sağ tekerleğinin üstünde bir Jüda ars. lanlı bir minimini bayrak dalga- lanan muhteşem otomobili içinde rdu. Gazetelerde Ne- | Negüs, kim bilir ne zamandanbe- | ri sararmış olan benzine yeniden kan getiren bir sevinç ile etrafına tebessümler ve selâmlar dağıta- rak uzaklaştı. Rastiadığım ilk polise sordum: — Majeste hangi otele gidi- yorlar? — Karltan Park: Hotele.., Beş dakika sonra, atladığım bir memiş olan Milletler Cemiyeti sa. rayı önünden sön süratle geçiyor yokuştan yükselerek, dalları bir- birine geçmiş ağaçlar arasındaki dim: | — Görüyorsunuz ki matmazel de bana hak vermektedir. Memur, «0 da kim oluyor?» gibilenden omuzlarını silkerek ce- vap verdi: — Size ötelin telefoncu kızı hak veriyor efendi. Ama benim hareketlerimi İngiltere Hariciye Nazırı tasdik etmektedir, Münakaşayı kaybettiğini anla- miş bir adam tavriyle elimi uzat- | tim: | — Galebe sizde kaldı. Beni affediniz. Dostça ayrılalım. Sevindi. Göğsünü gererek ve yerek elimi sıktı ve mağ- rür bir eda ile: | — Yine görüşelim... -dedi- Yarın belki vaziyet değişir. Yal- nız sizi temin ederim ki bugün Negüs'le hiç kimse — görüşmiye- cektir. Hafif bir yağmur * çiselemeğe başlamıştı. Az ötede, her taraf. telözgülerle kaplı bir kortta bir- birinden güzel iki pijamalı genç riki 8€$- çaksi, o tarihte inşaatı henüz bit- Kiz, sarı saçlarını havada uçura- rak, koşarak tenis oynuyorlardı. Oniardan yirtmi adım ötede, par- bir misafir sıfatile Ne- | £ oldukça dik, geniş bir asfalt kın en bol yapraklı çınarlarından birinin altında ; 4üklü ve orta yaşlı bir adam , <ete okuyordu. O le binaım ve uzaklaştım. kumlu bir yoldan n bir te- rasa ulaşıyordu. Burada, melon şapkalı, ablak yüzlü bir adamın Beş dakika sonra en yakın ga- zinolardan birinden otelin santra- olan devletleri İsviçrenin Mon- işareti üzerine araba durtdu. İn- lına telefon ediyordum: treux şehrinde bir konferansa davet etmiş bulunuyordu. Tür—ı yük iktısadi devlet olan İngil- tere ile Amerikanın, geniş bir sahaya yayılan ticaret ve .urv_eı kaynaklarını — nasıl birbirlerile | hemahenk bir faaliyete koymak- ea duyduklarını ü iriz. Filhakika, harbin başındanbe- ri gerek Avrupada, gerek Aıfıe- rikada değişen ilmaîd! vışzıyît İ k ticaret faaliyetinin al- HeE çol bunu gösten'nekled'm Bir misal olarak, Sovyetler Bir- Amerikan Birleşik devl_og- leri ticaretini gözönüne alabili- riz. i lar, Son neşredilen — rakamla Sovyetler biriiğinin Amerika ile n seneye nulrın jar olduğunu güs- büyü rikl n çok büyük fa H ikkate değer teriyor. Bu aradı g "':ıî:iı;him nokta, Sovye'(lenıî; Amerikadan aldıkları bir ço maddelerin, bilhassa ııışıl_ m_ı: Mulâtın, bir sene içinde iki mdl' line yakın bir derecede artişiı vı; Ayrı bir istatistik bunu gayet vâ- izal iyor: Zi- zih bir sekilde izah ediyor: b ü Sov- » aynı müddet zırhnd: aa irliğinin B"hğm!ı çok fazla art- Mıştir ve bu ihracat mıdde:ien Amerikadan ithal edilen madde- lerden mürekkeptir. — - Kısaca hulâsa eâuihı;nu bu va- Ziyet, Sovyetler Birliğinin — /V> manyayı, sade kendi malları ile değil, başka munlekdtleıdeq_îıl'_ dığı maddelerle de - beslediğini Bösteriyor. Şüphesiz ki bu A- Merikanın da istemediği, Ve bin- Tetice İngilterenin aleyhine O” lan bir vaziyettir. Bunun için A- Merikan ve İngiliz iktısat ve sâ” Nayii arasında yeni bir iş bırhğl kürulmasi ve iktısadi sahada bi: teceği temin olunan bugünkü harpte iki demokrat memleket Yetler Yaptığı ihracat kiye, dünya ahvalinin aldığı şe- âmetli seyir içinde bağrından ge- çen Karadeniz ve Akdeniz yol- larının tam bir milli kontroldan mahrum bulunmasına artık mü- saade edermi ni ihsas ediyor ve devletimizin on dört yılda u- laştığı kudret önünde bu arzuya mukavemet edilemiyeceğini hal-| den anlıyanlar kestiriyorlardı. Çok geçmeden, Hariciye Y".' kili Tevfik Rüştü Arasın reisli- ğinde ve Hariciye umumi kâtibi Numan Menemencioğlu ile Ge- nel Kurmay İkinci Reisi General Asim Gündüzden mürekkep lıiı-4 mürahhas heyet yola çıkmış, bgn de gazeteci - sıfatile bu heyec_ı'nı mesaisine refakate memür edil- miştim. abiZ Montreux'ye varıp dairelerimi. ze yerleştikten bir :un sonra bu mini mini, zarif, gonfıl' açan kasabacığının biricik gaze- 'an «Fenille d'Avis de Mon. treux» de, Jönev hıberlfri arasın. da şu dört beş satır gözüme ilişti: «Sabık Habeş imparatorunun raya gelv'mu;:n:h ınıız;: iliyor. Kendisine herhangi ;îıklîet ve tecıvuzde_ bulunıul- maması için zabıtaca lâzım gelen tedbirler alınmıştır. Sıbık unpı: rator Milletler Cemryetı :’:'3] blesinde bizzat söylemek is! :k :ı nutku beraberinde — getirmekte- dir.> — ; estbik> kaydı ile viçre tesi ol yarın bu dim. Jönevi bir kabartma harita gi- bi göze sunan bu teras üzerinde melon şapkalı adamla aramızda şu muhavere geçti: — Niçin buraya geldiniz kimden müsaade aldınız? — Siz niçin otomobilimi dur- durdunuz ve bu saiâhiyeti kimden aldınız? Her dikişi ile «ben bir hazır el- bise mağazasından alındım» — di- yen siyah kostümünün yeleğin- de kalın bir altın kordon salla- nan muhatabım buz gibi soğuk bir tavırla ve gayet bozuk fran- sızcası ile homurdandı: — Skotlandyard... (*) Dün. denberi bu otele girmek için hu- susi bir müsaade almak icap et- mektedir. — Ben daha otele girmedim kir.. — Otel, park kapısından iti- ve “|baren başlar. Şimdi siz bana söy- leyiniz, buraya niçin geldiniz? — Habeş İmparatoru ile ko- ak için. nııî Buna imkân olmadığını ve olamıyacağını size söylemekten | hususi bir zevk duymaktayım. — Acaip şey:.. Siz Skotland- yard hafiyesi misiniz yoksa Ne- güs'ün teşrifatçısı mı? — Nasıl isterseniz öyle sayın. Ben İngilttere Hariciye Nazırı Eden (**) in şahsını muhafazaya »0 memurum, Bu zat ile maiyeti de şu anda bu otelde ikamet etmek. dirler. Habeş İ de- Negüsden ilmesi lşılyln lı;nıktı öl- dm b“d idleri mücadelelerine önönün me*d'“' nne Palace» 1 sahne olan ir otomobile ğil ya Hazreti I;T;ı ziyarete gel- seniz yine sizi otele bırakmam. Bu sırada birinci katın açık o: pencerelerinden birinde güzelce bir kadının muhaveremize kulak kabartmakta olduğunu ve gülüm. sediğini farkettim ve İngiliz ha- fiyesine onu göstererek: — Bakınız... -dedim- Matıma. zal de size hak vermiyor galiba... — Allo matmazel... — Kimi istiyorsunuz efendim? — Matmazel Favkenem'i... — Bana telefon etmek bu şe- hirde kimsenin aklına gelmezdi. Nasıl oldu? — Matmazel size ilânı aşk- et- | mek niyetinde değilim. 'Telefondan şakrak bir kahka- ha geldi: — Oyle ise konuşmamız için bir sebeb gönmüyorum. — Hayır hayır. Yanlış söyle- dim. Size çılgınca âşıkım Favke- | — Adımı ne de tatli söylüyor- sunuz? Diz kimsiniz? | — Az evvel otel bahçesindekı melon şapkalı adamı sizin kadar gülünç bulan biri... — Haaa... İndiği otomobile bindirilip tardedilen şık delikan- h. — Matmazel, beni şımartıyor- sunuz? — Aah... Biz İnterlâkenliler, hep böyleyizdir. Görünce âşık o- luruz. d ŞUNDAN BUNDAN Dünyada Ne Kadar Altın Var? mevcut suretile Üç katlı bir ev yapmak ka- bildir. Bunu iddia eden Amerikalmın meş hur maden mühendislerinden Ccott- Turner'dir. Bu mütehassısın söylediğine göre, dünyada altın stoku 82 bin tondur. Bunun yarıdan fazlası, yani 16,068 tonu 19 uncu yüz yılın iptidasında çıkarılmıştır. 82 bin ton altın, para ile Sol;ia Kıymeti Varmı? — — Sıfır;n Ankarada Birkaç Mektepli Yavru Bu Dava Etrafında — Hoş Bir Tecrübe Gördüler Ç?cuktaki Tecessüs, Merak ve Tenkit Hissi Büyük Hazinelerdir. Bunları Baltalamak Günahtır iki bin milyar frank kıymetindedir. Bu para, kürrenin 2 milyardan iba- ret olan nüfusu arasında taksim e- dilmiş olsa adam başına 1000 frank isabet eder. Sibryada Soğuk 76 Derece Şimali Asyada ve Avrupanın bir kısmında müthiş bir soğuk hüküm sürüyor. Şimali Rusyada sıfırdan a- şağı 78 derece soğuk — kaydedilmiş- tir. Ustura Krah Ölü Alman tayyareleri geçenlerde, bi- çak ve ustura sanayi! İle meşhur Şe- filâ şehrini bombardıman etmişler. Taarruz başladığı vakit, Ustura kralı George H. Lavrence, Hattersa- ge malikânesinde bulunuyordu. Lavrence, hayata berber çırağı o- larak atılmıştı. Haftada iki şilin alı- yordu. Bir gün seri halinde ve uduz ustura imalini düşündü. Ve bu sa- yede milyöner oldu, «Ustura kralı» unvanımı kazandı. W Lavrence, bombaların - patladığını Dişitince tabrikasına gitmiş ve ertesi günü, kömür olmuş cesedi enkaz al- tından çıkarılmıştır. Montreux'den geceyarısı size te- lefon etmeme müsaade. | * | — Hay hay... Tam geceyarısı. Montreux Pa- lası dolduran gazetecilerin pin- pon, bezik ve briç masaları ba- şında esnemeğe başladıkları an- da, telefon odalarından - birinde Favkenem'in sesi Jönev'den kula- ğima şunları söylüyor: — Negüs'ün Ankara sefiri bu- rada ve oteldedir. Negüs'e genç Habeş Generali Nasibu ile hususi müşaviri Fransız profesörlerinden Jess ve Londra sefiri Martens ile sekiz kâtip refakat — etmektedir. Ayrıca damadı Prens Kassa ile kızı da buradadır. — Profesör Jess ile şimdi ko- nuşabilir miyim ? | — Bugün konuşabilirdiniz ama fiırsatı kaçındınız. Şimdi uyuyor uyandıramam. — Neden? — Bahçede gazete okuyordu, gönmediniz. İlâve liyim ki profesör pek konuşkan bir zattır da, öi Peki doktor Markus'u da veremez misiniz ? — Onu verebilirim. T dak di salondad Zira şim- dan ayrıl- — O halde sevgilim, bir fedakârlık isteyebilir miyim ? — Bilmem... — Faraza Negüs'ün bir teşri- fatçısı olup olmadığını bana söy- Tiyebilir misiniz? — Şüphesiz... Mösyö Loren- — Peki bu zat ile konuşabilir | miyl/;ı? — Sanmam. — Güzel, Bir sual daha... Siz Mösyö Lorenzo'dan, Habeşista- nın Ankara elçisi doktor Mar- kus'un nerede olduğunu bana öğ- renebilir misiniz? Beni kırmaz sanırım... Çünkü az evvel bana pek tatlı ve baygin bakıyordu. — O halde Matmazel nem, sizden, evvelâ, g. Favke- D mayınız. İki dakika sonra, altı yıl önce İstanbulda verilen her baloda gö. rülen ve lüstrin iskarpinleri kas dar parlak siyah yüzü ile gözleri çeken Markus'a telefonda kendi- mi hatırlatıyordum. Zeki diplomat, hatırladı mı hatırlamadı miı bilmem ama, Ne- güs'ten bir «audiences» istediğimi anlayınca şakrak sesi ile bana şu cevabı verdi: — Majesteye yarın erkenden deceği vap mü ola. caktır sanırım. Yarın saat onda sizi telefonla ararım. 4 O gece, ertesi gün beni gördü- ğü zaman, İngiliz hafiyesinin ne hallere gireceğini düşünerek tatlı bir uykuya daldım. I Yazan : AHMET EMİN YALMAN Geçenlerde Ankarada idim. Hoş bir hikâye duydum: Bir ilk mektep- te hesap öğretmeni sınıfta ders ve- rirken demiş ki: - — #Solde Sifirin kiymeti yoktür. Dertal külcük bir yavru yerinden kırnıldanmış: - Bay öğretinen, demiş. Nasıi yok? Ben atomobil *likalarındı gö- rÜyorum. Rakamların coluna bir de- Pil, bazın bir kaç * fir koyüyorlür Demek ki, solda sıfırin bir. mâünasr, bir kıymeti var, Bütün smnıfta atomobil merakı var. Hepsi plâkalara dikkat etmişler, Hepsi de soldak! sıfırları görmüşler, Hepsi de öğretmenin dediğine inan- mak (stiyorlar aâma kendi gözlerine de inânıyorlar, Ayıp değil ya, öğretmen, otomobil plâkalı Ada niçin r n Bolü- na sıfır konulduğu meselesi hakkın- da hiç kafa yormamış. Çocuklara n- çıkça demiş ki: — BSolda sıfırin kiymeti yök, © muhakkak... Fukat plâkalara niçin solda sıfırlar bulunduğunu bilmiyo- rum, Sorup size söylerim. Aksi olacak, müşkülünü yalnız he- sapçılara sormuş. Onlar da cevap verememişler. Bugünün yavuz çocukları hiç du- rur mMu7? Solda sifir meselesinin iç- yüzünü anlamak için sınıf bir araya gelmiş, Maarif Vekâletine kadar bir murahhas heyet göndermişler. — Te- sadüfen bu heyet, otorite fikrine ta- raftar bir eski öğretmenle karşılaş- miş. Bu zat yavrulara demiş ki: — Ne diye böyle meseleleri ken- dinize iş ediniyomsunuz? Siz kendi derslerinizi öğrenmiye bakınız. Küçükler protesto etmiş: — Bu bizim dersimiz... Bunu iyi Danlayıp öğrenmek için uğraşıyoruz.. Bizi ne diye ayıplıyorsunuz? Bundan sonra Vekâlette diğer bir zata başvurmuşlar, o da belediyeye telefön etmiş ve şu cevabı almış: — Plâkadaki sıfır bir kıymet ifa- de etmez. Diğer rakamlar gibi ancak bir işaret diye kullanılır. Her memle- kette usul böyledir. Çocuklara anlıyacakları lisanla an- latılmış ki, plâkalarda solda gıfır kul Tanılmasile solda sıfırm kıymet ifa- de etlmediğine dair öğretmenin söy- lediği sözler arasında hiçbir müna- sebet yoktur. Yayrtlar da içleri ra- hat olarak mekteplerine dönmüşler... Münasebet gelmiş iken söyliyeyin ki, bu meselede yavruların da, öğyet- merin de şaşırmıya hakkı var, Pa- riste iken benim de başıma geldi: Bir yerin numarasını aradır", Meselâ şöyle Lir numara buldum :00985... Ben ne diye senelerce melrteplerde dirsek çürüttüm, solda sıfırin kıy- meti olmadığını hiç hbilme” miyim? Bıfırları sadece yok farzedsrek 985 diye çevirdim, Ses yok, !iç kere, beş kere tecrülbe ettim, nafile.. Psinun Ü- zerine şikâyet dalresini aradım, de- dim ki: — Beş deradır bir numarayı arı- yorum ses# sada çıkmıyor. — Hangi numara? — 985... — Olamaz. Burada telefon numa- radarı beş rakkamlıdır. Daha iki rak- kam olacak. — Evet başında iki sıfırı var, ama solda sıfır olduğu için... — Bıfırlardan çevirmiye başlayı- niz, Cevap alırsınız. Burada maksat bir kıymet ifade etmek değil, on rak- kamdan her birini müsavi nisbette rayt anlatmaktan maksadım, çocuk lardaki merak ve tecessülslin ve ten- kit duygusunun ne kadar büyük ha- zineler olduğunu ileri sürmektir. Çocuğa bir şeyler öğretmeği cid- den isterseniz, ondaki merak hissini körletmeyiniz. Bu nedir? Şu nedir? Diye sorduğu suallere hiç üşenmeden cevap yetiştiriniz. Çocuğun en iyi mu allimi kendisidir. Vazifesini kolaylaş- fırmanız ve zevkini okşamanız kâfi- dir. Meşhur terbiyeci John Devey ile bir gün mlüfredat ve der& program- ları ümn diyo! Dedi ki: yi — Yeniden doğan yavru, tecessls — —— sayesinde öğrenmiye başlar. Etrafın- — — da kontuşulan dili kendi usulti ile miül- kemmel surette öğrenir, «Küçük yav İ ruların kendi kendilerine di öğren- mesi usulsüz, haydi şuna dilini öğret- — mek için bir müfredat programı ya- X palrm.> denildi mi, i$ berbattır. Ço- ıT Cüuğün merak ve zevki körletilir ve —— kendi dilini konuşmayı hiç bir zaman öğrenemez, Çocuk — dilini öğrendik- fen sonra, her şeyi için «Neden?:, —— <Niçin?> diye sorarak taze bir he- — vesle muhitini tanımıya ve her şeyi öğrenmiye merak eder. Tü mektebe gidinciye kadar... t Orada, cendereye gerilip ukalâların yaptığı müfredat programile karşıla- şınca bütün merakı, zeyki, şahsiyeti az zamanda yok edilir. Çocuğun me- — rak etmediği, öğrenmek istemediği, — Şeyler tulumba ile kafasına dolduru- lür. Tipki ağzımızla; zevkle yemek —— yemek dürürken, egida vücüde âahâ — iyi yerleşir> diye akılsız bir dokto- rün bir insanın ağzından değil, bur- nundan tazyikli bir tulumba ile g- — da sokmak istemesi gibi bir Şey..> İki Sene evvel sergi münasebetile — Amerikaya gittifim zaman 13 yaş: larındaki oğlum beraberdi. Devey'nin — nazariyesini hatırladım. Kendisini n klâsik bir mektebe koyacak yerde, — kiymetli hocamın nazariyelerini ger- çekleştirmiye çalışan ve «İleri mek- — tep> adı verilen Lincoln mektebine koydum. Oğlum &«İleri mektep> denilen yer- de ne tecrübeler Beçirdi? Bir çocu- ğun merak ve tecessüsünden nasıl is- tifade etmek lâzım? Müfredat prog- ramı ve imtihan cenderelerile çocu- — ğun merakını, hızını, zevkini, şahsi- yetini öldürmenin tehlikesi nelerdir ? Bunları ikinci bir yazıda anlataca- ğim, VĞ p K B z Ki Bugünkü Program 8 Program, 803 Ajans haberleri, 8.18 Hafif —program — (PL), 8,45 — 9 Ev kadmi - Yemek listesi » 12.30 Program 12.33 Hafif şarkı- 0 lar 12.50 Ajans haberleri 13.05 Muh- — telif türküler 13.20 14 Radyo salon orkestrası 18.00 Program 18,08 Cazband (Pi) 18.30 Konuşma 18.45 Çocuk saati h 19.15 Çocuklar için musiki 19.30 Mem leket saat ayarı ve Ajans haberleri — 19,45 Müzik yeni sesler - Geçit prog- ramı 2015 Radyo gazetesi 20.45 Müzik Radyo fasıl heyeti 21.10 Ko- nuşma 21,26 Müzik Türkçe film şar- — kıları 21445 Müzik Riyaseticümhur — bandosu 22.30 Memleket saat ayarı et sonra h e N ğ reCE: &ynaklarının muarız "_"hn ıî; 'â:îğ'îgne*'î boyladım ve :rl;i_ Memür, gözlerini pencereye | ğim kır.enhll:n kabul etmenizi ri- | — (*) İngiliz genel iyet divek ktır, | tlre harcanmasına mâni olac?ı :i sabah herkesten evvel ."ı;ekle- çevirince kız büsh/:ün — kendini | ca ede"'mı Sonra... lüğü, i Telefonu sıfırdan başlıyarak çevir- | 22.45 Müzik Dans müziği (Pl.) 23.20 —— f*'n'îrlerin alinmal Lonğ'" ile |si Negüsü getirecek treni tutamıyarak- kahkaları koyver-| — Bir ,_andzvu mu? (*#) Idın şeklinde ok : Taim, tel çıktı. 28.80 Yarmki program, kapanış. K h” ington'un düşündüğü *ı’;:' MeğB başladım. Tee yarla Kdi Bu hal baztetir fena halde| — Belki... Ama daha evvel, İ — (***) Benimle alay ediyorsunuz. | —Asıl '_,"'“’eym:nk_ GÖÇT üi Ca meseleler arasında PWUN” Dakikalar geçtikçe SA bahse Makt, n ; ğ Na JL Ankarada bul b he-|beş gün yalnız nasıl yaşıya-| gitti: «İsim günümü yanında geçir-|ya döndü. Sacide, küçük takvimin "aklarını çevirirken birden bir€* ÇA Dedi, isim günüm... * yeisle ilâve etti: bi >> Fakat, seneki & eşeli *îlİınlyı::ğle.ı.l b ne şüphe... O sene, koca” “heyafinda *in gönünü pek li geçirmişlerdi. Park Yemek yemişler, sonra otelin- tiyat- | tan be- ahası var: Kocası, ha i ?m.ı etttiği güzel _'bı.r altın bile 1 e: de hediye etmişti. ? T « Ne eğlenmişler, ;ıplınnı tetkike gitmişti. Ofı beş günden evvel dönemiyecekti. Bu- nu, sevgili karısına büyük bir te- ürle haber vermişti. e.'ğu; yeni evliler için, bilhassa birbirini delice seven bir çift için çok acıklı idi. K Feridun, müessese müdürünün sözünü reddedemedi, Karı ve ko- canın beraber gitmeleri de bıi'yük masrafa mütevakkıftır. Buna, büt çesi müsait değild_i. Çaresiz, on beş günü ayrı geçireceklerdi. Sacide, gönül meselelerinin ba. zan imenfaat önünde boyun eğ- an bu yaşlar akıyordu. ecburiyetinde kaldığını an- ipra xllâcw,wım trene bindirip gar- yadi: yalnız çıkarken gözlerinden cağım?.. Birden bire yüzü güldü. İsim günü pazara tesadüf — ediyordu. Sacide şüphesiz serbest idi. — Oh! Ne âlâl... Nasıl oldu da bunu şimdiye kadar düşüne- medim. Ankara uzak değil, Yol masrafı da az bir şey. Cuma ak- şamı trene binerim. Ertesi gün oradayım. Geceyi Ve ertesi günü Feridunla geçiririm, — dönerim. Kaynanama da teyzeme gidece- |ğimi söylerim. Farkında bile ol- maz... Sacide, o gece gözlerini kapa- yıp uyuyamadı. Cuma günü küçük el çantasını aldl._ Haydarpaşaya geçti, trene bindi. Ertesi sabah Ankaraya vasıl oldu. Doğru, Fe- z LN t VZ — On beş gün, On y A L1 — Kimi görmek istiyorsunuz?. — Bay Feridunu... Lütfen bir Bayan sizi görmek istiyor deyiniz, — Bay Feridun mu?.. Bir sa- mek ve sana bir sürpriz yapmak için Ankaraya geldim. Yazık ki seni görmeden dönüyorum, Beni sevmediğini, beni aldattığını da lad Son derece müstaribim at evvel gelmiş olsaydınız kendi- sini göre bilirdiniz. Eskişehire git. i. — Eskişehire mi? Ne işi var orada?... — Bilmem... Yalnız, pazarte- si sabahi geleceğini söyledi. Sacidenin gözleri yaşardı. Doğ. Tu istasyona döndü. Kendi ken- dine: — Feridun beni sevmiyor ar- lık!,.. Diye söyleniyordu. Tren hare- ket etmezden evvel bir kâğıt par- çasına şu satırları yazdı, posta ku. tusuna attı: 3 Geldiğin zaman beni evde bula- mıyacaksın. Artık senin yüzüne bakabilmek elimde değil...» Sacide, eve geldiği vakit yaş- h dadısı karşıladı, ve: — Nerelerdesin, kızım, — dedi, Dün Bay geldi Feridun geldi. Bir gün için izin almış. Seni bulama- yınca bilsen ne kadar, ne kadar canı sıkıldıi, müteessir oldu. Tey- zene gitti, orada da değilmişsin. Bütün gün ve gece seni aradı. Za- Sacide, dadının verdiği aldı, odasına çıktı: 4 «Sacide... İsim gününü tebrik etmek için Ankaradan geldim, — Müdüre, ailevi bir iş için Eskişe- — hire gideceğimi söyledim. Sana — bir sürpriz yapmak istemiştim. Se- — ni evde bulamadım. Teyzenin e- vinde de değildin, Beni alda$tığı- nı anladım. Niçin...» zarfı Ertesi sabah Sacide ve — Feri: dun birer telgraf aldılar: 4 «Sevgili Feridun! Seni bütün. ruhumla seviyorum. İnan bana...> Sacide «Sevgilim, affet beni... Ve & min ol ki seni her vakitki gibi, vallı sabaha kadar uyuyamadı. Şu HML Dek onu“ao.ı L hattâ daha fazla seviyorum...> Feridun M