Jerom Harden kollarını kavuş- turdu: — Kimin şikâyeti varsa elini kaldırsın göreyim! Karşısımdakiler boyun büktü - ler: — Ben canımın istediğini yapa- rım... OKimseye hesap vermeğe mecbur değilim. — Amma, senede iki kere su hazinelerini temizlemen lâzım... Sana bunun için para veriyorlar. — İnkâr eden yok.. Köyün su - larına bakmak için para almıyor değilim. Ama işime kimse karışa- maz. Canım isterse çalışırım, iste- mezse çalışmam. Biri kekeledi: — İki senedir su hazinelerine el sürdüğün yok.. — Doğru... Keyfim böyle isti - yor. — Ama bir fare ölecek olsa köy halkı hastalanır. Jetom boşa bir yumruk savur - du: — Tifo veya koleradan mr kor- kuyorsun? Öteki başmı salladı: — Böyle şeylerle alay edilmez. Jerom Harden bir kahkaha at- tı: — Öyleyse su içme, benim gibi şarap iç... Korkun kalmaz. Jerom Harden bunları söyledik- ten sonra meyhaneden çıkıp gitti. ». Jerom Harden, karada kaçak- çı, denizde korsandı. Bütün kö- yü nufuzu altma almıştı. Karısi- le beraber büyükçe bir kulübede oturur, çakal avlardı. Yırtıcı kuş- lar tutup samanlar satardı. Onun kızıl gözlerinden, kocaman yum- ruğundan herkes korkardş. Her- kesi korkutmuştu. O gece kulübeye geldiği zaman karısı: — Jiların kızına gene gedi, dedi.. — Ya! — Çocuk ateş gibi yanıyor, ken- dini bilmiyor.. Ve kadın mırıldandı: — Doktor tifo demiş.. Jerom Harden ocağm başına gitti. Bir parça sucuk kesti, bir di- lim ekmeğin üstüne koydu, ateşe uzattı, hafifçe kızarttı, ağzına at- tr: — Ötekiler ne diyorlar? Kadın boynunu büktü: — Ne desinler istiyorsun. #.” | doktor ni Küçük Jilardan sonra sekiz, on kişi daha tifoya yakalandı. Has- talk salgın halini alıyordu. Köy- lü telâş içindeydi.. — Doktor hastalığın çeşmeler den geldiğini söylüyor. Halk derhal ayrıldı. Aşılanıp | kaynamış su içenler.. Mikroba e « İ hemmiyet vermeyip, sıhhi tedbir - lerle alay edenler. Jerom Harden bu sonuncuları teşvik ediyordu: — Sudan gelemez. Ecdadımız hep bu suyu içmişler. Köyde tifo çıktığı görülmemiş. Küçük Jilarm babası bunun ü- zerine: — O zamanlar menbaları bir » leştirip bazine yapmamışlardı. Jerom Harden adamın gözüne baktı: Yazan : Albert—Jean — Bu, bana taş mı? — Ne tarafa çekersen çek. Iki adamın kavgasını ayırmak lâzım geldi. Hasta çocuğun baba- sı haykırıyordu: — Çocuğum ölmesin, yoksa ben yapacağımı bilirim. Jerom mukabele etti: — Ben sana hastalık sudan gel- medi diyorum. Belediye reisi onları yatıştırdı: — Yarın sıhhiye nezaretinden müfettişler gelecek. (Hastalığın nerden geldiğini öğreniriz. — Eğer çocuğum ölürse, yeni- den can verecekler mi?.. ». Ertesi günün akşamı, Jiların babası jandarma kumandanlığmna girdi, tabancasını teslim etti: — Jerom Hardeni ben öldür - düm.. Ve yumruklarını sıkarak anlat - tı: — Kizim öldü... Sabaha karşı dünyaya gözlerini yumdu. Jeromu köprünün başında bekledim, ateş ettim. Kızımın intikamını aldım. Jandarma kumandanı: — Ne yaptın Jilar? diye haykır- dı. Bir dosya açtı, bir kâğıt çıkar- dı: — İşte sıhhiye müfettişlerinin raporu. Kanalizasyonda bir sızın- tı varmış... Sızan pislik menbaa karışmış.. Buna mukabil hazine- İ nin suları gül gibi temiz © © — Evet amma, Jerom Harden bize övündü, hazineyi temizleme- diğini söyledi. — Tam doğruyu söyledin Jilar. Öründü dedin.. Jerom Hardenin bu huyu vardı. Size işine bakma- dığını iddia ederdi. Ama gece ya- rısı kalkar, hazineyi temizlerdi... Aslına bakarsan iyi yürekli bir a- damdı, vazifesini bilirdi. Suçsuz bir adamı öldürdün Jilar! ŞEHİR TIYATROSU TEMSİLLERİ Eski Fransız Tiyatrosunda;. İl - 10 - 934 Perşembe günü akşamından itibaren saat 20 de... YARASA OPERET 3 PERDE Besteliyen: Yohann Ştanıt Tercüme eden: Ekrem Reşit. Bugün matineler saat 14,30 da. İSARAY (Eski Glorya)jl E Raşit Rıza Tiyatrosu B. teşrin 16 Salı 17 Çarşamba E akşamı 20,30 da 8 Kendisinin Gölgesi 3 perde Nakleden: Yusuf Sürüri Fiatlar: 500 - 400 - 300-100 - 75-50-30 15 B. Teşrin Pazartesi akşamı saat 20,30 da Kadıköy HALE Sinemasında Hedefsiz Puseler Aile geçimine yardım Maarif Vekâleti celilesinin ruh- satı resmiyesini haiz NEKTAR K. ZARUKYAN Biçki ve dikişin bü- tün teferruat ve inceliklerini naza | diri bir dildir. Bu dil olmasaydı | ri ve ameli olarak esaslı surette üç | doğunun, batının dilleri olur muy- ay zarfmda öğretir ve mutaddak| du? şehadetname verir. (icadiye) caddesi Not 6” Bir düzeltme Dün Türk diline gönül bağla- mış erdemli ve bilgin bir arkadaş- la bir yerde oturuyordum, içeri ins ce, dokunaklı: yazanlarımızdan iki/yazkan girdi ve arkadaşımı gö- rünce konüşmaya başladılar; şak- rak, kıvrak (bir gülüşle hemen Türkçeye, öz dilimize sözü getire- rek biri söylerken öteki onu bü- tünliyordu. — Ibrahim Necmiyi, Ahmet Cevadı dinlemekten usandık. Ada vapurunda Başkan, yazgan kaz” ganla kafamız şişiyor; neden ya - zan varken yazkan, Baş dururken başkan.. Zavallı Türkçe ne olu » yor, nereye gidiyor? Bundan sonra karınlarının iyi - ce duyurulmadığından söz açarak kendilerine biraz daha geşim ge - nişliği verilmesi için yanımdaki arkadaştan yardım istediler. Gü- lerek, eğlenerek çıkıp gittiler. Arkadaşım bana ve ben arka - daşıma baktık ve'sustuk. Şu ba - kışla susmanın altnda Onederin düşünceler vardı. Gönül söylerken dil susar. Gazi dilinin, dirilen Türk dili- nin şimdi karşımda şu iki Becerik- li ve tatlı tatlr yazkanları bize o dilin açılarak yayılarak öz benli- ğine kavuştuğu günlerde kendileri de o yola yönülerek giderken, şim- di dün yazdıklarını düşünmeyerek bugün Türkçeyi kmayorlar. İşte Gazi soyunun kafa ve gönlüne gi- remiyen burasıdır. T Gâzi soyu, inan soyudur. Gö- nülden bir ve “Ye Makam ii yaşatan bir soydur. En son yaşa- mak inanca bâğlanarak Gazi gi- dişine ayak uydurmuş Türk çocu- ğudur. Ne demek isteyorlar?. Binler- ce yıldanberi söz yürütmüş Türk soyuna olduğu yerde saydırmak - tan başka bir iş yaptırmamış olan yapmacık karışık dilde mi kakılıp kalmasını diliyorlar? O dil tutsaklar yapan yapma - cik bir dil idi ki Türk gibi budun- lara ışik, scunlara aydınlık ge - tirmiş bir soyun karşısına dikildi- ği gün kara gücün düşündürme « yen bulanık ve sayrulu düşüncele- ri ortamızda yer buldu. Şu yapmacık dilden, Türk bu - dunu aşağı yukarı yedi yüzlükten beri ne gibi bir yararlık gördüğü- nü ve en son budunlar arası büyük işe ne gibi bir iyilği dokunduğunu ortaya sürebilirler mi? Osmanlı dilinde bu kadar ya - zilmiş olanlardan bir teki, budun- lar ârası ölmezler sırasına, bir os” taiş dizisine geçebilmiş midir? Geriye ( bağlıyan bütün bağları parçalayarak — atılan Türk (Ruh) artık gideceği büyük yola yönelmiş ve Amacına ulaşacaktır. Geçmişin hiç bir gücü Gazi gençliğini bu amaca ulaşmaktan alıkoyamaz. Türk yıldırım gibi koşmak, ka- sırga gibi hızlanmak, güneş gibi parlamak yolundadır. Geçmişe kara gücleri kırmıştır. Bu dil 1300 yıl önre kendisini bukağılayan : yaban bağları kö- künden koparmıstır. Türk dili dip- | tini İ tutuyordu. Raul kendi Artık ona kavuşan Türk Budu- Beyoğlu Altın: Bakkal Babi | nu, onu kavuşturan Gazi ülküsü - ne bağlıdır. Ortada dil işinin 4öz katibi didi ii valisi “ ekb den iz fin kiz ak Bİ ihinlenii Mere teybe ye e Maurice Lebh Kaul derhal odasına © çıkarak | rı kilit içinde iki defa çevirt yemek ısmarladı ve yemeği geti - | ve dabili kilidi hareketegetire”i. ren çocuktan Felisiyen ve Fostin | ğer bir anahtarı da iki defn ©” hakkında malümat aldı. Bu ma | dikten sonra ayan ac lümata göre bunlar (o gece yarısı | girdi. e tee gelmiş, ayrı ayrı iki oda Raul düşünüyordu ki Pİ kiralamışlardı. Otel dolu oldu -| lisiyen aram iL ğundan kadına ikinci ve erkeğe kilidi arka taraftan © kilitledi? Arya ERER MR GEN | ba kilidi açmak gayrı mümkü? yen öildi. Çünkü Raulda da iki mf Sabahleyin erkek yalnız olarak | ralı anahtar vardı. Onun için sokağa çıkmıştı. Kadm ise odasını | dahi Felisiyenin kullandığı hiç terketmemişti. kullanarak Lağın Bbür Raul tekrar aşağıya (inmişti. | geçmiş, kilitleri sokarak kapı)” İkisi de mütemadiyen konuşuyor - | mış ve “ikinci bir efendi daha“ lardı. Onları biribirlerine yaslan- | ne dahil olmuştu.,, dıkları halde konuşurken görenler | (Bina avlusunun sol tarafını" iki kişinin bir meseleyi münakaşa | kısmından yalnız zemin katta” ettiklerini ve yahut alınacak en iyi | baret olmak üzere bir ilâve ”” bir kararı aramağa uğraştıklarını zannederlerdi. Daha bitirmeden (Raul otelin yakınında (bulunan umumi bir bahçede mevki © tutmuştu. Ara- dan yirmi dakika geçtikten sonra Felisiyen dışarıya çıkmıştı. O yal- nızdı. Felisiyenin alâimi veçhiye- sinde bir tevekkül ( görülüyordu. Herhalde Felisiyen onun ne yap- mak istediğini biliyordu ve onları harfiyen tatbika mütemayil görü” nüyordu. O tayin ettiği hedefi bi- liyordu. Buna vasıl olmak için lâzım olan en emin ve en seri vası- simli daki O, Jorj Dugrival'in oturduğu mahalleye doğru yürüdü. o Fakat doğrudan doğruya eve gideceği yerde müvazi giden sokağı takip etti. o Raul kendi kendine diyor: du ki: — “Nihayet ne olabilir? o gü - pegündüz gelip geçenlerin komşu dükkâncıların önünde duvara tır- manmıyacak ya! Benim bildiğim bir şey varsa onun cebinde bir merdiven yoktur. Diğer taraftan kilidi kıracak desem o saatlerde böyle bir şey de yapılamaz. Böy- le bir şey nazarı dikkati celbeden zor bir vazifedir. İnsanm © polis merkezine götürülmesini mucip 0- Tur.,, Felisiyen bu meseleleri hiç dü- şünür gibi görünmüyor, mevcut manialardan dolayı endişe içinde imiş gibi hareket etmiyor ve Tazi- yetlerden birisini seçeceğe benze- miyordu. Yürüyüşü canlıydı fakat nazarı dikkati celbedecek kadar ifrat derecede değildi. O yüksek duvârı takip ederek kapmın önün- de durmuştu. Elinde bir anahtar kendine edilmişti. Onun için evin peB“ lerinden içeriye girip çıkanlaf rülemiyordu. Raul hiç gürültü o çık oraya dahil oldu. Evvelâ bir © görülüyordu. Bunun bir tar#. da elbiseleri asmağa mahsus bir mahal vardı. Orada bazt toların asılı olduğu görülü Karşı tarafta Duğrival'in ne tahsis ettiği oda bulunuy” Dugrival bu odaları yazıhan€ kütüphane eşyasiyle tezyin €€ ti. Her taraf halılarla dolu Köşede gizli bir kasa bu işe o kadar dalmıştı ki Raul'ün” tiyatlr adımlarla içeriye git işitmemişti. Esasen Raul tün içeriye girmemiş, yar duran kapıdan başını içeriy€ makla iktifa eylemişti. j Felisiyen kasanın önünde i ni meharetle (o hareket ediy©" Kasanın kilit rakamlarının ayar edildiğini iyice ( biliyo” gibi rakam düğmelerini büyük ustalıkla çeviriyordu. Elinde tuğu bir kasa anahtarı bu gibi saları açmağa mahsus olan ” bir anahtardı. Nihayet kasanın ağır kapı”, kilip açılmıştı. İçinde birçok yalar (görünüyordu. Felif. bunların üzerindeki etiketler* bakmağa tenezzül etmiyi herhâlde başka şeyler | a Üstündeki dosyaları kaldırd” Öte gözdeki evrakı © indirdi sonra evrakın arkalarında ”« yerleri araştırmağa başladı. “4 ci teşebbüsünde eline olduk i yücek mavi bir çekmece Herhalde aradığı şey o ol! Felisiyen daima (odiz diyordu ki: — “Bravo, işte ihtiyatı elden bırakmıyan bir adam! Kapalı bir kapıyı açmak için en basit veen kaba çarenin neden ibaret olduğu” nu biliyor. Buçareo kapmm a - nahtarıma malik olmaktır, o anah- tar ise elindedir. Efendi hazret - leri sadece devlethanelerine dahil (ği oluyorlar. Bundan dolayı heye «| cana düşmek kimin aklına gelebi- /g lir?.,, Hakikaten genç adam anahta- cereye doğru dönerek çeki kapağmı kaldırdı. Bu içinde yarım düzüne elmas” 4 Genç adani bunları birer bire", ayene etti ve cebine yerleştirdi İ (Devamı Dünya AERRLARA özlü küçük hikâyeler» Yarasa 1 ———— m —— e — Çeviren götürür yeri kalmamıştır. Ibrahim Hoyl Türkçe düşünen Türkçe yazar. Edirne mebusu (EB. .Şeret-: |