Kenan Bey, bol bol Yiyip içen ve yan gelip yatan bir adam- dır. Hali, vakti yerindedir, işi gütü yoktur, dünya tasası umu- runda değildir. Yeni tanıdıklarmdan Esat Bey, onun bu halini öğrenince, (taşıp kaldi. Çünkü, kendisi onun zıd. dmadır. Devamlı surette faaliyet halinde yaşar, yazar, çizer, çalışır, hulâsa durup dinlenmek nedir? Bilmez! — Efendim; zatı âlinizle daha | yeni tanıştık. | — Estağfirullah, efendim, ben“; deniz., . — Estağfirullah! — Zatı âlinizle maktan.« — Eestağfirulah, efendim, 0s - tağfirullah! O şeref © bendenize ait! — Estağfirullah! Bu tarzda merasimli bir baş - langıçtan sonra, Esat Bey, Kenan Beye bir şeyi bilhassa merak et- tiğini, Jâkin yeni tanışmış olma - Jarı itibariyle sormaktan çekindi- ğini söyledi. | — Aman, efendim, sormak - tan ne çıkar?.. Ha yeni tanışmak, | ha eski!... Ben, hiç tanışmadığım kimselere sokakta rastgelirim de tanıdık, tanımadık demem, hatırı- ma ns gelirse, © sellemehüsselim | sormaktan çekintiet! | — Efendim; bu biraz (aykırı telâkki olunur ihtimal, diye tered- düt ettim. Olur ki, o Kususiyyeti ahvalinize müteallik bir sualis. — Nasıl?.: Ne buyurdunuz?.. Bendesize âit mi? — Evet, efendim, zatı âlinize! — Aman, pek merak ettim, ri- <a ederim sorunuz! — Efendim. Bana öyle geli- yor, ki istirahati, zahmete tercih ediyorsunuz, — Evet, evet, öyledir! — Bütün gün... — Bütün gün İşsiz güçsüzüm- dür! — Hah, iste Benim asri sormak istediğim noktaya”yeldim! — Buyurun! — Sormak ayıp olmasın, ama böyle işsiz, güçsüz vaziyet de, in- sanı yormaz mı? Kenan Bey, Esat Beyin merak ettiği şeyin bu kadar ehemmiyet. siz oluşuna şaşmıştı doğrusu.. Çe. vap verdi: — Şüphesiz, şüphesiz! — O halde... Kenan Bey, fazla sorğuya ha « cet bırakmadı, kestirip attı: — Fakat, onun da çaresi var, efendim. İşsiz, güçsüzlükten yo» rulunca,... yatip dinleniyorum! şerefyap ol- | Dondurma! — Anne, bana on kuruş verir misin?, — Ne yapacaksm on kuruşu, kızmı?.. — Şey,.. şu köşe başında fakir bir adam var da ona vereceğim. — On kuruş birden mi?. Göre- yim bir senin bu kadar acıdığın fakir adamı!.. Hani nerede? — Işte köşe başında duruyor? — Kızım, o, dondurmacı! — İyi ya işte,ben de ona on ku- ruş verip dondurma alacağım! — Siz, galiba kimseye iğreti kitap | kitap salonumda da evvelce bin bir cilt kitap vardı, | üzere aldılar. Şimdi bende kalan tek cilt, gidip gelmiyen kitaplarım fihristi! Kapı Ve Pencere ! Hırsızlıktan suçlu görülerek! mahkemeye verilen adam, hakim tarafından sorguya çekiliyordu. Bir aralık, hakim sordu: vermiyorsunuz, Hanrmefendi!.. Behim Eş, dost okuyup getirmek Bırakan Kim? Küçük Faizi, ablasiyle birlik- te plâja gönderen Raika (hanım, kızına sıkı sıkı tenibih etti: — Ben, yarım saat kadar ge- İ cikeceğim. Sen, Faizin elini sa » — Evin kapısma polis geldiği zaman sen içeride ne yapıyordun? Muhakeme edilen adam, şöyle cevap verdi: — Ben, o zaman içeride değil- dim, efendim! — Ya nerede idin?. — Dışarıda! —- Dışarıda! Yani ne taraf ta?. z — Pencerenin dış tarafımda! Dolayısile, ben o evde hırsızlık etmiş değilim. Öle beri çalmıyor- dum?!. — Peki, pencerenin dışarısın- da ne işin vardı? Muhakeme edilen adam, o ane kadar inkâr ediyordu. Bu sual üzerine boş bulundu: — Hiç bir işim yoktu. Fakat, polis kapıya gelince, pencereden başka nereden dışarıya çıkabilir- dim?!, Yarım Ve Bütün! Bir ticarethaneye iş aramağa giden gence, iş vardı. Ancak bu işin parası pek azdı. Genç, bu azlıktan bahsederek, işi kabule yanaşmadı. — Olabilir. Fakat, şimdi daha fazla para veremem. Ancak, se- ne başında, bir misli daha arttıra- bilirim! Teklif edilen işin parasını az bulan genç, bunun üzerine tica- rethane sahibine söyle dedi: — O halde, ben de şimdilik bu işi yarım yapayım, sene ba- şmdan itibaren bütün yapmağa başlarım! kın bırakayım deme, Ferhunde! Anne, plâja geldiği (Ozaman, bir de ne görsün?.. On bir yaşm- daki kızı, plâjm bir ucunda, ya» payalnız.. Beş yaşındaki oğlu da öbür ucunda... Raika Hanım, kızına çıkıştı: — Ferhunde, ben sana Faizin elini bırakmamanı (o söylediğim halde, niçin bıraktın? Kızından şu cevabı aldı: — Kabahat bende ( değil ki, anne! — Nasıl sende değil? — Öyle yal. bırakmadım... — Ya? — O, benim elimi bıraktı! Ben, onun elini — Ben, sizi tanır gibi oldum, Yü- zünüzü evvelce bir yerde görmüşüm ama nerede? — Her balde şimdi bulunduğu yer- del... İ Şikagoda sokak WE VARİT © S0 EYE YO — Ya paranı, ya canını! Amerikalı bir dansöz, bir gece ortasında kar- karşılaştı. Yüz- ellerde e tabanca.. manyolacılarla lerde maske, Şaka yok! Fakat, *dansöz, o kadar soğuk kanlı bir kadındı, ki telâşa kapıl - madan, sordu: — Ne kadar istiyorsunuz?.. — On bin dolar! Dansöz, güldü: — Yanımda para yok.. Yalnız, çantam elmas taşlıdır. Beş bin | dolar eder! Kâfi geliyor mu? | — Hayır, on bin istiyoruz. Hem derhal! Çantayı alan karmanyolacılar böyle deyince, dansöz, şöyle söyledi: — Elmaslı çantayı aldınız. Beş bin dolar elinizde, demektir. geri kalan beş bin dolar için, mademki derhal istiyorsunuz, size bir tek- lifte bulunabilirim. Eğer bu tek - lif hoşunuza giderse... İ — Çabuk,.. çabuk! 2 — Ben, bir sant dans ederim, beş bin dolar alırım. o İsterseniz, i hemen karşmızda dansa başlıya İ yrm, bir saat sonra size (o beş bin dolar daha vermiş olurum! Polise yakalanmak niyetinde olmıyan karmanyolacılar, bir saat dans suretiyle verilecek beş bin redeyse tren gelecek, Biletler de senin Yatmak! Bir otomobil, ağaca çarpmış, ön tarafı yamyassı olmuş. Şoför- le içindekilere nasılsa bir şey ol - mamış. Kazadan sonra, birçok kişi toplanmışlar, bakıyor ve ko- nuşuyorlar. İçlerinden şişmanca bir adam, şunları söylüyor: — Ben, bundan birkaç sene e- vel bu şoseden otomobilimi sek- sen kilometre hızla sürerken, bir- den bire otomobil hendeğe devril- di ve parçalandı. Mucize kabilin- den ben kaz: kurban gitme- dim. Fakat, büsbütün de bir yeri” me bir şey olmadı değil.. Vücu- dum, muhtelif yerlerinden zede - lenmiş, bayılmışım. Tam iki bu- çuk ay yattım! Bu lâkırdıları, gözlerini fal ta- şı gibi açmış, ağzı aralık dinliyen birisi, bir müddet sustuktan son- ra şöyle sordu: — Tam iki buçuk ay. yattınız, vay,kaldırmamışlari — — Kocacığım, rüyamda seni mil « yoner olmuş gördüm! — Memnun oldum, Bu, uyanıkken milyoner sanman gibi zararlı değil! Hasislik / Bir İngiliz, bir İskoçyalı ve bir yahudi, bir birahanede oturuyor- larmış. Üçünün da önlerinde birer kadeh bira duruyormuş. Derken üç kadehe üç sinek düşmüş! Bu vaziyet karşısında, ne yapı» labilir?.. Üçünün de ne yaptıkla» rını öğrenen, hangisinin daha ha» sis olduğunu apaçık anlar! 4 İngiliz, eline bir kaşık almış, kadehindeki sinekle beraber, bira- nın köpüğünü de atmış. İskoçyalı, kaşığın ucu ile yalnız sineği çıkas rip atmağı kâfi görmüş. Yahudi- ye gelince, o, sineği parmaklariy- le kadehin içinden çıkarmış ve ü- zerinde tutup sıktıktan sonra, bir kenara fırlatmış. Sineğin; biranın bir damlasını içmiş olduğu mülâ- hazasiyle! elli held varki e ie yilin cebinde! Canbazın Esefi/ Canbaz, otelin balkon parmak» lığına oturmuş, gazetesini okur - ken, birdenbire aşağı yuvarlan - dı. Fakat, havada müvazenesini bularak, tepetaklak (değil, kedi gibi ayak üstüne düştü. a Canbaz, atlattığı kazadan #on- ra, kurtulduğuna sevinecek yer - de, etrafma bakıp (o somurttu ve kendi kendine mırıldandı: — Hem balkondan ayak üstü- ne düş, hem de düştüğün yer ci- varında bunu görüp alkışlıyacak ir. : ç tek kimse bulunmasın. Bu da be « .. nim talisizliğim! ha?.. İyi ki açlıktan o ölmediniz. Ben olsam, dayanamazdım. Peki, o zaman bu şoseden hiç insan geç- mez miydi?.. Öyle olacak, ki sizi düştüğünüz yerden tam iki buçuk MAİN