Birbirlerini hiç tanımıyan iki kişi, Sirkecide bir lokantada yemek yer * ken, birbiri arkası sıra ayni masaya 0 turdular, Bir kaç gün rastgele oturu- şün böyle karşılaşma vaziyetleri or » taya koyması, tanışmalarına yetti. — Adeta sözleşmişiz gibi, | değil mi, efendim? — Hakikaten öyle, efendim. Anla» ulan, tanışmamız mukadder!... — Bendeniz falanim! — Estağfurullah; bendeniz de fi- lâm! — Estağfurullah! İşte, kendilerini birbirlerine böyle takdim ettiler. Bu karşılıklı takdim sı- rasında, iki defa ayağa kalkıp, el si » kıştılar! ği Konuşmağa' başladılar. Neye dair?.. Şundan, bundan bahis açtılar. Artık havaların değişmeğe yüz tuttuğun » dan, Şiddetli yazı, şiddetli kışın takip etmesi muhtemel bulunduğundan, ga zetelerin bu hususta henüz Fatin E « fendinin fikrine müracaat etmedikle - rinden v. 6. den bir müddet mevzu seçip, çok geçmeden mevzuları tület- tiler. Mevzu kıtlaşınca da, ilham mi - deden geldi! — Bu yemekleri nasıl buluyorsu- nuz, efendim? ği pi Vallahi, efendim, ne kadar iyi olsa, lokanta yemeği!... Ev yömeğine benzemez tabii! —— Ne buyurdunuz, efendim? Filin Beyin (oev yemeğini tercih Yollu söz söylemesi üzerind; falan bey, Adeta öfkeli bir tavırla, böyle sorduz .— Ne buyurdunuz, efendim? ilân Bey, şaşalamıştı. * Burunla ye la tekrarladı ve devam etti; 0 Eğer © bir erkek bekâr olmas, İokântanm semtine ayak atmaz. Zati- âlinizin de bekâr olduğundan hiç şüp- he etmem! <- Wii kat aldanryorsunuz, efen « dim! Katmörli bir aldanış!.. Ne ev yes meği lokanta yemeğine tercihe değer, ne de ben bekâr! — Amin, efendim, — rica ederim, hiç... — Hiç lâf dinlemem. Ben, bu hu - susta kâfi derecede £ tecrübe görmüş bir adamım. Bu tecrübemle bedahat derecesinde sabit olmuştur ki, lokan- ta yemeği ne kadar fena olursa olsun, elbette... — İnsaf buyurunuz, efendim! Lo- kanta yemeğini ev yemeğine tercih €- debilmek için... — Ev yemeğini yemiş olmak ge - rektir, Sizin bekâr olduğunuz anlaşı - yor. Böyle olduğu halde nasıl olu - yor da ev yemeğini | tercih yollu bir münakaşaya girişmeğe kendinizde hak ve salâhiyet ve cesaret buluyorsunuz? — Aman, efendim, evlenmedikse, ana, baba evlâdıyız!.. Ana, baba evin- de ben de ev yemeği yedim. Hem de ağız tndiyle, içime sine sine... — O başka, efendim, o başka... Ben size karımın pişirdiği ev yemeğinden bahsediyorum! Filân Bey, © © zaman karşısındaki zatın, karısın“ pişirdiği yemekleri beğenmediği neticesine vardı: — O zaman iş değişir, oefendim. Zevceden zevceye fark vardır. e Bazı kimselerin refikaları, yemek pişirme - ği bilmez. Lâkin, mali vaziyet itiba- riyle, bir aşçı tutmak mümkün değil - se, madem ki, karınız yemek pişir - mektep imtina etmiyor, ona yemek pi- şirmeğe dair bir kitap alarak... — Siz, beni bir türlü anlamak iste- Miyotsunuz galiba... | Benim karım, Mimin ettiğiniz gibi değil, bilâkis ye- Alb pizimmelke gayet mahirdir. Eğer Kii Heemtnda aşçısı olsn, burada ye” Büçleşir! — Önümüzdeki yol hayli uzunca - Gözünü korkutuyor mu? — Hayıt. Yalnız bu uzunluk, gözümü korkutan bir geyi hatınma getiri yor! — Nedir 0? — Senin terzi faturan! Bütün Kazlar... Kadın, akşam üzeri (kocasını suratı bir karış bir halde karşıla » dı. Kocanın tabii canı sıkıldı. İş- te, karısı gene kendisine çatmağa bahane arıyordu! O, böyle sand. Fakat, vaziyet zannettiği gibi çıkmadı. Kadın, kocasma değil, komşusuna kız - mıştı. Hiddetle anlattı: — Bak, sana doğrusunu söyli- yeyim. Ben, artık bu kadının yaptıklarına tahammül edemiye- ceğim. Bugün bana ne söylese, beğenirsin ?.. Güya ben budala bir kazmışım ! — Aldırma, karıcığım. Ha bu dala demiş, ha dememiş. Zaten bü- tün kazlar budaladır! Filân Bey, Falan Beyin yüzüne ba- ka kaldı: — Öyle zannediyorum ki, bazı gü- na tenakuslar, ifadenizde nümayan Vive Falan Böy, bir el hareketiyle mu- hatabının sözünü kesti: — Dedim, ya, siz beni anlamak is- temiyorsunuz. Haklıyım. Karımın pi- şirdiği ev yemeği, yenilemez. Lâkin, pişireceği lokanta yemeği, mükem - mel olur! Filân Bey, bu dolambaçlı ifadeden büsbütün bir şey anlamamıştı. Sofra- dan tanıdığı zat ,ya biraz oynatmaştı, yahut ta alaycı bir adamdı. Kendisini eynatıyordu! .— Hakkınız var,.. pekil.. Herkesin fikri kendine! Ama iyice anladınız ya?.. Hayır, anlamadınız! Yani, ben, evde yemek yerken, istesem de istemesem de, her sofraya oturuşta dil yemeğe katlan - malıyım, dayak yer gibi. Halbuki, 1o- kantada kimin dilini yiyeceğim?. Bu- yada sorla yedirilecek dil yok- Karım, sofra başında dırdır edemez burada! Filin Bey, nihayet bu adamın ka- rısmın çok lâkırdı söylemesinden gi - kâyetçi olduğunu öğrendiği zaman, yemek hesabını ödemişti bile... — Zatıâliniz, dalma bu lokantada mi taam etmek niyetindesiniz? — Evet, bundan sonra hep bura - da.. Yarın, öğle yemeğinde sohbetimi- ze devam ederiz! Falan Beyin bu sözlerine karşı, Fi- lân Bey, ayağa kalkerken, şu cevabı verdi: — Maalesef ben gelemiyeceğim, efendim. Bundan sonra başka bir lo - kantada yemek yiyeceğim. (Çünkü, ben de tıpkı tıpkısına sizin tabiatiniz- deyim! — Ne gibi, efendim?. ben anlıyamadım? Cevap; gayet kestirme oldu: — Ben de zorla dil yemekten hoş- Şimdi de lanmam. Hele bu kadar uzun olursa! — Acaba bu bitmez, © tükenmez merdivenli şatoda, €ski zamanda bir hizmetçi kaç gün dururmuş?| Çocuk, eve gelir gelmez baba- sının yanma koştu. Bir marifet anlatıyormuş gibi, bağıra bağıya söylemeğe başladı: — Baba!.. Baba!.. yaptım, biliyor musun? — Bilmiyorum, ama bu kadar sevindiğine göre, herhalde iyi bir şey olması lâzım! Bugün ne — İyi, yal, Hem öyle iyikil, — Anlat, bakalım şu iyi şeyi! — Taksimden ta o Eminönüne kadar tramvayın arkasına binerek gittik, hiç para vermedim! Babas, bir an düşünür gibi ol- du. Sonra, başını kaldırdı. ve küçük oğluna şöyle söyledi: — Fena değil,.. biraz para ta- İ sarruf etmişsin. Fakat, tramva - yın arkasına bineceğine, otomobi- lin arkasına binmiş olsaydın, bem gideceğin yere daha çabuk yarı » dın, hem dedörtbeşkat fazla para lasarruf etmiş olurdun! a Marifet Farkı — 7 — VAKİT 23 EYLÜL 1934 ep Elhak Ensep? Nail Bey, kızını evlendirmek zamanmın gelip çatlığını düşün - dü. Kız evlât olsun, erkek evlât olsun, evlenme çağına ayak basar basmaz, ana, babanın üzerine dü- şen, onları derhal evlendirmekti. Hele kız evlât için, bu, bilhassa | düşünülecek bir şeydi. Asırlardan- beri meşhur atalar sözü, kulaklar da çınçın öten bir sözdür: “Kızı kendi haline bırakacak olursan, ya davulcuya varır, ya zurnacıya!,, Düşünüş itibariyle hayli eski za- man adâmt olan Nail Bey, kızma kocayı doğrudan doğruya kendi seçecekti. Karısının bu işte yalnız istişari bir reyi vardı. O kadar!... Eğer daha evlenme çağına ayak basmıyan oğlu mevzuu bahsolsay- dı, ozaman karısına biraz daha fazla söz hakkı verebilirdi. Çün- kü kız seçmek (o hususunda kadın kısmı bir dereceye kadar erkekten daha fazla ehil sayılabilirdi. Hel- buki, şimdi erkeğe kız değil, kı- | za erkek seçilecekti. Bu seçimde ihtisası Üstün olan da, elbette ka- dından Ziyade erkekti, Erkeği ka» dından fazla erkeğin tanıyacağı, güçlük çekmeden iyisini, kötüsünü ayırdedebileceği, onca muhak- kak! “Nail Beye göre istediği gibi bir damadı, kim bulabilirdi? Onun Nasır efendi denilen bir tanıdığı, her fıçıya girer çıkar, her renkte boya ile boyanırdı. Hulâsa, belli başlı bir mesleği olmıyan ve baş- vurduğu her işte becerikli davra - narak kendini geçindirecek kadar | para elde eden bir adam!... Nail Bey, bu adamın kızma ko- ca bulma işinde kendisine önayak olabileceği fikrini, o çabucak be- mimsedi. Çünkü bu fikrini kendi- İ lerine açtığı birkaç ahbap, şöyle demişlerdi: — Elhak ensep! Nail Bey, Nasır efendiyi çağır- dı. Onunla bu mevzu üzerinde gö- rüştü, Kızına nasıl bir koca,... ha- yır, daha doğrusu kendisine ne çe- şit bir damat istediğini izah etti, Nasır efendi de, bugünden o tezi yok hemen göz, kulak (olacağımı diye bu âsri semeri boşuna yaptırmışım. ma bisikletimi alsaydım. Hiç olmazsa irili kai, 1. a ve muvafık damadı bulur bulmaz gelip haber vereceğini söyledi. Aradan bir hafta geçmiş, geç- memişti, ki Nasır efendi damladı. En büyük meziyeti usluluk olan bir damat bulduğunu bildirdi. Na- il Beyin de damadında aradığı şey her şeyden evel kendi halnide o- luştu. Ancak, kendi halinde, uslu erkekler, iyi koca olabilirlerdi! İş adeta pişirilmiş, O kotarılma safhasma gelmişti, ki Nail Beye, kızımın tamamiyle ve karısının da yarı yarıya arzusu hilâfına seçtiği damadım, evelki gece (bir barda kadınlarla vur patlasın, çal oyna» sın eğlendiği, bu arada sarhoş» lukla kavga da çıkardığı yetiştiril. di. Nail Bey, şaşırdı, derhal Na- sır efendiyi buldurdu ve bu vaka» yı anlatarak, ne diyeceğini sor « du: — Hani sen bu adam için uslu- dur, kendi halindedir yollu sena» larda bulunmuştun? a Nasır efendi, duraksadı. Sonra, damat olarak ortaya attığı amadı müdafaa yollu vaizyet aldı: — Evelki gece mi? — Evet, evelki gece sabaha ka» dar! — İmkânsız,.. garaza omebni uyduruyorlar, iftira ediyorlar! Zi- Tüy. 5 " Nasır efendi, sözüni şöyle tek» milleti: — Zira, bu adam bir o darp ve cerh hadisesinden dolayı kısa bir müddet ikamete tabi (e tutulduğu hapishaneden daha dün çıktı! Alman Nüktesi! Dul bir kadınla bekâr bir erkek, bir salon toplantısmda tanıştılar. Bir aralık, bir köşeye çekilmişler, bir palmiyenin altında (başbaşa vermişler, şundan bundan konu - şuyorlardı, Dul kadın, sözü evlenme bah» sine getirerek, Almanların “Ni ğ kâhlar gökte kıyılır!,,- şeklindeki bir atalar sözünü hatırlattı. Buna karşı bekâr erkeğin verdiği cevap, şut — Doğru.. İşte bende için yer yüzünde evlenmiyorum ! yanaşırlar, Keşke onlara yetişebilmek işin, yanı takibe devam edebilirdim! iğ ll ği.