6 Eylül 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 17

6 Eylül 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 17
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Fakırlara Yardı Çamlıcaya giden yolun baş tarafında ihtiyar « bir fakirle küçük kızma tesadü! ettiler!.... Bir sabah vakti erkenden, küçük Çamhcaya giden yolu çıkacak olursa Bız, beyaz sakallı ihtiyar bir efendi ile 9m iki yaşmda kadar küçük bir kızın, kola yürüdüğünü göreceksiniz. , Bu, her sabah yaptıkları bir âdet « Ör. Yolun en gölğeli bir tarafından, si de yavaş yavaş yürürler. O ka - çok konuştukları görülmez; daha yoran, yelniz küçük kız konuşur. çi anlatır?.. Bunu dinliyemedim. akat her vakit, o kadar çok evil ci- “il konuşuyor ki, | ihtiyar efendi onu nlemekten daha başka bir şey yapa- maz. Bir gün: — Kızımızın bu kadar konuşması, dim, sizi hasta etmiyor mu? İhtiyar efendi: diz Kızım!.. Dedi; kızımı dinlemek- wi başka hayatımda hiç bir şey iste MiYorum!,. İhtiyar efendinin halkı vardı: Şim- diye kadar doğan bütün çocukları öl. me — Kara kedi anlatıyor: — N Artık kurumumdan durulmaz. e mi?. Çünkü telefona çağrıl- Telefon eden de kim biliyor öesemez? Bizim komşunun teki - de Bakın nasıl oldu? Telefon çal- n, , Bizim Küçük hanım, kendisi- Ğ telefon edildiğini sanmış. Ön- Bi muşmıya savaşıyor. e Fakat Yor ki, kendisini beğil,beni lar, M Küçük hanım beni geğırdi, numdan geliyor. a. aya sıçradım. Telefonu eli -! e * aldım; — Allo! Allo! b hoş muş! k,, İmrümde ilk defa Mutuyordum. Uzaktan bir ses! > Miyyavv! Y. bu bizim etkirin sesiydi. ii Ne var Tekir, dedim.. bayaa fonu küçük O hanımdan, en gördüğüm gibi, ağıaz ko- dı yerini ağıza, kulaklığını Kk ağrma getirip geyifle din - ku Yordam Aman, Tekirin şikâyetlerini Kedinin- telefonu Aman bu telefon denen şey de İ telefonir müştü, Bu sonuncusuydu, ve kendisi altmış yaşındaydı. Bir gün, bu sabah © gezintilerinin birinde, ihtiyar efendinin, küçük kızı- nı niçin bu kadar çok sevdiğini daha yakından anladım; bu hikâyeyi “size de anlatmak isterim: Bir Mayıs sabahiydi. Çamlıca yo- lunun iki tarafında göz alabildiğine uzayan kırları, baştan aşağı papatya” lar kaplamıştı; hafif bir yaz güneş vardı. Her şey, tam bir sabah söyya - hatine çıkılacak kadar güzel ve insa- nı sevindiriyordu. o İhtiyar efendi ile küçük Hızı kol kola girmişler, o kadar İ neşeyle yörüyorlardı ki, ihtiyar efem di altmış yaşında olduğunu bile unut- muştu. Her şey, ona en genç zama - nında olduğu gibi gözüküyordu. Birisi, kulaklarını kalbinin üstüne koyup dinliyecek olsaydı: — En büyük sandeti bana kızım Miş sormayın, bütün ev hanımları e- fendileriyle birlikte “ “yazlık'eve gitmişlerdi. Sonra açıkta “çadır kurmuşlar.. Tekir de (o beraber. Bir yağmur yemiş bir yağmur ye- mişler... —Affedersiniz — ıslan- mış kediye dönmüşler! Şikâyet | biribiri üstüne... İ Eh, güzel! Fakat bir iki keli- me daha sorayım, görüşelim, de | dim. konuşma birden kesildi. | Fen, iyi şey ama, bakın pek | te inanılmıyor.. İnsanı yarı yolda bırakıyor işte! *** Bizim evin efendisi de onlarla beraber gitmişti. Şimdi döndüler. Yalnız, zannetmediklerinden faz- la para harcamışlar.. Efendinin yüzünden düşen bin parça oluyor. Bu ara ikide bir, beni haşliyor. Onlar o eğlendiyse ve bunun için fazla para gitti ise benim ne kabahatim var. Bir telefon duyduğum zevk, fitil konuşmasından fitil bur- Mara kedi < aş r i Bir sene kadar evvel, Siyamda, bü- yük bir fil, orman içinden geçen bir tren yoluna çıkarak, “Iokomotife karşı koymak istemişti: Kim mağlüp oldu; çiğnendi, dersi- niz? Fil | tündeki eski bir elbisenin her tarafı | * çe kapısına kadar geçirdi; kendi ken- b Nin dali ölen SG «Gr EV mlj.. veriyor!... Diye yavaş yavaş söylendi ğini duyacaktı, Bir sırtta, küçük Çamlıca suyu » na dönen yolun baş tarafında, bir ih- tyarla yanı başında küçük - bir kıza ! tesadüf ettiler. Burada yanlış söyliyo” Daha ziyade ihtiyar efendinin küçük kızı tesadüf etmişti; Onlar da tıpkı kendileri gibi iki ki- şiydiler. Birisi ihtiyardı; tıpkı babasi- | na benziyordu; öteki on iki yaşında | kadardı; ve kendisi kadar küçük bir kızdı. İhtiyar efendinin küçük kızı, yok larına birden bire çıkan bu iki kişinin önünde, evvelâ biç bir şey anlama * mıştı. Belki de kendi kendisine: — Tepki, diyordu, . upkı babamla bana benziyorlar, Şu halde aralarında nasıl bir fark vardı?, Bu, büyüktü, İkinci ihtiyarın üs rum, parça 'parçaydı. > Ayaklarında yırtık | bir pabuç sürünüyordu; — elindeki bir değneğe o kadar fazla ve halsizce da" yanıyordu ki, ihtiyarın ne kadar has- ta olduğu belliydi. Yan; başındaki küs çük kızım ayakları çiplaktı; arkasında bir torba vardı: Daha doğrusu boş ve yamalı bir torba sallanıyordu. İhtiyar efendinin küçük kızı: — Babacığım!. dedi; onlar hasta olacaklar değil mi?. — Belki hasta değildirler, kızım; fakat aç olncaklar,; Dördü de “birbirine yaklaşmıştı; ihtiyar ve zengin Nafiz Efendinin kı- zı: — Niçin, dedi, niçin karmları aç olsun... Biz nasil ekmek buluyoruz. — Fekat onların ikisi de. fakir... Paraları yok ki; yiyecek nasıl bulacak» ler... Küçük kız; — İidedi i anlik İhtiyar efendi küçük kizini arasına aldı: — Benim kızım!.. dedi.; kadar seviyorum bilsent!... Biri ihtiyar biri genç : iki fakirle, biri ihtiyar biri genç iki zengin, evle. rine doğru yürüdüler, İhtiyar efendinin kızı ile, . küçük fakirin yolda ne konuştuklarını bilmi. yorum, Daha doğrusu, hiç bir şey ko- nuşmadılar. İhti efendinin kızı di. İlini yutmuş gibiydi; hiç bir şey söyle. miyordu, Sadece, köşklerinin kapısı « na geldikleri zaman: - — İşte burası dedi. Dördü birden, köşkün demir kapı. sından bahçeye doğru yürüdüler.. İhtiyar efendinin küçük kızı, “bir Mayıs sabahında, bahçenin en güzel çiçeklerle kokulu bir, köşesinde, biri ihtiyar, biri genç iki fakire bir sabah ziyafeli çekti. Fakat son dakikada bir. den bire ortadan kaybolmuştu. İki fakir yola çıkmak üzereydiler; — Totbamız, dediler; biz gelirken onu yannımızda getirmiştik. Zavnllılar boş torbalarını o kayhet » #kleri için o kadar çok üzülüyorlardı ki, bu hakikaten görülecek bir şeydi. Sonra birden bire onu aramaktan vaz- geçtiler; belki de: — Ne yapalım, diyorlardı; karnı. mız bir sabah olsun doydu ya?., Onları köşkün ihtiyar efendi, kollari! bah: | disine de; — Acaba, diyordu; benim küçük kızım ne tarafa kaçtilı Onu birden bire demir kapının ö. sünde buldu. Biri ihtiyar biri genç i- ki fakirin torbası kapımın önünde du- rüyordu; büyük torba ağzına kadar siyeceklerle doluydu. Ihtiyar elendinin küçük kazı: — Sizi her sabah bekliyorum, de - di; gene gelirsiniz olur mu?., Ve biri ihtiyar biri genç, iki fakir, yol üzerinde kayboluncaya kadar ar- kalarından baktı. Fakirlere daima yardım ediniz! Ağabey | üzernide bazan gördüğünüz, yeşil ağ il kle dir N N 3 gi | Karıncaların “inek,, beslemesi kadar karmcalarda seve. Fakat onların ne sütüdür?. Sütü, bu çocukların sevdiği içtiği süt, Insanlara en çok benziyen hayvan Karıncaların “İnek,, beslediği» | ni hiç işittiniz mi? Karıncalarla insanlar arasında görünüşte dünya kadar fark oldu- ğu halde, inceden inceye bir göz- den geçirilirse çok yerlerde, bize benzedikleri görülür. Evet, karıncalar, “İnek,, besler ve bizim gibi, sabahisn sabaha | Karıncaların yaşâyışları üze » onların südünü sağarak, kahval - | rine “Moris Meterlik,, isimli bir muharririn, yazısına raslarsanız turlarını alırlar, Karınlarını doyu - mutlaka okuyunuz. Orada göreceksiniz ki, karın « caların yer altında-kırk katlı ev.» K leri vardır. Ve çocuklarımı, “İha des,, dir. vanin sicaklığına; < soğukluğuna Karıncalar kendilerine bir nevi | göre bu katların en altıma veya or- süt veren, Afideslere pek bakar » | talarına çıkarıp indirirler, lar. Karıncalar ufak, fakat ehem « miyetsiz değildirler. rınkine benzer, dedikti.. Bu pek doğrudur... Karınca » lar, aç kalınca, birbirlerinden yi « yecek isterler.. Gene bizim gibi, işleri çok olduğu zaman, birbir - lerini yardıma çağırırlar. Bir karıncanın, evini nasıl bul» duğunu öğrenmek te meraklıdır. Bunlar, evlerini koku ile bulur- lar. Karıncalar, işçidirler de.. rurlar, p Karıncaların “inekleri,, güller » “Bunların adı “Afi - Karıncaların hayatı insanla :J gp sadnpenm2 apne eza eaza EE a zi asa a Ra RR ŞİİRLE NSA | Meraklı Şeyler sama ename mter se şeş terse ee YAREN AAA AAA RE MEYER BEZE RE ERE Penbe adam Mısırda çalışan bir İngiliz dok- toru, son defa Londraya geldiği zaman bütün doktorları şaşırttı.. Bu adam, hava pek sıcak olduğu zaman pembe ter döküyor, ve bu terin boyası o kadar has ki, dok » torun iç çamaşırını da boyamak - tadır. Keşiler ve yılanlar Yugoslavyada meraklı bir hâ - dise oldu: Bir çok keçilerin - süt vermediği görülüyordu. Her za - man bol bol aldıkları süt- acaba ne oluyordu? Hayvanlarda başka bir hastalık, yoktu... Son zamanlarda bunun sçbebi- ni buldular. Meğer, geceleyin, yahut kırla - ra gidip, geviş getirmek üzere bi - raz yan geldikleri zaman, yılan - lar gelip sütlerini emer, bitirirler - | Ikta bulunmuş: “Eğer, ben ölür- sem, mezarıma bir de omikrofon koyunuz...,, diyor. İnsanların bazan, ölmeden gö müldüğünü düşünen Amerikalı miş. Yılanın 'süte bayıldığını bilir - | bu mikrofonla, mezarciya vazi #iniz.. yetinden haber verecekmiş. Mezarcının odasında da bü» yük bir oparlör bulunacak. Eğer, kendisi ölmemişse, mezarda ya » pacağı küçük bir hareket, (bağlı bulunduğu oparlörde o büyüyerek mezarcınm kulağına çalmacak.. Ve onu kurtarmağa gelecekler: miş...! ... Dirim işareti Dünyada en garip şeylerin A - merikadan çıktığı bellidir. Kim bilir, belki de yeni olduğu (için, bize garip geliyor. Bir Amerikalı, şöyle bir hazır- AFACANIN A KLI:

Bu sayıdan diğer sayfalar: