eMordehay Efendi Masıl Eğlenir? göz A Efendi, ucuzca eline eş- âkatliy bunları pahalıca satmak su- Beçinir, O, bu işin çok kârlı bir ile kanaatindedir. Kırk senedir. arşil) "* uğraştığına bakılırsa, bu kana- Pek yerinde olduğuna hükmet- Mem gelir. Çünkü, Mordehay E- Kesiği tenha kir yöbün üzerinde bir EsiMİMN görse, yoldan geri dönen bir a- lcıliki Mir. Eğer bu ticaret yolunda da sahüfi e bir zarara girmek ihtimali ol- > Ayni şeyi yapar, işini şimdi- p adar çoktan değiştirir, daha sağ- Dir is tutardı! ber » -0 “Mordekay Efendi” dedikten son- .sörü tk onun eli sıkı bir adam oldu- Ho, * Yun boylu anlatmağa hacet var ıberi) Ceddinden miras kalan ahşap e- evali A katını kendisine dülkün ya- ıya boyadığı küçük bir ta- yaz boya ile ve kendi eliyle ay - Envai türlü mobilyacı” Adını ve yaptığı işin mahiyetini 56'İ, ak tabelâyi gene kendi eliyle ta- aza'j, b adam, gerek ticaret işlerinde, geti * sile geçimi işlerinde hesabı, ki- ara) “den bırakmaz! a Buna rağmen, karısı, kaynanası, ve i; beraber eti“? tanede bir defa toplu olarak “No- ma ya” birahanesine giderler, Kaşar 1sul Ühiri, çiroz, zeytin, hiyar, ekmek A- ağır ür | Pir çıkın içerisinde kendileri götür zey“ orada meze kabilinden bir sey | garlamamak şartiyle! Köpük tara birer duble içerler. İki sa- Mururlarsa birer, dört saat oturur- İkişer duble! y Efendi, arada bazan bir, iki hafta atlatarak, oraya gelir. bu Cumartesi akşamı gelişle- Yalnız karisiyle toronlarını be- getirir. Kızıyla damadını kendi. İe müsrif saydığından, öyle id w vk Peşine takmaz. Kaynanası da, ief h,, Sturmağı, sokağa çıkmağa tercih te | “Dir kadındır. Tsabet! 5 Bahçede dört dönüp o- yiyorlar, Dolayısiyle ayakta du- onlar çocuk!... Çocuk ne anlar? On- a m üstüne katmak, N » bu aileyi iyi 0: iyim herliğii seferine. 21, xe Âdeta Salami erleri gslerinden birisi, adamakıllı. “nlar bahçenin Tozkopa- kp arka kapısının mer- : çıkmağa başladı. daşlarına seslenir. kimdi — Bugünkü yarışa bü eşekle mi — Evet. Uğuru tecrübemle sabit olan bu eşekle! — Sabiharım da yarışa girmeğe karar verdiğini biliyor musun? — Yok canım. Sahi mi? — Sahi,.. hem de nişanlısıyla! Büyümüş Adam! Mektepte muallimle talebesi a- rasında: gireceksin? Bayat Pasta! Pastacıya uğrayan bir adam, ayak üstü bir pasta yiyecekti. İçi — Nasıl bir adama “büyümüş| kremalı, dışı çikolâtalı bir pastayı bir adam,, derler? — Büyümüş bir adam,, , aşağı- dan yukarıdan, vücudunun iki u- cundan da büyümesi durmuş ve or tasından, yani karnından büyüme- ğe başlamış bir adamdır! tan fıstığı, kabak çekirdeği v. 2. | mmm almağı tasarlarken, günün birinde bu fırsatı Mordehay Efendi hazırladı. Na- sıl oldu ise oldu, kahve yerine süt 14- marladı. Ama, gene yalnız karısına... Kendisi, mide bozukluğu dolayısiyle, perhizde! Garson, müstehzi * bir tebessümle, sordu: — Sütten başka ne istersiniz? Mordehay Efendi, âdeta çıkıştı: — Başka ne?.. Restoranı mı yiye- ceğiz? — Yok,.. yani... Sütten başka o- yuncak da istersiniz belki! Mordehay. Efendi, garsonun ken- disinin süt ısmarlamasından çocuklu- ğa telmihle alay vesilesi çıkardığını anladı. Hiç bozmadı: — Yorüyorsun, ya... Bizim çocuk- lar, oynuyor bahçede deynekle, yap- rakla... Bundan alâ oyuncak, cansaylı- , Garson, kızdı: — Ben oyuncağı sizin için söyle- dimi, Şimdi yapılacak şey, Mordehay E- fendinin garsonu bir iyice haşlaması idi. Ama, ya bu sırada ağzından kötü bir söz çıkar da, garson dava açars:?.. Işin ucunda hapisten başka, para ceza. sı ve tazminat ta vardı. Mordehay E- fendi, pişkinliğe vurdu: — Benim için söylersin? Ha, sen tanıyorsun beni demek... Mobilyacı- yım diye mal satmak istetsin!... Pek- İ alâ, çocuğun boyudu, mma oyuncağı sağlam ha?... Maşşallah, maşşallah!... Böyle çocuk darısı dostlar başına, Ma- zalto! Tıpkı bizimkiler gibi değil mi?... Getir bakalım oyuncakları, garson!... Sakatı var mı, yorelim, sonra pazerli- ya yirişelim. Sütün parası da çıkar bu arada! Garson, söyliyecek başka Mf bula- madı. Homurdanarak ters yüzüne dö- nüp gitti. Mordehay Efendiyi bir tür. Tü mahcup edememiş, mobilyacı gene usta çıkmıştı! Mordehay Efendi, kis kis gülerek karısına döndü: — Mazalto, herifçioğlunu mat et- i ömrümde ilk defa d sik yiriştim. Müsriflik ettim, boş yere çok lâfla.. Bu da müsriflik- tir | sana her gün beş kuruş veririm! ucundan ısrrdr. Kopardığı parçayı zoraki yuttu, Pastacıya çıkışmağa başladı: — Ne berbat şey bu!. Böyle pas- ta satılır mı? — Affedersiniz, Ben bu şehirde en eski pastacıyım. Siz daha dün - yada yokken, ben pasta yaptım! —— O zamandanberi bu pastayı! satamadınız da bana mı yutturdü- nuz! — Oğlum, Nezahetin seni sevdi- ğinden, seninle evlenmeği düşlindü- dünden, yüzde yüz emin misin? — Hiç şüphem yok. Çünkü, terzi- | ye verilen paraya acıyıp acımadığım, en çok merakla araştırdığı şey! — Günde bir defa olsun yanıma ge- lip te yüzünü, gözünü tömizletirsen, — Ya beş defa gelirsem?.. Kaç ta- ne-beş kuruş verirsin! i ettiğini kaç derstir anlatıyordu. — 7 Bekârlık Son zamanlarda obekârlardan yergi alınması mevzuu etrafında, gene fikirler ortaya atıldı, buna laraftar olanlar da çıktı, taraftar olmıyanlar da... İki taraf ta bekâr- lardan vergi alınmasına niçin ta- raftar olduklarını ve niçin taraftar olmadıklarını anlattılar. Gazete sütunlarında da, hararetli müna- kaşalar akis bıraktı! | Celile Hanımla Adnan Bey, ka-| rı kocadır. Gerçi onlar evli, ama bu evlilik, bekârlık vergisi mevzu- unun onların evinde de konuşul- masına, hararetli münakaşa mev - zuu olmasına mâni teşkil etmedi. Hem niçin mâni teşkil etsin? Her İ mevzu, bir o mevzudur ve herkes, her mevzula muhtelif noktalardan alâkadar olabilir! Celile Hanımla Adnan Bey, da- ha bir kaç sene evvel evlendiler. Kadın, güzel.. Erkek, yakışıklı. 1-| kisi de iyi birer muhitte yetişmiş, zengince bir karı ve koca... Birbir-| leriyle anlaşabilirler. Sevişiyorlar. Ve anlaşıyorlar da! Ancak, —bu da evlilik hayatın da karı, kocanın birbirlerine karşı bir nevi cilve edişi mahiyetinde ol- sa gerek!— her nedense arada kavga ederler. Hemde şimdiye kadar hiç yoktan sebeplerden... Hep böyle... Geçen günkü kavga - | ları da böyle! İ Son kavga, bir cemiyet tara- fından tertip olunan deniz gezin - tisine iştirak edip etmemekten çık — Doğrusunu söyleyin. Meselâ, şimdi, dükkânda yüz Jira düşürsem, siz de ben gittikten sonra bulsanız, saklar, bana verir misiniz? — Doğru cevap mt istiyorsunuz?... Ben, namuslu bir adamım... Hayır! : Baş Ve Boş! Muallim, sınıfta talebelerine kanın damarlarda nasıl cereyan! Nihayet, talebenin bu anlattıkları- ni ne dereceye kadar anladıkları öğrenmek istedi. Onları şöyle ha- fif tertip bir yoklamağı, birkaç su- al karşısında bırakmağı düşündü. —Sen kalk bakalım, Nihat. ferz.! et,ki ben, yerde başım aşağı ayak-| larım yukarı duruyorum. Bu vazi- yette, vücudumdaki kan, ne tarafa doğru akar? — Tabii başınıza doğru, mual- lim bey! — Pekâlâ. Şu halde nasıl olu- yor da ayaklarım aşağıda ve başım yukarıda olduğu halde, vücudum- daki kan ayaklarıma doğru akmı- yor da gene başıma doğru akıyor? Nihat, fazla düşünmeden şu ce- vabı verdi: —Çünkü ayaklarınız boş değil, muallim bey! — VAVIT 13 TEMMUZ 103 8 em Vergisi / mıştı, Celile Hanım, herhalde git- mek istiyor, Adnan Beyde yor- gunluğundan bahsederek, o Cuma evde kalıp dinlenmek © arzusunda ısrar ediyordu Nihayet, kavga kızıştı. Celile Hanım, kocasma şöyle söyledi: — Benim en küçük arzumu bile yerine getirmiyorsun. Yazık sana! Adnan Bey, öfkenin tesiri al tmda olarak, böyle bir kanun çık- mış olmadığını unuttu ve şöyle de- di: — Eğer bu bahiste bir kelime daha söylersen, yarından itibaren bekârlık vergisi vermeği tercih e- derim! Yavaş Geliniz! Şef, memurlarından memnun değildi. Sebebi, gayet basit.. On ların ,kendisi odada yokken, ten- belliği çalışmaya tercih etmeleri !.. Bir gün, gene onları yan gel- miş dinleniyor, bir taraftan da çe- ne çalıyor buldu. Onları bu halde yakalayışı, ilk defa değildi. Bu iti- * barla, büsbütün hiddetlendi, ateş püskürdü: — Tenbihlerim, ihtarlarım, vız geliyor size!. Ne söylersem, bir kulağınızdan girip öbür kulağınız- dan çıkıyor. Bune hal?.. Sanki müessesemde çalışmaya değil de bir gazinoda sefa sürmeğe glmiş- siniz. Bir defada sizi bu halde bulmasam, tenbellik ederken cür- mümeşhut halinde yakalamasam, memnun olacağım! Memurlar, şefin bu lâkırdıla- rını sessiz, sedasız dinliyorlar, bir taraftan da çalışıyorlardı. Son sö- zü üzerine, birisi başını kaldırdı: — Bizi, bu halde yakalamamak elinizdedir! Ne .... Nasıl? — Altı lâstik ayakkabı giyme- yiniz! Hangi Dünyayı? Motosiklet meraklısı bir deli- kanlı, babasının mektep arkadaş larından bir zatla Şişlide karşılaş- tı. Maslak yolundan geçerek Bü- yükdereye gitmek niyetinde olan delikanlı, motosikletini methetti: — En iyi marka, son sistem, gok sağlam. Pek yakında uzun bir seyahate çıkmak niyetindeyim, Bu motosiklet, bana dünyayı göstere- cek! — Bu dünyayı mı,.. Yoksa öbür dünyayı mı, oğlum! Ruyada Bile! Feride ile Mualla, iki eski arka- daş, Ada vapurunda karşılaştılar. Sevinçle biribirlerinin ellerini tu- tarak, yan yana oturdular, — Dün gece seni rüyada gör- düm, Mualla! Bu akşam da vapur- da rast geliyorum. Ne dersin? Muallâ, şöyle dedi: — Beni rüyada gördüğün a « man, bu yeni elbiseyi mi giymiş tim!... Eskisine Göre. — Yeni hizmetçinizden mem « nun musunuz, hanımefendi? — Evet,.. Daha iyi bir kiz. Lâ- kin, iyi değil! Evime. Sn gLĞİRİREİRE Sek a Zi za EB) ekim MAMİ ri ha