Kralın Nüktesi / , İsveç Kralı Güstav Hz. tenis /oyununa pek meraklıdır. Bir gün İmeşhur tenisçi şampiyon Matma - zel Langlenle birlikte oynuyordu. Kral, vuruş sırasında, bir de- fa topu kaçırmca, “İlâhi Suzan,, diye anılan kız, kendisine şu tav- siyede bulundu: —— Biraz daha sola temayül| göstermek lütfunda Haşmetmeap! Nükte yapmaktan pek hoşla - nan zeki kral, bu sözden de der - hal siyasi bir nükte çıkardı: — Başvekilim de bana bu tav -| siyede bulunmuştu!, Gene Babadır ! Küçük Nedimin babası, adliye başmüfettişi olmuştu. Dostların - dan birisi ziyarete gelmiş, tebrik yollu sözler söylüyordu. Bir aralık, misafir, duvar di | | binde durarak konuşmalarını din-| liyen çocuğuna döndü, — Ey, sen ne dersin bakalım, Nedim?.. Babanın terfi ederek böyle büyük bir adam olmasın - ©) dan memnun musun?. i Çocuk, gayet ciddi bir tavırla, | / #u mukabelede bulundu: — Ne kadar büyük adam olur-! sa olsun, ben ona gene “baba,, de-| rim! Bu Sıcaklarda.. Lokantada müşteri küplere bi- niyordu: — Bu ne acaip şey, efendim! Balık yiyeceğimi söyledimse, çor- badan evvel getirmeni söyleme - dim ya!,. Tersine mi yemek yiye- im ben?.. Olur şey değil! Hiddetlenen müşteriyi yatış - iırmıya çalışan garson, elini ağ - za siper ederek müşterinin ku - OZ lağma doğru iğildi: # Bir saniye kulağınızı bana veriniz) — Ne yapacaksın?.. — Efendim, balık bozulmak ü- zeredir. Eğer çorbadan sonraya! kalırsa Yemekten mahrum kalır - sınız diye düşündüm! | benim manga benziyor! a ime İdi | rile beraber!., — Nereye gidiyorsun?, Daha perde kapann 1 —İyi ya işte, Asıl kapanmadan gitmeliyim. Gardroba bakacağım, kürklü mantom orada mı değil mi?. Oyundaki kontesin giydiği manto, tıpkı tıpkısına — İnşallah! Fakat, bu biraz şüpheli! — Yok canim böyle düşünmeyiniz! — Yüz yaşına geldiğimi görebileceğin İ tosiklete Maslak yolunda son sürati verdiğinizi görenler var! ER ER MEZAR Korniş Takarken.. Hayriye hanım, öyle bir yerden bir yere “Ha!,, deyince taşına « maz. Biraz ağır derlenip toplana- bilen bir ev kadınıdır. Onun için sayfiyeye daha yeni gittiler! Taşındıkları yer, Pendik.. O - rada bir ev tuttular, Hayriye ha - nım, iyice döşeli, dayalı olmıyan , evde oturamıyacağı için, bir süs | rü de eşya götürmüştü. Hatta per- deleri, oymalı, kakmalı kornişle - Pendiğe taşınalı, bir hafta olu-| yor. Fakat, hâlâ mı hâlâ yerleşe » mediler. Hanım, kabahati hep be- ye buluyor! — Aman, bey. Daha şu perde- lerin kornişlerini takamadın bir türlü. Benim kasığım ağrımasa, çıkıp duvara kendim £ takaca- ğım! — Duvara nasıl çıkabilirsin, yahu?.. Kedi misin sen, yoksa ker tenkele mi?, — Yook, bey. Beni kertenkele ye benzeteyim deme öyle!,, Bak, kızarım ha! — Şaka söyledim, şaka! — Şaka söyledim, şaka! Nihayet, koca, karısının ısrarı ve yardımıyle duvara değil, ama bahçeden getirilen merdivenin ü- zerine tırmanabildi. — Çık, hadi çık!,. Bir basamak daha kaldı! — Bir değil, hanım, iki! — Demek doksan sekiz yaşındasınız. Ne iyi... Inşallah yüz yaşına geldiğinizi bulununuz, | de görürüm! ——— mem izden şüphe etmekte haklıyım. Bu mo- — Aman, canım, en üstteki ba- samak sayılmaz! — Nasıl basamak sayılmaz?. Basılacak değil mi oraya da?.. Manalı, manasız bir hayli mü - nakaşa!.. Hanımın aşağıdan tut « tuğu merdiven sarsılıyor, bu sar - sıntı beyi kuşkulandırıyor, düşe -| cek gibi oluyor, düşmüyor ve en son basamağa mümkün değil aya! ğmı kaldıramıyor! | — Aman, bey!.. Ne beceriksiz şeymişsin sen?.. Şimdi hafakan - lar boğacak beni!.. Hadi cesaret, aşağıda ben varım.. — Evet, ama ben yukardayım! — Hadi! Hadi!.. Bir iki hop!.. Hanımın üçü saymasına zaman — Çok içki içmenin fena olduğunu söylerler. Hiç te öyle değil... Asıl fe- na olan şey, adamakıllı içtikten sonra yürümek! Şu doktorlar şuna bir çare bulsalar, ne iyi olur! kalmadan, kocası #on basamağa da çıktı. Fakat, çıkmasiyle bera- ber muvazenesini kaybederek te - ker, meker yuvarlanması bir ol » du. Bereket versin, yere düşecek yerde, karısının kolları arasına! düştü! | — Aman, Aziz, sen de bir kor- nişi takamadın, gitti! — Olmıyacak, Hayriye!., Bir | perdeci çağıralım da taksın! — Ayol, burası Beyoğlu değil, Pendik!,.. Perdeci ne gezer?. Diplomat Çocuk ! — Ne gezeri var mı?, Vardır elbette! Karısı birdenbire iki elini be- line koydu: — Var, yok!.. Ben seni ne diye kocalığa aldım?.. — Bilmem! — Hiç bilmez olur musun?. Hıfzürrahman efendi, olduk « ça eski zaman adamıdır. Akel bir tisanla, lügat paralıyarak ko- nuşmıya alışgındır. İ Geçenlerde bir gün çarşıya in « #mişti, O dükkân senin, bu işporta benim, aşağı yukarı bir hayli do- laştıktan sonra, geldi, bir O köylü kadının karşısına diikldi. Bu, ye- re koyduğu sepetin içindeki taze taze yumurtaları ucuzca satan kendi halinde bir kadıncağızdı. Ağdalı ağdalı bir lisanla, lü- gat paralıyarak konuşan Hıfzür. rahman efendi, sepetin o içindeki yumurtalara gözlerini (dikip bir müddet durdu. Sonra, elindeki iç- leri tıklım tiklem dolu birinin kır mızısı, birinin mavisi galip renk- te, çiçekli yazma mendillerini yes ss bıraktı. Besmele çekerek, yu - 7 — VAVIT 2 TEMUZ 1934 Bahası ? — k Pahalı! murtalardan birini eline aldı. Yumurtayı evirdi, çevirdi. Gü- neşe tuttu. Bir gözünü kısıp, ront- kenle insan içi muayene ediyor « İ muş gibi, yumurta içini araştırdı. Taze mi, bayat mı?. Sağlam mı, çürük mü?.. O, bu ciheti böyle anlar, kestirip atardı! Anlaşılan gözü yumurtayı tut- tu, ki kadına döndü, şöyle sordu: — Hatun, beyanü ifade eyle! bazarı füruhta çıkardığın bu me- tan “nekadar bahası?,, Müşterinin yumurta muayene- sini hiç ses çıkarmadan, çömeldi- ği yerde seyreden köylü (kadın, $u cevabı verdi: — Aa, hiç de pahalı değil, e - fendi!.. “Ne kadar pahalr,, demek te haksızsın. Varsa bundan ucu - zu, git bir yol pazarda dolaş, bul da al, vel, hadi. Göreyim seni! — Bu kuş, hangi sınıftandır?. Ba- kalım, içinizden kim bilecek? — Ben biliyorum, muallim bey. Bu kuş, beşinci sınıfın kuşu.. Bugünkü ders için, yukarıdan indirdiniz! — Baba, fenalığa karşı her za-| man iyilik etmek lâzımgeldiği doğru mudur?. Küçük Zahidenin bu sualine karşı, babası başını salladı: — Evet, kızım! — Öyleyse bana beş kuruş ver de çikolata alayım. Demin senin | taklidini yapıp annemi güldüre -| yim derken, gözlüğünü kırdım! Taksitle Mobilye ! İlhami, taksitle bir oda takımı salın alacaktı. Mobilyeciye git - ti, Mağazadaki bir takımı gözü tuttu, Fiatını sordu, Pazarlık baş-! ladı. Mobilyeci, malmın ucuzluğun- dan dem vururken, şöyle dedi: — Eğer parayı peşin tediye e -| decek olursanız, yüzde beş tenzi- lât yaparım! İlhami, taksitle satın alacak - ken, kendisine bu yolun gösteril - mesine kızdı: | — Efendi, sözüne dikkat et. Ben, senin tenzilâtına muhtaç de- ilim, Mimar diye!, — İyi ya işte! — Nasıl iyi ya!.. Mimar dedi. ğin koskoca apartmanın tepesine saçak asar, Halbuki sen alçacık pencerenin yukarsına bir korniş takamıyorsun. Hani senin mi- marlığın?.. Kadın, apartıman yapan ada - mı, bir perdeciden küçük gördü! 5 Çocuk Anası! Bir adam, eline birkaç kitap almış, sokak sokak dolaşıyordu. Bunları ucuzca satarak ekmek parası çıkarmak hulyasiyle! Kapısının önünü süpüren orta yaşlı bir kadımla göz göze gelin- ce, hemen bir kitap uzattı: — Bir tane al, hanım! Değeri MN MYOM NAM ui beş kuruş!. Kadın, tereddütle baktı' — Adı ne bu kitabın?. “— Annelere çocuk > beslemek dersleri!,, Kadın, içeriye girip kapıyı öf- keyle iterken, şöyle söyledi: — Ben yirmi beş senedir. evli ve beş çocuk anasıyım! — Demek sinirlerim adamakıllı po- zulmuş!. Şu halde, benim yerime karı- m: tedavi ediniz. Onun sinirleri düze- lirse, ben de iyileşirim. Ancak, bunun için iki kat ücret mi vermek lâzım? Eşek Ve Tilki! Hâkim, eniştesine karşı yakı - şık almıyacak söz söylemekten muhakeme ettiği adama sordu: — Sen eniştene karşı eşek ve tilki demek suretiyle yakışık al » 4 mıyacak söz söyledin mi?. — Onu, bu iki hayvanın adıyle i andım, efendim. Fakat.. — Ne sebeple?.. — İşte, ben de onu anlataca ğım efendim. “Eşek, dememin se bebi, kız kardeşimle evlenmesi, “tilki,, dememin sebebi de onu bo şamasıdır, Dolayısıyle bunlar tah- kir yollu değil, tavsif yollu söy“ zl lenmiştir!