Avukat kV O — Karısı Tanınmış bir avukat, yemek beğenmek hususunda çok titiz bir adamdı. Zengin adamın mutfağın- da Bolulu mahir bir aşçı vardı. Mükemmel yemek pişiriyordu. Bu- na rağmen, avukat, her yemeğe bir kusur bulduğu için, iyi bir ev kadr- nı olan karısı, gününün büyük bir kısmmı mutfakta geçirir, aşçıya nezaret ederdi. Kadıncağız, koca - .İ senı memnun görmek isterdi! Bir gün, kocasınm en çok sevdi- ği bir yemek, çerkes tavuğu pişirt- miş, bunun pek iyi ve lezzetli ol- — Necdete “Düşüncen, beni sevmek midir, yok- | masını temin maksadile, aşçının sa sahiden seviyor musun 7?,, dedim, Bana ne cevap verse beğenirsin ? — Ne dedi ?7.. İ başımdan ayrılmamıştı. Ve çerkes tavuğu da istediği gibi olmuştu! Akşam, sofraya oturdular. Çer - — Daha düşünmeğe zaman bulamadım. Çünkü | kes tavuğu getirilirken, kadm, ko- seni çıldırasıya seviyorum ,, dedi! ... Unutulan Şeyler... Tanışmışlar, sevişmişler, ni- sanlanmıya karar vermişlerdi. Ni- şanlanmanın arkasıdanın da ni- kâhlanma gelecekti. Düğün, der nek filân... Fakat, asıl mühim o- “lan, bundan sonrası idi. Kurduk- ları yuvanın, kendilerine sükün ve huzur içinde saadet temin et- mesini gözetiyorlardı. Pek tabii o- larak.. bunu kim gözetmez?.. Ve 4 N | bilir?. Kurdukları yuvanın bir saadet yuvası olmasını gözeten Leylâ ile Ferdi, evlendikten sonra araların- da anlâşamamazlık vaki olmaması için, biribirlerinin o huylarmı öğ- renmek hususunda karşılıklı araş- tırmalar yapiyorlar, bütün teferru ata kadar yaptıkları bu araştırma» larda biribirlerine akla güç ge - lir sualler soruyorlar, karşılıklı olarak bütün zaaflarını anlamak, itiyatlarmı apaçık ortaya koymak istiyorlardı. Bir gün Leylâ, Ferdiye şöyle sordu: — Ferdi, senin en çok hoşlan- Hedefi Şaşırmış ! Acemi bir avemın karısı, bir gün kocası avdari dönünce, müs tehzi bir gülümseyişle, sordu: — Bu sefer bir şey (o vurabildin mi bari? Avcytasdik yollu başını salladı. Fakat, memnun görünmüyordu. Karısı, vurduğuna inanmadı: — Gene eli boş döndün de uta- yorsun! — Bilâkis, bu sefer vurdum! — Sahi mi?... Av, nerede?. Mut- fağa mı götürdüler? Acemi avcı, içini çekti: — Hayır, hastahaneye! Zarardan Kâr! — Nasıl, işler yolunda mı? — Eh, oldukça!.. Veresiye alış Veriş eden bir kaç müşterim iflâs etti! — Bu, kâr mı ya?.. Zarardasın , nı; — Zarar da değil kârdayım. Ev- Zelce borçlarını ödiyemiyorlardı. Şim-i alış veriş edemiyorlar! dığın şey nedir?. Doğrusunu söy- le! — Sensin, sevgilim. Yalnız sen! Bunda şüphen mi var?. — O başka şey, canım! Ben, ne değilim ki!.. — Ne?.. — Hâlâ ne diyorsun! Ben, ki- mim! — Sen.... benim sevgili Leylâ! «77 Of, me demek istediğimi bir türlü anlamadın. Sana kimden en casma şöyle söyledi: — Bu sefer pişen çerkes tavuğu” na kusur bulamıyacaksım. Ben, a$- ye Acımak İ çok haşlandığını sormadım, ne » | den ençok haşlandığını soruyo- ram! — Ha,.. Şöyle desene! Kelime oyunu yaptın da! — Onu yapan ben değilim sen- sin! Arada, münakaşa bile değil, tat k tatlı sitem dolu bir O konuşma. Sonra hafif bir öpüşme ile barış- ma! — Şimdi söyle bakalım. En çok neden hoşlanıyorsun?. — Bilirsin, ki şatranç oynamak» tan sönsuz zevk duyarım. — Demek en çok hoşlandığın bu?.. — Evet. Hatta o derecede, ki şatranç oynamıya daldım mı, ye- mek yemeği bile unuturum. Bu halimden dolayı annem, ötedenbe- ri bana çıkışır! Leylâ, sevinçle ellerini çırptı: — Oh, ne iyi.. Sen, tam benim- le anlaşabilecek adams, Ferdi! — Şatranç oynamaktan iptilâ derecesinde hoşlandığımdan do » layr mı?. > Evet, bu cihetten de.. — Demek şatranç oynamıya da lw da yemek yemeği unuttuğum zaman, annem gibi bana çıkışmı- yaraksın?. — Ne gezer. Bilâkis, memnun olurum! Ferdi; bu cevaba şaşıp kaldı: — Bu kadar memnun olmana da aklım ermedi doğrusu; Leylâ! Delişmen Leylâ, çıtır pıtır izah etti; N — Buna akıl erdiremiyecek ne var, cicim? Sen şatranç oynarken yemek yemeği unuttuğundan bah- sediyorsun. Ben de briç oynamıya Fasladım mı, yemek pişirmeyi u- nuturum! | — Dün akşamki baloda hemşiremle dans etmene çok memnun oldum. Te- şekkür ederim... — Rica ederim. Pek ta- bil değil mi? dün akşam- ki balo, zaten hayır işle- mek maksadile tertip ©- lunmuştu ! sü TEN ETER eve veraranesm: çının başından ayrılmadım! Fakat, avukat, bir parça yedik- ten sonra, yüzünü ekşitti: — Gene ne var?.. — İyi pişmemiş! Karısı, bu mülâhaza üzerine a- damakıllı kızdı, avukata şöyle çı- kıştı: — Ne anlaşılmaz adamsın sen! Mahkeme de en kanlı katil müek- kilini müdafaa ederken bile, onun en ufak bir suçu olmadığını ileri sürdüğün halde, karmı ve aşçını hep kabahatli buluyorsun! Garsondan Şikâyet ! — Şu garsondan şikâyetçiyim. Terbiyesizlik etti! Lokanta s<hibi, mırıldandı: — Böyle olduğuna memnun ol- dum! — Ne?.. Nasıl?.. Memnun mu oldunuz?... —Affedersiniz. Müşterilerin ço- ğu yemeklerden şikâyet ederler de! ir... pr vi i best, pek hoppa yetişmişti. Bugün —|.— .. Karşılıklı Emel, kendisiyle evlenmeden uzun uzadıya düşünüp taşınılma» sı icap eden kızlardandı. Pek ser- bu genci, yarın şu genci sever, ça- Lıkuşu gibi daldan dala atlar, bulâ sa hiçbir dalda karar etmezdi. Hatta kendisi bu tabiatte bir kız olduğuna göre, sevdiğinden bah- setmek, pek o kadar yerinde ol maşa gerek.. Sevmek değil, şöyle hafif tertip hoşlanmak gibi bir şey... Bununla beraber, o, tanıştığı ve hoşlandığı her gençte, derin ve sonsuz sevgi beslediği hissini uyandırmıştı. Hepsiyle baş başa! verip evlenme projeleri hazırla-| mışlar, yalnız bu projeleri hiçbi- risiyle tatbik edememişlerdi. Ko- laylıkla sevilebilecek şirin bir kız olan Emel, ciddi surette sevmek kabiliyetinden mahrumdu! Emel, fotoğraf çekmekten pek hazzederdi. Küçücük makinesiyle pozlu ve estantane resimler çe ker, bunları bir albüme yapıştırır- dı. Bu albümlerinden birinde, ge- çirdiği maceraları hatırlatan re - simler vardı. Albüm, baştan başa böyle resimlerle dolu.. Bir sayıfa- da tanıştığı gençlerden birisinin resmi, bu sayıfanm : karşısındaki sayıfada o genç tarafından çeki- len kendisinin resmi.. Bütün sayı- flar böyle tertip edilmişti! Şevket, Emelin en son tanıştığı, hoşlandığı bir delikanlı.. O da kızı bütün gelip geçmiş gençler gibi, sahiden seviyor. Kız, onunla da baş başa verip, evlenme projesini hazırlamakta yeni âşıkmı teşvik ediyor. Fakat, günün birinde on dan da yüz çevireceği, Şevketin resmini de gelip geçmiş olanlar kolleksiyonuna ilâve edeceği he - men hemen muhakkak! Emel tanışmakta olduğu genç- lerden bu albümü saklardı. Lâkin, bir gün nasılsa yazıhanesinin üs- tünde unuttu. Gece, yazıhanenin gözünden çıkarmış, resimlere bak- mış, maziyi safha safha © hatırla” mıştı. Sonrada uykusu gelmiş, yatmıştı! — Bunlar kim, Emel?.. Bir sü- VAKIT Resimler... rü delikanlı fotoğrafı!.. Ne arıyor bunlar senin albümünde?, — Şimdi hiçbir şey aramıyor- lar. Aradıklarını bulamayınca, herbiri bir tarafa gitti! — Şu halde bunlar?.. — Bunlar, zaman zaman hoşu- ma giden gençlerin resimleri. Hepsiyle de evlenecektim, hiç bi» risiyle evlenmedim! — Demek böyle, ha!.. Demek ben ilk sevdiğin değilim?. Üste- lik, bu gençlerin resimleri . bulu- nan her sayıfanm karşı sayıfasm- da senin resmin var?.. Niçin?.. Emel, hoppa bir tavırla, kendi- sini şezlonga atarak, mırıldandı: — Onları büsbütün unutmadım da.. Albümü kapatmca resimleri- miz öpüşüyor! Sabıkalıya Göre... Bir türlü tek durmıyan, mah- kümiyet müddetini bitirip te ha- pishaneden çıkar çıkmaz suç işli yerek tekrar yakalanan bir (sabr kalıyı gene karşısında gören hâ“ kim, dayanamadı: — Sen, dedi, bu kadar sık mah- kemeye gelip gitmekten utanmı yor musun? Sabıkalı, pişkinlikle omuz kak dırdı: — Mahkemeye gelip gitmek a- yıp mı?, Siz buraya, tatil günlerin- den başka, her gün gelip gidiyor- sunuz! Ceza Az Bile ! Araları açık olan komşuyu za» rara uğratmak maksadile, onun bahçesini kendi bahçesinden ayı ran çıtı boydan boya kırdığı için, ceza olarak komşusuna on lira öde mesine karar verilen adıma, hâ- kim, kararı bildirdikten sonra, şöyle dedi: — Karar budur. İsterseniz tem- yiz edebilirsiniz! Cezaya mahküm edilen, hiç te oralı değildi: —Xok, efendim, yok... Ben ve receğim paranın daha fazla olma» sından korkuyordum! Gıyabında Sövüp Saymış! — Merif, yarı yolda otomobilden inince tepem at- tı. Adam akıllı kızdım. Bastım küfürü... Ağzıma ge leni söyledim ! — Ya o ne yaptı?.. Ses çıkarmadı mı? — Çıkarmadı tabii. Bindiği tramvay, çoktan hare- ket etmişti!