21 Mart 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6

21 Mart 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— 6—VAKIT 31 MART 1934 XX KERCELİ e Ae Macar Mizahı — EFENDİ Ayy yg VE "iryessihiyy st UŞAK Ayyy yg yg Çiftlik Yolunda... Raıkoçide çiftlik sahibi olan - | tabii zengin!» bir adam, uşağı Ça- ya Yanoşla birlikte bir dostunu ziyarete gidiyordu. Dostunun çift- | liği, bayli uzak bir yerde idi. Or- talığı karanlık basınca, en yakın bir handa mola vermek lâzımgel- di. Yol üstü bir hana indiler. iu Dağ başındaki bu hanın adı han “dı. Çerden, çöpten yapılmış, dar, basık, barakamsı bir yerdi. Yanı- başımda “ta, arabaya mahsus ye « Yin de üzeri çalı, çırpı ile örtülü, | etrafı açıktı. Civarda at hırsızları fingatıyorlardı. Çiftlik sahibi, söz- de han sahibinin bu noktaya işa- retini gözeterek, uşağı, atın çalın- maması için nöbet beklemeye me- © mur etti. Efendi, sözde han sahibiyle bir- likte masa başına geçip şarap iç meye başlamadan, uşağa nöbet es- bih etti: — Uyumamak için, daima bir şey düşün, Anladın mı, Yanoş, da- ima bir şey düşüneceksin. Ne o - lursa olsun, bir şey! — Anladım, efendim! pp Gece yarısına iki saat kalmıştı, ki efendi, uşağın yanına geldi. Baktı, uşak uyanık.. Elini şakağı- na koymuş.,, şüphesiz derin derin bir şey düşünüyor. — Ne düşünüyorsun, Yanoş?. — Benim gözümün önünden kayboldukları zaman, yıldızların © nereye gidebileceğini düşünüyo « Sizin! © — Aferin, Düşün, düşünebildi- o ğin kadar! Efendi, uşağının ilim aşkı bes- — lemesinden memnun, içki masası- | © nin başına dönüyor. p 5 Saat on iki.. Efendi, gene uşa- “ğinm yanına geliyor. Yanoş, uya- © nık, nöbet beklemede.. Efendi - memnun soruyor: — Şimdi ne düşünüyorsun? > — Hanın damındaki bacının © üstünde leylek yuvası gözüme i - — Jşti de leyleklerin geliş, (gidişte > yolu nasıl bulduklarını düşünüyo- rum! — Oh, oh!.. Haydi bakalım, © düşün düşünebildiğin kadar! pp © Sözde han sahibi, masanın üş- © tüne beşinci şırap şişesini koydu- © ğu zaman, saat tam iki buçuk... “Eh, sabah yaklaşıyor. Eğer Yanoş .biraz daha dişini sıkar, düşünme- © ye gayret ederse, neredeyse orta» - lik »ğaracak.. Efendi ile uşak, tr © kır tıkır yola düzüleceklerler, © Acaba uşak hâlâ düşünüyor © mu?.. Düşünecek başka bir sey | © buldu mu? Bu efendiye merak o- - Oluyor. Sendeliye sendeliye içki ma “ sası başından kalkarak, uşağın nö” © bet beklediği yere yollanıyor. > © İste, Yanoş çardağın önünde... Hem bu sefer ayakta eliyle çenesi” nasındı uyumamasını sıkı sıkı ten- | | Tabii Der! — Ne dersin?, Nedime, “gene,, evlenmek istiyormuş!.. — Bunda şaşacak me var?. Şimdiye kadar hiç evlenmedi, ki “gene,, diyorsun!.. — Tabii derim.. Hiç evlenme di, ama kaç kere evlenmek iste- dil, Alman Mizahı Büyük bir tıp adamı olan Dr. Rudolf Virşov, iyileşmesinden ü- mit kesilen bir hastayı iyi etmeğe muvaffak olmuştu. Bu muvaffa. kıyeti, hayret ve takdirle karşılan- dı. Hasta, kurtarıcısma karşı duy- duğu derin şükran o hissini, nasıl ifade edeceğini bilemiyordu. Bunu bildiriş yollu bir çok söz söyledi. Samimi, hararetli bir çok söz... Ve nihayet, sözlerini şöyle bağladı: — Muhterem profesör, ne söyle- sem kâfi değil.. Duyduğum şükran hissinin derecesini bir türlü lâyı- kiyle ifade edemiyorum.. Ne yap- sam size borcumu nasıl ödesem, bilmem ki... Buna imkân yek, muhterem doktor! Dr. Rudolf Virşov, gülümsedi, hafif bir ironi yaparak, şu cevabı verdi: — Fakat, aziz dostum, buna ne- den imkân öolmasm?. Finikeliler para icat ettikleri zamandanberi bu mesele halledilmiş bulunuyor!. —ş Iskoç Mizahı i İskoçyalılar, hasislikleriyle meş- hurdur. Bu, umumiyetle bilinen bir şeydir. Onların hasisliğine mi- sal olarak, bin bir fıkra vardır, de- mek hiç mübalâğasız söz söyle- mektir. İşte, iki İskoçyalı arasında kısa bir konuşma: — Mister Parker, neş'esiz görüyorum. Neyiniz var?. * Halbuki, piyankoda büyük ikra- i miyeyi daha geçen hafta kazandı. imz! — Evet,.. Öyle! Lâkin iki bilet almıştım, birisine ikramiye isabet İ etti, diğerine bir şey çıkmadı. Bu suretle diğeri için verdiğim para- yı, sokağa atmış oldum!.. Ayyy yy ni tutmuş, derin derin düşünüyor. “ Aferin şu Yanoşa doğrusu! — Şimdi ne düşünüyorsun, Ya- noş?. — Beş saatlik yolu yayan nasıl yürüyeceğiz, diye düşünüyorum ?. — Ne?. — Evet.. Ben ya yıldızları, ya- hut da leylekleri düşünürken, at hırsızları arabaya koşulu atlarım $- kişini de çalmışlar!, yg yy gyzy yy bugün #izi| V Ahmet Faik, patavatsızlığı ile tanınmış bir gençtir. Sık sık çam devirir. Buna rağmen, sosyete ha- ; yatında istiskal görmez. Şişli ve civarındaki bütün salonların kapı- ları kendisine açıktır. Hem çam devirsin, hem de sosyete hayatında istiskal görme- sin!. Evet, onun için vaziyet böy- le.. Acaba, patavatsızlığını affet- İ tirecek ne gibi bir meziyeti var?.. Birçok kişi onu sevimli buluyor * lar. Bilhassa kadınlar.. Ve her han gi bir sebeple ona karşı duyduk- ları kızgınlık, gelip geçici oluyor! Patavatsız ve birçok kişiye gö- re sevimli genç geçende gene çam devirdi. Hem bu sefer bir tane de- ğil, ayni zaman ve mekânda üst üste iki çam birden. İ damadınız olacak zat hazık bir ciğer ve na çıktı, Ciğer ve barsak doğru ama A AY yg İki komşu kadın biribirleriyle | kavga etmişlerdi. Kavganın sebe- bi, komşulardan birinin kümesin » de barındırdığı hayvanların diğer komşunun bahçesine geçerek top” rağı eşelemeleri, tohumları pıtır pitir yemeleri. Kavga, dava şeklini almış, kom- şu kadınlardan biri, diğerini dava etmişti, Dava, mühim bir davaydı. İki taraf için olduğu kadar, ayrı ayrı bu iki tarafın taraflısı çıkan konu komşu için de.. dolayısıyle, mahkeme salonu çok kalabalıktı. — Bu hanım, sana ne dedi, ha- nm? .. Davacı, kümes hayvanlarınm geçtiği bahçenin sahibi.. Hâkime söyle anlattı: — Bana “kaz,, dedi!.. alyp yy yg yy yy yy yy Hâkim, dava edileni ayağa kal- dırdı: — Sen kalk bakalım, Komşun olan bu (o hanıma kavga hanım... esnasında “kaz,, dedin mi?. — Hayir, katiyyen! Böyle şey demem!, Komşu kadın, ayağa kalktı: — Dedi efendim, hattâ... Dava edilen kadm, sözüne de vam etmek istedi: k e ei Bu çifte çamlı hadiseyi, şöyle anlatabiliriz. Bir salonda toplantı vardı. Dans filân.. biraz geciken Ahmet Faik, dahı yeni tanıştığı orta yaşlı bir erkekle ayak üstü| konuşurken, yeni gördüğü şişman ca bir hanımı gösterdi: — Ne biçimsiz vücudu var. Yusyuvarlak bir şey.. oGiyinmesi de acaip.. Hulâsa, tam manasiyle gülünç bir mahlük! Kimin nesi &- caba, siz biliyor musunuz?. — Evet... benim karım! Kaşlar çatılarak verilen bu ce- vap üzerine, çam deviren gencin ne hale geldiği tahmin olunabilir. Bozuldu, şaşırdı, pardonlar keke- ledi. v. a. Şimdi ikinci çam. Gene yeni ta- nıştığı şuh tavırlı, şık bir kızı dan- Eyy Aç © Kurban Bayramında © — Kızımızın evlenmesi gene suya düştü, demek? Halbuki, işittiğime göre, barsak mütehassısı .. — Biz de öyle sanıyorduk, Fakat Kurban bayramında işin iç yüzü meyda- kendisi mütehassıs değil, müteahhitmis! yay yy Kızartılmağa Lâyık ! — Ben ona yalnız. Hikim, davacıyı susturarak, da- va edilene döndü; — Devam et, hanım.. Sen ona yalnız?. — Ben, ona yalnız krzartılmağa lâyık bir mahlük olduğunu söyle - dim!., Çirkinlik ! p Ciltte Çam Deviren? €l(P / sa kaldıran Ahmet Faik, danstan sonra onu büfeye götürürken, lâf olsun diye, deminki macerayı an- lattı, sözlerine şöyle devam etti: — Meğer bu kabasaba duruşlu ahmak herif, o biçimsiz vücutlu gülünç mahlükun kocasıymış! İşte köşede oturuyor, görebiliyor mu - sunuz?. Kız, kolunu patavatsız gencin kolundan sıyırarak, soğuk bir ta « vırla, kısaca şöyle dedi: — Elbette biliyorum.. Babam! Yy yy Malını Biliyor ! İştahla lokantaya giren adam, masa başına geçmiş, peçeteyi boy- nuna takmış, ısmarladığı o balığın getirilmesini sabırsızlıkla — bekli- yordu. Balık, getirildi. Müşteri, bir e- linde çatal, bir elinde bıçak, taba ğin içinde balığı evirdi, çevirdi. Gözüne en hoş görünen tarafmdan bir parçayı ağzına götürdü. Fakat, | yutamadı. — Garson buraya gel!... Bayat bu balık,... Sade bayat değil, bo- zulmuş... Kokmuş! — Aman, efendim, nasıl olur? — Çağır lokanta sahibini bura ya, Çabuk! — Mümkün değil, beyefendi! — Ne? Mümkün değil mi?... Mümkün değil ne demek? — Lokanta sahib! Hurada değil, efendim! #— Nerede, ya?... — Karşıki lokantada yemek yi- yor! pp Bir Karış Toz! Hanımefendi, altı gündür, gece li, gündüzlü gezip tozuyordu. Mi- safirlikten misafirliğe, davetten davete, ziyafetten ziyafete, eğlen- ceden eğlenceye...... Nihayet yedinci günü evde ge- giriyordu. Yorgun, argın bir halde salona inmişti, Musiki ile, yorgun luğunu giderirdi. Biraz piyano ça lacaktı. Piyanonun kapağmı kaldı- rırken, bir de ne görsün?.. Üstü bir | karış toz! | — Pervin, gel buraya! i Hizmetçi kız, elinde süpürge, sa» İlonun kapısmda göründü: ! Bunehal böyle, kız?. Piya- yyl yyl acar üstü bir karıştoz. İstesem, parmağımla ismimi (oyazabilece- ğim! Hizmetçi kız, hiç telâş göster» medi, Sükünetle şöyle söyledi: —Yazınız, hanımefendi, Öğren- mek ayıp değil... i — Ne? i — Diyen siz değil mi idiniz! i m. Yaman Köpekmiş ! | Bakırköyde bir köşkte oturan Fuat Bey, yanına yabancı yaklaş - tırmıyan, mükemmel köşk bekçili- ği eden köpeğini, seyahate çrkaca- — Kızma, gözleri pek o kadar | ğı için satacağına dair gazeteye iyi seçmiyen bir koca arıyorum!... — Böyle bir damat arandığını ilk defa sizden işitiyorum !. küçük bir ilân vermişti. . Erenköyünde köşk sahibi Reşat Bey, bu köpeği satın almak için tâ Bakırköyüne gitti ve kapıya gelen — Olabilir. Fakat, bir kere Kİ Fuat Beyden şu cevabı aldı: zmmı görseydiniz ,pana hak verir- diniz!. N — Maalesef, köpeğimi dün gece çaldılar!

Bu sayıdan diğer sayfalar: