SEP İDEAL YUVA! Siyah yıldız Jozefin Baker İstanbüla geldikten O sonra, onun giydiği acayip şapka burada da moda oldu. Dalda karı, koca bir Şift karga, bir hanımın başındaki şapkanın üst kısmına bakarak, iç lerini çekiyorlar: — İdeal yuva!,. yg Şöyle Tahminen / Postahanede ayak üstü mektup Yazan bir adam, bir aralık etrafı- na,bakındı. Yanındaki bölmede |; başka bir -adam da harıl mektup yazmakla meşguldü. —Affedersiniz, bugün martın kaçı?, Harıl harıl mektup yazan a- dam, başını çevirdi. Canı sıkılmış bir tavırla, gözlüklerinin üzerin: den baktı: — Bilmiyorum". — Şöyle tahminen de söyliye- « mez misiniz?!, harıl Zaman Meselesi / Yeni tanışan iki kişi, trende ko- | Duşuyorlar: — Efendim, ben asarı atikaya pek meraklıyımdır. Bu arada, bik hassa tarihi mevzuları gösteren eski ressamların tablolarına pek ehemmiyet veririm. Evimde bun - lardan iki tene var, ki harıkulâ » dedir! — Hangi zamandan kalma?.. — Paralı bulunduğum zaman dan kalnsx tabii! Kıskanmak Mı? Kari, koca arasında şiddetli bir kavga.. Kadın, ateş püskürü- yordu: — Sus, &us!.. Bana (her seyi| anlettilar. Dün gece dairede nöbe- tin olduğunu söyliyerek (o beni al. datmışsın.. O bar senin ,bu bar be- nim, dolaşmış, zil zurna sarhoş ol- | muşsun. Nafile inkâr edeyim, de «| me, Hattâ, hava gazı lâmbasınn direğine sarılmış, direği sım sıkı kucaklamışsın. Polis memuru seni bu halde görmüş ,yakalamış!.. Kadın, böyle ateş püskürmeğe ara verir vermez, kocası şöyle söy. lediz — Fakat, karıcığım, Binom gazı | direğini kıskanmakta mâna var mı | bir şikâyetim yok.. Seninle son | mekle babamıda ya?ı,, Eski Yunanistanda Timon is- minde bir Atinalı yaşıyordu. Bu adamdan Aristofanesin ve diğer bazı Yunan ediplerinin sahne eser lerinde bahis vardır. . Timon, bu eserlerde insan düşmanı olarak gösterilir, şiddetle muah:ze edi- lir. İnsanlardan boşlanmıyan, inzi- vada yaşıyan Timon, yalnız Alki- biyadiz adlı atılganlığile tanmmış bir delikanlıdan hazzeder, ona gü ler yüz göstermekten çekinmezdi, Onun bu delikanlıdan iltifatı nı esirgermemesin'n sebebi merak uyandırmıştı. Bir gün, Atinalı Ti- monun yanına nasılsa sokulmağa muvaffak olan Apematus isminde biri, bunun sebebini araştırdı: — Bana söyler misin, ey Timon ben de dahil olduğum halde, her- kesten kaçmana karşı, nasıl olu- yor da bu del'kanlıyı yanma yak. laştırıyor, onunla tatlı tatlı konu - şuyorsun?. Atinalı Timon, gayet sakin bir tavrrla şu cevabı verdi: — Ey Apenatus, ben başka her- kesten nefret ettiğim halde bu de- likanlıyı seviyorum. Çünkü, onun atılganlığna bakarak, günün bi « rinde birçok felâkete sebep olaca- ğına, Atinalıların başıma belâ ke- sileceğine kanaat getirdim ! yöne vid ivedi Almanyanın büyük şairlerin- ! den Ludvig Uland, bir gün karr| siyle kavga etmişti. Bu, genç ve güzel karısiyle ilk defa kavga edi- şiydi. Kavgadan sonra ikisi de birer köşeye çekilip, işleriyle © meşgul oldular. Fakat, ikisinde de surat bir karış. Biribirlerine yan yan ba kıyorlar.. Arada pek icap ederse kısaca konuştukları zaman, sesle- rinden de, karşılıklı olarak duy- dukları iğbirar, belli oluyordu Bu vaziyet, bütün gün sürdü. Ni hayet akşama doğru, şair, daha fazla sabredemiyeceğini anladı. A lışık olmadığı bu vaziyetten müt- hiş surette canı skılmıştı. Ayağa kalktı, karıma döndü ve dam- dan düşer gibi sordü: — Karı, koca kavga ettikleri ve ikisi de kendisinin haklı oldu- ğu kanaatini ısrarla beslediği za- man, sence, barışmaya yol açar tarzda ilk sözü söylemek, ikisin den hangisine düşer?. Genç ve güzel kadın, oturduğu koltuktan fırladı, kollarını koca” İ sının boynuna doladı ve gülümsi- yerek söylediği şu sözle onu yen- di: — İkisinden hangisi daha iyi, zeki ve haklıysa, ona! & Uzun müddettenberi biribirle rini görmiyen iki İngiliz, günün birinde, Londrada tekrar karşılaş: | tı. Ve iki eski arkadaş arasında şöyle bir konuşma geçti: — Nasılsm, iyi müsin?. — Teşekkür ederim. Her hangi görüşmemden sonra, evlendim, — Çok iyi etmişsin! — Yook, pek o kadar da iyi et- medim. Karım, fevkalâde kavga- cı çıktı! — Ah, bu fena işte! — Pek o kadar da fena değil. İki bin sterlini vardı! — Öyleyse, iyi! “— Pek o kadar da iyi olmadı. Çünkü, bu para ile koyun am fetten ip alacaksınız! | nasip > satın almıştım. Koyunların hepsi | hastalık salgınına uğrayıp mah - voldu! — Bak, bufena!, — Hayır, pek okadar da değil.. Pöstekilerini satmak suretiyle, ko- yunlarm bana malolduğu parayı çıkardım. Hattâ, üstelik biraz kâr da ettim!.. — E, bu hekikaten iyi!. — Öyle deme. Pek okadar da değil. Bu parayla bir ev satın al- mıştım. Yangın çıktı, ev yandı! — Bak, bu çok fena. Talisizlik doğrusu!. — Yok, yok, pek okadar da de- ğil, Evde beraber kavgacı karım da yandı, kül oldu!.. e Eski zamanda, İtalyada Papa nın düşmanları toplanmışlar, Va- tikanı tehdit yollu mücadeleye gi- rişmişler, silâha sarılmışlardı. İki taraf orduları, Ankona civarında dövüşüyorlardı. Harbin ,son safhasında, son bir meydan muharebesi olacak, bu her halde iki taraftari birisinin ga- lebesiyle neticelenecekti.. İspanya Kardinali, mensup olduğu maka» — Babamın çocukluk arkadaşı, dün beni sokakta görünce, baba- ma gösterip (“maymuna benzi- yor!, dedi. Babamın oğlu oldu- ğumu anlayınca, “tıpkı sana ben ziyor!.,, dedi. Acaba (böyle de- maymuna mi | benzetmiş oluyor, yoksa?! ii Eski Zamanda - Yeni Zamanda > iz Memleketin 7 Nüktesi 3 mı koruyan asekrlere, bir hitabe- de bulundu: — Askerler, cesaretle dövüşü - nüz. Harpte ölenlerin ,bütün gü - nahları affolunacaktır. Ne kadar şecaat gösterirseniz, okadar çabuk bir af... Bundan başkı en yüksek mazhariyete irişecek, gök yüzün- de Allah ve meleklerle birlikte bir sofra başında oturacak, ulvi ziya - Muhterem Kardinal, bu yolda vaatlerde bulunduktan sonra, va- kur bir tavırla geriye çekiliyordu. Bu sırada, askerlerden birisi, ileri» ye atıldı, sordu: — Ya sen neden bizimle birlik» te ziyafete gelmek istemiyorsun? | Kardinal, cevap bulmakta güç- lük çekmedi: — Evlâdım, dedi, benim yemek yeme zamanım henüz gelmedi ... Daha iştahım yok! İki Fransa krallarından on dördün- cü Lui, bilhassa hayatınm son za- manlarından yanmdaölümden bah sedilmesini hiç istemezdi. Etrafın- da bulunanlar da, tabii bu bahse hiç dokunmamağa dikkat ederler- di. Kral, bir gün saray kilisesinde vaaz dinliyordu. Papaz, bir aralık ağzımdan şu cümleyi kaçırdı: — Bütün insanlar günün birin» de ölecektir! Birdenbire, (hatasının farkına vardı, gözlerini Luiye (çevirdi. Hükümdarın çehresinden, adam a- kıllı canı sıkıldığını anladı. Fazla zaman geçirmeden, krala dönerek, hatasını tamir yollu şöyle dedi: — Evet, Sir, hemen hemen bü- tün insanlar ölecektir! ., İspanyolların, uzun ve müselsel isimlere, tantanalı unvanlara inhi- maki, ötedenberi meşhurdur. İspanyol asillerinden © bir zat, yalnız başına yolculuk yaparken, bir gece yarısından sonra, yolu bir Fransız köyüne düştü. Bir hayli dolaştıktan sonra, köydeki hanın yerini öğrendi, kapıyı vurdu. Hancı, gecenin bu sâatinde yol- cu, bilhassa böyle kibar yolcu ge- lebileceğine ihtimal * vermediğin- den, derin bir uykuya dalmıştı. — Küt, küt,! Küt, küt, küt!. Kapı, boyuna © vuruluyordu. Hancı, neden sonra uyandı. Pen cereyi açarak, seslendi: — Kimdir 67, Karanlıkta duran İspanyol asil- zadesinin sesi, işitildi: — Don Juan Pedro Fernandez, Rodrigez de (o Viyanova ve de los Serpentes, Malafra ve Portebello Kontu, San Yago ve Alkantara şö- valyesi! Çabuk in aşağı, kapıyı aç! Hancı, bir çok (isim ve unvan sıralanınca, kapıda bir çok kişinin durduğunu sanarak, şu cevabı ver- di: — Pek müteessirim, fakat maal- esef hepinizi barındıracak yerim yok. Kusura bakmayımız!, Bunu söyler söylemez; başka lâ- kırdı dinlemeden ,pencereyi ka» ,9— VAKIT AN A Şe 15 MART 1934 mes — yy yy yy yg GRETA OLACAK! — Haylaz çocuk! Yaramazlıli tan başka düşündüğün şey yok.. — Hayır, hocafendi, derse ça- lışıyorum! . — Verdiğim son dersi hazırla dm mı ?. — Hazırladım!. — Öyleyse, söyle bakalım, en büyük yıldızın adı ne?. — Sus, terbiyesiz! musun ?. — Garbo, hocafendi! Ayy Bir Tehdit ! Delikanlı, bir bar sahibinin kı- zıma gönül vermişti. Kızı çılgınca» sına seviyor, bar sahibi ise, ikisi- nin evlenmelerine her nedense bir türlü razı olmuyordu. Kızla evlenmek için Obabası- nı kandırmağa bir hayli uğraşan delikanlı, bar sahibinin kızı ver- memekte inat etmesi üzerine ,ni- bayet adamakıllı kızdı. — Demek bu son sözünüz? —Evat.... — Teklifimi reddediyor, bana vermiyorsunuz?. — Vermiyorum!. Delikanlı, bar sahibini şöyle tehdit etti: — Şu halde ben de kederimden içmeğe başlıyacağım.. Fakat, sizin barınız da değil... Ticaret rakibi - İ nizin barında! Lİ attı, aksi aksi homurdanarak, yatağına girdi! . hd İskandinavyada, iki köylü ara - sında bir konuşma: — Güzel, demek evlenmek isti- yorsun, Aksel Sörensen?.. Peki, belki sana uygunca bir kız bulabi- lirim. o Yalnız, evleneceğin kızın nasıl bir kız olmasını istiyorsun?. Anlat bakalım!.. — Evvelâ, sevimli bir ev kadını. olmalı! — Sonra.... — Sonra, güzel olması şart.. Çal gı çalması dal. — Bu kadar mı?, — Tabii, ayni zamanda zengin de olacak!., — Ne?, Fakat, böyle bir kız se- ninle evlenmek için, mutlaka bus dala olmalı! .. — Zararı yok.. Budala dü ola- İ bilir. Bence bir mahzur yok!. Utanmıyor kızı Gİ ii inik hühüdü mi ni iliki,