—— EYE e KA —” — 6 — VAKİT 11 Haziran 1933 — 217 sene önce bir. bir Türk sefiri 28 Mehmet Efendinin Paris Seyahatnamesi Bir azim kârhane (daha var ki! ayna yaparlardı. Bu da kralın i - miş.. İzin olmadıkça girilemezmiş. Ayna perdah olunmasını seyr için oraya da vardık. Burada da iki yüzden fazla tez- gâh ve bin kadar amele vardı. Bir cam aynayı alçi ile tezgâh üzerine yapıştırıp ikinsinin arasına mahsus bir kumla su döküyorlar ve dört kişi o iki aynayı biribirine sürtü - yorlar, tâ hışırtı gidip yumuşaklık gelinciye kadar... Sonra başka bir tezgâhta cilâ ve- rirlerdi. Hesapsız aynalar yapmış- lardı. Ticarethane sahibi iki ayna gös- terdi ki ne kadar büyük ayna yapı labileceğini görmek için bunu ölç- tük, biçtik, Mübalâğasız bunun u- zunluğu 104 parmak, arzı 64 par - mak idi. Acaba bundan büyük ola maz mı? Diye daha ziyade dikkat ettik. Fakat bunu arzıma, tulüne © mütabık bulamadık. Uzun olduğu için arzı kısa geldi. Paris şehri İstanbul kadar bü - yük değildir. Ama binaları, üçer dörder kattır ve yedi kat olarak yapılan da vardır. Evleri pek çoktur, Her katında bir güruh ehil ve ayaliyle beraber sakindir. Sokaklarında ahali pek kalabalık görülür. Çünkü orada av retler de sokak sokak evden eve gezerler.. Evlerinde hiç oturmaz - lar. Kadın erkek birbirine girift ol | © duğu için şehrin içerisi pek kala- © balık görünür. Dükkânlarda oturan ticaret ya - pan alış veriş eden de kadınlardır. » Dükkânlârı tuhafiye.ile doludur, © İstanbul hariç kalmak üzere, em sali olmıyan bir şehirdir. Sen de - nilen nehir şehrin ortasından ge - çerek ortada bir adada vücude getirmiştir. Bu adada bir çok bi - nalar vardır. Notrdam dedikleri eski ve büyük kilise de buradadır. Her taraftan köprülerle Sen neh rinin bir tarafından öteki tarafına geçilir. İki köprüsü var ki iki tara- fıma serapa evler yapılmış, köprü sokak gibi olmuştur. Üstünden ge- çen nehri göremez. Sokakları son derece geniştir. Kaldırım taşları dört köşe traş olunmuş, ağaçlarla ve çimenlerle süslenmiştir. Evlerin kimi kâgir, kimi yarı kâ girdir. Bahçeleri de çok zevkli ve âcip san'atlarla bezelidir. Bir ara Ramazanı şerif geldiği için oruç tuttuk. Geceleri cemaat- İe teravi kıldık. Sekizi geçerek gü- neş doğardı. Ramazanı Şerifin on altıncı günü teşrifatçı gelip Kralın davet ettiğini bildirdi. Kralm arabası içinde (Prenses Lânbiski olduğu halde geldi, bizi saraya götürecekti. O gün Prenses ile dizdize oturduk. Teşrifatçı ile divan Efendisi karşımıza oturdu - > lar. Maiyetimiz için 40 beygir ge - tirmişlerdi. Bizimle beraber bir at- İı bölük, önümüzde ve arkamızda yürüdü. Yollarda selâm için süvari ve piyade bir hayli asker dizilmiş- ti. Bu defa saraya avlu tarafından varıldı. Kral indiği mahalle araba ile yanaştık. Evvelce Kralın kâhya sı ve yakın akrabası bulunan Mös- yö (Le Dük) ün odasına varmış - tık. Orada teneffüs ettik. Sonra buyrun!,, dediler. Ceneraller ve divan erbabının kibarı her biri bir yerde istikbale çıkarak önümüze düştüler, Evvel- ce buluştuğumuz divanhaneye var dık. Kral tahtında oturuyordu. Herkes sırası ile oturmuştu. o Bizi görünce ayağa kalktılar, Biz de e- limizi göğsümüze koyup Selâm u- | sulünü gösterdik. Yakın varınca temenna ederek vedaa geldiğimizi arzeyledik. Mareşal Dövil Rua Kralın ağzından cevap verdi: — Elçiliğinizin iki devlet ara - sındaki eski dostluğun muhkem ol masina sebep olduğu şüphesizdir. Sizi unutmayıp her an gönül hoş- luğu ile yadedeceğimize şüpheniz olmasın. Diyip mektubu kralın eline ver- di, Kral da mektubu veziri maka - mında olan hükümet reisine verdi. O da bize verdi. Biz de alıp gene efendisine teslim ettik. Sonra te - menna ile geri gidip bir kaç adım sonra elimizi göğsümüze koyarak veda ettik, çıktık. Öteki odaya geldik, maiyetimiz beygirlerine binmişlerdi. Orada a- rabaya teşrifatçı ile bindik. Pren - ses Lânbiski bize veda etmişti. E- vimize geldik. Krala iki defa vardığımız za - man yanımızdakilerden on kişi bi- zimle beraber yanına girmişlerdi. Sonra Salı günü de vasiye ve- da etmek istedik. Onun teşrifatçısı gelip bize haber getirdi. O gün a « raba gönderdiler, adamlarımız i - gin de beygirler geldi. Binerek git tik. Gene evvelâ buluştuğumuz di- vanhanesinde, meclisi kurmuş ola- rak Vasiyi gördük. Bizi görünce ayağa kalktı. Şapkasımı çıkararak bir iki adım atıp istikbal etti. Onunla da veda kelimelerini söyleşip devletlü sahibi Devlet Hazretlerine mektubunu kendi e - liyle teslim etti. Biz de elinden a - lıp divan efendisine verdik. Son - ra veda ederek gene alayla evimi» ze vardık, Bir çok atlılar gelmiş, yollarda bir çok adam selâma dur- muştu. Hariciye umuruna müek - kel olan nazırla da Vasiden sonra görüştük. Sonra veda edip gene hanemize geldik. Hariciye Nazırı bize haber gön: derdiği zaman teşrifatçısı: —O da size veda için gelecek- tir. Demişti, Günlerce bekledik, baktık gelen giden yok. Teşrifatcıya: — Vaktimiz geliyor, gideceğiz. Nazır efendi ne zaman gelecektir. Dedik. Varıp haber götürdüler: — Efendim, işi çoktur, vakti yok tur. Yarın belki size vedaa gelir!. Dedi. Biz de cevaben: —Svvelce, siz bize, o da size gele cektir, dediğiniz için biz gittik, Bu güne kadar gelmediği için galiba tazim ettirmek istedi. Hemen M. Kont Dolvaz'a haber gönderin. Emel ağaları İstanbul belediyesinden: Hazira nım yedinci çraşamba gününden i- tibaren ekmek sekiz kuruş franca- la on iki buçuk kuruştur. Yeni kitaplar : Dilimizi nasıl onarmalıyız ? Doktor (Memduh Necdet) Bey yukardaki isim ile bir kitap çıkar- mıştır. Bu kitap doktor arkada - şımızın evvelce (Yazı yolu) un - vanı altında neşretmiş olduğu ki- tabın ikinci kısmıdır. Memduh Necdet Bey uzun zaman Anado - luda bulunmuş, memleketimizin hemen her tarafını dolaşmış, do - laştığı yerlerde konuşulan şiveler ve kelimeler üzerinde tetkikat yapmış bir zattır. Bu itibarla öle- denberi arapça ve farisi kelimeler ile bozulmuş olan türkçenin tas - fiyesi meselesi ile meşgul oluyor- du. Geçen sene Dolmabahçe sa- rayında toplanan dil kurultayın - da fikirlerini kısmen söylemişti. Doktor bu defa dilimizi onarmak için düşüncelerini daha etraflı bir kitap halinde toplamıştır. Kitabın başlangıcını okumak, mahiyeti hakkında bir fikir edin- meğe kâfidir. Dil işlerile alâka- dar olan herkesi candan alâkadar eden bir kıymet ve ehemmiyette- dir. Dilimizde bugün kullanılmak- ta olan bir çok kelimeler var ki bunları kaldırdığımız takdirde yerine konacak Türkçe kelimeyi bulmakta zorluk çekiyoruz. Halbuki (Memduh Necdet) Bey bu gibi kelimelerin pek çoklarını — kendine göre — bulmuştur. Bunlar tetkik edilince hakikaten aralarında her kesin beğeneceği güzel buluşlar da vardır. Meselâ; | Kurt, Kuzu, Kartal Kavgası E— ' —15 — — Ben de bunu rica için gel -| miştim. — Yalnız çamurdan yaptığım model burada kalsın. Belki bir ke re daha çalışırım. — Hay hay. — Ne zaman hareket edecek - siniz?, — Üç saat sonra, Raporumu ha zırladım ve Essenlerin iyi ve za - Yarsız insanlar olduklarını, onlara dokunmamak icap ettiğini yazdım. Ve bir saat evvel Kudüsten aldı - ğım emirler acele hareket etmem icap ediyor, Sebebini © öğrenmek ister misiniz?. — Lütfedersiniz. — Size amcamdan bahsetmiş miydim?. Amcam İspanyada kon- sül vekiliydi. Kendisi mühlik bir hastalığa uğramıştı. Anlaşılan ih- tiyar adam ölmek üzeredir. Yegâ- ne varisi olduğum için beni gör - mek istiyor. Onun için bana para gönderdikten başka Kayser Neron tarafından da bir mektup gönder- miştir. Kayser Neron, hakim Albi- nüse bana hemen mezuniyet veril- mesini emretmektedir. Onun için derhal harekete mecburum!. — Çok güzel, İki saat sonra büst hazır olacaktır. Meryem, Marküse elini uzattı. Marküs onun elini eline aldı, bı - hepimizin arapça (Halk) kelime-! rakmak istemedi ve bir iki kelime si ile ifade ettiğimiz mefhumu Doktor(Elgün) kelimesi ile ifade ettiği gibi imkânsızlığı (Olagan - sızlık), (Teshir) i (Büyülemek),! kekeledi: — Meryem! Sizi seviyorum! ;Metyem hemen elini çekti ve: — Affedersiniz! d&di”Bu gibi (Serap) r (ilgımlar), (istiklal) i | kelimeleri dinliyemem! (Özbeylik) kelimeleri ile anlatı - yor. (Memduh Necdet) Bey, Türk dilini onarmak, duygularımızla düşündüklerimizi öz Türk kelime- lerile ifade etmek, ona ameli ve asri bir mevcudiyet kazandırmak için düşündüğü çareleri birer bi - rer kitabında (yazga) sayıyor, Öz türkçeye mahsus kelimeler bu çarelerin bulunabileceğini gösteri- yor. Her halde Doktorun ortaya koyduğu bu kitap takdire değer bir ehemmiyet ve gayret eseridir. Şurayı devlet âzalığı ANKARA, 10 (Hususi) — Ad- liye ve dahiliye encümenlerinden mürekkep encümen bu sabah top- landı. Şürayı devletteki münhal dört azalığa namzetleri tesbit etti. Namzetler şunlardır: Bilecik valisi Emin, Bursa va - lisi Fatin, sabık İstatistik umum müdürü Nuri, Doktor Kilisli Ri - fat valilerden Halis, Fahretin, A - li Kemal, Fuat, mülga ticaret mu- kaveleleri tetkik heyeti müdürü Enis Behiç, divanı muhasebat a - zasından Refik, şürayı devlet baş- muavinlerinden Talât O beylerdir. Meclis heyeti umumiyesi bunlar arasından dördünü intihap edecek tir. ME Birlik isminde bir mecmua — Niçin? Ben onları samimi - yetle söylüyorum. — Onları samimiyetle söyli - yenler ne kadar nadirdirler, Marküs, kızarmıştı: — Ne demek istiyorsunuz?. Ne düşünüyorsunuz! — Bir şey düşündüğüm yok. — Acaba size zevce mevkiin - den başka bir mevki vermek mi istediğime zahip oldunuz?, — Hayır, kat'iyyen hayır! Baş ka türlü düşünmek size hakaret sayılır. Fakat sizin bana o mev kii vermek istediğinizi tahmin et- miyorum. * — Halbuki ben öyle düşün düm. — Sizinle aramızda koca bir deniz var. Onun için siz de bu fi- irden vazgeçin!. — O halde Kalipe mi varacak- sınız?, — Buna imkân bulunmadığını biliyorsunu?! — O halde aramızdaki ne? — Sen Romalısın ve Romanın ilâhlarına taparsın. Bense Hiristi- yanım, onun için ayrı yaşamıya mecburuz. — Anlayamıyorum. Evlenirsek uyuşuruz. Hiristiyanlar Hiristiyan olmıyanlarla evlenip duruyor ve pek âlâ uyuşuyorlar. — Fakat Nu'nun bana anlattığı: na göre annemin ruhu hiristiyan olmıyan bir adamla evlenmemden mustarip olur. — Sen bu düstura ar ya mec - deniz Milli Türk Talebe Birliği “Bir- | bur musunuz?. lik,, isminde bir mecmua çıkarma- | — ya karar vermiştir. Mecmuanın im Öyle hissediyorum. — Hiristiyan olmıyan bir ada - tiyazı alınmıştır. Temmuzdan iti -| mı severseniz ne yaparsınız? baren çıkarılmasına çalışılmakta - — Böyle bir adamı sevdiğimi tahmin ediyorum, - Muharriri : Ömer Rut Marküs bir adım geriledi — Meryem gitmeliyim! — Evet... Bir lâhza tevakkuftan Martüs fikrini değiştirdi: — Meryem! Gidemiyorum — Gitmelisiniz! — Meryem, beni seviyor nuz? — Mesih beni affetsin. Şeri” rum. # il — Ne kadar / — Bir kadın bir erkeği " dar severse o kadar! ğ — Bununla beraber Hi 4 olmadığım için gitmemi istif nUZ.... — Evet. — O halde ben de sana " ediveririm, — Böyle ansızın olur muti 7 — Tabii olmaz. Zamanl# Sen bu zamanı bekler misi* 5 — Beklerim. Bekliyeceği min ol! — Sana Romadan mektuP* bilir miyim? | — Yazınız! — O halde hem mektup hem de beni bekleyiniz! Meryem! — Elveda! »*-. Martüs dönüp gitti. Me vinin penceresinden onun laym hareket ettiğini gördü *# nun kafilesini gözlerile taki! Kafile görünmez olduktan elini şakağına dayıyarak / ya başladı. Nu ona teselli Martüsün muhakkak onu 4 ğını, muhakkak geri dön“ söyledi. Sonra onunla müh” meseleyi konuşmıya başlad” #E — Beni dinle evlâdım. bizi köylerine kabul etti! man seni on sekiz yaşma kadar yetiştirmeyi taahüt lerdi. Ondah sonra kendil ayrılacaktık. Bu zaman h miş bulunuyor. — O halde gideriz. Nu! nereye? Çünkü onun bütün dü” gördüğü parça, bu köy ile © varı idi. — Nereye gidebiliriz. Ü yok. Evimiz, yurdumuz “ mız yok. v — Olmıyabilir. Fakat : atın var. Onun sayesi N şehirlerin birinde yam — Hocamla Marküs ğerli bir san'atkâr say! ruysa geçinebiliriz. — Sonra bende bir ei tın var. Bunlar yahudi a * | annene borç verdiği P 3 minin içinde bulduğum N Onun için pek âlâ gidebilir” Jİ de artık istirahat et! ydi” * | Kalip Romalıya yenil e i | ra elini bağlıyarak Ess©” / N | J l İ | | isi meki gm ti yünden çıktı. harpte de mağlüp meyus olmamış ve: ! gir” — Gene kazanacağı” e gelecek, ben de Romalı ; ğım ve Meryemi ys ç ti. Kalip Kudüs yolunu o Kudüste valdesinin dos ad kadınm evine gitti. çi ölmüştü, fakat oğlU ter”) ve ona hüsnü kabul ” A