VAKII Bır kaçakçılık. meydana çıkarılırken Usulsüz ev aramak, dövmek, kırmak .. Bu iddta ile bir inhisar takip âmirinin ve dört memurun mevkuf olarak muhakemelerine başlandı Sözlü fılm- lerin yeni Muharriri : : Celâl bir yıldızı * İwübas, nakil, tercüme hakları mahfuzdür, Meğer öğrendiğimiz, ilim değil, cehil imiş ! Basurcu Agâh Paşa ve Aplülhamidin ilme ne gözle baktığı Nuri İçki kaçakçılığı yaptığını haber | racaat eden Anjelos Efendi mua- İlim, Türkçesi bilgi, yahut ilim ! kimya, vezninde bilim... Bu da değişti.. Osmanlı devrin- de ilim başka idi. Şimdi büsbütün başka... İlim erbabına âlim der - İerdi. Cem'i ulema gelirdi.. Üle - malık sıfatını din eshabı kendileri- ne hasretmişlerdi.. Sarıksız olmu - yan ulemadan olmazdr.. Fakat bir sarıklı chail de olsa zararı yoktu, o, gene, resmen ve şer'an âlimdi.. Fahri âlim, itibari âlim.. İlim, bazan bir miras ve hatır meselesi olurdu.. Meselâ büyükler- den birinin bugün doğan çocuğu- na padişah ülemalık rütbesini ve « rirdi ve bunun (ruus) denilen dip- lomaası çocuğun beşiğine asılırdı .. Bu ruuslardan bir baylisini oku - dum.. Sekiz günlük mahtum bey, bu diplomaya göre, (Kıdvetül ü « lemael ntuidakkikin) dir!. Biraz kendi neftimi muhasebe edeceğim... İnan olsun ki benim de ömrümün bir kısmı bu ilimleri tah- sil ile geçmiştir.. Ben de yüz yirmi derecesinde irtipdat devri âlimiy- dim.. Düşünüyorum: Bunlar da ilim mi idi?. Yok! Boşu boşuna ka- fa patlatmışım. o Hayatımın bil» mem kaç senesi bununla geçme - seydi ,onün yerine saz, keman öğ- renseydim her halde daha kârlı çı- kardim.. İlim dediğimiz, meğer, cehilmiş... İlim, yeni ilim, bir metot işidir. İlim şancak mantıki ve makul bir kafa temin eder.. Eski ilim olma - dığımndan harıkulâde şeylere, ke rametlere, mucizelere inanırdık ... Olamıyacak bir işe, rivayet yerin- de ise, olabilir, veya olmuştur, na- zarile bakardık.. Misal: Pek büyük bir âlim, meş bur, maruf bir müverrih, bir hukuk üstadı ki bugün sağ olsaydı yüz ya- şına yaklaşmış bulunacaktı.. OBü- yük bir tarih kitabında diyor ki: Kafdağında, yani Kafkasyada, minare boyunda bir adam varmış. Bu adamı yalçın kayaya bağlamış- lar. Asırlardanberi bağlı imiş. Ara sırâ gazaba gelir, zincirleri kopar- mak ister, muvaffak olamaz; lâkin kayalara tekme attığından zelzele bundan hasıl olur.. Bu fakir bir kaç defa Çerkezistan diyarma 86- fer ettisem de vaktim olmadı,gidip © minare boyundaki beni neviimi- zi görmek nasip olmadı. . Bir fakıh, bir âlim, bir vezir buna inarıyor. Demek ki onun di- mağı buna ihtimal veriyor.. Hal - buki bahsi geçen bu dev, Yunan esatirindeki Prometedir! Şu sözleri söylemekten maksa - dim eskilerin riyazi bir kafaya ma- lik olmamalarını göstermektir , .. . İlim nedir?. Bilmiyorlar. Halbu - ki, hususile 1500 senesindenberi i- lim, büsbütün değişmiştir. Siyah ile beyaz arasındaki fark kadar.. Buna rağmen Sultan Hamit dev. rinde bu hakikat gereği gibi anla- şılmamıştı.. Bir kaç tabur teşkil e- den (ülema) nın vücudu bile yeni mânasile ilmin anlaşılmasına mâ. nidi.. Bunlar ilme karşı bir kuv - vet, Misal : Tıp diye bir ilim var.. Hem ne ilim... Bu marifet şubesi fizik, tesrih, fizyolojiye müste - nittir.. Usulleri külliyen tecrübi - dir. Tıpta gelişi güzel faraziyelere yer yoktur.. İlim, seririyat ile te - cehhüz etmiştir. Seririyat, lâbora tuvar... Tıp &lemine girmek için iht zeri ilimlerle mücehhez olrazlı .... Tıp, het yerde tptmr.. Bu ilim, bir iki asırdanberi Avrupa ve Ameri « ka milletlerinin müsterek gayret: lerinin seridir. Bu gayretin netice si umtumca kabul olunmuştur. İlim edebiyat gibi şalisi değildir. Bir Türk doktoru bir Fransız, bir Alman, bir Amerikan, bir Ja pon doktorunun dilinden anlar. .. Tip, birdir.. Milli değildir, dini de- gildir, şahsi değildi.. Beynelmilel dir, lâ - dinidir. Hatır gönül tanı - maz, Üsülleri her diyarda ayni ka- büle mazhardır. Buna rağmen Abdülhamit Efen- di şu küçük hakiatı olsun anlama- mıştı.. Şii mezhebinden bir dilenci türemiş.. Bu adam, Basra vilâye - tine tabi Müntefik ahalisindenmiş Dilenciler türlü türlüdür. Kimi sa- deco sadaka ister. Kimi bir hünre ve hiarifet gösterir.. Bu dilenci ise —ki ismi Agühtır— dilenciliğe mütetabbilği de ilâve etmiştir . . Sultan Hamit ahtinde bile müte - tabbiplik yasaktı; Trbbiye mekte- binden çıkmıyan bir omahlük, Hazreti İsa gibi ölüleri diriltse bi- le gene alenen hünerini icra ede - mezdi.. Dilnci Agâh basur tdavi ediyor. Tesadüf buya! Belki herifin eline iyi bir reçete gçmiştir.. Fakat ba - surun 300 türlüsü olur.. Birine iyi gelen bir deva, ötekine zehir gibi tesir eder..Zaten bir doktor, hersey | den evvel, hastasını tümurmi ahvas line bakmakla mükelleftir.. Hasta. lıklar müretebittir. Meselâ sinir hastalığı olan biris nin üzerinde en küçük cerrahi a- meliyeyi yapmak, hattâ dişçek- mek, açılan yarayı kapamamak, o insanı gangrne uğratmak, öldür- mek demektir. Tesadüfi doktorluk olamaz . Dilenci Agâh birini iyi etmiş. .. Sultan Hamidin o ham, o echel a- damları bu kerameti efendilerine ballandıra, ballandıra anlatmış - lar Sonra iyi bilmiyorum, bizzat Abdülhamit mi, sultanlardan biri- si mi basura tutulmuş. (Hakiki doktorlar onu iyi edememişler. . . Nihayet Agâh gelmiş, basuru, ken- di tabirlerince (bağlamış), Alla - hım izniyle hasta iyileşmiş. Olur ya?. Buna ilim dilinde tesadüf der ler.. Tesadüf, bir âlimin kavlince, bilmediklerimizin yekünu imiş! . Bu hizmetine, yahut bu tesadü- fe mükâfatan Sultan Hamit, A - cem dilencisi Agâhı paşalıkla, Ha- midiye Etfal hastahanesi doktor « luğu ile taltif buyuruyor.. Doktor Agâh paşa hazretleri hastahane - ye gidiyor. O hastahane padişa - hın eseridir.. Ölen bir kızı namma hayrat olmak üzere yapılmıştır. . , İmdi, doktorları, bilhassa başdok- toru padişahın sıkı fıkı mensupla - rmdan olmak iktiza eder. Bu mensubiyete rağmen doktorlar 1s- yan etmişler! Böyle şey olmaz... aldıkları bir adam evini usulsüz olatak aradıkları kaydile Adliye - deki ihtisas mahkemesine verilen inhisar takip amiri Niyazi, takip memurlarından Cemal, Ömer, Ab- bas, Yusuf Efendilerin muhakeme sine dün saat on yedide başlanmış muhakeme on sekiz buçuğa kadar levam etmiştir, Evvelki gün, mahkemede yalnız Niyazi Ef. mevkuf olarak hazır bu lunuyordu. Diğerleri o hakkındaki tevkif kararının yerine getirildiği anlaşılamadığından, Oo muhake - me düne bırakılmıştı. Dün diğerle ri de mevkuf olarak mahkemeye zetirilmiş ve kaçakçılıktan altı ay hapse mahküm edilen davacı An « jelos Ef, de mevkuf olarak hazır bulunduğu halde, davaya bakıl « muşlır, Davanın mahkemeye gönderiliş şekline göre, Anjelos Efendinin Kurtuluşta cadde üzerindeki evi aranırken, memurlardan başka mabhelle ihtiyar heyetinden yahut mahalle ahalisinden en az iki ki - şinin bulunması icap ettiği düşü - nülmemiş ve arama, yalnız iki po- lis memuru huzurile yapılmış. Bun dan başka, Abbas ve Yusuf Efen - *İ diler, Anjelos Efendiyi, dövmek, suretile, eziyet etmişler, kendisi- ne karşı dört davranmışlar, tavan- da asılı lâmbası ile rafteki tabak- larmı kırmışlar.. Aramadan sonra karakola mü » Bir cahil doktor tayin edilemez . . Eğer efendimiz ısrar buyuracak o- larlarsa biz hepimiz istifa ediyo - ruz; derler ve sıkı basarlar. Neti- cede doktor Agâh Paşa hastaha - İ neye devam etmez; lâkin sarayı hümayun basur doktoru olmak ü- i zere son güne kadar vazifesine de- va medet... Naklettiğim, şu hikâyeden çıka- rılacak mâna, bence, pek büyük - tur: o Yirminci asırda, bir ayağı Avrupada, diğeri Asyada, üçüncü- sü Afrikada olan, medeniyet mer- kezlerine yakm bir Akdeniz dev - İtinin hükümdarı, onun mukad - deratına 33 sene hökim olan pa - dişahı (Tabip) ile (Mutetabbip) i ayıramıyor.. İlim ve ip husunda bu derece kara cahil olan biri (ve onun et- rafındakiler) acaba diğer marifet şubelerinin âlimi, allâmesi mi idi- ler?. Devleti idare etmek de bir ilim değil midir?, Elbette, Sultan Ha - mit, tababbete hangi gözle bakmış ise içtimi, hukuki, idari ilimlere de ayni gözle bakmıştır.. Mütemadi- yen macun kullanan, o dişçiliğe inanmayıp eğreti diş yaptırmıyan Abdülhamit Efendi, Abdülhamit Efendinin o mübarek kafası, şüp- hesiz, bütün devlet makinesine, bütün millet teşkilâtına bir Kuru « nu vustai dürbünü ile bakmıştı, Sultan Hamit! Bu zatı el yazı - sından bir hayli nümune gördüm.. El yazısı, üslüp, bir insanın ilim ve marifetinin aynası ise.. Vah onun tabiiyetinde bir asrm üçte biri gibi uzun bir müddet yaşıyan kimsele- rin bahtına!.. Celâl Nuri yene edilmiş, vücudünün iki yerin de #iyrimtı görüldüğüne ve bunun üç günde geçeceğine dair, doktor, rapor vermiş. Vak'anın şahitleri de var. Dava, öeza kanununun 194 üncü maddesine uygun görülerek mahkemeye gönderilmiş. Hâkim, önce takip amiri Niyazi Efendiyi sorguya çekti. Niyazi fendi, şöyle söyledi: — Evi aramağa giderken, mer - kezden iki polis aldık. Muhtarlar yerlerinde yoktu. Yalniz bekçiyi beraber götürdük. Kapıyı çaldık. Bir kadın yukarıdan baktı, çekildi. İçeriden ayak sesleri işitildi. Ab - bas Efendi, bahçeya atladı. Mut - baktan içeriye girmiş, Anjelosu 80 mayı keserle kırarken yakalamış, — Aramada bekçinin hazır bu » landuğunu söylüyorsunuz. Anima, tuttuğunuz zabıtta bekçinin imza- sı yok. Niçin? — Efendim, bekçi, biz meşgul - ken gitmişti. Ondan imzası yoktur. — Zabıt varakasınım yazısında da bekçinin hazır bulunduğuna da ir bir kayıt görülmüyor? — Yazılırken bekçi gitmiş bu » lunduğundan ismi yazılmadı. — Bazı arkadaşlarınız, istintak dairesinde ifade verirken bekçi - nin de alınmadığını söylemişler? — Ihtimal hatırlarından çıkmış- İf tır! — Anjelosün, dövüldüğü, limba ve tabaklarm kırıldığı iddiasına ne diyeceksiniz? — Öyle bir şey olduğunu gör - medim. Memurlardan Cemal Efendi, kendisinin evin arka tarafında ta- rassutta bulunduğunu, Ömer Efen di, Niyazi Efendiye “muhtar lâ - zımsa alalım,, dediğini, onun da “tertibat tamamdır,, cevabını ver- diğini anlattılar.. Abbas Efendi, “dövmek filin doğru değildir., dedi. Yusuf Efendi de, aleyhlerin- deki iddianm kaçakçılığı meyda * na çıkarılan Anjelos Efendinin iğ- birarı tesirile olduğu şeklinde ifa de verdi. Davacıye galince, o, Niyazi E - fendinin de, Abbas ve Yusuf Efen dilerin de kendisini hırpaladıkla - rını, dövdüklerini, hatta Abbas E- fendinin göğsüne tabanca dayıya - rak “rakı kazanı nerede? yerini söyle!,, diye tehdit vaziyeti aldı - ğını ileri sürüyor ve Niyazi Efen * dinin sonradan kendisini dava et » memesi için yalvardığmı, “ben, seni kurtarırım!,, dediğini iddia e- diyordu. Hâkim, şahitlerin istintak daire sindeki ifadelerini okudu. Bir kıs- mı, memurların aleyhinde şahadet etmişler, iki polis te lehlerinde şa- bitlikte bulunmuşlardır. Hâkim, bütün şahitlerin mahke- meye çağrılmalarma, karşılaştırıl - malarma karar verdi, muhakeme - yi önümüzdeki perşembe sabahı * na bıraktı. HER anlaya *Y Istanbul Belediyes Darülbedayi Şehir Ti Temsilleri : Bu akşam İSTANBUL BELEDİ sani 21,30 da Opere muma TMM Alı yaşından aşağı olan ço ütarroya kabul edilmezler. gam tiyatrosund T. A. T. Büyük a artisti y- AVRILIDİIS A.T. san'atkârlarile o THELLO yu temsile hazırlanıyor Oihello : Cavrilidis Yago : Ertuğrul Sadettin Kadıköy Süreyya Sinemasib 15. 1. 933 Pazar günün itibaren Mata Hari Greta Gatbo © Ramon Novarro © ilâveten 1 Köpekler Kumpanyas Pazartesi 16 K. sani (17 K. san 19 Ramazan 20 Ramazan Gün doğuşu 4 18 Gür beriş Akşam namazı Ya si namazı 1840 eca '.. Yılın geçen gönleri 16 kalan , 340 HAVA — Yeşilköy askeri rasat fi nden verilen malümata güre, buğün bulutlu ve şimal istikametinden hafif görli olacaktır. Dünkü sıcaklık en * 7, en az 8 dereos, hava tazyiki 765 idi, Radyoda : İSTANBUL — 18 den 13,496 dia Rıza Hanım, 18,46 ten 1030a Orkestra, 1985 ten 20 ye kadar ders ÇMüptedilere mahsus), 20 den kadar Yesari Asım Boy, 2010 dan kadar Safiye Hanım ve arkadaşları, dar 22,30 a kadar Orkestra, Ajanı w* sa haberleri, Sant ayası, 22,30 den ei d ni Matbaamıza gelen ese an naanDAA Mr Mimar mecimunamın 23-04 inci * a Uyar etmiştir. Yirmi dördüncü says gf çüncü yaşını iârak eden bu san'at | intişara başladığı gündenberi İ ahenkli bi? tekâmlile memjeket teyinl san'at Alemin tatmin eden bk olmuştur. gs Türk mimarlığını, memleketi“ bancı ellerde tanıtmak vazifesini MİMAR bu yıl daha mütekenil BR * intişarma devam edecektir. KES SARIZEYBEK Operetini görmelidir