30 Kânumuevvel 1932 —— — — —— — bir Musiki Ya Muhavaresi hut İ Keşkülüfukara Hacıyvat — (Perdede yalnız) Yar bey.. Yaaaar hey!.. Hey yar bana bir ey... lence medet... yanaar hey! Karagöz — (İçeriye karısma seslenir): Abla! Karısı — Hu! Faragöz — Kalk şu feneri yak, biz gene bu akşam erken - den bir komşuya savuşalım! Karısı — Ne var, ne oldu ge ne? Karagöz — Ne olacak baksa” na... Radyoda gene birisi soğuk Revadan gazele başladı! Karısı — Radyo değil e, a - | yol! Hacıyvat gelmiş, kapının ö- münde maval okuyor! Karagöz — Bak yediği nane- Ye şu zırtapozun? Gözü kör mü, İstanbuldaki bu kadar plâk dol durma yerlerini de gelmiş, bi - Zİm kapıda maval okuyor. Hacıyvat — Yar hey.. Yaaar heecey... Hecey... Medecet hey! Karagöz — (Penceredn başını uzatarak) Ne yapıyorsun Hacıy - vat, kolay gele! — Eyvallah Karagözüm, ye- mekten sonra, hazmı taam için devlethanenizin önünde şöyle bir az alaturka serenat yapıyorum! Karagöz — (Karısına sesle - nir) Yahu, şuradan genişçe bir tabak getir bana! —1 perde— ; Karagöz — Ulan, senin bu, | yıllardanberi okuduklarının hep İ si bayati bunak herif! Onlarm içinde ben hiçbir tazesini gör - medim ki... Hacıyvat — Öyleyse sana bir muhayyer yapayım! Karagöz — İstemem, senin ol sun! Hacıyvat — Neden? Karagöz — Bizim (karının mantosunu da terzi, (muhayyer yapmıştı ama, sonra geriye gö - türünce almadı idi. Hacıyvat — Şu halde Hicaz- dan girip Nihavende ineyim, bir az Nihavendi dolaştıktan sonra Isfahanda karar kılayım. Karagöz — Ne hacet, ya devriâlem seyahatine çık daha i- yil Hacıyvat — Aman Karagöz, sana dn makam beğendirmek Darülbedayie piyes beğendirmek ten daha güç! Bestenigâr yapa - yım, bari, nasıl bestenigârr se - ver misin? Karagöz — Ulan hacıvat, za- ten bu okuduklarının psstenkerani değil ki! Hacıyvat — Allah allah, ben de şaşırdım ne okuyacağımı!! Şattı araban, Şevkitarap, Suzidi- | lâra, rahatülervah, Dilkeşhave - ran... Nasıl, bunları sever misin, Karısı — Ne yapacaksın? Karagöz — Hacıyvat alaturka salata yapıyormuş, biraz alalım! Haçıyvat — Alaturka salata” | yı da nereden çıkardın külhani? | Ben sana alaturka serenat de - dim, Karagöz — O da nesi öyle? Hacıyvat — Söyliyeyim de dinle, ne olduğunu öğren: (Ay - ni makamla) : “Servinazım bir ni gâhet çeşmi mestanmla sen,, Karagöz — Dur dur Hacıy - vat! Bir daha tekrar et bakayım Şunu! Hacıyvat — Mesti nazım bir nigâh et, çeşmi mestanınla sen! Karagöz — Tu Allah müstaha * kımı versin be! Ulan kâinat, öz Türkçe diye beraber bağırırken sen hâlâ mesti Onazdan, çeşmi mestandan bahsediyorsun? Hacıyvat «- Ne yapayım Ka- ragözüm, bendeniz eski bir ga - zelhanım, ortada okuyacak halis türkçe bir gazel bulamıyorum!. Karagöz — Gazel bulamıyor- | san, şarkı söyle sivrikoz! Hacıyvat — Şarkılarda he - men hemen tam türkçe değil! Karagöz — Öyleyse türkü söyle söyle, destan söyle, divan söyle! Hacıyvat — Aman Karagö « züm, bendeniz müddeti medide - denberi bu vadide... Karagöz — Hacıyvat, iner * sem aşağı tepelerim ha! Türkçe bir şey söyliyeceksen söyle, yok- sa çek arabanı başka kapıya! Hacıyvat — Peki Karagö - bunlardan okuyayım mı? Karagöz — Aman Hacıyvat- çığım, sen bana bir keşkülü fr - karadan oku daha Hacıyvat — Keşkülü da hangisi külhani? Karagöz — Bunların hepsin- fıkara | den birer parça karıştırınca gü- zel bir keşkülü fıkara olur. Karısı (İçerden) Yahu, beni unutmayın, o keşkülü fıkaradan ben de isterim! Karagöz — Öyleyse çabuk, al udunu eline, benim zurnayı da getir, tefi de hacıyvada ver, koş pencereye! Hacıyvat — Karagözüm, rica ederim, tefi sen çal da zurnayı ba- na ver! Karagöz — Yağma yok kera- ta! Şimdiye kadar hep tefi ben çaldım, parsayı sen topladın, bu akşam da sen çal, biz toplıya - | lum! Hacıyvat — Gel, Karagözüm öyle yapmıyalım, bu akşam sen çal, ne de ben çalayım? Bu ak- şam bekçi çalsrn, biz dinliyelim, yarm akşam da biz çalalım, bü- tün mahalleli dinlesin! Karagöz — Aman Hacıyvat bekçi çalsın! Dedin de gene si - nirlerimi oynattın! Hacıyvat — Hayır ola, ne ol- du? Karagöz — Daha ne olacak canım? İnsan tam tatir uykuda iken gümbür de gümbür ne fena oluyor ama., Hatta dün gece, sa- baha karşı rüyamda tam bana tayyare piyankosunun birinci ik- Züm, bu akşam sana burada ramiyesi çıkmış ben de paraları hangisi | iki gün sonra Terkos Belediyenin Muhiddin B. Terkos mukavelesi esaslarını bize izah etti Yapılan itilâfnameye göre, koy- dukları sermayenin yüzde altı fa- iz olarak (100) bin lira şirket iş » leri için tahvilât çıkarmak suretile istikraz ettikleri sermayenin itfa ve Faizi olarak senede 8 bin lira ki cem'an 108 bin lira şirkete ödene- cektir. Bu para 108 bin liranın mu- kabili olan Fransız frangı ile öde- necektir, Şirketin bütün imtiyaz hakları ve mevcut bütün eşyası belediye- ye terkedilecektir. Bundan başka şirket şebekesinin ıslahı için bu s8- neki hasılâttan 675090 lirayı beledi- i yeye verecektir. Şirketle hükümet ve şirketle evkaf idaresi arasında- ki alacak verecek hesabatı da bu suretle takas ve mahsup yapılarak tarafeyn yekdiğerini ibraya razı olmuşlar ve bu suretle de aradaki bütün meseleler halledilmiştir. Şirketin kadrolarına gelince ; başta müdür M. Kastelno olmak üzere bizimle çalışmak istiyen ve müracaat edecek olan bütün me- murları işleri başında tutmayı be- lediye bir şefkat ve kadirşinaslık eseri sayarak bir vazife bileceğin- den bu münasebetle şunu bir kere laha yazmanızı rica ederim: Ter- kos idaresinden hiç kimse çıkma - yacağı için yerlerin hariçten kim- se alınmıyacaklır. . Binacnaleyh vatandaşların Terkosta iş aramak için beyhude müracaatta bulun - mamalarını faydalı telâkki ede - rim. Unkapanı köprüsünün tamiri için Gaziköprüsü varidatından ya- pılacak 200,000 liralık istikraz me- selesi de bütçe encümenindedir . Bu iş de yakında halledilecektir . Kerestecilerde yapılacak yıuvak - kat hal meselesi de vekâletçe tet- kik edilmektedir. | İbrahim Talim B. den açık ka - lan umumi müfettişliğe tayinim mevzubahs değildir.,, İ Muhiddin Beyle birlikte Anka - | raya giden fen heyeti müdürü Zi-| i ya Bey de gelmiştir. İktısat müdür | İrü Süreyya Bey Ankarada kalmış- tır. Düne kadar Terkostan iş iste- mek üzere belediyeye 1500 kişi beyhude yere müracaat etmiştir. Muğlada zeytin mahsulü Muğla, 29 (A.A.) — Busene İ zeytin mahsulü çok iyidir. Mahsul geçen yıla nispetle üç misli fazla İ tahmin ediliyor. Bütün zeytin mın- takalarımda zeytin hasdına baş- lanmıştır. ! Yalnız bal mahsulü bu yıl da ku- i raklık yüzünden azdır. Kuraklık- tan kovanlar yüzde 20 müteessir İ olmuştur. tülkçe bir gezel söyüyeyim, fa- | almış, bu sevinçle eve gelmiş, ço “eman kat emret, bunu hansi makam - | dan okuyayım? Acem aşirandaa, | okuyayım mı? İ luğu çocuğu etrafıma almış, ye - ni yaplıracağımız &partrmanla - rı İstanbulda mı, yoksa Beyoğ - i miş olsun! “ Karagöz — Anlaşıldı, bizim bu davuldan vazgeçeceğimiz Karagöz — Radyodakilerin | lu tarafında mı yaptıralım? diye | yok! Oldu olacak, bari bekçile - Soğu gibi ahbap kaçırandan oku- | tatlı tatlr konuşurken © davulun ma da hangisinden istersen oku! | gümbürtüsile nasıl yataktan sıç- , Hacıyvat — Bayati sever mi- sin Karagözüm, bayatiden başlı- © Yapımını radıysam haydi paldır küldür so banın üstüne! . — Vah Karagözüm vah! Geç agi vs rin yanma birer de zurnacı koy- sak da mahalle aralarında saba - ha karsı alaturka birer konser dinlesek | İl Kİ İşliyen Y MY 7 şubat Helenin ârkadaşlığı bana her şeyi unutturuyor, hatta samimi dost olmıya başladığımız Rudolf- la bite bu yakınlarda sik sık dolaşıyoruz. Yalnız geçen ak- şam onunla Kozmopoliten Klüpte otururken canımı sıkan bir vak'a oldu. Atkamızdaki mssada yür- lerinden ve konuşmalarından Er meni oldukları pek belli olan | üç genç oturuyordu. Bir aralık onların Türklerden bahsettikleri kulağıma çalındı, gayri ibtiyart dikkatim © tarafa kaçtı. Nihayet onlardan birinin: — Eşek Türkler! Diye bir küfür savurduğunu işidince bilmem nasl bir hisle, makine gibi hemen arkama dön- düm. Kendime bâkim olmasay- dım ve Rudolf ta mani olmasydı bir vak'a çıkaracaktım. Fakat arkadaşım koluma girdi ve beni dışarı sürükledi. Ben ne kadar saklasam tanı. dıklarım bana Türk diyorlar. O dört parmak kara kaşlı Ermeni- nin savurduğu küfürden bana da ister istemez eşeklik sıçradı- ğın hissettim ve Rudolfun ya- nında mahcup oldum. Fakat ne kadar geri bir millet içinden çıkmış olursam olayım böyle ci- i beş para etmez, küstah bir i tarafından tahkir edilmek izzeti nefsime dokundu. Bunlar me kaba mahlükler. Başka insanlara da bürmet et- mek lâzım geldiğini bilmiyorlar. Bu hadiseden Helene hiç bahsetmedim. Çünkü hakarete mukabele etmemiş olmakla onun yanında küçük dü; ğimi anla- dım. Nedense, bu güzel kız ben- den bahsederken: — Benim Türküm. Demekten zevk alıyor. Helenle arkadaşlığımız gitgide hissi bir sahaya giriyor. Bazı akşamlar onunla kol kola girip gezintiler yapıyoruz. Bu arkadaş- hk bana çok dafa bir sevişme l gibi görünüyor. Fakat vakit va- | kit Helenin öyle arkadaşça ve samimi tavırları var ki ümidimi kırıyor. Lâkin, ne de olsa, bu böyle kalmıyacak. 16 şubat ; | Helen üç gün önce ailesinden bir telgraf aldı ve memleketine giti, annesi haslaymış. Helen gittikten sonra içime bir yalnizlik bissi çöktü, Aöli- yorum ki bu kız burada benim hayatımı dolduruyor. Şimdi hep onu düşünüyorum, onu arıyorum. Yalnız kalınca gündelik meşgale- lerimden de zevk almamıya baş- ladım. Dün akşam Mister Alis bana yeni bir konferans teklifi yaptı; hem de busefer burada, klüpte vereceğim. Daha üç günüm var, iyice hazırlanmıya gayret edece- ğim. Mister Alisin söylediğine göre buradaki gençler şarklıların di- nine metak ediyorlarmış. Binaen- aleyh onlara biraz müslümanlık- tan bahsedeceğim. Bunu bende | pek bilmem ama karşımdakiler bu hususta büsbütün karacahil olduklarından atıp tutmıya da cevaz var. Konferansın sonunda şarktaki hıristiyanlık telekkisin- den de babsedeceğim. Bu konferanslar benim bülçe- me biç de küçük olmıyan bir şey ilâve ediyor. Meselâ bu se- ferki konferasımdan otuz dolar alacağım. Konferansımı mümkün olduğu kadar cazip ve onların kur ilk GİNE Yasan , Necmettin Halil boşuna gidecek tarzda söylemek benim de menfaatim iktizasından. 18 şubat Melenden hiçbir haber yok. Gittiği yerden bana bir kart bile yollamadı. Kim bilir belki annesi çok hastadır, yahut da hemen dönmek üzeredir de buna lüzum götmedi. Bu sarışın, sevimli kızcağızı çok özlediğimi hissediyorum. Yarın akşam konferansımı ve- receğim, *20 şubat Dün gece konferansımı ver- | dim, Bu konferansın gene bir Türk tarafından verileceği ilân edildiği için gerek darülfünun muhitinden, gerek dışandan pek çok kimseler beni dinlemiye gelmişler ve salon hıncahınç dol- muşta. İlk konferasım bana epeyce cesaret vermişti, onun için bu sefer kürsüye kendime güvene- rek çıktım: — Dostlarım, kardeşlerim! Ben dünyanın öbür ucundaki bir mem- letten bü hür ve mes'ut ülkeye tam bir muhabbetle geliyorum. Diye başladım ve ister istemez konferansimım mevzuunu biraz geniş luttum. Türkiyenin umumi ve içtima vaziyetinden de bahs- İ ettim. Söyledikçe orada geçirdi- i im günler aklıma geldi, hıncım | kabardı: — Türkiyede yaşıyan insanlar İ umumiyet itibariyle hâlâ, kurunu vustadan kalma bir cehalet ve taassup içindedir. Bunu gider- mek için buradan giden birçok kardeşleriniz çalışıyorlar, bu geri İ şark milletini adam etmiye uğ- raşıyorlar. Türk olduğum ilân edildiği için karşınızda söz söylerken biraz utanıyorum. Fakat şunu da söyliyeyim ki ben Amerikan kül- türüyle yetişmiş bir gencim; vic- danim ve irfanımla Türkiyeye değil Amerikaya bağlıyım. Şarkta son zamanlarda atıldı- ğını işittiğiniz bazı cesaretli adım- lor, esas itibariyle, işte buradan gitmiş olan kardeşlerinizin, hayır kardeşlerimizin eseridir. Dedim. Sonra müslümanlığın nasıl ip- tidai bir din olduğunu bildiğim kadar (o anlattım. En sonda, şark kavimlerinin de garp me- deniyetine girmek için hıristiyan olacaklarını söyledim. Mister Alis beni hararetle tebrik ederek kürsüden indirdi, İ sürekli surette alkışlandım, fakat bu alkışlar (o arasına (o Türkçe bir de: — Namussuz ! Nidası karışınca beynim attı. O kadar araştırdığım balde, bu alkışların ahengini bozan küfrü kimin ettiğini anlıyamadım. Her | halde bir Türk olacak. Gece odama dönünce: “Aca- ba biraz ileri mi gittim?,, diye i düşündüm. Fakat ne olursa ol- sun, bunları bir kere söylemiş bulundum. Konferans salonundan çıkar- ken sarı yüzlü, çekik gözlü bir Çini yanıma geldi. Yüzünde hiç bir sarih mana bulamadım. Her Çinlininkine benziyen o ince se- siyle: — Size bir kitap vereyim, ikinci konferansınızda istifade edersiniz, Dedi. Bu sözlerden de hiçbir şey anlıyamadım, fakat teşekkür ettim. O, uzallığım eli bile sık- madan ayrıldı. “a Devamı veEX.