26 Kânunuevvel 1932 Kahve telvesile fal davası neticelendi Değil başkasının falına, kendi falıma bile bakmam Kanunun neşrivden sonra fala baktığı sabit olmıyan Emine Hanım, beraet etti Emine Hanım.... Orta yaşlı bir hanım.. Akbıyıkta oturüyormuş . İstanbul ağırceza mahkemesinde kendisinden soruluyor: — Hanım, sen kahve telvesile fala bakmışsın?. Emine Hanım, iki elini yukarı kaldırarak, cevap veriyor: — Haşa! Benim ne üzerime va- zife?. — “Kocam işsiz kaldı. Geçin - mek için, bir bakımı yirmi kuruşa fala baktım.,, demişsin?. — Haşa, demedim! — Öyle yazılı?. — Ben yazmadım ki o yazılan- eb Yazmışlar. Benim oku- yup yazmam yok.. Beni yakaladı- lar, Karanlık bir yere götürdüler. Ödüm koptu.. Baygınlıklar geçir * dim.. “İtiraf et!,, diye üzerime gı- cıladılar. İki defa bayılmışım kor- kumdan..... Karanlık bir yere hap- sedilince, vehim geldi. Ne yaptığı mı bildim, ne söylediğimi! Yaz - dılar, çizdiler. “Bas parmağını!,, dediler. Bastım!. — Öyle amma, müstantikteki ifadene ne diyeceksin?. — Orayada ben kendimden geçmiş olarak gittim. oOradada ne söylediğimin farkında deği - lim!.. Şahitler dinlenildi. Bunlardan bir polis, ihbar üzerine Emine Hâ- nın evinden çıkan iki hanıma “İçerde ne yaptınız, bu eve niçin geldiniz?,, dediğini, hanımların “kahve telvesile fala baktırmak | istedik. Hanım bakmadı.,, dedik- lerini söyledi. Başka bir kadın da evvelce bakardı,, , bir başkası “yir mi kuruşa bakardı, , diğeri “on kuruşa bakardı,, dediler. Feridun Bey, “eve her gün otomobille yet- miş, seksen kişi gelirdi,, dedi. Si- vil polis memuru Melek Hanım, “vaziyeti anlamak için güya kah- ve telvesi falına baktırmak üzere eve gittim. Bakacaktı, fakat, evi tarassut eden polisler kapıyı çalım- ca, bakamadı.. (o Telâşla bana bir şey söylememekliğim, ahpabı i - mişim gibi davranmaklığım yo - lunda yalvardı. Bir takım kâğıtla: rr yaktı, Sonra kapıyı kocası açtı, şeklinde ifade verdi. Bir kaç şahit de Emine Hanımın lehinde şahitlik ettiler. Dava evrakına göre, Emine Ha- nırı, telişla falcılığa ait bazı ki- tapları yakarken, otuz senelik, bir kur'anı kerimi de yakmış.. Müddeiumumi Ahmet Muhlis B Emine Hanım itirafmı bazı şa- hitlerin ifadelerini ileri sürerek ceza istedi, bu arada şöyle söyle- di: 5 — Evin kapısma (o memurlarm geldiği gün, kahve telvesi falına bakmamış olması, kahve telvesi fala hiç bakmadığına delâlet et-' “mez. Reis Aziz Bey, Emine Hanıma | sordu: — Hanım, müddeiumumi bey | “ceza veriniz !,, diyor. Senin başka bir diyeceğin var mı?, — Bana mı ceza verilmesini is- imleri, — Başka kime olacak?. Muha- keme edilen için ceza istiyor! — Aman, efendim, benim bir suçum yok, ki... Ben yanlışlıkla kahvenin telvesile kendi bile bakmam. Nerede kaldı ki baş- cü başımdan aşkın. Ben, bu işe ne- reden vakit bulacağım?. Hem, bir tek kişi göstersinler, yüzüme kar- $ı “evet, falıma baktı,, desin! Kimi “bakacaktı, amma... ,, di- yor, kimi bakmadı, müracaatı red- etti,, diyor. Benim sözlerime ge- İlince, demin söyledim, korktum, baygınlıklar geçirdim. Bu vaziyet» te “evet,, yahut “hayır,, demişim, hükmü olur mu?. İşte burada ak- lum başımda olarak “hayır, haşa,, diyorum. — Başka bir diyeceğin ?. — Yok. Ben, doğrusunu söyle - dim. Gene ceza verirseniz, eh, ne yapayım, mukadderatı ilâhiye... Kanunun kestiği parmak acımaz tabii, değil mi, efendim?. Reis Aziz, âza Nusret ve Asım Beyler, müzakereye çekildiler . . . Yarım saat sonra karar bildirildi: Sözler birlikte olarak, beraet... Mahkeme, şahitlerden ikisinin ifadelerini biribirini tutmaz, biri- J sinin ifadesini hakiki vaziyete uy- i gun olarak kabul ( edilmiyecek. derecede aykırı görmüş, lehte şa - hitlikleri de düşünmüş ve Emine Hanımın bir vakitler fala baktığı- İ“döğrüölsa bile; bünün bu husus- taki kanunun neşrinden sonra ol- duğuna delil bulunmadığından, be raet kararmı vermiştir. Emine Hanım, beraet ettiğini öğrenince, bir şeyle söylemek, te- şekkür, dua etmek ister gibi du - daklarını kıpırdattı, fakat heye - candan ağzını açamadı, sesi çık * madı. Yutkundu, gözleri yaşardı, suçlu bölmesinden çıktı, ağır ağır yürüyerek uzaklaştı... 1800 üralık adam değilim! Evinde 53 kilo esrar bvlu- nan koço, böyle söşlüşor Balatta Koço isminde birisinin €vi aranmış, mahzende 53 okka esrar bulunmuş. Esrar, ayakkabı mantarları içinde. Bunlardan baş- ka elek, pres makinesi, terazi fi- lân da ele geçmiş. İstanbul ağır ceza mahkemesin de yapılan muhakemede, dün müddei umumi mütaleasmı bil - dirdi: — Bunların bulunduğu, zabrt- la, şahitlerle sabittir. Kendisinin evvelce itirafı vardır. Sonra bun- larm hepsi de evin gizli bir yerin de duruyormuş. Hülâsa, suç, kat- iyetle sübut bulmuştur. Cezalan- dırılmasını isterim. Koço, kendisini şöyle müdafaa etti: ç — Bu, 1800 liralık maldır. Ben 1800 liralık adam değilim. Bun - lar, benim malım değildir. Bursa- İ: bir tacir, emanet olarak bırak- mıştr..: Evde terazi vardı, çünkü ben es nafım. Pres vardı, fakat kitap presidir. Elek, her evde bulunur! Muhakeme bitti. Mahkeme, ka rar verecektir. di e şe gk emk mm akm falıma kasının falına bakayım. Ev işi, gü- m m m. mmm Kimlerdir? Yesari Asım B. Halkın en çok tuttuğu şarkılar onundur Yesari Asım Bey, musiki ile söy» lemek, çalmak, yazmak ve beste- lemek gibi üç dört koldan alâka - dar..... Fakat bu alâkası en çok bestelemekte tebarüz ediyor. Piya sanın en geçer şarkıları, halk tara- fından en tutulan besteleri kendi- sinindir. Meselâ: “Adalardan bir yar gelir bizlere Aman Allah gözlere bak gözlere şarkısı gibi. Henüz hayli genç bulunan bu artist te kendisinin musikiye nasıl başladığını şöyle anlattı: — Babam Tuna havalisinde Berkofçe kasabasında doğmuş. 93 harbinde oradan hicret ederek Dra maya gelmiş ve orada Türk Ahmet ağa ailesine intisap etmiş. Kendi- si tacretle meşguldü. Prensip sa - bibi idi. Dramada Berkofçalı Ö- mer Lütfü namile maruftu. Niha- yet 328 de Balkan harbi bizi İstan- * Yesari Asım B. - bula sürükledi. İstanbulda kısa bir müddet kaldıktan sonra babamın memleketlileri daha ziyade Ada- pazarmda toplandıkları için biz de oraya gittik. Ben musikiye A - dapazarmda başladım. Babamm taassubuna" rağmen musikiyi ter- kedemedim. Kendisi dinine çok merbut bir adamdı. Nitekim udu kucağımda gördüğü zaman müt- hiş kızar ve: — Gene mi o telli tekneyi eline aldın?! Diye beni azarlardı. Çocuklar arasında evvelce en çok beni sever, benden hoşlan'-- ken (çünkü ben pek küçükken gü- zel ezan okurdum. Hattâ mektep'e haşarılığım yüzünden cezalandı - rıldığım zaman ezan okuyuşumun bana kazandırdığı aferin, tahsin, i imtiyaz mükâfatlarını geçer akçe gibi istimal ederek Cuma hapisle - rinden kurtulurdum!) yani babam beni kendi yolunda yetiştirmek ga- velezini güderken mukadderat bi- lâkis beni musiki ile arkadaş etti ve dolayısile babamla aramızdaki o taskın sevgi hararetini kaybetti. Mahaza ben muhitimden gör- düğüm teşvik üzerine hiç kimse - den istiane etmeden © delicesine alışmak suretile bir müddet yü - rüdüm, Beş altı sene bu suretle ça- lıştıktan sonra biraz da musikinin esasatı üzerinde yürümek ihtiyacı- vi s Notaya başladım. İstifadeli ba- zı fasılları meşkettim. Usuller ve makamlar hakkında fikirler ve kanaatler edindim. — İlk bestenizi ne vakit yapti- nız? Milli Roman —48— 26 Kânunuevvel Hayatım (o intizama girmeye başladı. Hemen tekmil ihtiyaç- larımı kulüpte temin ediyorum. | Şimdi “Christmas, tatili oduğu için sene başından sonra darül- fünuna devam etmiye başlıya- cağım. Gündüzleri çıkıp hayran bay- ran şebri dolaşıyorum. (Y.M.C. A. ) da güzel bir Christmas gecesi yapıldı. Ben de iştirak ettim. Ne tuhaf! Ya- bancı olduğumu kendim de his- seltim, Fakat zamanla bu his te geçecek. Burası hakkındaki intibaları- mı henüz tespit edecek halde değilim, Şimdilik müthiş bir hayranlık ve şaşkınlık içinde- yim. Darülfönun kulübe oldukça yakın; kısa bir tramvay seya- hatile gidip gelebileceğim. Daha hiç bir dost edineme dim; bunları tabii dasülfünun muhitinde bu'acağım. Şimdilik yalnız Mister Alisle ara sıra ko- nuşuyoruz. 8 Kânunu sani Darülfünunda dersler başladı. Ben tayin edildiği veçhile, bil- bassa Profesör Grinin içtimaiyat derslerini ve bir de bunlar. öve olarak “Yünyon Semineri,, de Prof. Bravnın kurların takip ediyorum. Koombiya darülfü- nunubun ilâhiyat fakültesi olan Yünyon Semineri asıl binaya oldukça yakın; gidip gelmekte güçlük çekmiyeceğim. binlerce talebesi var. Ekseriye- ti Amerikahlar teşkil etmekle beraber benim gibi uzak ve yabancı memleketlerden gelmiş pek çok gençler de var. Darülfünun içinde beynelmi- lel talebe temsillerine en çok sahne olan “Kozmopoliten klöb,,e de girdim. Hayat benim için çok caz'p | ve alâka verici bir şekilde de- vam ediyor. Yalnız (küçük bir şikâyetim var : Arka ..211011100001810 080 000EBEBABESASAEEEBENUA BEAN EEEEEEEEEEEEREBEEEEEEANEARAEAEAENEAAAEEEER İşliyen Yara Yazan: Necmettin Halil daşsızlık. Halbuki böyle, ne de olsa, yabancı muhitlerde bu, insana çok lâzım o'uyor. Gön- düz'eri hayhuy içinde vakit ge- çir yorum, fakat geceleri yan lızıktan canm sıtılıvor. 15 K nunuseni Kozmo>o ten klörde Ru olf isminde bir gençle arkadaş ok mağa başadık. Ovu benim'e ark daşlığı sevkeden şey daha zıyade omerakıdır o sanıyorum. Benim Türkiyeden geldiğim: an- hyalıberi merakını tatmin ede- cek bir sürü suaileriyle karşıla şıyorum, Bana bazan çocu'ça şeyler bile soruyor. Türkiyede son senelerde yapılan şeylerin buraya yalan yanlış gelen akis- leri bile onlara alâka veriyor. Fakat bayret ediyorum, bunların şark hakkındaki coğrafya mas .ümatları bile o kadar kıt ki. Rudoif bana Nüyorku tanımak hususunda da çok yardım edi- yor; onunla arasıra çıkıp dola» şabiliyoruz. Zaten burada reh- bersiz dolaşavilmek hayli mesele, Rudo'f şen, şakacı fakat iyi düşünür bır çocuk, Bazan pata- vatsızlık ettiği bile oluyor. Ge- çen pazar savahı bana bir ge zinti için randevu verdi. — Fakat, dedim; kil seye git miyecek m's'n, sen bıristiyan değil misin ? Vubaf tubaf yüzüme baktı : — Benim hıristiyanlığımdan sana ne? diye âdeta beni teriledi. Ga liba bü çocuğan dim bisleri biraz Bu darülfünun ayrı bir âlem | zayıf. Onunla bir daha bu ba. hisleri açmıyacağım. Burada çok hayretimi mucp olan bir nokta daha var: Dün- yanın servet hazines: diye meş- bur olan Amerikada, hatta onun servetinin, azametinin merkezi olan Nüyorkta bile iktisadı buh- ran denen belânın tesirleri gö- rülüyor. yalnız boğaz kaygısına düşür- müş, başka biçbir şeyi gözleri görmüyor. (Devamı var) Bursa seyehatinden avdetten son- | beraber zevkimi tutanları benim * ra. Bu bestem hicazkârı kürdiden | serim. idi. Güftesi de şöyle başlıyordu: — Mesleğiniz sizi memnun edi- Kedersiz hiç coşar, ağlar taşar | YO mu? mı, kalbi naşadım! — “Asüde olayım dersen eğer, gelme cihana.....,, maahaza a « — Ne kadar o kazanıyorsunuz, zami derecede müşteki değilim. kaç eseriniz var? — Geçinecek kadar.... Beş se- nedenberi münhasıran bu işle meş- — Bu omemnuniyetsizliğinizin sebepleri nedir? — Çünkü yorulduğumuz kadar A Bu belâ birçoklarım J gulüm, altmış küsur eser çıkardım. baml e “Adalar şarkısı..., “Açmazsan ©-| Avrupada halkın tuttuğu bir eser ğer. ..,, “Sevda yaratan. ..., şarkı: | besteliyeni her noktadan tatmin ları bu aradadır. eder. Halbuki, benim bestekârlığa — Beste yaparken günün hâdi- | intisap ettiğim tarihten bugüne ka» selerile san'at noktai nazarmdan | dar bestelemiş olduğum eserlerin alâkadar olur musunuz? yarısı halk tarafımdan çok rağbet — Hayalâtıma renk veren, süs- | görmüştür. Buna rağmen kazan; liyen canlı ve cansız manzaraları | ciheti ehemmiyetsizdir. mümkün olduğu kadar natüre! ob-| — Bestelerinizi okuyanlardan jektifimden kaçırmam. Tahayyü -| en çok kimleri beğenirsiniz? lâtım haricinde de eser işlemem. — Bestelerimi en muvaffakiyet- — Şarkılarnızın o güftelerini | li okuyanlar mı? Bu işlerde fazla kimler yapar? tenevvü olduğu için okuma her ar- — Musikimizde müstamel ve - | tistin zevkine ve tabiatma göre zinlere vukufum olduğu cihetle | değişiyor. Bu itibarla her artistin kısmen kendim yazıyorum. zevkini, tabiat ve janrmı kolla - — Şarkılarımızın çoğu ağdalı | mak lâzımdır. Eser beğenilirse bu- bir lisanla yazılıyor, sade dille yaz- | nun kimin janrma daha uygun ge- mayı tecrübe ediyor musunuz? leceği v vakit düşünülür. Aksi — Ben kendim terkipli güfte | cebri tabiat olur tabit....