Da - aycalladin | kiraya gideceğiz doğru XV Ava başlanmıştı. e Davetlil Mala birlikte, © mükellef otomobillerinin içinde cey- in sürülerini, ovalarda takip isimi Diğer bir kisim av- göl ve bataklık civa- o yaban ördeklerini, turna- arı pusuya düşürüyorlardı, Saat altısında herkes (Giza- *) sarayına dönmüştü, Burası | Wğamer'e kırk kilometre me- Mfede, tam çölün ortasında, iösücük bir gölün kenarında r sayfiye idi, etrafı bütün Akasya ağaçlarile gölgelenmiş, | le donatılmıştı. ahracenin misafirleri kısmen Sarayda, kısmen geniş bahçedeki Pavyonlarda yerleşmişlerdi. Ro- 8, saraydan ep'ce uzak ve genarında böyle bir küçük Villada yalnız olarak oturuyordu. Nikolson, Borges ve Sted sara- Yı sol cephesinde hususi bir tede, ayrı âyrı üç odada © İdiler, Akşam yemeğinden evvel, dört Bit süvare elbiselerile Sted'in ? a buluşmuşlardı. Herkes balarını anlatıyordu: — Şu otomobille ceylân avı Mn romatizmallar için icat edil ğine kani değil misin, Roberts? > Tekerlekli koltukta avlanmış o'- saydık daha iyi olurdu. — Bent kiz ceylân vur- © dum, sen pain Bor. ge? mare doğrusunu istersen , om daha fazla hoşuma gidiyordu! iki abraca birbirinden uzak “Mİ turnayı; “Birbiri ardına öyle Ya önü > Ya e ben emedim! Mi Her halde akşam yemeğin- veye. Roberts, bana bir sigarası ver! Sahi bura- sonra doğru mu? © Evet Nikolsunla beraber idi bava müddetimizin geri M'anını Avrupada ceğiz — Gene bir biribirinizden ayrıl- an demek.. Geçen günü eler kulübünde sizden bah- iyorlar, a al arkadaşlığa bumüne olarak #izin ikinizi . & teşhir etmeli diyorlardı. — Stev, bizimle alay etme! — Vallahi ciddi söyliyorum, İN izminiyeinz pin silecek amim z ta e dir haldir. Asis zamanda rinin kuyusunu kazan o ka- | insan görüliyor ki böyle si- tn Zibi bn vel hay- mine imkân yok! li #bracanın yaveri gelerek söz. p rini kesti: z © © Yemek saati geldi. Fokat evvel size program hak- biraz malümat vermek is- Bu akşam zatı fehamet- le samimi bir akşam « Yarın keklik avına baş- En aşağı yüz elli kek- twiyanlara ceza birer şişe Panyadır!... öbür gün suvare gala ve balo verilecektir. a sonrası allah kerim. man | E je t ğ E 14 ş Maurice de Kobra'nın Son Romanı: Türkçeye çeviren: Fahamettin Arvay 43 Maharacanın apartımanının ya- ındaki dairede. — Onları gördünüz mü? Bu prens dö Zoren nasıl adam ? — Ufak tefek, zayıf, öyle sportmene benziyen hiç bir ta- rafı yok ! — Yaşı ne kadar ? — Eh! Elli beşlik var. Maha- racanın söylediğine göre kendisi eski el yasızı kitaplar. topluyor- muş... Zaten tam bir kütüphane faresini ndırıyor. Roberis dedi ki: — Ceylânları bu fare mi av- lıyacak? — Yok. Prens haztetlerinin | öyle güzel çıfte kullandığım hiç | zannetmiyorum. O her halde, Mabracanın nadide kitaplarını, eserlerini tetkike gelmiştir. Borges te tecessüs gösterdi: eki yanındaki katın kim? Kâtibesi mi? Akrabası mı? Ar- kadaşı mı? Nışanlısı mı? i — Doğtusunu isterseniz. bunu ben de bilmiyorum. Her ikisinin ayrı ayrı daireleri var.. Fakat zannedersem geçen akşam yüz başı Niko'son,: bu hanımı tanı- dığını söylüyordu. Bunu söylerken şeytan Hintli Nikolsona doğru manalı bir na- zarla baktı. Herkes Nikolsona döndü. O biraz kızararak: — 0... çok az tanirım, dedi. Borges ısrar etti; Öyle ise, bize biraz malümat ver, azizim, Bu esrarengiz çift kim? Görüyorsun ki çok alâ- kadar oluyoruz. — Emin ol, Borges bunlar hakkında hiçbir şöy bilmiyorum. Mısırda bu madam dö Nogales'e râsgeldiğimi zannediyorum. Bil- im bi varsa et güzel ML alli > —iyi yal. Dansedecek bir kadın daha çıktı demek! bütün gün fondalıklarda koştuktanson- ra İstirahat etmek için gece tokstrot oynamaktan daha mü- kemmel bir şey yoktur sanırım. Zabitler, Yaveri takip ederek Lady Hurling ve Markiz De Pazanne'in bulundukları kırmızı Herkes salona girdiler. grup toplanmıştı. Mahrsca kiymetli eserlerini herkese birer birer gösteriyordu. Mingh ve Kanghi zamanından kalma mai kuşlar Nepal'ın bura- felere ait maskeleri, Birmanyanın penbe yeşim taşları camekân- larda muntazam bir şekilde teş- bir edilmekte idi. Bu arahk, prens De Zoren ile madam Dö Nogalesin geldikleri haber ve- rildi. Roberts ve Nikolson birden- bire döndüler, yaverin tarifte yanılmadığını derhal gördüler, Prens tam köhne, kadidi çık- mış kitap meraklısı, bir antika: cıya b ordu. Giydiği siyah ! elb'se px palmar Yanındaki Alba ile ne büyük tezat, yarabbi! sanki bilhassa seçilmiş gibi: Prenste zerresi olmıyan © bakıştaki aydınlık ve güzellik, O Albann © gözlerinde toplanmış, insan şeklinde bir | sihir perisi ortaya çıkmıştı. Giy- diği sade beyaz elbise, vücudu- — bütün imei meydana . Takdi imi ç verir dim - merasimi Roberts ve Nikolson da gayet sakin bir tarzda takdim edildi- ler, Eğildiler. Alba, lâkayıt, fa- kat manalı bir tebessümde bu- lundu. Yüzünde hiç bir işmizaz, grup İ| hiç bir heyecan gözükmedi. (Devame var) i köye hep | Memleket Haberleri üni alimin sami Cibo ağa 127 yaşındaki ihtiyar Adanadan Ankaraya geçti Adana, 4 (Hususi) — Albüs- tanlı, Alsaslı aşiretinden Cibo | ağa yüz yirmi yedi yaşında, bem- beyaz sakallı, dinç, pancar gibi yanaklı bir ihtiyardır. Göğsüne kadar dayanan pa- muk gibi sakalı olmasa, ve ha- yalım anlatırken bizim için uzak bir tarih olan zamanlardan bah- setmese, insan kendisini yirmi beş yaşında, sesinde hayat dolu bir gencin karşısında zannedece- | ği de ibo ağa, Ankaraya (Gazisi). ni görmek üzere giderken, Ada- maya da uğradı ve bir kaç gün kaldı. Kendisile görüştüm. — Cibo ağa! dedim, hakika- ten yüz yirmi yedi yaşında mı- sın? Böyle bir suali manasız bul- muş olacakki, bu defa hayretle o da bana sordu: — Ne var ki;insan yüz yirmi yedi sene yaşamaz mı? Aslına bakarsan ben 137 yaşında: yım.. Nüfus kâğıdıma yüz yir- mi yedi yazmışlar. Kaç sene ol- du bilmiyorum amma, bedel verdiğim zaman Sultan Mecit tahta çıkalı iki öç sene olmuştu. O zamanlar aşiretler hükümete ne boyun eğer, ne vergi, ne de aske verirdi. Amma, bizim âşi- ret zengin olduğundan delikan- lıları askere gitmez, bedel verir- di... Hükümet te bize bir şey demezdi. Hem © zaman dünya rahat- lıktı. Şimdiki (Sansalat) ta yok- tu; ne otomofil vardı, ne araba vardı, ne de çeşit çeşit makine- ler.. Şeker bile dahaçıkmamıştı. Herkes bulduğunu yer,bildiğini giyerdi. -— Karım, çocuğun, torunun falân var mı? diye sordum. Biraz evvel bir genç sesile konuşan Cibo ağanın sesi tit rekleşti, gülen çehresi; tazelenen bir acının ıstırabile karıştı. Derin derin içini çektikten sonra: — Ah oğul! dedi. Torun sa- hibi olmıya cenabıbak vakit bı- rakmadı. Üç defa evlendim. lik iki ka- rım genç yaşında öldü. Üçüncü defa evlendim. İkinci karımdan üç, üçüncü karımdan da dört oğlum dünyaya geldi. Veren al- lah alırda.. Altı oğlum küçük yaşında öldü. Yedincisini on yedi yaşına kadar getirebilmiş- tim. Fakat bundan dört sene evvel onu da Ceyhana gömdüm. Şim- di üçüncü karımla yapayalnız yaşıyorum. Kendisi yetmiş yaşın- dadır. Cibo ağanın burada gözleri yaşardı. Hayatının biricik acısı ol. duğu anlaşılan oğlunun ölümünü tekrar hatırlamaktan duyduğu 1s- brap, bol bir yaş halinde göz- lerinden akıyordu. Hınçkıra hınç- kıra ağlıyarak oğlu öldüğü za- man yaptığı bir türküyü söyle- miye başladı. Cibo ağa, türküsünü bitirdik- ten sonra, Sözü değiştirmiş ol- mak için kendisine bir sigara verdim ve sordum: - Yoksa Sigara içmez misin, Cibo ağa? — Içerim oğul, içerim. Dedi. Hemde yüz seneden faz'a bir zamandanberi.. — Peki, sigaranın hiç zararını görmedin mi? — Hiçbir zararını görmedim. Gençliğimde epeyce bir zaman içki de içtim,. Yalmz bu işlerde İ biç aşın gitmedim. Hem şimdiye kadar bir kere bile hasta olduğumu bilmiyorum. Baş ağrısı bile çekmedim. Yaltız oğlumun ölümünden sonra çök- tüm. Çok ihtiyarladım, dört sene evveline gelinciye kadar köyden yaya g derdim. | Milli Roman Artık günler ve geceler Turan ağ Yazan: Necmettin Halil Turan müsait bir fırsat yaka- için bir azap zinciri halinde uza: | lamıştı: nıyordu. Şiddetli tiksinmelerden sonra içinin büyük bir temizlik ihtiyacile kavrulduğu zamanlar oluyordu. Bazan bu istıraplar altında kendisini çarmıha gerilen Isaya benzetiyordu. Mis Rozalin- din bir guruptan kestiği resmini küçük bir çerçeve içine koymuş- tu. Bir gece yatağında onu bir kibrit alevinde gizlice seyretmek istedi. Işik resmin camı içinde aksetliği zaman genç kızı başın- dan nur haleli bir Meryem gibi gördü; ani bir buhranla resmi parmakları arasında kırdı, par- çaladı. Turan artık Mis Rozalindi dü- şünmek istemiyordu. Ona rast- gelmemek, selâm vermiye mec- bur olmamak için ibtiyatlı dava ranıyordu. Bir akşamı, yemekten iki milan zeki a Tu- 1 Sl iş için nöbetçi mualli- ari 1. Muallim di- ğer A ve husu- si odasında yoktu, Dönerken muallim odasında boğuk bir gra- mofon sesi işitti; dalgınlıkla ka- pıyı vurmadan açtı. ü manzara kalbinde en son hükmü verdirecek darbeyi vurdu. Mis Rozalind tek lâmba yanan loş odada, Mister Meyl ile, o süne- pe kâtiple sıkı sıkıya sarılmış dans ediyordu, Odada başka kimse de yoktu. Kapının gıcır damasile dans edenlerin ayrılma- ları da bir olmuştu. Turan dili dolaşarak: — Affedersiniz, nöbetçi mual- limi burada yok mu? Ooo Diye sordu. Mis Rozalind ba- riz bir asabiyetle: — Görüyorsunuz, her halde cebime saklamadım. Cevabiyle onu tersledi. Turan o gece kararını verdi: Artık bu maceraperest ve ha- fifmeşrep (kızı düşünmiyecekti. Karşılaştığı hakikatın kalbine il- ham ettiği nefret bu kararını tutmasına yardım etti, Nefreti gitgide alâkasızlığa döndü ve Turanın ilk aşka benzer duygusu böylece üç dört ay içinde yaşa” dı, öldü. Bahar başlarken, dört beş ay evvelki baliyle kendi kendine alay bile ediyordu. Son hıziyle tekrar kendini derslerine ve Amerika hulyalarma verdi. Xx Bir gece Doktor Vud Turanı evine çağırttı ve karşısına otu- rarak şu talimatı verdi: — Turan, yarın bazı hemşe- rilerimiz bir seyyah vapuru ile buraya gelecekler ; akşama ka- dar kalacaklar, şehri dolaşacak» lar ve bir aralık Kolecide 2i- yaret edecekler; arkadaşınızla beraber kendilerini karşılıyacak, rehberlik ve tercü- manlık edeceksiniz. Bilirsiniz ki garplılar ve Amerikalılar bilhas- sa şarkın pitoreskini severler; binaenaleyh kendilerine, memle- ketlerinde de © bulabilecekleri binaları ve caddeleri göstermek lâzım değil. Asıl şebrin iç ma- hallelerini gezdiriniz. Sonra, Ko- lec talebesi hakkında kendileri- ne siz nümune olacaksınız. Ben diğer arkadaşlarınızın isimlerini yarın size bildiririm. Bu vazifeyi verdikten sonra Doktor Vud Turanı hemen gön- dermedi, onunla dereden tep&- den konuşmağa başladı, dersle- çini cord Li Siz bir kaç ! ! rak yatmıya gönderdi. — Çok çalışıyorum Efendim, dedi. Eminim ki imtihanlarımda gene muvaffak olacağım. Fakat bir ricamı tekrarlıyayım. Biliyorsunuz ki bundan sonra Amerikaya gitmek Oo gayemdir. Her halde bana yardım edecek- siniz değil mi? — Tabii Turan, sizin gibi iyi, bizi tamamen anlamış bir tale- beye yardım etmeyi memnuni- yetle isterim. Fakat şunu söyli- yeyim ki bu son senelerde büt- çemiz hayli daraldı, kolecin mas- rafı da çok. Binaenaleyh bu se- ne galiba hiç kimseyi gönderemi- yeceğiz. Fakat sizin için burada, hatta kolecde kolaylıkla bir iş temin edebilirim. Hayır, hayır doktor Vud; ben burada kalmak istemiyorum. Doktor Vud Turana bu müş- külleri göstermekte samimi de- ğildi, yahut bir bakıma göre çok samimi idi. Kolec, gösteriş ve propaganda için yaptığı mas- raflara rağmen, bankalarda yı- ğılı olan dolarlarının faizini bile sarfetmediği halde doktor Vu- dun onu yeni bir talebenin tah- sil masrafını ödemetkten âciz vaziyette göstermesi doğru sayı- lamazdı. Daha bu sene başında Amerikalı bir zenginin şark ko- leclerine tahsis ettiği dolgun bir miras parçasının yüz bin doları bu kolecin hissesine isabet et- miş ve bu haber müdürü ve di- ğer muallimleri deli gibi sevin- dirmişli. Fakat doktor Vud çok para canlı bir adamdı. En uzak men- balardan bile para çekmeyi is- temek onda önüne geçilmez bir temayül, bir huydu; hatta şimdi Turanı ebediyen kendilerine min- nettar bırakmak bahasına bile... Yoksa Turan gibi bir çocuğu kaçırmayı o da istemezdi. Bu düşünceyle şöyle yeni bir teklif- te bulundu: — Fakat Turan sizin aileniz, yani büyük babanız kâfi dere- cede zengindir. O lahsil mâsra- fını deruhte ettiği takdirde size çok iyi bir yer temin edebilirim. — Buna imkân yok dok- tor Vud; bende kaç defa bunu anlamak istedim, Fakat annem de, büyük babamda beni yan- larından ayırıp uzak yerlere yol- lamak istemiyorlar. Düşüncesiz- likleriyle benim istikbalime mani olacaklar. Düşünün, annem gibi çok münevver, Amerikalılığın ne olduğunu bilen bir kadın bile buna masi oluyor. Sırf hotküâm- lıklarından; bir bebek gibi beni dizleri dibinden ayırmak istemi- yorlar. Görüyorsunuz ya, imkân- siz işte.. Doktor Vud cevap vermiyerek önüne bakıyordu, bunun Üzerine Uuran boğuk bir feryat gibi: — Peki, ben ne olacağım dok- tor Vud? dedi. Bu samimi çocuğun böyle boy- Bunu büküp kendisine el uzatışı müdürün yüreğine dokundu: — Yok, yok; üzülmeyin, me- yus olmayın. Bir çaresine baka- nx. Daha sene sonuna kadar, konuşmak için, iki üç ay vakti- miz var, Diye onu teselli etti, ümitleri- Bİ tazeledi ye omuzunu okşıya- size i : i