Maurice de Cobra'nın p yokken Roberts, düşünme Tan meri istihkâmn harici müda- nlar, Satar yokladı ve tel ma- bize iki rahnenin tamirine . etti, İk; Yüz çuval toprak doldurt- Sili, e iralyözle Kartallar ge - da am tutmak için icabın- | hk We yarıyacak bir top - ae siper (Okazdırdı. da, için vesile arıyor - bay hayalleri mutlaka lâzımdı. eye günün akşamı, Mess Yard. yiz başına yemek yi - Münci kalmayınca, kara dü « kuvyay *l, sağır, inatçı, eskisinden biyg ti, geri geliyordu. Birden - lerin â avlusunda nal tg» çatılan silâhların şa ği, an kolun döndüğünü an- dan dehlizde ayak Le duydu. Nikolson, toz top- ü, , sarığı elinde içeri gir- De Bonsuar, yüzbaşım.. Şimdi yünü Duş yaptıktan sonra yü- dm, neticesini size anlataca » > Sizi bekliyorum. âzim dışarı çıkarken Ro - NE dağlarda üc günlük Tüy, uğa rağmen çevik yürü - baktı, Soğuk kanla, zahi- i ika liz ile nasıl onu karşılıya- | “di *i? Uzun müddet böyle ken | en hâkim olabilir miydi? Mu- eti ne vakit kırılacaktı?., | ire baslırılmaz bir ine andıran bir düşünce » ul a... Biribirine sarılmış. İ mlesinden fırladı ve sinir- Yatışırmak Umman, ei. a koyduğu viskiyi bir e içti. saat Nicholson görününce Roberts onu f süzdü kü mülüzim: m İşimin neticesini merak | a i görüyorum, yüzbaşım, N L Şimdi size gördüklerimi ma... >R Deipea seslendi: Y? Çorbayı getirin. s arkadşına mâna veril- Sabit bir bakışla bakıyordu. Vs cü göz dikişte kin, yar A, İret veya en vahşi bir istih- ke değil miydi?. “zbaşım, Albara Kehi ka- erinin Obir haylisinin Tadım, Onlarla konuşma» çıkan netice şu: Başa Söylediklerinin tamamile ğu anlaşılıyor. Civarın © Hamdi Hanın taraftar- > lice silâh ve cephane ve- bir aydır etrafa yayıp «© Tabii duyanlar buna ap, ıyorlar; bana kalırda abe veni . Serin uydurmalara - mi alması zamanı çoktan a pa şayinlara bir. niha- ) yk geçmez iş fe- im.. Ayrca, Hatta- le wzun uzadıya ko- dedi ki... efendi, Hattrog- larımza ben kulak ıl iş mide | | | | | N sonra # kavuşturmuş, inlemişti, <evabı genç za- için, Roberts, telâffuz e- ça -| — İşitiyor musunuz?, Son Romanı: 19 Teftişi- niz benim umurumda değil! Sof- sabah verirsiniz.. Şimdi asıl, izin- li iken Mısırda ne yaptığınızı bil- mek istiyorum. Nicholson, Robertsin aldığı tav- ra rağmen, şaka yapıyor sandı .. ne zaten alışıktı. Onun çok zeki bir zabit, lâkin garip mizaçlı, an- laşılmaz hiddetlere kapılan nev'i şahsına münhasır bir adam oldu ğuna hüküm etmişti. Güler gibi yaptı ve cevap verdi: — Şaka yapıyorsunuz, yüzba - şım !,. İznim sizi nasıl alâkadar e- der?. — Kahirede ne yaptınız, öğ- renmek isterim?. — Annemin sıhhati pek yerin- de olmadığı için iznimi Mısırda geçirdiğimi size söylemiştim. — Evet, söylemiştiniz. Amma beş ay münhasıran validenizin tedavisile meşgul olmadınız ya? Kahirede eğlenecek yerler var. — Şüphesiz! (Shepherd's) de dansettim. Kozmopolit âlemin - den bir kaç kişile tanıştım. Hu- lâsa, sıkılmadım. — Kadınlar?. — Yüzbaşım, bu öyle bir mev- zu ki... Şey... Açması münasebet- sIZ.. Roberts, büyük bir gayretle, se- sini tatlılaştırdı. Nicholsonun kar- sısında, sofraya dirseğini dayadı i ve zoraki bir gülümseyişle onu i süzdü: — Ey.. Bir kadin?, — Oh! i — Haydi canım, burası bir ma- İ mantar değilim Bart besinini sanıyorsunuz ?. Ben de, izinli i- ken, eğleniyordum. Nihayet iki- miz de bekârız!.. — Şüphesiz... — Zaferler kazandığınızı itiraf edin.. kadınla alâkadar oldum.. — Genç kız mı, dul mu, koca” dan boşanmış mı?. — Hayır, evli.. — Oooo! Ooo!.. Tehlikeli şey.. — Evet, biliyorum.. — E, işine” göre.. Münasebeti | iyiden iyiye ilerlettiniz mi?. — Yüzbaşım, bu bahiste daha fazla konuşmanm doğru olmaya» cağını siz de takdir edersiniz. — Sizden ismini sormıya kal- kışmıyorum. Yalnız o kadını çok seviyor muydunuz, bilmek ister- dim?. Nicholson treddüt etti. katı'i: — Çok.. Sonra i Butek heceli kelime, Robertsin İ ! tâ kalbine çarpan bir darbe ol- du. Renk vermeden zor devam | edebildi: — Ya 0?, — Nasıl, 07. — O da sizi çok seviyor muy- du demek istiyoru? Nicholson bu sefer, Robertsin ısrarına karşı sabırsızlandı: | —— Bakın, yüzbaşım, o başbaşa iki adam arasında bile açılan sır- larm bir haddi vardır. Âdeta, his- si işlerim sizi alâkadar ediyor de- nilecek.. — Tekrar soruyorum: Bu evli kadım sizi çok seviyor muydu?. — Ben de tekrar ediyorum ki size cevap vermiyeceğim.. ra başındayız.. Raporunuzu yarın | İstihkâm kumandanının garabeti- | VAKIT Aşıkını öldüren Bir dansöz nasıl beraat etti? Nice, O(A.A. ) — 6 Nisan tarihinde âşıkı otelci Leopold'un oğlu Zenngat”ı öldürmüş oldn Glevitz'li dansöz Adeldide Kos- lovski, dün Alpes Martimes ci- nayet mahkemesi huzuruna çık- mıştır. Dansöz, facia hakkında şu malümatı vermiştir; “ — Sabahın ikisinde odamı: za döndük. Frederic, beni döv- dü. Çünkü ebeveynimden para alıyordum. Pijamamın cebinde saklamakta olduğum revolveri aldım. Beni tekrar dövdü... Ken- dimi öldürmek istedim. Bileğim- den yakaladı, bu esnada revol- ver patladı. Bundan ötesini ka- tiyen hatırlayamıyorum. ,, Şahitlerden fazla malümat ve- ren olmadı. Müddeiumumi, şid- detli bir ithamnadme okudu. Jâri, kendisine sorulan mutat suallere menfi cevap verdi. Ali Fehmi Beyin vefatı mahkemesi ikinci ceza dairesi reisi Ali Fehmi Bf., dün gece kalp sektesinden vefat etmiştir. Türk adliyes'nin eski ve yeni kanunlarım seyyanen ayni vukuf ve liyakatle tatbik etmiş, en te- — Zaferler mi?. Yok.. Bir tek | miz, en namuslu ve liyakatli bir hakim olan merhumun Piya, Istanbul, 9 (A.A) — Temyiz | ! mekten başka Adliye muhitinde büyük bir te- essür tevlit etmiştir. Cenaze, bugün kaldırılmış ve mali mamwimi Ati Riza Bİ. , Istam- bul ve Üsküdar müddelumumi- leri, Adliye teftiş heyeti; Ağır ceza heyeti, Istanbul ve Üskü- dar mahkemeleri rüesa ve erkâ- nı, merhumun birçok bürmetkâr- ları, asker ve polis müfrezeleri cenazede hazır bulunmuşlardır. RE üzüm ve incirlerimiz İzmir, 9 (A.A.) — Şehrimiz iktisat ve tasarruf cemiyeti ih- racat emtiamızdan en mühimmi- ni teşkil eden incir ve üzümle- rimizin dahilde istihlâkini artıra- cak suretle sürümünün ve kuv- vetlendirilmesinin temini için or- dumuzda asker ve askeri tale- beye verilmekte olan tatlılar yerine üzüm ve İncir verilmesi için Mılii Müdafaa vekâletine müracaat etmiştir. Bu kere Milli Müdalaa vekâletinden gelen ce- vapta badema tathlar yerine tercihan üzüm ve incir verilmesi hususunun icap edenlere tamim edilmiş olduğunu bildirmektedir, | —— — Zeppelin balonunun seferleri Friedrickshafen, 9 (A, A.) — Volf ajansından : Graf zeppelin balonunun Rio de Jeneiro'yo yaptığı son seyahat, bu balonun bu seneye ait seferlerine niha- yet vermiş olduğundan Zeppelin atelyeleri aşağıdaki o bilânçoyu neşretmiştir : Graff Zeppelin balonu, ilk seferde çıktığı tarihten bugüne kadar 290 seyahat © yapmış, 530.600 kilometrelik mesafe katetmiş, 1218 yolcu, 2745 kilogram ağırlığında posta ve İşliyen Yara Milli Roman —4— Küçük anne, çocuğunun, da / duymuyor, ha ziyade, kaşı, gözü, ağzı, bur- | nu ve rengiyle alâkadardı. Ce- vat bunlardan evvel, onun tom- bul ve kuvvetli görünen kolları- na, bacaklarına, biraz büyükçe başına bakıyor ve bu vucut için- de inkişaf edecek olan kuvvetli setiyeyi düşünüyordu. Isim meselesi görüşülmeğe baş- lanınca, Cevat aylardanberi ta- sarlayıp hazırladığı adı, bir mü- nakaşa mevzuu olarak değil, kat'i bir karar halinde ortaya attı. Nihal biç bir tercih yap- maksızın, Feridun, Bülent, Lebip gibi şık bulduğu isimleri söylü- yordü. Halbüki babası bu mini- cik vücüdu gayelerinin tahakku- kunub omüşalıbas bir vasıtası gibi görüyordu. Ona “Turan,, dan daha yakişir bir at buluna- bilir miydi? Nihalin yataktah kalkması için bir hafta yelti. O haftayı geceli gündüzlü kızının yanında geçir miş olan büyükanne, artık ge- celeri yatmak için kendi evine gidiyor, fakat her söbah çok erken, hizmetçisini beraber ala- rak, kızinın ve torununun hiz- metlerine koşuyordu. Nihal için, çocuğuna #üt ver- iş kalmasıştı. Küçük Turan çok uysal tablat- liydi. Apnesinin ve babasının vermek istedikleri, sütünü mun tazam fasılalarla içmek ve son- ra uyumak gibi. güzel huyları hiç şikâyetsiz kabul ediyordu. Hele sabahları, çocuğunu yı“ kanırken şörmek Cevat için. do- yulmaz bir zevkti; Turan kö- püklü solar içinde ilk acemi çırpınışlarln ayaklarını ve kolla- rım oynatırken onun yüzü en geniş bir gülüşle açılırdı. Turanın yüzüne yavaş yavaş | mana gelmiye başlıyordu. Tabii bir tombulluğa dönen yüzünde her uzuv teker teker seçilebili- yordu. Gözlerinin koyuluğu ya- vaş yavaş açılıyor, dökülen kara saçlarının yerine daha açık ipek gibi tüyler geliyordu. * — Şeke Toto, canım Toto! Niçin böyle erken Karma mı acıktı? Vah benim arsız Totom vah! Bir sabah Nihal çocuğuyla böyle konuşuyordu ve çocuk nesine gevrek vıyaklamalarla cevap veriyordu. Cevat gözlerini açtı: — Gün aydın Nihal, Benim oğluma bu münasebelsiz Toto adını da nereden taktın? — Bilmem, dilime daha kolay ve şık geliyor da. — Bırak Allah aşkına, başka isim Turan kadar güzel değil- dir. Haydi Nihalim sen oğlunun karmnı doyur, ben de sana bir süt getireyim. * Doğan çocuk kısmetini de beraber getirir derler. Çocuğu üç ayını doldururken Cevat da Istanbula nakledilen Sultani mü- dürünün yerine tayin edildi. Maaşına da kendi bütçesinde pek ehemmiyetsiz olmıyan bir zam yapıldı. Imtihanlar başlamak üzereydi. Derslerinin üstüne yüklenen mü- dürlük işleri ve hiçbir zaman ihmal etmediği Ocaktaki vazife- leri kendisini yoracak kadar çi Fakat o bu. lıştırıyordu. uyandın? | Yazan: Necmettin Halil bilâkis, o koştukça açılan asil koşu atları gibi, ça- lıştıkça azmi Okuvvetleniyordu. Ufak maddi yorgunlukları ise, evinde sevgili karısiyle yavrusu- nun yöğlerini görünce, günün ilk oşıklarında dağılan sabah sisleri gibi yok oluyordu. IV 1914senesinin yazı. Bu küçük aile en geniş bir saadet havası içinde yaşarken dünya ufukları kara tehlike bulutlarile çevrili- yor, medeni âlemin tam göbe- ğinde görülmemiş bir yanardağ patlıyor, bu infilâkım sarsıntıları dalga dalga etrafa yayılmıya başlıyor. Harp... Medeni milletleri birer sırtlan vahşiliğile birbirleri üstü- ne saldırtmıya başlıyan büyük ve facialı harp... Gazeteler hergün sinirleri alt üst eden haberlerle dolu. Teh- like yaklaşıyor. Bilhassa bazı Is- İ tanbul gazeteleri açıktan açığa Alman taraftarlığı yapıyor.. Türk Ocaklarının politikaya bulaşmaksızın Türkçülük yapmak fikrini en samimi surette benim- siyenlerden biri olan Cevat bu badiseleri bütün hassasiyetile takip ediyordu. O Türkiyenin bu boğazlaşmıya karışmasını doğru bulmuyordu. Bilhassa seferberli- ğin ilâmna kadar bu ibtimali kuvvetli olarak hatırına getirme- mişti, O yakın Balkan felâketine rağmen milletinin kabiliyetlerin- den şüphe etmiyordu. Fakat kendisini bu işin neticesi bakkın- da tereddüde düşüren şey kat- lanılması lâzım gelecek müşkül- lerin çokluğu ve genişliğidi. Bu uğurda Türk milletinin kabiliyet- leri lüzumsuz ve ağır tecrübelere varularak israf edilmiş olmıyacak mıydı? Sonra, Osmanlı impara- torluğu kapısız ve duvarsız ge- niş bir bağ gibiydi. Genç Türkçü aklı erdiği 2- mandanberi ittihadı anasır bül- yasını gülünç bulmuştu, Hadsiyle seziyordu ki her hangi bir ha- yat memat gününde iş başında kalacak olanlar ancak Anadolu- da yaşıyanlardı. Nihayet Cevadın zayıf gördü- ğü, yabut hatırma getirmek is- temediği ihtimal tahakkuk etti, Türkiyede harbe girdi. Artık budutlarda Türk deli- kanlılarının akinı başlamıştı. Ce- vat, hemen her gün, askeri kışla ve hükümet konağı önündeki meydancıkta toplanan askerleri mektebin penceresinden seyredi- yor ve onların yüzlerinde, kendi kalbindeki şüphe bulutların gi- derecek parıltılar arıyordu Boru ve trampet sesleri... Bü- yük kışlalardaki gibi kalbin de- rinliklerinde de titrek ve uzun akisler bırakan boru ve trampet sesleri, Yerler gibi göğüsleri de sarsan adımlar... Haki bir insan nehrinin durmıyan akışı, Sokak- larda sik sık dalgalanan bayrak- lar... İşte bütün o günlerin man- zarası, x Turan gün geçtikçe serpiliyordu. Cevat her akşam evine düşünce- lerini dışarda bırakarak yabut kafasının içine gömerek girmiye ç — Dünya ahvaline di