£ Omunc» Sen $ OlHaziran i Sayı 31 i i 1932 $ Parasız verilir j $ VAKIT'ın ilâmesi mame Ga 4 4 4 Pazartesi , Perşembe (Günleri Neşrolunur Mizah Sayıfası »* $ © Veza Son vapur rm Bid di El plan Omuzları üstünde, kafa yerine balkabağı taşıyan bazı yobazlar, şu şapkayı ne hale sokuyorlar, dikkat ediyor musunuz? Kimi kuzu postundan, kimi yelken bezinden, kimi samur kürkten, kimi renkli dokumadan, kimi sanduka örtüsünden ma- mul ve her biri bir başka bi- çimde olan bu serpuşlar, ne şapkaya benziyor, ne kavuğa benziyor, ne fese benziyor.. Ade- ta, Karagözün ışkırlağı, Buhara hacısının yedi dilimli takkesi gibi alelâcayip, gülünç, maskara bir şey.. bir palyaço külâhı! Medeniyet kervanının arasında bir surre devesi gibi dolaşan bu yobaz döküntülerile uğraşmak polisin ve bunlarla eğlenmek de hepimizin vazifesidir ! Amma, diyeceksiniz ki, kendi- sini o maskara kılığa sokan bir budala, zekâma en ince oyunu olan istihzadan ne anlar? Meşhur fıkradır : Aylarca, şehirden uzak, ha- yattan uzak, aşktan uzak, ıssız bir dağ başında kalan herifin biri, bir gün ahırda merkebile oynaşırken, birden coşarak eşe- ğin boynuna sarılıp yanaklarını öper. Bunu gören arkadaşı hayretle sorar: — Yahu ne yapıyorsun?. Eşek öpülmekten anlar mı? Öteki sükünetle cevap verir: — Vallahi azizim, ben insani- yetimi göstereyimde, o ister anlasın, ister anlamasın! Onu gibi, bizde vazifemizi ya- palım dal, Akbaba “Resin serğisinde müşteri ile ressam pazarlık ediyorlardı: — Şimdi uzun lâfın kısası, şu deniz resmine ne vereyim?.. — Peşin para on lira... — Yok canım. İnsaf biraz. — lasaf biraz ya... On lira çok mu? — Elbet çok.. Dünyada on lira etmez. Pazarlığı dinliyenlerden biri sö- ze karıştı: — Eder efendim, eder.. — Etmez efendim, etmez.. — Eder beyim, eder.. Bende- nız bu san'atın ehliyim.. Maldan anlarım.. Su içinde on lir eder.. Müşteri, “hayretle sordu; — Demek siz de ressamsınız? — Hayır.. — Ya nesiniz? — Çerçeveci!.. —ğZn. Merhamet Mahkemede, Mapaa 2 — ananı öyle mi? Vi Poe — Evet Efendim.. — Neden öldürdün? — Merhametimdea.. Ahmedi gördüm, sc - nin hakkında bir de - mediğini bırakmadı .. —Ya.. Ne dedi bakayım? — Dolândırıcı,. Dii Izembaz.. Sahtekâr dedt., — Dur, ben ona şimdi haddini bildi - FİFİM .. (Yarım saat sonra iki ahpap tekrar bu - luşurlar.) — Ne haber?, Ah - medi gördün mü?, — Gördüm ya.. — Nasi, haddini bildirdin mi? i — Elbet.. Bırakır mıyım hiç... —Ne yaptın?.. Dördün mii?.. — Hayır canım. Niçin döveyim?.. Beş lira borç aldım kera - tadan!.. 2 ar Tercih İki kadin arasın « ei du? — Ha.. Remzi mi? .. — Evet, evet., — Onu bıraktım .. Şimdi bir. tüccarım. var Cevdet —A, yazık vallâ « hi., Nasıl ayrıldın, 5 ayol?.. Ne güzel şiir yazıyordu . — İlâhi hemşire, onun yazdığı şürler, bir şilrmi sanki?. yazdığı çekleri gör « sen, daha çok bayı » Ursın!. torcuğum.. Altı ka şık veremem... — Neden? — Topu topu dör t kaşığımız var!, Fr Emin yer — Büyük anne., —Ne var yav rum? — Senin dişlerin ç, var mi? — Yok çocuğum. . — Öyle ise şu fın - dıklarım sende dur - sun ,, Ben mektepten gelince alırım!.. İM di Kendi kendine! İki genç kız arasın- da: — Ekremle evlen- miye karar verdim. —Ya.. Tebrik e derim.. — Mersi,. Amma, sakın kimseye söyle- me. — Neden? — Daha Ekreme teklif etmedim de! — Hani senin bir 45 şairin vardı, neol-'4 i Sen, asil tilecarımın Müşteri — Resimleriniz güzel .. Güzel ama, şu tabloda (Zafer)i niçin kadın temsil ediyor ?.. Onu anlıyamadım ... Ressam — Aman azizim, siz evli dağil misiniz 7.. vi — sedi: iskelesine inen mer- diveni başında dur- du. Koşmaktar nefe si akanmıştı, Kesik kesik kelimelerle, kar İşisına çıkan biletçiye sordu: — Azizim, accba İson vapura yetişebi- lir miyim? Memur, kekeme i- miş, morara morara cevap verdi: — Babababana 80- 8osos0xor mamama - saydınız, yeyeyeyeti - şirdiniz! Ve gülümsiyerek, henüz kalmakta olan vapuru gösterdi! Zan Otuz liraya! © Veli Bey,hemzü -) ğürllerdendir, hem “de tuhaflardar.. Bir gün, yolda gi - derken, ihtiyar bir hanım sordu; — Evlâdım lâtfen © aaatinize bakar mı - sınız? Veli Bey, gülüm - İ —Otuzliraverir- seniz bakarım.. | —A.. Ustümet- içlik sağlık... Bir san » © te bakmak için otuz lira istenir mi ayol?.. : —Ne vapamm, “başka türlü ümkânc “oyok.. — Neden? i —Seatimoluzli- raya, Emniyet san - dığında rehinde!. > Mukabele Küçük Celâl, iki © gözü iki çeşme, ba- — Düğünüme iki hafta kaldı.. Biraz dizgin kullanmasını öğronmek lâzım !.. — Hiç böyle okumak da görmedim .. Herif gazeteyi bur- nuna yapıştırmış .. —Yahu. o gazele okumuyor ki .. Alacaklıdan saklanıyor! N gıra bağıra ağlıyor- du. Bahası sordu; l ç : — Ne oldun yav- rum, neye ağlıyor- sun? Çocuk, sesi hınçkı- ç rıklarla kesilerek ce- vap verdi: — Anne annem... i Anne annem bana. .! Eşek.. Eşek dedi!. * Babası, küçüğün yanaklarını okşadı: ” — Zarar yok yav- rum, zarar yok., Ağ- lama.. O, senin bii yüğündür!.. ar Sıhhat endişesi Bir sarhoşa sor - ditlar: — Rakıyı nasil i - çersin?.. Su ile mi, SUSUZ ME? — Neden? — Vücudum demir gibi sağlamdır da onden... — Peki, süyün bu » ina ne zararı nar? — Aman efendim, ne söylüyorsunuz... Malümu âliniz, de - imire su damlarsa pas tutar! Kerbelâi Kasım, bir haftadır kapalı duran dükkânının kepenk- lerini bir sabah ansızın açıp ca- mekânın önüne kuruluvermişti. Yedi gündür aziz dostunu kaybeden Torik Necmi zaten merak içinde idi. Mahalle çocuk» larından bu havadisi duyar duy» maz heman kasketi yana yıktı şıpıtıkları ayağına taktı, sokağa fırladı. Dükkân uzakta değildi. Köşe- yi döner dönmez, iki dost göz göze geldiler: — Ulan moruk. Karabatak mısın be?.. Bir hafta nereye daldın? Yoksa, Valdehanında Acem nikâbile yedi günlüğüne sevgili mi kapattın?.. Kerbelâi kasım, nargilesinden derin bir nefes çekerek savurdu : — Yoh gardaşım... Ansızın İstanbuldan ayrılmahlığım icap eyledi... Uzun bir seyahat icra eylemişem... — Acaip... Hanki canibe?... 'Tabii yer yüzünde seyahat etme» ğe tenezzül o buyurmazmısınız... Muhakkak, ya Merriha çıkmışsı- nızdır, yabut ta Ayal.. — Özümle alây etme Torik Efendi gardaşım.. Gerçi uzahla- ra gitmişsem.. Amma; asumana çıhmamişemdir.. “ ” —E, ânlat bakalım, nereye gittin?. Niçin gittin?.. Kiminle gittin?. — Geççen Cuma geccesi pen- ' cerede otururken ansızin bir teyyare gelip banemin damına gondu.. — Ececcey.. Sonra?.. — Birde ne görem?.. Amu- camın: oğlu, Meşhedi Hasan... Silâhlarını (o takmış, fişenklerin guşanmış, güya, cenge gider gibi bir gıyafete girmiş... Meni gö- rende hemen avaz eyledi: Kerbelât o Gasıml,, Kerbelâi Gasıml,, Çabuh, topların, tüfenk- lerin alıp gelesen. Özüm Afrika- ya aslan avına giderem.. Senide götürmeklik için gelmişeml, — Oooolan kerbelâi.. — Ne var gardaşım?.. — Bu Hasan, Meşhedi Hasan olmıyacak.. Muhakkak, şu (At martini Debreli Hasan) olacak — Yoh.. Debreli Hasan değil- di.. Meşhedi Hasandı!. — Peki sonra?.. — Sonra, özüm de silâhlarım alıp tayyareye bindim.. Afrikaya aslan avına gittik...llle, şunu söy- liyem ki amuca zadem meni gö- tüdiğine çoh fena etmişti... Zira biç aslân vuramdıh... — Neden? — Neden olacah, özümün gel- diğini heber alan aslanların hem- misi gorhudan firar etmişlerdi! Ne akıl Hanımla hizmetçi arasında ş —Kız, çocuğun beşiğini niçin masanın üzerine koydun? — Şey.. Çocuk düşerse duya- yım diye!