İP Senden istediğim ars Avıl || Yazanı N.H. intikamı alaca- Sm... Nafüe kaçmağa çalışma... iy ANN Şetesi bir kaç gün evvel Rk tökleri'bir adamı esir la: Ma, ai İanıyorlardı. Zavallı ada-' dar da ar iş yaptırıyorlar, o ka- İanjay yak , atıyorlardı ki, adam Lu elinden kurtulup parsla-' duy inde parçalanmıya razı ol- Dir. 9 gece kaçtı. dmiyırida bunu haber alınca a- Bönderdi" ormana kaçağı aramıya| ita, © Adamlar bir esir yerine bizi, * getirdiler. İşte onlar da; genç avcular. . İ deyi Sece elleri bağlı olan iki kar- Bütüğie” çok saatler ormanda yü- *in, “© Nihayet Diravidanm ye-| Beldiler, Bötğ, akları bir orman kenarına Mçişler, İkisini de ayrı Men a bağladılar, Başlaran gia0,. isminde bir nöbetçi ©, ar, kırallarına haber ver- Ettiler, ! ü yarra eşkiyalar kıralı Diravi- “ayi, di. İki esiri görünce acayip| Map bayret alâmetleri gösterdi| Ki cinden ağzı kulaklarıma ki Bir ande yüzü değisti, yum- Mek “Nr uzaklara sıktı, birini dör ali ter ibi ileri atıldı, sorra ©” bir kahkaha ile güldü, gül aba ne vardı. Yoksa adam Miydi? bir sesle gürledi: Nez kimsiniz? £ çilar cevap verdi: Üy cip Beyin oğullarıyız. . , büy Vida gene vahşi bir kahka- yg züldü. “Ne talih, < Sylendi. üsük kurt yavruları dedi, de iyi bir tuzağa düşmedi K | Müğeinden gene o müthiş kah- <p güldü. Ba da bir iltifat olsun. diye © O anda elindeki yılan gi- an kırbaç çocukların yü- | üvvetle yapıştı. Çocuklar j Evoş iler ve gerilediler. Külüidedi, sizi şimdi kırbacımla Sl ilirim. Bu benin için i Mi ur. Lâkin biraz daha sab- f il alg banızdan bir kaç yüz bin d ii Tayım da sonra kızgın bir N ikinizi arka arkaya lehim | #Yer ne talih,, , Malını koltuklarmızın al vk b tiyle beni böyle ku baç- Nif rmüştü. Ben o zanıan si- ikte çalışıyordum. Siz be- dağlarını hem küçücüktü- l A Sie Tsmim bu değildi. Baba- li vu WE evinize gönderirim. niz ne rahatım. Baba- Z ag erhur eşkıyalar Okıralı- i eski hizmetkârı olduğu- 0 öm ben bir kadına s#ataş- ai babanız beni! dövdür.| ik attâ bir gün de kendi bas Ni Yurdu. Nihayet bana yol - a id ben hem aç kaldım sa idim, Fakat bugün! Bir! m O intikamı biç bir! : i Nâdım. Benim gibi a- $ alikamlarını unutmazlar. , çstediğim gibi hınç ala- açmaya teşebbüs etmek Ormanda parslar aç do- İlm birine döndü: “İk tik, ç Sarao bir katıra bin, yo-! j i yana Bir kâğıt vereceğim! yi. 1 paraları al, gel. D; epi ikten sonra kırbacmı! Taş e N yda > vura uzaklaştı. Pu ali “100,, lira mukabi-| Li ları teslim edeceğini tan ça bekçi bıraktıkları içen thiş bir sarhoştu. Bir İnline ceb; duramazdı. Adeti dayı Miye inden şişesini çıka- kataBöğsü, başladı. İli saat son- çi İ ÜN Üstüne düştü, sız” m ki ği * çabucak kararı ni İdukları ağaca bi- süre iplerini kopar-i * nakliyat yapmıya karar vermiş- şirketine devredeceği muhakkaktır. dılar. Yavaşca dalda asılı duran silâblarını aldılar, ormanın karan- lığıma dalıp gittiler. Bir müddet sonra nöbeti değiş»! tirmek için bir başka bekçi geldi. Bir de ne görsün. . Hengtao sar- hos yatıyor, esirler meydanda yok. . | Korka korka Diravidaya haber verdiler. Dört kuvvetli adam or-| mana gönderildi. Diravida onlara demişti ki: “Esirleri bulup getir-| mezseniz onların yerine sizi işken ce ile öldüreceğim.,, İ Hikmetle Şevket yürüye yürüye yorulmuşlardı. Etrafa çok dikkat ediyorlardı. Hem tutulmak tehli- kesi, hem pars korkusu vardı. İşte korktukları başlarına gel- di. Diravidanın adamlarını uzak-; tan gördüler, Şevket — Mahvolduk, diye ba»| gırdı. Hikmet — Hemen bir tırmanalım, dedi. Öyle yaptılar. Dirayidanın adamları onların olduklerı ağacın dibinden geçti. Fakat, üc dört adım ilerde, valışi| bir kargaşalıkla korkunç sesler çı- karmıya başladılar. Önlerine parslar çıkmıştı. . İki kardeş bu feci manzarayı a-| ğaçtan seyrediyo 'urdı. Adamlar çok acı bir halde pars ların pençesinde parçalanıyorlar- dı ağaca Düşman biri gitti ama, diğer" gözlerinin önünde. İste pars'- karşılarında duruyor. Bu defa sağlam kurtulamıya- caklar. Parslar tok karınlarını sallıya i sallıya son kalan parçaların etra-| 4 fında dolaşıyorlardı. Birdenbire yirmi tüfek birden) “ğ patladı. Dumanlar etrafı görün mez elli. İ Hikmetle Şevket neye uğradık- larını şaşırmışlardı. Kulaklarının çınlaması dindiği zaman biraz et rafı dinlediler. Pek tanıdıkları bir/ * ıslık sesi âdeta kendilerini çağırı- yordu. Peşinden Hikmet!,. Şev- ket... Diye bir sada ormanı inlet- ti. b Çocuklar artık kurtulmuşlardı. Evlâtlarını aramıya çıkan Ne- cip Bey onları sağ bulabildiğine deli gibi sevindi. Bütün çiftlik halkı dün geceden beri bir dakika uyumamışlar, ağ- lıyarak onları aramışlardı. O ka- dar ümitsiz dolaşıyorlardı ki ço- ğu: “Yavrucaklar kimbilir hangi parsın karnındadır şimdi,, diyor- lardı. Ertesi gün çiftlikte büyük bir şenlik yapıldı. Hikmetle Şevketin, pars avının yalnız yapılamıyacağı kafslarına dank etmişti artık. Tramvay şirketi oto- büs işletmek istiyor Tramvay şirketi imtiyazı da- hilinde olduğu halde birçok se- beplerden dolayı henüz tramvay | işletemediği yerlere otobüs ile tir. Şirket ayrıca, Eminönü ve | Bebek gibi nisbeten uzak mesa- felerede tramvaydan gayri oto- tös işletmeyi de düşünmektedir. Ancak şirket şehirde muntazam İ seri, fenni otobüslü nakliyat ya- pacağını ileri sürererek kendisi- ne imtiyaz şeklinde bir rüçhan hakkı verilmesini ileri sürmüştür. Keyfiyet dahiliye vekâletine yazılmıştır. Belediye, İstanbul dahilinde otobüs nakliyatı imti- yazını alırsa bu hakkını tramvay li e eme eee İ selleslerin yerine aşağıki tsrifteki Evvelki bulmacamızın halle- dilmiş şekli RKA 4 gi ŞIRİIN.Ş 90 ELSENE p 19 METANET 27 ısiFTADE 8 I?'ZİREK 9 (6 ARMA (0 is VIM 4 EÜ L 18 | Yeni bulmacamız A i ız 6 VDAŞ 15 VY# A4 v 13 Yukariki şeklin Çerçevesindeki meletin harferini koyunuz. Orsadaki mü- selleslerede bire? bari koyarsa ür manali bir ke'ime olur. Birinci müsellesten yedinciye ka»! dar: Kerametin cemi, Yedinci müsellesten on üçüncüye kaadr: Bir nakliye vasıtası, On dokuzuncu müsellesten on ü | çüncüye kadar: Askerlikte bir Trütpe. On dokuzuncudan bire kadar: İn-| tibak eden. Meşhur sinema artisti Gloria Svan. son'un sabik kocası Marki dö la Falez gene sinema artistlerinden Constace | Bennet ile evlenmek üzere Los Ange- les belediye dairesine müracaat et miştir. Pek tabii bu haberi alan bütün ga- İ zetesiler derhal belediyeye koşuşmuş- lar ve fotoğrafçılar resim almak iste- mişlerdir. O zaman garip bir hâdise olmuş, sinema artisti olmak münas». betile milyonlarca resmi çıkmış olan Constace Bennet resminin ulmması.| ni İstememiştir. Hattâ, nişanlısını ga:| zetecilerle ve fotoğrafçılara yaln birakarak salonu terketmiştir. Marki: — Sinirlidir de ondan.. Şimdi ge dir. Demiştir. Filhakika biraz sonra gü- zel sinema artisti gelmiş, bir elile yü- zünü kapıyarak, mi çelile izdivac mu. d Ne YAN ek eğ i Hikâye ! Sadi, o günden sonra kalemi filân | sandalına binmiş basmış yelkeni! 9 — VAKIT 20 Teşrinsani1931 —— AN kli Bekliyen.. İren RMA eğ li Çocuktum. Onu sık sık görürdüm. Çarşafı- nm içinde, o zaman için açık saçık! görünen bir hali vardı. Çirkin bir kadındı. Fakat yüzünde temiz bir şey, sebebini bir türlü anlıyama- dığım bir mâna vardı. Bazan ken- di kendime düşündüğüm zaman- lar bu mânada büyük bir şefkat, sonsuz bir merhamet, bir teves.xül! okur, ona karşı günden güne bir! yakmlık duyardım. Dadıma kim olduğunu s0:d m: — Vallahi nerede bilmiyorum, amma, dedi, muallime imiş. “.. Bir gün dadım, mektepten dö- nünce dedi ki; — Haberin var mı? Senin mu- allime hanım evleniyormuş. — Ayol ona kim varir? Bu söz ağzımdan istemiyerek çıkmıştı. Ben, muallime hanımın evlenebileceğini, daha doğrusu o- nu bir erkeğin alabileceğini, kür- çücük te olsa, bir türlü aklıma al- dıramıyordum. Zavallı kadın o ka dar çirkindi ki!.. Dadım, gülmekten kendini ala- mamakla beraber: — O, nasıl söz, diye pay.adı, elbet alırlar. Nesi var, gül gibi ka dın. —— Kiminle evleniyormuş? — İşte orası tuhaf, balıkçı Sa- di yok mu, işte onunla. — AAA Ağzım açık kalmıştı. Bu balıkçı Sadi garip bir adamdı. Onun da hikâyesini bana da dım anlatmıştı. Balıkçı Sadi vak- tile bir kalem efendisiymiş ve komşusu olan Zeki Paşaların kr- zıyle sevişmişler. Zeki Paşa: — Hiç ben kızımı balıkhanede bir kâtip mülâzimine verir mi- yim? Diye köpürmüş ve kızım üstü- ne yürümüş. Kız da ertesi gün sub se içörek intihar-etmiş: “Zavadı) terkederek, küçücük yelkenlisine binmiş ve denizlerde balık tutmak Is vaktini geçirmiye başlamış. Ga- liba biraz da oynatmış olacak ki, hiç eve gelip yatmazmış. Aradan seneler geçmiş, Sadinin anası, ba- bası ölmüş, oda biraz akıllanır gibi olmuş amma, bir türlü deniz- den vaz geçemediği için işi balık- çılığa dökmüş. İşte muallime hanım bu Sadiy- le evlenecekti. Buna hayret eden; yalnız ben değildim. Akşem, ye- mekten sonra da, babam: — Bu suratsızla nasıl evlenir Sadi? Diye söylemişti. © Dadıma yalvardım. Beni de dü- ğüne götürdü. Muallime hanımın evi zaten arka tarafımızdaydı. Hattâ bizim bahçeden açılan bir kapı ile onların bahçelerive gidi- lebilirdi. Fakat ben o taraflara hiç gidemezdim. Dadım orada “yılan var,, diye beni korkutur: — Sakın ola ki o tarafa gide- yim deme... Ben bir kere gittim de bir yılan kılıfı buldum. Amma arkamdan ıslıklar çalarak yılan- lar kovaladı, zor kaçtım. Derdi. O gündenberi ben de, hattâ Mehmet Çavuşla bile o tara- fa gitmezdim. Düğün evine gittiğimiz zaman koltuk olmuştu. Atılan paraları ışmıya uğrasanlar arasında e- zilmemek için bir kenara çekil- dim. Balıkcı Sadi yanından geç- t, çıktı, gitti. .. . Balıkcı Sadi bir daha eve dlöm- memiş. Komşularm söyledikleri-! ne nazaran gelinin duvağını açıp ta yüzünü görünce onun çirkinli- dinden o kadar nefret etmiş ki, açılmış. kavelesin; imzalamış, fotoğrafının a- Immasına müsaade etmeden de Marki| ile beraber çıkıp gitmişlerdir. Düğün meri de olacaktı erkan Şi yi “i bu ayın yirmisin- Yazan: Fikret Âdil Bu haber, bana fena haldedo- kunmuştu. Ağlıyordum. Dadım 4e- selli etmiye uğraşıyordu. — Dadı, demiştim, git muaili- me hanrma söyle onu ben alaca» ğrm. Dadım hayretle yüzüme bak- miş, sonra beni kucaklamıstı. O da ağlıyordu. ... Aradan on on beş gün geçmiş Balıkçı Sadi dönmemişti. Mu- allime hanım da sokağa çikmisor- du. Evine gidenlere de kapısını açmamıştı. Hizmetçisine de yol vermiş, yalnız gündüzleri evin işi- ni görüp, geceleri dönmek sartile başka bir hizmetçi tutmuştu. Epi- ce parası olduğu için geçimebilirdi Artık yavaş yavaş herkes bu me seleyi unutmıya başlamıştı. Ben de rüştiyeyi bitirmiş, gezeyatısı mektebine gitmiştim. LA İki sene geçmişti. İzinli olarak eve geldiğim geceler, herkesin u- nuttuğu bu hâdiseyi hatırlar ve da dımdan sorardım: — Dadı, muallime hanm hâl$ sokağa çıkmıyor mu? — Çıkmıyor, yavrum. Bir perşembe gecesi, gene izinli geldiğim bir gece, muallime hanı- mm evde ne yaptığını öğrenmek merakımı yenemedim, Kalktım, u sulca giyinerek bahçeye indim. Yılanlı kapıya doğru yürümiye başladım. Oraya yaklaştıkça kal- bim şiddetle çarpıyordu. Korkudan bittiğim halde merak daha galip gelerek beni zatülha- reke bir makine gibi ileri sevkedi- yordu. Nasıl kapıya geldim, aç um, öteki bahçeye geçtim, bilmi- yörum. Bahçede bir an, aklım ba- şıma geldi ve düşündüm. Ne cesa- retle bir başkasınm evine girecek- tim.Ya beni hırsız zannederlerse? O aralık, bekçinin kaldırmılarda tak!.. diye çıkan sopasınm sesi bu endisemi büyük bii “Evet, le tasdik etmişti. Dönecektim, dönü- yordum, döndüm ve bir ışıkla kars şılaştım. Bu ışık muallime anının evi- nin alt katından geliyordu. Bu ısık beni manyatize ediyor, şekiyordu. Oraya doğru bir hayal gibi süzül- düm, pencerenin önünde durdum. İçerde, muallime hanım, onu dü ğün evinde gördüğüm kıyafetile, gelin kıvafetile ve duvağı ile otu» ruyordu. Odada kimse yoktu, ve muallime hanım, birisini bekliyor muş gibi, resmi, hareketsiz duru- yordu. O kadar hareketsizdi ki, bir an, Askeri müzedeki balmumu yeniçeriler aklıma geldi. Ne kadar geçti, bunu da tayin edemen. Muallime hanım, * kalk- tı, masaya yaklaştı, oturdu. Bir es hile duvağını kaldırırken. öteki e- lile masanın üzerinde duran çerçe veli bir resmi kendine çekiyordu. Yüzüne dikkat ettim, :mumyalaş- mışlı. Resme uzun uzun baktı ve bir purıltı halinde şu sözleri duy dum: — Zübeyde, kardesim bana das rılmadın değil mi? Bak, Sadi seni hâli unutmamış, ve evlendiğiriz gece, daha duvağrmı bile acma- dan, senin hayalinle son defa baş- buşa kalmak için denize çıktı, Ner deyse gelir. .., Gözlerimi açtığım zaman ba bam, halinden bir doktor olduğu anlaşılan bir yabancı ile başucum- da duruyorlardı. Doktor babama: —Eh, dedi, dokuzuncu günü de atlattık, artık tehlike yok demek tir. Yalnız, dikkat edin, tifodür bu, tekrarlaması da kabildir. Sonra çıktılar, dadım geldi: — Dadı, dedim, Zübeyde kim? İhtiyar kadıncağız yüzüme bak» tr. Düşündü. Nihayet: — Ha!.. dedi, şimdi "âterlas dım. Zübeyde, Zeki Paşanın iinti- har eden kızıydı. Allab gani gani. ç Te? “ii j