Azap içinde geçen gece... Kupvetlerimizin yaklaştığını zannederek içeri gir- mek istemiyen arkadaşlarımı biraz dinlemeğe sevk için uğraşıyordum... a m e ei Bizim çadır halkıda beraber 'uğu halde titreye titreye bak- » Hakikaten cenup ufuklarında İstanbul yolu üzerlerinde bir ik top yalımları parlıyıp sönü- | Yer. Fakat sesleri geliyordu. Ve Rakta olan bir ordunun top &leşlerine benziyordu. Halbuki, nlar, Bulgar muhasara hattın- aki bataryaların ileri karakolla- Piza açtığı ateşti, Saniyede kim bilir kaç metre sür'atle esen nal ruzgârı, cenup bataryaların- a patlıyan bu topların sesini daha cenube sürüyor ve işitme- Mize mani oluyordu. Fakat; bu kikati Nazıma ve sonra görğü- ri daha basit olan bizim çadır alana anlatmak o kadar güç ki.. — Haydi oglum.. haydi evla- im.. hava çok sert.. üşüyoruz. İzer bu bizim ordumuzsa, daha theyce uzakta... herhalde biriki Matte kaleye giremez... Hele biz “baha kadar rahat rahat uyu- Rim. biraz kuvvet kazanalım.. ğer ordu kalenin kenarına da- Pinırsa, iki ateş arasında kalan şmana “adam akılı sünğü Rilıyabilmek için en evvel kuvvete Miyacımız var. hadi beyim. dİ paşam.. gir içeri. Heyecanından titriyen Nazımı »*souktan titriyen ötekileri zorla Mira sokabildim... Zavallı çocuk.. Uykusuzluktan, #ıktan ve hergün daha fena ait altma giren âhvalden o *dar sinirleri bozoldu ki... Maa- afib, bu meselede Sabri beyin ündüz verdiği havadislerin de yük tesiri varya.. r 2 şubat 328 Ruzgâr.. ve souk; akıllara hay- verecek derecede sert ve üthiş.. Balkanların buzlu şahı- larından gelen bu rüzgâr, in- nın havaya maruz mahallerini ice uğratacak kadar te'sir piyor. Artık tayinlerimiz de azaldıkça aldı. Bu günkü öğle tayinimiz, aha doğrusu murta kadar peynirle yumruk dar halis süpürge tohumundan mül (namı aziz). Bugün taburumuz istirahatta. im de yapacağımız başka bir yok. Zaten sabahlayın kalkar kmaz, Nazımı hastaneye gö- ek bir güzelce muayene irmeğe karar vermiştim. Öğle neğimizi yedikten sonra iyice narak Karaağaç yolunu tuttuk, taneye geldiğimiz ozsman atı da öğle yemeğinden henüz İ<mış bulduk. Koridorda tesa- ettiğimiz hastane müdürü t bey, elimizden tutarak sma götürdü, Gürül gürül fan sobanın etrafına dizildik. vemizi içinciye kadat Neşet in, neş'eli müsahabeleri, bir- hi takip eden tatlı şakalarile m saatimizi geçirdikten sonra orumuzun odasına geçtik. bunlâr ilk görüşte, henüz | İ bana hiç yabancı karavanamız- | Bir müddet, şundan, bundan.. abvali umumiyeden behsettikten sonra. sıra, abvali hususiyemize geldi. Nazımın geçirdiği ruhi buhranlanlardan bahsettim. Dok- tor, güldü: — Bizim burada, çok yüksek bir ruhiyat hocamız var.. Onu çağıralım.. hem zannederim ken- disile de görüşmediniz. Dedi ve zile bastı... hademeye, doktor Kemal Cenap Beyin ismini verdi. Bir dakika sonra, Kemal Ce- map Bey efendiye taktim olunu- yorduk. Bu muhterem doktor, gelmemişti. Zarif ve itinalı tavurları, tatlı ve şuh bakışları ve bilhassa muhi- tinde mutlaka alâka uyandıran konuşma tarzlarile Kadiköy va- purlarında gidip gelirken çok nazari dıkkatımı celbederdi. Kemal Cenap Bey, İstanbullu ve bilhassa Kadiköylü olduğu- muzu öğrendiği zaman, bize adeta yakın birakraba gibi alâka gös- terdi. Nazımı aldı, bir köşeye çekildi. Onunla derin derin ko- muştu. Herhalde tetkikler yaptı, Ve sonra yanımıza "gelerek şayanı endişe birşey olmadığını ve muhasara hayatının tabii netice- si olarak maddi ve manevi zaaf- | tan ileri gelen bir hal olduğunu söyledi. Bu iki muhterem doktor, başbaşa verdiler, epeyce müşa- vereden sonra her ikimize bir reçete lütfettiler. Kemal Cenap Bey, lütüfkârlikta biraz daha ileri giderek ilâcı nezareti altında yaptırmak için hastanenin ecza- hanesine kadar yorulmak zah- metini ihtiyar buyurdu. Mes'ut Hilaliahmer hastanesi.. ve hastanenin mes'ut hastaları. Ne büyük talidir ki: bu kadar şefik ve yüksek ruhlar buraya toplanmış... — Ah doktorum, böyle kıy- metli arkadaşları beraber getir- dığiniz için ne büyük isabette bulunmuşsunuz... Behaeddin Şakir Bey güldü ve: — Bu isabet, bende değil. bilâkis talide.. Ben İstanbuldan İ o kadar acele çıkmıştım ki, hiç birşey düşünerek yapacak vakit bulamamıştım.. Kemal Cenap Beyi burada kazandım.. Dedikten sonra, bu muhterem doktor bakkında bize izahat verdi. o Tıbbiyenin en güzide muallimlerinden olan Kemal Ce- nap Bey İstanbuldan, Gümülcine fırkası sertababetine tayin olun- muş ve kalenin tam muhasarası esnasında iki vağon seyyar has- tane takımile hızır gibi Edirne- nin imdadma yetişmiş. Derhal Karaağaçtaki Fransız rahipler mektebini mükemmel bir hastane haline koymuş. Metin bir teşkilât ile işe başlamış. Meşhur Kartal tepe muharebelerinde hattı harp- ta kalan mecruhlar, bütün, bu fedakâr doktorun himmetile top* Gelen Vaktın bul- Mmacası —om. er bulmacamızı hallede- İ medinizse bugünkü imi şekle biyik vin belli zın sırrını meydana çıkarabilirsi- niz. Bunun için aşağıdaki tarife- yi tatbik ederek üç beş dakika meşgul olmanız kâfidir ; Dünkü bulimacamızı halledilmiş şeki 1238456789011 RR m m Bugünkü balmacamızın balltdileek yeni geli Soldan sağa ve yukardan Aşağı: 1 — Garp değil 4, doğan hisler 6 2 — Utanç 2, bir vilâyet 4 3 — Tat 5, takip edilen ey? 4 — Bir nevi halı 4 5 — Yag, oh? 6 Bi ay hi i 7 — Üllenen musiki aleti 2, 8 — Haroldun ilk sexi 3, uz 9 —Şiş2, uzun ve düz bir ağıç 5. Ermenilerin nidan 2 10— Caka 3, milli bir kumaş fabrikası 6 11 Av köpeği 4, kesilmiş odun 4 lanmış. Gicenin zalim karanlık- larında en kısa yol üzerine elleri “fenerli askerler dizmek suretile yaralıları düşman ayakları altında ezilmekten kurtarmış. Bu suretle ve büyük bir gayretle Şalışırken ( rütbesi Binbaşi değildir, binaen“ aley ser tabip olamaz) diye Mekki Bey isminde bir binbaşi doktor ser tababete getirilmiş ve Kemal Cenap Bey de, bütün o yokluk- lar içinde didinerek, çalışarak yaptığı eserinin başından alınmış merkez hastanesine geçirilmiş... Ve biraz sonra da Hilâl; ahmer hastanesine nakledilmiş, . Aman yarabbi! düşmanla boğaz boğaza uğraştığımız şu cehennem içinde bile iltizam ve iltimas... Sıhhat ve hayatımıza büyük alâka göstermiş olan sevgili dok- torlarımıza teşekkürler ettikten sonra Karaağaca geldik, Soğuk, gittikçe şiddetini artırıyor, So- kaklarda kimseler yok. Herkes bir deliğe sokulmuş. Cenik ga- zinosunun önünden (geçerken cam vuruldu. Cenup cephesin- deki zabit arkadaşlar bizi çağı- riyorlardı. Girdik ve epeyce havadis dinledik. Ayın otuzuncu günü Rumelili efrattan bazıları firar etmiş ve artık bu firarlar teamül hükmüne girmiş... yaşa. muhterem Kâzım Bey... teberrii- ken Jütfettiğiniz © muhteşem konfransın bu kadar tesiri ola- cağını ber halde sizde ümit etmezdiniz.. Allah razı olsun.. sayenizde, kalenin çürük dişleri — 9.— VAKIT. 26 Kânünevvel man yetmiş milyon doları « Morgan » ım Avrupa antika- «larından nefis eserler satın ak dığı sık sık söylenirdi. “ Morgan ,, servetinin bir kis- mmı Nevyork müzesine verdi; maamafih ilmi ve sanayii nefi- seye müteallik kolleksiyonlarının büyük bir kısmını sakladı ve diger “Amerika milyarderleri gibi dağıtmadı. Zaten “Morgan, kolleksiyon toplarken bile bir tüccar gibi hesap yürütürdü. Böylece müddeti hayatmca kiymettar eşyasının büyük bir kısmını Londrada bıraktı. Böy- lece onları Amerikâya sokarken verği ve gümrük resminden kur- tuluyordu. Yalnız bir defa ecnebiye kar- şı sahavetli davrandı. O hareke- tinde de bususi bir maksadı var- dı. «Lüter» in Şarlökene, yazdığı bir mektubu yüz bin marka sa- tınalarak ikinci Vilbelme teslim etti. Buna mukabil birinci rütbe Kızıl kartal nişanını aldı. Eski bir talebesi olmak sıfa- tile Götinge Darülfünununa da bir hibe bulundu. Bunun üzerine mez- kür Darülfünunun fahri doktoru sı- fatını kazandı. Büyük bir şöbret düşkünü değildi. Fakat birkaç nişan ve rütbenin halkın üzerin- de tesir göstereceğine vakıftı. Onun için ber — e gi kupa araba ile dolaşmağı itiya! edinmişti. Halbuki bunun artık moda olmadığına vakıftı. Ayni sebepten dolayı Avrupada bulun- duğu zamanlarda prenslerin da- vetlerini kabul ederdi. Bazı bazı da son derece sahi bir adam tavrı takınırdı. Mamafih zaman geçtikçe asabiyet peyda ediyor- iu. Bu asabiyeti (o muamelâtında görülüyordu. Çektiği bir cilt has- talığından yüzü çirkinleşmışti. Bundan dolayı kendisi ile eğlendikleri veya karikatürünü yaptıkları zaman son derece Ahlâki sebeplerden dolayı Rişar Ştrausun “ Salome ,, sinin Nevyorkta “Metropolitan Ray- vay,, da temsiline mümanaat etti, Fakat Fransada, İtalyada, Mısır- da bulunduğu zamanlar gayet ihtiyar olmasına rağmen müze- leri ziyaret ederdi. Cenupte böyle bir seyahat ic- ra ediyordu. 1913 senesi mar- tmm 13 ünde Romada vefatetti, Birkaç saat sonra bütün cihan matbuatı. “Dünyanın en zengin adamı oldu. ,, haberini veriyordu. Uzun müddetten beri “ Piyerpon Morgan ,, yüz milyonlarca hatta milyarlarca dolara malik bir kimse addolunuyordu. Vefatın- dan Üç sene sonra bıraktığı mi- rasın hesabı bitirilerek resmen ilân edilince herkes hayret etti, Veresesine topu 78 milyon dolar kalıyordu. ayıklanıyor. : Fakat düşmanda gunü gününe esrarımıza vakif oluyor... Artık bilmem, bunun, | kâr neresinde.. zarar neresinde?, tame; 1979 — ilyarderler Nasıl zengin oldular ? Con Piyerpon Morgan:14 Dünyanın en zengininin ölümü <Con Piyeyon Morgan»n mirası tesbit edildiği za- aşmadığı huyre'le görüldü Hesabatında dokuz milyon kadar açık olduğu düşünülünce bu miktar 70 milyona iniyordu. Demek ki, bukadar faaliyetle geçen bir hayatta ancak bukadarcık para topliyabilmişti. Pederinin 10 milyon servet bırakmış olduğu düşünülürse bu paranın pek az olduğu kanaati hasıl olıyordu. Vergi idareleri “ Morgan ,,m servetini en gizli köşelerine ka- dar araştırmışlardı. Miras bırak- tığı esham ve tahvilâtın cedveli dolari,. borcu olduğu bile besa- bata kaydedilmişti. Bu borcun “Morgan, ın servetini ne derece zedeliyeceğini siz hesap ediniz!. Netice itibarile “ Morgan ,, ın serveti diğer dolar kırallarının serveti yanında devede kulak kalıyor demekti. “Rokfeller,, ve “Karneci, nin henüz hayatta iken umuru hayriye için yüzlercemil- yon dolar sarffetikleri ve kendileri- nede bir kaçar yüz milyon sak- ladıkları herkesçe malümdu, Da- haaz tanınmış ve ehemmiyeti mahdut bazı sermayedarlar me- selâ “Brad, ve «Kenedi» 70 ilâ 80 milyon dolar miras brakmış- lardı. Bir çok ağzı kara, «Mor- gon,u servetinin Amerikada alı- nan Âzami İntikal vergisinden dolayı böyle güdükleştiğini iddia ettiler, Fakat bunların bu fara- ziyeleri ispat edilemedi. * « Morgan» ım serveti, tröst sisteminin oazametine (tevafuk etmiyor idi. Zamanı hazır para babalarının çoğu bu halde de- ğildir. Maamafih mahir sarrafın serveti bir tek mirasçıya, oğluna intikalletti; oda bir kaç senede pederinden miras kalan akçeyi fevkalâde çoğaltmağa muvaffak oldu. Genç «Con Piyerpon Mor- gan, babasının İsmini taşır. «Morgan» üç kızının beherine üçer milyon dolarcık bırakarak onları mirastan çıkarmiş iki da- madının herbirine de hatıra ola- rak birer milyon dolar bırakmıştı, Asıl mirasçı olan “Con,, hem parayı hem mevkil işgal etti, Zaten “Con Piyerpon,, pederi- nin vefatında kork altı yaşında idi, ve uzun müddetten beri “Morgan,, bankası şeriklerinden- di. Londra şubesinde müdürlük ederek rütbe kazanmış gerek Londra borsasında gerekse bü- yük Fransız bankaları nezdinde mevki sahibi olmuştu. O yalnız, pederinin sistemine zıt olarak, Almanya ile alakadar olmıyordu. Genç “Morgan, tam bir meclis adamı idi; münasebatın- da iş adamlarma lâyık bir s0- ğuk kanlılık gösterirdi. Nihayet gayet muntazam ve Avrupai bir şahsiyet gibi gözüken «Morgan» Sırası gelince hatasız bir « büsi- olduğunu omeydana (Bitmedi ) : çıkardı.