enegcil Yazan: Francis de Croisset — 4 — Çeviren: L. Karamanoğlu Uykusuzluk On the road to Mandalay Where the fiying fishes play. atakane haline getirilmiş o- lan güvertede, — lâmbaların sert ışığı, derin derin uyuyanların, uykuda beliren hayvani çehrelerini aydınlatıyor. Yemekten evel oldukça güzel olan bir madam, serbestçe horluyor. Bo - yalı yanakları stor bir perde gibi sarkmış. : Onun yanında sırım gibi bir ingi- liz kadını terliklerini fırlatmış, açıl- mış örtüsü altından görünen ayakla- rı denizde boğulmuş bir cesedin a - yaklarına benziyor. Evelce pek halim bulmuş oldu - ğum sofra komşum, şimdi yırtıcı bir hayvan gibi uyuyor. O narin burnu bir gagayı andırıyor; acı bir kıvrım- la şekli değişmiş dudakları korkulu bir rüyanın hezeyanlarını söyler gi- bi. Nefesi bile homurdanarak çıkı- yor. Uyurken burnundan nefes almı - yan bir kadına hiç bakmamalı. 'Tıbkı, kendime ait olmiyan bir mektubu gizlice okumuş gibi utana- rak uzaklaşıyorum ve, yatakane ar - kadaşlarımın yanına gidiyorum, Hiç olmazsa, uyurken çirkin olmak on - ların haklarıdır, çünkü erkektirler. Fakat hayır, uyuyamıyacağım. Hepsi dalmış ve horluyor. Onlarla beraber yatmam lâzımdı. Kısacık boylu olan, sağdaki kom - şum, bir fırtına gibi gürlüyor. Ki - min yanına gitmeli bilmem? Sol ta- raftaki, mülahham ve cesim arka- daşım, başlı başına bir âlem, Kendi- ni kaybetmiş, bryıklarından inleme- ler fışkırryor. Yere sarkan kolu so - mun balığı dilimi renginde, kısa parmaklı, enli eli döşeme tahtası ü- zerine düşmüş ve kan hücumuna uğ- ramış. Bir sinek, — Nereden çıktı bil - mem? — ayağının parmakları üze - rine kondu. Arada sırada, gayri şuü- ri olarak baş parmağını sinirli sinir- Hi oynatıyor. O vakıt sinek öbür aya- ğına konuyor. Geniş çehresine bakı- yorum. Çocukça şikâyetlerini tek - zip eden emniyetli bir tebessümü var. Öbürü, bir motör üstünde uyuyan küçük, şefkatle meşbu görünüyor. Hakikaten, uykuda bile erkekler, kadınlardan daha safdil görünüyor- lar. Rudyard Kipling Kalkıyor ve küpeşteye dayanıyo- rum. Tanımadığım yıldızlarla dolu o - lan semanın lâcıverdisi kaybolu- yor. Menfaya giden bir adam göziy- le seyrediyorum. Geç kalmış koca - man bir ayın, japon güneşine benzi- yen lâl renginde bir ayın yükseldi- ğini görüyorum, Deniz bile başkalaşmış, bana sü - kün vermiyor, bilâkis ürkütüyor. O kadar ağır ve madeni ki, bir cıva banyosuna benziyor. D ün menenjitten ölen çocuğun tabutu aklıma geldi. Bugün öğleden sonra, tayfaların okuduğu dualarla, geminin çanları arasında denize indirilmiş olan o kü- çük sandık şimdi acaba nerelerde? Zavallı çocuk hayata gözlerini yu- mar yummaz, koku alan köpek ba - lıkları hemen göründüler. O zaman- danberi, uçucu balıklarla beraber bi- zi takip ediyorlar. Ah! uyumak mümkün olsa! Çama- şırlarım vücuduma yapışıyor. En u- fak bir hareket beni ter içinde bı- rakıyor. Şakaklarım zonkluyor. Is- lak kayışı kaymış olan kol saatime bakıyorum. Daha sabahın ikisi. Ne yapmalr bilmem? Sıcakta sigara da içilmiyor... Birdenbire seyyal bir fült sesi... Dalgalanan beyaz bir örtü, ve zabte- dilmeğe çalışılan gülmeler. Merakla, geminin arka güvertesi- ne doğru gidiyorum. Demin Ophelie kıyafetine girmiş olan oksfordlu ta- lebe, pijamasını giymiş, göğsü açık, adadeli kolları üzerine yenlerini kı- vırmış, ay ışığına karşı, yere çömel- miş saksofon çalıyor. İki küçük hemşiresi de, gecelik entarileriyle Loie Füller dansı yaparak, ellerin - deki tüylü havluları sallıyorlar. Sağ dizlerini bükmüşler, büyük bir çeviklilikle zıplryorlar, sonra da el ayalarını yıldızlara doğru çevire- rek yere çöküyorlar. Fakat bu sıcak- ta havaya doğru, ellerinde havlular- la niçin sıçrıyorlar? Acaba gecenin terini silmek için mi? Genç adam onlara bakmıyor bile. Hemşireleri dansediyor. Bu onların işi ne yaparlarsa yapsınlar. O hü- zünlü bir İskoçya havası çalıyor, sis ve yağmur kokan ıslak bir hava, Ve hiç şüphesiz bunu serinlemek için çalıyor. Uzak Şark enstantaneleri B ombay'ı gezmek için tam dört saatimiz var. Duracağımız yerler hep hesaplı. Mağnezyüm ışıltıları saçan beyaz bir sema altında ve bir buhar banyo- su içinde öğleyin gemiden iniyoruz. Bu ziya ne aldatıcı bir ışık? Uzak şarkın ziyası hep böyle mi? Tıbkı fena çekilmiş bir pelikülün insanı şaşırtan uçukluğu gibi her şey so - luk. Her sokak, sanki, nöbetli bir hasta nefesini andıran bozuük bir havanın yavaş yavaş zehirlediği bir hamam dehlizi. İşte bulvar. İki tarafına protestan kiliseleri, oteller, pağutlar, banka - lar, mağazalar, berber dükkânları ve konsolosaneler — sıralanmış büyük cadde. Nikelden yapılmışa benziyen yaya kaldırımı üzerinde, dünyanın bütün ırkla.. boram boram terliyor. Kül rengi dilenciler, derisi soyul- müuş ellerini uzatıyorlar. Şişman ve yağlı brahmanlar kayar gibi geçi - yorlar. Yere çömelmiş zenci kadın - lar. şaşkın şaşkın terliyorlar. Zayıf hamallar, katırlar gibi seği- riyorlar. Bir rus baletinden çıkmış gibi, çiçekli elbiseler giyinmiş irğn- lılar. Fakat, bunların hepsi, renksiz, kabartısız, silik ve bir hararet buğu- su içinde erimiş. Arabasının üstünde ayakta duran çıplak bir öküz arabacısı, tramvay - dan kaçmak için, elindeki değnekle iki kanbur öküzünü dürtüyor. Çinli gibi sarı veya, zenci gibi parlak si- yah taksiler geçiyor. Bir köy araba- sı içinde bakır renkli kadınlar, ta - nacralar gibi bornuslara bürünmüş- ler burunlarının sağ kanatlarında birer halka gülümsüyorlar. Göz bir şeyi kavramıyor, bir şeye ilgilene - miyor. Her şey, soluk silik, âdeta yokmuş gibi. (Sonu var) b — Bombay'da yaz intibâları — TTTT | SA Ti -d Üüi İ ddi _u.-.nğ*lm egi MEYEYA Wer ” Dördüncülüğü kazanan Şükrü Safder'in fotografı Üçüncülüğü kazanan Gazi Terbiye Enstitüsünden Necdetin fotografı Beşinciliği kazanan Gazi Terbiye Enstitüsü talebesinden Mesudun fotografı P ae leeleleleleleielekelelele llli Ankara Halkevinin açtığı Totograf müsabakasının neticelendiğini ve jüri heyetinin derece alan fotograf- ları ayırdığını yazmıştık. Bu sayfa- daki resimlerde jüri heyetinin kara- Ankara Halkevinin fotoğraf müsabakası riyle derece alan fotografları görü- yorsunuz. Bu fotografları, amatör- İerin denemiyecek kadar güzel ve muvaffak bulmuyor musunuz? Viyanenaananaanannanananaacananant?”