ei —T # RaNş VE G, * lij Corus — Yalnız on gündenberi kendi tabu- riyle pek kahramanca harbedip bu tepeyi müdafaa eden yüzbaşı Kad- ri (Gelibolu jandarma taburu ku- mandanı) bugün bu tepe üzerinde şehit düşüyor. Çanakkale'de son buhran da atla- tılmıştır. Vakıa bundan sonra da bir çok muharebeler ve hücumlar ola- cak ve fakat bunlar hep mevzii kala- caktır. Bütün cephenin yıkılmasını intaç edebilecek tehlikeler gözük- Genç adamlar muharebesi Hamilton 9 ağustos Anafartalar nuharebesini kaybettiği vakıt ihti- yar Stopford'a kızarak — Kiçner'e şöyle bir telgraf çekmişti: “Senin bana gönderdiğin bu taze kıtalarla bu eskimiş generalleri mezç ve tev- hit etmenin imkânı yoktur.” Bun- dan sonra da hep buna benzer acı ve ümit kırıcı şeyler yazdı. Oynanan son kozların da fayda vermediğini gördükten sonra ve 15 ağustosta Lord Kiçner şu cevabı verdi : “Eğer general Stopford, Mahon ve Hamersleyi değiştirmeğe lüzum gö- rüyorsanız, kendi elinizin altında bunları tebdil edecekl ktedir ge- neralleriniz var mıdır? Sizin rapo- runuzdan Stopford'un İngiltere'ye celbi lâzımgeldiğini anlıyorum. Bu harp genç Üi h besidir. Nadiren zuhur eden fırsatlardan is- tifade etmeği bilen kumandanlar is- teriz. Binaenaleyh Çanakkale sah- neiharbında vazifesinde muvaffak olamıyan ingiliz generallerini teb- dilde asla tereddüt etmemelisiniz.” Filhakika Hamilton da böyle ya- pıyor. Daha 15 ağustos akşamı Sed- dülbahirdeki ingiliz kuvvetleri ku- mandanı general De Lisl'i buraya gönderiyor ve ertesi gün de on gün bu sahillerde yalnız istirahat iste- mekle vakıt geçiren ihtiyar Stop- ford İngiltere'ye dönüyor. Maamafih artık her şey geç kal- mıştı ve hiç bir tebeddül Anafarta- İkinci ordu kıtalarından biri yürüyüse hazırlanırken Ordugâhlar arasında kurularn askeri dekovil mel surette sevk ve idare olunıııık-lV'ılmer gibi bir iki tabura kumanda eden belki bir iki alman daha var- dı, fakat bunların ne Anafartalar'- tadır.,, Bu rapor İngiltere'de bir bomba a B zemk çe d kagbaban l eeet Te larda vaziyeti değiştirmeğe fak olamazdı. Yeni kumandanın ilk işi de Hamilton'a şu raporu gönder- mek oluyor: “Anafartalar'daki va- ziyet sizin bana tasvir ettiğinizden çok daha fenadır.” Bunun üzerine de Hamilton Kiçner'e kati hükmü- nü 17 ağustosta bildiriyor. Her şe- yin iflâs etmiş bulunduğunu açıkça ifade ediyor ve yeni bir teşebbüs i- çin de şu rakamları zikrediyor: “ Bana yeniden 45.000 ikmal ef- radı 50.000 kişilik yeni kuvet ol- mak üzere ceman 95.000 kişi gön- derirseniz o vakit türklere karşı i- cabeden tefevvuku elde edebili- rim.,, Maamafi aynı satırların altın- da “Türklerin Çanakkale'ye yeniden asker sevketmemesi için başka cep- helerde ve ayrıca işgal edilmelerini” de şart koşuyor ve en sonunda da zırf;da ;n kolay ve ucuz zaferi an- cak Çanakkale'de kazanabiliriz.,, diye esbabı mucibe yazanlar (Bahri- ye Nazırı Çurçil) küplere biniyor- lar ve bundan sonra neler yapılabi- leceğini derin derin düşünmiye baş- lıyorlar. Onlar düşüne dursunlar biz bu son fiilin de bir bilâriçosunu ya- pabiliriz ve Çanakkale zaferinin yalnız türke ait olduğu tezimizi de bir kere daha ortaya koyabiliriz: da düşmanı evelâ geri atan sonra durduran hareketlerde ne de Conk- bayırı üzerindeki kahramanca - sal- dırımda hiç bir rolü olmamıştır. O halde şeref tamamen türke aittir, muharebeyi türk sevk ve idare et- miş ve kazanmıştır. Burada büyük zaferi kazanan türk kumandanı (Atatürk) yalnız memleketi kurtarmakla kalmamış- tır. Fakat muharebenin sevk ve ida- İngilizler ancak büyük bir d ve zengin bir kaynağın temin edece- ği vasıta veimkânlarla bidayette 50.000 sonra da gelen diğer iki müstahfaz tümeniyle 80 bin kişilik bir kuvetle ve bidayette baskın tarzında bizim sağ yanımıza yüklen- diler. Bu yan Liman'ın tehlikeyi gö- r i yüzünden açıktı, buhran- şöyle diyordu: “Çanakkale h harbinde olup bitenlere ait hakikat- leri olduğu gibi bilmenizi isterim: Biz şimdi esas türk ordusunun karşısında bulunuyoruz. Bu ordu çok şeciane harbediyor ve mükem - lar birbirini tâkip etti, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu yarım adası ha- kikaten tehlikeli anlar geçirdi. Son- ra kim kurtardı? Başta Atatürk ol- mak üzere türk ordusu. Bu sahnede indeki dehâ da isbat etmiştir: (Sonu var) r Sanat Bahisleri Sergiden sonra Haziran başında açılan ikinci bir- leşik resim ve heykel sergisi ka- pandı ve boş dıvarlarını, panolarını, General Halil'in sergisine terkeyledi. Evelce de birkaç kere işaret etmiş ol- duğumuz gibi, resim ve güzel sanat- lar sergileri, bizde, onlardan bekleni- len tesiri ve neticeyi veremiyor ve bi- rer ölü - tezahür şeklinde açılıp kapa- nıyorlar. Halbuki plâstik sanatlar ser- gileri, bilhassa bizim birleşik sergi gi- bi temsili bir mahiyet taşırlarsa, mem- leketin kültürel gidişinin sadık bir aynası olmaları ve dolayısiyle münev- ver tabakalar arasında uzun müddet devam eden bir akis, bir ihtizaz uyan- dırmaları lâzımdır. Her sergi, böyle bir neticeden çok üuzak olduğumuzu bize acı acı hatırla- | tıyor. Bunun sebebi nedir? Hemen he- men her sahada olduğu gibi, sanat sa- hasında da “kıymet ölçülerinin” he- nüz teessüs etmemesinden mi? Sanat zevk ve iştiyakının azlığından mı? Sergilerin kalite itibariyle düşük ol- duğundan mı? Birinci ve ikinci ihtimaller pek va- riddir. Sanatın “lâzımı gayrimüfariki” olan sanat tenkidi bizde henüz teessiüs edemedi. Kıymet ölçülerini tayin ve efkârırumumiyeyi tenvir edecek kıla- vuzların bulunmaması halkı, sanat e- serleri karşısında yalnız ve şaşkın bir halde bırakmaktadır. Vereceği hü- kümler için hiç bir ölçüye malik olamı- yanlar indi bir takım mülâhazalarla ik- tifa ediyor ve hakiki sevginin anası olan bilgi ve idrakten mahrum kalı- | yorlar. Üçüncü ihtimale gelince bu, daha harışık bir mesele, Evvelce memleketimizdeki muhtelif sanat teşekkülleri, senede bir veya bir kaç kere ayrı ayrı sergiler açarlar ve hiç bir şekilde elbirliği yapınaslardı, Güzel sanatlar birliğinin, müstakil ressamlar ve heykeltraşlar birliğinin | veya “D” grupunun açtıkları sergiler | ayrı ayrı ve bariz vasıflar taşır ve pek aşikâr tezahür eden ayrı ayrı sanat te- mayüllerinin tercemanı olutlardı. Birleşik sergi, ressamların tesanü- dü balı dan büyük bir leyi hal- letmekle beraber, sergilerin insicam ve kıymeti noktai nazarından, yeni müş - killer ihdas etti .Sanat kıymetleri ol - madığı için birlikler tarafından kabul edilmiyenler, der, “pa- zar günü ressamları” fırçayı yeni ele alanlar, muhtelit bir tezahürün doğur- duğu karışıklık ve anarşiden istifade ederek sergilere sokuldular ve bunla - rın âhenk ve kıymetine halel verdiler. Güzel bir eser, yanında bulunan çir- kirebir işe kendi güzelliğinin ışığını vermez; fakat çirkin bir ezer yanında- ki güzel eserleri derhal kirletiverir, Büyük sanatkârların umumi sergiler - de eser teşhir etmekten kaçınmaları bu sebebe dayanır. İtiraf edelim ki bizim birleşik ser - DDD — İyi ya assınlar... Ben sanatımrı bi- lirim.... Ayakları sallanan küçük bir masa- nın üzerine temiz bir bez örttü. Masa- ya biberli vodka dolu, yassı, bir toprak desti koydu, küflü siyah ekmeği ince ince dildi. Çar, sırtında caketi, önün- de önlüğü ve ayaklarında keçe çizme- leri olan Felten'in becerikli, emniyet- li, sessiz hareketlerini seyrediyordu. — Şaka etmiyorum, kap kacağını toplasan iyi edersin, Felten Çar'a yan gözle baktı, ve ha- kikaten şaka etmediğini anladı. Omle- ti tavası ile sıcak sıcak verdi, bir ka- İaylı kaba vodka doldurdu. — Yemeğiniz hazır, majeste... Küçücük ev'rüzgârın hücumu altın- da sarsılryor, mumun alevi sallanıyor- du. Menşikof gürültü ile içeri girdi. — Ne hava!. Yüzünü burşturarak — hamaylisini gözdü, elini ocakta ısıttı. — Hemen gelecek. — İçememiş mi? — Uyuyordu. Çabucak yatağından kaldırdım, Aleksaşka Petro'nun karşısına otur- du. Masanın sağlamlığını denedi. Ka- dehine vodka koydu, — başımı sallıya sallıya içti. Bir müddet ikisi de sessiz- ce yemeklerini yediler. Petro, alçak sesle: — Çok geç kalmdı, hiç bir şeyin ta- niri kabil değil, dedi. Aleksaşka lokmasını zorla yutarak: — Hakikaten yüz fersah mesafede ise ve Şeremetef de onu alikoyamazsa öbür gün burada bulunacaktır... Eğer ovada doğruca üstüne yürünürse... Süvariler sayesinde ona galebe çalı- namaz mı? (Yakasının düğmesini çö- züp Felten'e döndü: Daha şçi yok mu? Bir parça vodka daha koydu) de- nildiğine göre on bin kişiden fazla kuvveti yokmuş; esirler bunu incil ü- zerine yemin ederek söylüyorlar.... Bizler hakikaten bu derece becerik- siz miyiz? Ayıp şey.. Tekrar etti: — Utanılacak şey... Fakat iki gün içinde herkese sağduyu telkin edile- mez ki... Eğer Narva'da işler düzgün gitmezse onu Pskof'ta Novgorod'da tevkif ederiz. — Mein Herz, bunu bile akla getir- memeli... — İyi, iyi..;. Sustular. Felten çömelmiş, bir ba- kır tencerede bira ısıtmak için ateşi üflüyordu. Narva önünde işler kötü gidecekti. İki haftadan beri bombar- dıman ediliyor, lâğımlar atılıyor, te- karrüp siperleri kazılıyordu. Ne istih kâmları zorlamak, ne de şehri yangı- na vermek kabil olabilmişti. 'General- ler umumi taarruza karar veremiyor- lardı. Yüz otuz toptan yarısı çatlamış, kullanılmaz hale gelmişti. Dün, ihti- yat malzeme gözden geçirilirken an- cak bir günlük sıkı bombardımana kâ- fi barut ve kumbara kaldığı anlaşıl- mıştı. Levazım kolları daima şurada burada, Novgorod civarında bir yerde gecikiyordu. İsveç ordusu Revel yolundan cebri yürüyüşle yaklaşıyordu, ve şimdi bel- ki Piğayyoki boğazlarında Sereme- tef'le harbe tutuşmuş bulunmakta i- di, Ruslar kıskaç içinde, kalenin ateşi ile yaklaşan Şarl arasında sıkışıp kal- mışlardı... — Çok gürültü ettik... Biz işte böy- leyiz... — Petro kaşığını attı. — har- betmeği öğrenemedik. İşe iyi tarafın- dan başlamadık, Bir topun burada iyi atış yapması için Moskova'da doldu- rulmuş olması lâzımdır... Anlıyor mu- sun? Aleksaşka: — Demin önlerinden geçerken bi- rinci bölük erleri ateşin karşısında konuşuyorlardı... Bütün ordugâh ho- Yazan: Alexis Tolstoi »4 )VUNUKAUKUU KU KUK UDU KUKU UKUK OKU KUK K KA KUKU UK UKKU KUK UU KUKU KUKU KU KUUK KK A KUKU NUND D. No: 139 murdanıyor... Hele generaller hakkın- da neler söylemiyorlar? Erlerden bi- ri: “İlk kurşunu mülâzime yerleşti- receğim” diyordu. — Generaller! (Petro'nun gözlerin- den kıvılcımlar saçılıyordu). Ruhun istirahati için yapılan dualarda en- dam göstermeğe lâyık generallerdir onlar... Eski zaman voyvodaları... Aleksaşka şöyle bir teklifte bulun- du: — Petro Aleksiyeviç... Kıtaları üç gün için bana emanet et.. Ah... Valla- Petro, işitmemiş gibi davranarak cebinde enfiye tabakasını aramağa başladı. Burnuna enfiye çekti, — Yarından itibaren baş kumandan RADYO Avrupa : OPEKKA VE OPERETLER: 208 ü , Paris — 21.50 Milano. gilerde tam bir ve a- henksizlik var. Kendilerine ayır ayrı yerler gösterildiği için, muhtelif cere- yanların bir çatı altına toplanmalarını normal görebiliriz. Fakat sanat kıyme- ti bakımından biribirine bu derece ay- kırı, biribiriyle bu derece düşman e- serlerin aynı tezahüre iştirâk etmesini prensip itibariyle hiç de temenni etme- yiz. Amatör, sanat kanunlarından he - nüz bihaber talebe, “pazar günü ressa- mı”, “dilletante”, yahud sırf ticaret i- çin resim teşhir eden sanat esnafı böy- le temsili mahiyeti haiz ve yüksek bir hava taşıması lâzım olan bir sergiye iş- tirak edememelidirler. Burada sanatın ve sanatkârların, dolayısiyle milli kül- türün haysiyeti mevzuu bahistir. Ama biz bunları açıktan, bedava söylemiyoruz. Devletin sergisi olan Birleşik Serginin inzibat altına alın.na- sı lâzımgeldiği bu sene herkes tarafın- dan tasdik edildi. Büyük bir titizlikle hareket ederek ve en mümtaz ressam- ları toplryacak olan bir kabul jürisi, tufeylileri derhal elimine edecek ve böylece sergide her şeyden evel sanat havasını hâkim kılacaktır. Diğer taraf- tan bir “sergi komitesi” nin de teşek - kül etmesi büyük bir ihtiyaçtır. İnsan- lrk ve sanat haysiyetleri maalesef pek kıt olan bazı kimseler ,tablolarını sat- mak için öteye beriye baş vurmakta, icab ederse yalvarıp yakarmaktadırlar. Bu halin hakiki sanatkârlar için ne ka- dar acı, ne kdar küçültücü olduğunu söylemiye lüzum yoktur. Senelik ser - giyi, boyalamalarını satmıya vesile bi- len bir takım sözde sanatkârlar hiç şüphesiz ki biricik sanat tezahürümü - zün vakar ve haysiyetini ihlâl ediyor lar ! Bizce, sergilerin lüzumu kadar akis uyandırmaması “kalite” nin bir takım yabancı ve sanat dışı unsurlar tarafın- dan — Dözür-.acdrr, Gerçi — bunları söylemek acıdır. Fakat »-. Gucrimizin heyeti umumiyesinde hissedilen ve se- bebi bir türlü anlaşılamıyan insicamsız lığın, ahenksizliğin mahiyetini işaret etmekten kendimizi alamadık., Az, fa- kat münhasıran güzel eser, anlayış ve ekolü ne olursa olsun kuvvetli eser gösteren sergiler tertib edilmekle hem sanatkârların - hakikilerinin - vakar ve haysiyetleri muhafaza edilmiş, hem de halkın sanat terbiyesine iyi bir sa - ha verilmiş olur. İyiye ve güzele alış- mak da bir itiyad, bir rutin işidir. Ve iyiyi kötüden ayırmak için uzun müd- det iyi ve doğru ile temas etmiş bulun- mak lâzımdır. Mutavassıttan aşağı ve kötü sanat - kârları hırpalamaktan kaçınmıyalım, Onlar hem kendilerine, hem memleke- te gadrediyor ve daima yükselmek is- tiyen, sanat kaygısını bütün menfaat- lere tercih edenlerin şanını lekeliyor - lar. Henüz kıymet ölçülerine malik ol- mıyan muhitimiz iyi sanatkârı kötü- den pek tefrik edemediği için, elzem eklektizmayı hiç ol senelik ser- gilerde yaparak onları ibtizalden kur- tarmak lazım değil midir? Nurullah BERK KIZILAYA ÜYE YAZIL Yurduna şefkat borcunu ödemiş olursun SENFONİ VE ORKESTRA KON? LERİ: 18 Sarbrük — 20 Laypsig — #ğ versum — 21.30 Roma — 22.20 Lükseli ODA MÜZİĞİ: 15.20 Hamburg Beromünster — 1715 Roma — 224 penhag, Münih. SOLO KONSERLERİ: 1340 sum — 15.30 Viyana — 16 Breslav Berlin — 18 Hamburg — 18.10 KöniBii, — 19.30 Prag — 19.45 Helsingfors, holm — 22.20 Budapeşte — 22.25 Drüfi — 22.30 Doyçlandzender. NEFESLİ SAZLAR: Münih — 19.30 Prag — 20 HAFİF MÜZİK — 610 H Breslav — 8.30 Frankfurt — 10.30 Hamburg — 12 Laypsig ve birçi man istasyonları — 14 Ştutgart — 14 ionya — 1415 Berlin — 16 Frankful bir çok alman istasyonları — 17 Bresi 18 Berlin — 18.10 Varşova — 18.15 — 18.30 Doyçlandzender — 1910 BE Doyçlandzender — 20 Berlin ve bir Çü man istasyonları — 20.25 Budapeşte — 'Tuluz — 22.15 Kolonya — 22.30 Viy 24 Kolonya, Ştutgart. BİBLİYOĞRAFYİ Beyaz Lâüâle İstanbul'da Ahmed Halid kiti nin “Ömer Seyfeddin külliyatı” le, büyük türk hikâyecisinin bi eserlerini bir seri cild halinde ne mek gibi değerli bir hizmete giri olduğunu daha önce okurlarımıza ber vermiştik. Kitabevi, bu seriden şimdiye neşretmiş olduğu 1 - İlk düşen a Yüksek ökçeler, 3 - Bomba, 4 - Mabed, 5 - Asılzadeler, 6 - Bahar Kelebekler isimli cildlere bu defa, yaz Lâle ve Mahcubluk imtihanı İ lerini taşıyan yedinci ve sekizinci leri de ilâve etmiştir, Beyaz Lâle cildinde toplanmış hikâyeler şunlardır: eyaz Lâle, hava mektebi, acaba ne idi? Gayet yük bir adam, gurultu, iki mebu$, nasihat, irtica haberi, korkunç bif | za, kaşağı. “Mahcubluk imtihanı” muharririn bazı piyesleri topla! Sade dilin bayraktarlığını etmii lan- kıytcrs aüi A cimizi büğü gençliğine tanıtmak makSsauıyı. - edilen bu eserleri herkese harar© tavsiye ederiz. Şimdiye kadar neşi len sekiz cildden her birinin fiatı © | kuruştur. — —0 e n L u n u Mai ve Siyah Türk edebiyatının bu klâsik rof nı hakkında uzun söze hacet yok Üstad Halid Ziya Uşaklıgil, bu esefi le türk edebiyatında yepyeni bir Ç açmış, ölmez bir şöhretin sağlam melini atmıştır. Mai ve Siyah, roman namına dünden miras kaları birkaç şah biri ve belki başlıcasıdır. “Mai ve yah” 1 okumuş olanların hafızasıl Ahmed Cemil, hatırası hürmetle anlf bir tanıdık, bir canlı şahsiyettir. romanda, üstad romancı muhay! şahsına ölmez bir ruh aşrlamasını bi miştir. Uzun zamandan beri piyasada m cudu bulunmıyan bu eserini Halid ya, şimdi yeniden gözden geçirerek © deleştirmiş ve eserin kati tabır kitabevinin serisi arasında intişar | miştir. Eseri genç nesiller için kolay anlaşrlır bir hale getirmiş © bu sadeleştirme ameliyesi, muha ki, romanın aleyhine olmamış, kıymetini bir kat daha yükseltmiş Bu güzel eseri, onu alâka ile bekli edebiyat severlere bilhassa tavsiyt deriz. Fiatı 100 kürüştur, general Kroy olacaktır.. Mükemmel bir abdal ama sanatını avrupalıvari biliyor, sonra cesareti de var.. O başa geçince bizim yabancılara da cesaret gelecektir... Sen hazırlıklarını yap... Şafak sökmeden yola çıkacağız... Petro böyle diyerek içini çekti, ve, çubuğunun ateşini tazeledi. Aleksaşka tatlı tatlı sordu: — Petro Aleksiyeviç, nereye gidi- yoruz? — Novgorod'a, Petro, Aleksaşka'nın hayretten pek ziyade açılmış olan şeffaf ve mavi gözlerine nihayet bakabildi. Yüzü kı- zarmağa başladı. (Damla damla terle- miş olan alnında bir damar şişti) Ve hiddetini zabtederek: — Bu çocuğun kaybedecek bir şeyi yoktur. Halbuki ben o vaziyette deği- lim... Sen zan eder misin ki her şey bu- rada, Narva'da başlıyacak ve burada bitecektir? Bu ancak başlangıçtır. Galip gelmeliyiz. Fakat böyle kıtalar- la hiç bir vakıt galebe çalamayız... Kı- lıç çekip at koşturmak kadar kolay şey yoktur... Abdal, sen Şarl'dan da cesür mu olmak istiyorsun? Gözleri- ni önüne indir.. Öyle yüzüme bak- ma !, Aleksaşka itaat etmedi, gözlerini ö- nüne indirmedi. O gözleri utanç yaş- ları doldurdu. Bir damlası yanağının gergin derisinden kayıp yuvarlandı. Petro daralan göz bebekleriyle Alek- saşka'nın ruhunu bir burgu gibi deli- yordu. İkisi de nefeslerini tütuyorlar- OO | dı. Nihayet Petro gülümsedi. Ke ni dıvara doğru atarak ellerini cep! rinin dibine kadar soktu. Aleksaş nın sesini taklid ederek: — Mein Herz, dedi, mein Herz bt den utanıyor musun? Hele biraz $4 ret: Daha kötü bir hal olursa yüzle ni çevirecek olanlar çoktur... Şarl'd korktum, kıtalarımdan ayrıldım... kiden Ayatriya'da olduğu gibi Ni gorod'a kadar kaçıyorum... Pek ah Sevgili yüzünü sil... Onlara karşı $ Bay generaller gelmeğe tenezzül ? yuruyorlar... | * . D D . * . . * . Ş Nöbetçilerin bağırışmaları. Dontif topraklar üzerinde at ayaklarının © kırdısı. Pencerenin ardında meşal€' şıkları. Mahmuzlarını şakırdatâ! dük ile generaller geldiler, Yüz! rüzgârdan kızarmış, kaygılı idi. oluyor? Bu saatte? Petro büunları # şını sallıyarak kabul etti, Dük'e y? laştı. Boynuna sarıldı. Menşikof 19 mu almasını söyliyerek tahta bölüü nin öte tarafına geçip sığınağa gir Orada Menşikof mumu, üzeri KÂâİ ve tütün dolu masanın üzerine bıf tı. Herkes ayakta duruyordu. Ptf oturdu, eline bir kâğıt aldı biribiri! benzemiyen, üzerlerine kül dökü müş satırları, dudaklarını ancak * mıldatarak bir daha gözden geçil? Öksürdü 've kimsenin yüzüne bi maksızın vakur ve emin bir eda il€” kumağa başladı: (Sonu var)