Yüzbaşı F. W. von Herbert Otyomu : Müdafaabında NGİLİZ. ZABİTİ Dir Çeviren: Nurettin ARTAM Belden yukarısı kırağı ve ayaza maruz, belden aşağısı donmuş toprak içinde nöbet bekliyen nöbetçiler... Memnuniyetle öğrendiğimize gö- tün kötüleşmişti. Beygirlerle araba pp a re Kanlı tabyada düş yakma inin kesil i şiddetle yasak sokulmasına mani olmakta idik. Ro- manyalı esirler, burasının tam ma- nâsile bir cehennem halini aldığını söylüyorlardı. Toplarımız, cebhane - mizin bolluğu, topçularımızın ustalı- ğı yüzünden Kanlı tabyanın önünde top menzili içinde bulunan saha ger- çekten bir yanar dağın krateri hali- ne geliyordu. Romanyalıların çoğu az çok türk- ce anladıklarından aralarındaki me- safe yirmi beş yarda veya daha az o- lan nöbetçiler arasında konuşmalar devam ediyordu. Her iki tarafta da karşıdaki düş- manı aldatmak için, her türlü hile tedbirleri alınmıştı. Bizim tarafta, tam insan cesametinde zabiti, bora- zanı, neferleri ile giydirilmiş can- sız bir manga vardı ki bu, düşman ateşini o tarafa çekmek için konul- muştu. Bunlar kol ve başlarını oy- natabilmeleri için tertibat yapılmış- tı. Benim baş tabyada bulunduğum gün, öğleden sonra, arada yaptığı- mız mayna nihayet bulur bulmaz, borular öttürüp davullar ve çalpara- lar çaldırarak büyük bir gürül- tü ile romanyalılara bir karagöz oy- nattık. Onlar da ortalık karardık- tan sonra, büyük bir kâğıdın arka- sında ateş yakıp bir hayal oyunu oynatarak mukabele ettiler. Burada ince bir adam ile bir kadının ara- sında geçen küçük bir oyun bizi kahkahalarla güldürmeğe kâfi gel- mişti. Bulgaristan kışı çok çetin olduğu için bizim tabyada ve bütün tabya- larda nöbet değiştirmek meselesi, pek güç oluyordu. İlk önce nöbet müddeti dört sa- at iken sonra ikiye, daha sonra bir saate indirilmişti. Dört kadem de- rinliğinde bir çukur içinde, gövde- nin üst kısmı ayaza maruz, alt kış- mı da donmuş toprakiçinde hare- *hetsiz, (çünkü biraz deprenmek, bi- raz çukurun dışına çıkmağa kalkış edilmişti. Her ne kadar bunu yapan- lar az oldu ise de bu emri dinlemi- yenleri kuvvetli cezalara çarptırdı- lar. Hayvan yemi de azaldığı için zavallı hayvancıklar açlıktan kıvra- nıyorlardı. Beygirlerin kişnemesin- de, öküzlerin homurtusunda — insan adetâ, bu halden şikâyet dinliyor' gi- bi idi. Son teşrinin 16 sında benim Tabı- yada kayıp yere düşerek bir bacağı- mı kıran bir at kesildi. Açık göz bir neferin himmeti ile bu beygirin etin- den bana da epeyce bir parça isa- bet etti. Fakat kâfi derecede tuz bu- lamadığımı için bu et, bende müdhiş bir diyare ve öldürücü sancılar yap- tı. Tekrar bir arabaya yükletilip ka- sabanın camisindeki hastaneye gö- türüldüm, Burada sekiz gün benim- le beraber yatan 400 hasta ile birlik te ne kadar sefalet ve iztirab çekti- ğimi anlatamam. Hastanede ilâç pek azalmıştı.hele kinin büsbütün kalmamıştı. Sargı be- zi de tükenmişti. Her türlü elbise ve çamaşıra muhtaç olduğumuz halde çamaşırlar yırtılıp sargı bezi yapılı- yordu. Keten, baha biçilmez bir hind kumaşı olmuştu. Muhasaranın son bir kaç gününde ise bez bulunmadı- ğı için yaraların sargıları değiştirile- memişti. Doktorların, cerrahların işi başla- rından aşmıştı. onun için tek tük va- kalara, hastalıklara dikkat edecek vakit bulamıyorlardı. Yaralılar ve malüllar, daha önce doktorun — önü kabilmek için kavga, hattâ döğüş ediyorlardı, İlk kânunun dokuzuncu günü Dr. Lange bana, dört haftadanberi — ça- maşır ve elbise değiştirmediğini, ge- celeri ancak, üç saat uyuyabildiğini mak hemen düşman kurşunlarını davet ediyordu) yiyeceksiz durup beklemek, tabiatin bütün faciaları- na katlanmak, rutubetle, kırağı ile ücadel nöbetçiler için di- ri diri gömülmek ve azabın, iztira- bın müthişine katlanmak demekti. Son teşrinin başlarında tayınlar a- zaltılmıştı. Bilhassa et az veriliyor- du. Artık, ekmek mısır unundan ya- pılmağa başlamıştı. Bunlardan mü- him bir kısmı da bir huruç (çıkış) hareketi yaptığımız zaman çorak yerlerden geçeceğimiz için peksimet haline getirilmişti. İçilecek içki- ol- madığı ve yediğimiz et miktarı da a- zaldığı için fena halde üşümeğe baş- lamıştık. Daha sonraları et büsbütün kesildiği ve verilen tayın vücud ile ruhu birarada tutmağa yetişmemeğe başladığı sıralarda halimiz büsbü- Yaralılarla hastaların neler çekti- ğini ben camide yattığımın ikinci gü- nü görmüştüm, Halbuki bu iztirab- lar, ilk kâ son teşri il aratacak kadar artmıştı. Bu müdhiş yerde ilk defa çekti- ğim iztirab müdhişti. İkinci seferki tecrübem ise anlatamıyacağım ka- dar fecidi. ” | K Pa ( Sonu var ) Türk dili '.lııııııııııııııııııııınııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı tetkikleri “rrararaaf” Anadolu toponimisi ve FIRAT adı Aranlara, İbranilere ve Greklere göre FIRAT adının etimolojisi. Bu tefsirleri karşılıyan türkçe kelimeler Ön Asyanın en muhteşemi, ve ta- rihin kaydettiği ilk büyük nehir olan Fırat, bir zaman kıyılarında veya ci- varında bir çok milletler veya kolo- niler yaşatıyordu. Sumer, Akkad (A- sur-Babil), Elam, Kas, Urartu, Eti, Subartu (Hurri), Mitanni, Ermeni, Süryani, Arami, İbrani, Arap, Fars, Grek ve Lâtin dillerinde bu nehir yadigârlar bırakmış, ve manası da her birine göre izah edilmiştir. Biz bunmları şu şekilde üç grupa a. yıracağız : 1. Çivi yazının çözülüşünden evvel- ki tefsirler : Geriye doğru giderek 18 inci, 17inci asırlar, Orta zamanlar, Arap, İbrani ve Grek şekillerine göre etimoloji. 2. Çivi yazının çözülüşünden sonra- Yazan: A. Dilaçar ratın tefsir ve şerhi olan falmud'un ilk müellifi Rabbi Aşi (Babil 352 - 427) dördüncü asırda Perath adını “mahsuldar ve büyük” manasına olan ibranice pürinn ürabbin — tabirinden çıkarıyor (4). Vatikanda bulunan es- ki bir ibrani onomastik kitabı (5) ise Perath'ı ayni dilde “kaçmak, kurtul- mak” anlamındaki pâlat ve “hâlâs” demek olan “pelâtâh” kelimelerine bağlıyor. “Yahudi Antikiteleri” ni grekçe yazan (6) meşhur yahudi müverrihi Flavius Josephus (Milâttan sonra 37 - 95), bu eserde (cilt I, 39) Perath için iki etimoloji kabul ediyor. Bun- lardan birisi bu nehir adını “yayılmak, dağılmak” demek olan ibranice pârad keli: irca ederek “yayılmış ne- ki izahlar : Eski Fars ve Asur şekil. lerine göre tefsirler. 3. En eski Sumerce şeklinin tesbiti ve izahı. Birinci gruptan başlıyoruz. Fırat nehri, adı Tevratta geçen ve cennetin 4 nehirlerinden biri sayılan, ve bu di- ni karakterinden dolayı bilhassa Hris- tiyan ve Musevi âleminde etimolojisi ile de uğraşılmış bir nehirdir. Bu tef- sir ve izahlar tabiğatile gayri ilmi ol- duğundan onların yalnız en tipikle- rini burada kaydetmekle iktifa edece- ğim. On sekizinci asırda H. Relandus, cennetin vaktiyle yer yüzünün nere- sinde kurulmuş olduğunu incelerken (1), Euphrate adını şöyle izah etmiş. tir; Eu — farsca ab — su * Phrat, hepsi birden “Phrat suyu”. On yedinci asırda S. Bocharti'nin “Mukaddes cağrafya” sında (2), S. Morinus'a göre (3) verilen izah şu- dur ; İlk olarak Tevratın Tekvin ki- P Re KNN B tbei ŞiriDERERR bu ayette tam kendinden evvel gelen ibranice hu zamirini takib ediyor. Grek mütercimleri bu zamiri aynen Perath'a bitiştirerek hu -- -perath ve grekçe Euphrate şeklini meydana çı. karmışlardır. On üçüncü gsırda ise, garpta Arap diye gösterilen jeograf Yakup ibn Abdullah ur - Rumi (1179 - 1229), 1224 tarihinde Musulda ikmâl ettiği altı ciltlik “Mucam ül-Buldan” ese- rinde, bu nehrin arapça el-Furât şek- lini ayni dilde “tatlı olmak” (su için) manasına gelen farut ve faruta keli- melerinden çıkarıyor. Bu dilde furat sözü has isim olmayarak ta “tatlı su” anlamını veriyor, nitekim bazan “ma ve miyahı furât ayni manada kullanıl. mıştır. Araplar bu nehire Şatt-al.F'ara da demişlerdi. Gök, milletlerin korunmasına en çok ehemiyet verdikleri bir sınırdır. Biz de kurban sürüle- rinden tayyare filoları çıkar- malıyız. Araplardan önce İbranilerin izah- larr da şu merkezde idi. Tevrat bir çok has isimlerin etimolojisini yap- mışken nehrin ibranice şekli olan Perath'ı izahsız bırakmış, ve buna gö- re de bu adın manalandırılması mu- ahher rabbinlerin işi olmuştur. Tev- hir” diye tefsir eder, öbür etimoloji ise EBuphrate şeklini grekçe olarak eu * phoras kısımlarına bölüp, ev'i “iyi”, phoras'ı ise “mahsul vermek” olarak manalandırıyor ve bu tefsire göre de Fırat, mahsuldarlığından ki- naye olarak “iyi mâhsul veren” nehir demek oluyor. Josephus'tan yarım asır önce, gene grekçe yazan büyük yahudi filozofu Philon (M. E. 20 - M. S. 40) Tekvin kitabımın şerhinde (7) Perath adını “mahsuldar” anlamına olan grekçe “Karpophoria” (lâtincesi frugifer) kelimesiyle terceme ediyor. Philon': un işaret ettiği veçhile ibranicede pö. râth “yemiş ağacı”, “pârah ise “do- ğurmak, mahsul vermek, tett€bbüt €t mek” manasınadır. Fırat nehrinin Süryani karşılığı o- lan Perath veya Ephrath adları da, ibrani ve grek şekillerine benzedik- leri için yerine göre bu asıllara tabi tutulurlar, Grekl SA Hîk olarak garb âlemine tanıtan Hero- dot olmuştur (kitab I, 180). Bu bü- yük müverrih Fıratın azamet ve fey- zubereketini uzun uzadıya ve şairane bir surette anlatırken, etimolojiye as- la yaklaşmamıştır. Fıratın grekçe kar. şılığı Euphrates muahher grekler ta- rafından öz grekçe telâkki edilmiş ve etimolojisi de ona göre yapılmış- tır. Bu kanaati greklerde uyandıran âmillerden biri de Euphrates sözü- nün ayni dilde insan adı olarak da kullanılmış olmasıdır; meselâ filozof EBuphrates'ın adı. Grekçede bu adı iki kısımdan ibaret sayarlar eu * phra- tes. Eu “iyi“ manasına gelir ve phra- tes de “akmak, seyr etmek, cereyan A H ŞA * hakkında şu malümatı da ilâve etmek yerinde olur. Grek mitolojisine göre Euphrates adı, bir eponim kahrama- nın (yani bir kabileye, şahsa veya ye. re ad veren) adından çıkmıştır. Bu. radaki kahraman, bir afrodit rahibe- sinin üç oğullarından biri ve Tigris'le Mezopotamya'nın kardeşi idi (9). Plutark'ın eserlerinden — sayılan “Nehirler ve dağlar hakkında” adlı kitapta (10) geçeçn bir hurafeye gö- re de, vaktiyle Arandakos adlı bir zatın oğlu Euphrates, bir gün kendi öz oğlu Axurtas'ın sadakatinden şüp- helenerek onu öldürdü. Sonra, bu kat- li haksız yere yapmiş olduğunu an- layınca, kendini Fırat nehrine attı, ve nehir de EKuphrates adını aldı. Çivi yazınım çözülüşüne kadar ile- ri sürülen bu tefsirleri şöyle hulâsa edebiliriz. a) Araplara göre : Furat farut — tatlı (su) b) İbranilere göre : Perath porath — mahsuldar (nehir) c) Greklere göre : Eyphrates eu * phrates — iyi akışlı (nehir) Gayri ilmiğ ve kontrolsuz bu gibi benzetmeler eğer etimoloji sayılabi- lirse o zaman biz de bu izahları türk- çedeki şu mukabilleri ile karşılryabi- liriz. 3 Furat adını Arapların farut'a ( — tatlı) irca ettikleri veçhile onun biz. de “nefis, lâtif” anlamına olan bur, bür ve pur temalarımızla izahına te. şebbüs edebiliriz. Ayni veçhile İbranilerin “mahsul- dar” medlülüne bağlanan Perath ve porath'a karşılık Türk dili “mahsul” manasına olan bar, bor (borluk — meyva bahçesi, borusa fidan) ver (verim) ve bir temalarını, hattâ Pera- th'la ayni morfolojide- bulunan birt ( — vergi, verilen şey) kelimesini çıkarabilir. Greklerin ev (—iyi) * frazo (— akmak) şeklinde yaptıkları etimolo- jiye gelince, onun da Türkçedeki mu- kabili şudur : Bizde oğ, of, ve uf te- maları “iyi, alâ ve nefis” anlamına- dırlar (oflaz, uflaz alâ, nefis; oğ- lağu — hoş); var, bar ve var temala- rından yapılmış varış ve yarış (yarız “-seri) sözleri ise “seyr etmek, cere- yan etmek, akmak” demek nlan grele çe (zazo'nun tam karşılığıdır. Bu tef. sirler Frrat adının hakiki etimolojisi | y olmamakla beraber, burada geçen a- rap, ibrani, grek ve Türk kelimelerini Güneş - Dil disipliniyle kontrol ede- RADYO Ankara: Öğle Neşriyatı : ,,, Muhtelif / neşriyatı — 12.50 Plâk: Türk musikis'| halk şarkıları — 1315 - 13.30 Dahili ve rici haberler Akşam Neşriyatı : ee çocuk temsili: (Ankara Şehir tiyatrosu! tistleri tarafından) — 19,00 Türk mus ve halk şarkıları (Makbüule Çakar ve 8! gdaşları)) — 19.30 Saat ayarı ve arabça riyat — 19.45 Türk musikisi ve halk kılarr (M. Karında ve arkadaşları) — İktsadi konuşma: Ş. Süreyya Aydemif 20.30 Plâkla dans musikisi — 21.00 Af haberleri — 21.15 Stüdyo salan orkesti l1 - Massenet: Arianne 2 - Ziehrer: Filles d'Eve 3 Lacome: Suite Laferia " 1) Les Taureaux - Sous le Balcon Sör? de - 3 Au Th&atre: Rossini Ouverti Barbier de S&eville — 21.55 - 22,00 Yarf program ve İstiklâl marşı İstanbul: Öğle Neşriyan . » A sikisi — 12,50 Havadis — 13.05 Plâkla ti musikisi — 13.30 - 14 Muhtelif plâk © riyatı. * Akş Nqnyatı : 18.30 Çocuk tiy rosu (Elveda Tiltil ve Mitil) — 19.00 V dia Rıza ve arkadaşları tarafından musikisi ve halk şarkıları — 19.30 musahabeleri: Eşref Şefik — 19,55 Bo haberleri — 20;:00 Cemal Kâmil ve arf daşları tarafından türk musikisi ve b şarkıları — 20.30 Ömer Rıza tarafından rabça söylev. — 20.45Fasıl saz heyeti: kuyanlar, İbrahim, Ali küçük Safiye: nun Muammer, klarinet Hamdi, tanbur $ lâhaddin, ut Cevdet Kozan, keman Cevdü (Saat ayarı) — 21.15 Tahsin ve arkada! i ve halk ğ ları — 21.50 Bedr.ye Tüzün: Şan stüdi orkestrası refakatiyle — 22.20 ORKESİ RA: 1 - Lehar: Eva, Potguarri. 2 - M sorgsky: danse persane. 3 - Micheli; Sâd nade. 4 - Rahmaninoff: Nocturne — 224 Ajans haberleri — 23.00 Plâkla sololar, © pera ve operet parçaları — 23,20 - 23. Son haberler ve ertesi günün programı. Avrupa: OPERA ve OPERETLER: 19.10 Münl — 19.15 Brüksel — 20.30 Milâno, Stkholf — 21 Milâno — 21.5 Brno — 21.10 Viyaf' — 21.30 Bordo, Paris Eyfel kulesi, ORKESTRA KONSERLERİ ve SEN FONİK KONSERLER: 12.35 Prag — ? Kolonya — 20.10 Kopenhag — 20.15 Bük reş — 20.55 Prağ — 21.30 Sottens — ğ Rüurdladeste — 279790 Lühesmkağ — & 'Tuluz, ODA MUSİKİSİ: 15.15 Prağ — 21 SOLO KONSERLERİ:; 16 Frankfur! London - Regional — 17 Berlin — 17.!/ Viyana — 17.,30 Stokholm — 18.20 Laypzil İN — 21 Beromünster, Breslav, ç NEFESLİ SAZLAR (Marş v. &.): 19.1 ü () (2) (3) (0 | maabure b ra t * - r(üt): uğHubturbHut (1) ağ (uğ) : ana köktür, ve umu- mi medluülün “tatlı” olduğuna göre, bu kökte parlaklık (letafet) ve sıcak- Irk (his) anlamınadır. (2) âf (bu) : bu anlamın, üzerinde tecelli ettiği obje veya süjeyi göste- rir. (3) ar (ur) : anlamın takarününü ifade eder. (4) ut (ut) : bunun olmuş olduğu- nu gösteren elemandır. Şu halde, farut veya bur (ut) leta- feti tekarrür etmiş bir obje demek ©o- lur, nitekim ipar, vıpar türkçede itri. yat ve misk demektir. (Aarkası var) etmek, söz söylemek” anl na olan sire göre filozof Euphrates “iyi söz akıtan, fesahat ve belâgatla söz söy- liyen”, nehir Euphrates ise “iyi su a- kıtan, güzel akışlı nehir” demek olur, ve greklerin kabul ettiği etimoloji de bu merkezdedir (8). Ermenilerin bu nehire verdikleri Ephrat adı da grek aslına raci gösterilir. Not olarak, grekçe Euphrates adı phrazo kelimesine irca edilir. Bu tef-| ( (1) “De Situ paradisi terrestris” 1726. $ 21 *Geographica Sacra”, I. Phaleg, 4. 1707 “De paradiso Terr”, s. 25 n *Talmud Berakhot 59 b, Midraş Bere- şith” (5) Onomast. Vatic., s. 191, nâsiri Paul de Lagarde (6) “Yudaiki Arkeologia” I. 39 (7) “Nomon ieron allegoria” I, 23 (8) “Kivotos tis ellinikis glossis” 1819 cilt 1L N B (3) (4) (9) Tamblichos: Dram. 8 (10) Pseudo - Plutarchos: Peri potamon ke oron, 20, 12.45 Budapeşte — 1925 London - R:' onal — 21.20 Königsberg — 22:20 Keza, HAFİF MÜZİK: 8.30 Breslav — 10. Frankfurt — 12 Breslav, Frankfurt — Breslav, Kolonya — 1845 Budapeşte 19.10 Breslav — 19.40 Droitwich — Laypzig. HALK MUSİKİSİ: Laypzig. DANS MÜZİĞİ: 19.10 Königsberg — 20 Berlin — 22.20 Viyana — 22.30.ı Lay:zil — 23 Floransa, Krakovi, Poste - Parisietl Roma, Vilna — 23.25 London - Regic' nal — 24 Lüksemburg. 19.10 - Kolo: ) Küçük İç Haberler X Yaban d ları — 15 kâ v velden 15 kânunusaniye kadar yurddâ 4131 yaban domuzu öldürülmüştür. Fare mücadelesinde ise 10 hektar yef tamamen, 120 hektara kısmen farederi temizlenmiştir. X Mütekaidlere maaş — İç Bakan” lık ikinci kânun ayı içinde muamelele * ribiten 17 yetime ve 8 mütekaide maa$ tahsis etmiştir. “— Oh, doktor ! Bugünlük bana müsaade edin! | drğ l hastal ” ıma, bazı âcil va- dedi. Görüyorsunuz ki ,bu b gezintimdir. Ve bu sefer iki elini birden demir çubuğa daya- yarak dalgın, şehre baktı : “— Fakat; diye söylendi. Fakat, bana bu Şehir'i sevdirenlerin, beni yer yüzünde bir cennet haya- liyle büyüleyenlerin, bana hemen nilecek bir başka hayat ni BİR SÜRGÜN kısık gülerek : hemen ilâhi de- AÇ K P | rin nerede oturduklarını bilmiyorum, Doktor Pienot, hastasına biraz neşe vermek için : ! “— Işte, dedi; tâ orada, şu kubbenin altındalar. nün uzak anasiyle bab F T Artık İIstan- ÜlüR . * otti. Ve eliyle «— Gerçek, onları — garabetlerinden dolayı — buldan gelen giden ktubl yalnız Albert meşgul oluyordu. Fakat, o kadar u- zaklardan haber getirmesini bilen bu savcı, bir de- fa olsun, kendi evine, kendi kız kardeşine dair ona bir havadis getirmiyordu. Kaç kere, J 8 D la, o evin içind doktor YAKUB “— Burada biraz bekleyiniz. Hizmetçi kadına söyliyeyim. Yatağmızı hazır etşin. “— Aman, sizi ne zahmetlere sokuyorum; dok- tor.. ne zahmet.. “— Hiç de değil; ben size kendi yatak bırakıyorum. KADRI yen : ziyetlerde fenni tavsiyelerde bulunmasını bilir. Colette, kırk beşlik, tombul, mavi gözlü, yüzlü bir kadım, doktor Hikmete, yavaşça, tatlı kısık “— Bana sataşıyor. Görüyor musunuz, bana na- D) sıl sataşıyor ? diyordu. Oda, sade, rahat ve temizdi Hasta müt “— Doğrusu size, nasıl teşekkür edeceğimi bile« miyorum; sözünü tekrar ediyordu. “— Iyileşmeğe bakınız. Bu, bana edeceğiniz te- odamı şekkürün en büyüğü olacaktır. Ve bahusus ve her şeyden evvel maneviyatınızı sağlam tutunuz ! De- başkalarmdan tecrid için bir künbetin altına ka- pamışlar. Orada kalsınlar. Zira, bunlar bir alay yalancıdır ve yalanları, o kadar tehlikelidir ki, iş- te, benim gibi bir zavallıyı yerinden, yurdundan eder ve bu kara âkibete mahküm kılar. Zira, beni, hiç yoktan, bir facianın kahramanı yapan onlar- dır. Ve Parisin gittikçe silinen panoromasına uzun we derin bir bakışla bir kere daha içine sindire sindire baktıktan sonra hekimin koluna girdi. “— Sizi, hiç bilmediğiniz kestirme bir yoldan Hikmet : “Evdekiler nasıllar ? Ne yapıyorlar ?” diyecek oldu; fakat, sual boğazında düğümlenip kaldı. Ne olacak ? Her halde Arlette, kendisini düşünmüyordu ya ! Zavallı kızcağız, bir zengince izdivaç hayali kurmuş; bunu elde edebilmek için aylarca bir sürü zahmetlere girmiş, bir takım an- garyalara katlanmış ve sonunda, her şey fiyaskoa olmuştu. Doktor Hikmet, ona karşı bir kin duyaca- ğı yerde, hâlâ, ona kta devam ediyord “— Ya siz ? “— Ben de, hastaları muayene ettiğim küçük odada yatıp kalkacağım. Orada, âlâ bir şezlong var, Bu tertib, benim için, her bakımdan, daha ra- hat ! Bir defa, bekleme saloniyle, yazı odamın daima tam bitişiğinde bulunacağım. Sonra, sabah- ları, yatağımdan çıkınca soğuk koridoru geçmek zahmetinden kurtulacağım. ve asıl, işin tuhafı, kendisinde, bir genç kızı izdivaç vadiyle iğfal etmiş bir adamın mesuliyetini, vicdan götüreceğim. Bu suretle Caulai t y ş tırmanmaktan kurtulacağız. Doktor Hikmet, içinden : “Hem de Rue des AkLh ’in di d 'y e ıll dedi. R“ des Abbesses ! Arlette ! Bu iki kelime, şimdi, ona uzak bir mazinin yankıları gibi geliyordu. Tam, beş aydan beri, bir defa olsun, Arlette'e rastgel- memişti. Hattâ, bütün bu müddet zarfında ne de b ve nihayet hicabını duyuyordu. Doktor Pienot , “— Gördünüz mü, bir kere ? Işte, çabucak ge- liverdik ! dedi. * Bereket ki, hekimin apartmanı ikinci kattadır. Zira, doktor Hikmet, diden nefes nefi idi. Evden içeri girince, hemen, bir koltuğun içine yı- ğgılrverdi. b Dol Hikmetin, protestoya bile mecali yokdu. O, artık, bu hayırhah ad lind desiz, cansız bir şey gibiydi. Biraz sonra, onu, kaldırdı- lar, soydular, yatırdılar ve o, yalnız : “— Merci, merci, merci !... diyordu. Dr. Pienot, kendisine yardım eden hizmetçi ka- dını işaret ederek : “— Bizim Colette mükemmel bir hasta bakıcı- dır; dedi. On beş yıldır benim yanımda çalışır. O- nu yalnız ev işleriyle meşgul sanmayın ha ! Hem lâboratuar işlerinden anlar; hem de ben evde bu- mincek, Parisi seyrederken bana bir söz söyledi. niz. O yüzden, size, çok kırıldım. Şimdi de, işte, şimdi de gözleriniz yaşarıyor ! Bu ne demek ?.. “— Ah, doktor; ne kadar zaman, ne kadar za- man var ki, iylik nedir, şefkat nedir, unutmuştum. Burada kendimi adetâ, babamın evine dönmüş ve çocukluk yatağıma girmiş sanıyorum, Bunları söylerken sesi o derece titriyordu ki, Dr. Pienot, onu yalnız bırakıp dışarıya — çıkmağı ter- cih etti. Lâkin yalnız kalınca, doktor Hikmeti, da- ha ağır bir hüzün kapladı. Demincek, manasının bütün derinliğini ölçmeden söylediği bu söz, bu “kendimi babamın evine dönmüş ve çocukluk ya- tağıma girmiş sanıyorum.” sözü, birden bire, na- zarında trajik bir belâgat aldı. Bu, sanki, onun ru- hundan yırtılarak | bir “kaybolmuş >R in yanık ilâhisi, onulmaz bir sıla derdinin derin iniltisi, bir sonsuz “eyvah” idi. - mâ(_&nu var)