27 Şubat 1937 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

_ ee e V PP ULUS — itimadını kazanmış olan da Franko'dur. - Tezadlarla dolu bir memleket — taht olan Madrid bir ispanyol birliği 4 ( Yabancı basında okuduklarımız ) General Franko- nun yabancılar le- jiyonunda — biribi- riyle çarpışan fa- şist ve karlist ide- raf ederek harab İspanyada ölüme Taburun bayra- ğa şereflidir; çün- kü o lejiyonerlerin kanını temsil eder, her millet cesur- ur. Önümüzdeki olojileri arasmda- ha o9 d Tei ee v nlı Le jiyonerler .:-7 leketin en cesur ol- olmuş olan memle- duğunu göstermek- ketin muhtaç bulunduğu asayiş ve intizamı vermek üzere bir yeni İspanya Tu- hu uyandırmağa çalıştığı anlaşılmaktadır. “Tercio” adı verilen bu yabancı lejiyonlar olmaksı- zın askeri harekete giriş- mek ve bir zafere ulaşmak imkânı bulunamazdı. daha zordur. Deyli Telegraf gazetesinin İspanya'daki âsi kuv- vetlerle beraber bulunan muhabiri Pembrok Ste- fens gazetesine İspanyadaki lejiyonerlerin vazi- yetine dair çok şayanı dikkat bir yazı yazmıştır. Bu yazıya göre Eğer Franko zaferi temin etse bile bundan sonra memlekette birliği kurmak için ya- pacağı daha çok şeyler vardır. Bu da harbtan tir. Yaşasın İspanya! Ya- şasın lejiyon ! Bu esaslar, istisnasız, yerine getirilir. Bir yaralı arkadaşı kurtarmak için bir takımın öldüğü görül- müştür, Bir defa sıkı ve uzun bir yürüyüş eşnasın- da bir taburdan dört kişi ölmüştür; bunlar ölü ola- Bunlar, âsilerin bazı mu- vaffakiyetlerini temin yolunda başlıca âmil ormuşlardır. Şimdi Franko sulhu pekiştirmek hususunda da onlardan istifade etmek dileğindedir. Tercio subayları yarı ciddi, yarı alay şu sözleri söylemektedirler: “Mad ridden sonra Barselona ve cenub. Son- ra fethedilmiş olan memleketi temizle- mek için geriye döneceğiz.” Tasavvura göre Tercio kuvetleri kırk tabura çı- karılacak ve bunlar, asayişin esasını kuracaklardır. Birlikten mahrum İspanya İspanyol ordusunun Fasta mağlüb olmasından sonra İspanyanın prestiji- ni Tercio kurmuştu. Saragossa'da aske- ri bir akademi tesis ederek ordunun Son harblarda iş görmüş ve işe yara - mış olan subayların çoğu bir defa Ter- cio'ya girip çıkmışlardır. Franko, mes- lek hayatının büyük bir kısmını bura- da geçirmiştir. Bir gözü ile bir kolunu Afrikada kaybetmiş olan General Mil- lan - Astray, ise Tercio'yu tesis etmiş- edilebilir. Bundan birkaç hafta önce Franko faşist ve karlist milisleri ordu ile bir - leştirmek teşebbüsünde bulunmuştur. Zannıma kalırsa zafer kazanıldıktan sonra bu teşebbüs tekrarlanacaktır. Çün- kü bu yapılmadıkça İspanyada birlik tesisine imkân yoktur. Bu Tercio'lar içinde her nevi ve her cinsten adamlara tesadüf edilir: karak- tersizler, iyi bir maziye sahib olmryan- lar, topatmış adamlar, serseriler, hır- sızlar, macera düşkünleri. Bunları bir disiplin altına almak mühim bir mesele olmuştur. Bugün bu türlü türlü adam- lar birleşik bir cephe halinde çalışmak- tadırlar. ranmaktır. etmelidir. İspanya, tezadlarla dolu karmakarı- şık bir lekettir. Memleketin, coğ- Tafya bakrmından birliği varsa da 1ırk bakımından vaziyet hiç de öyle değil - dir. Katalonyalrlarla Bask'lar, çoğu es- ki faslı sülâlesinden gelmiş olan endü- lüslülerden tamamiyle farklı 1ırklara mensupturlar. Sunâ bir surette kurulmuş bir payı- get iştir. Her eyalet, bir Böğka klilür pepiede we ötekilerine im < tünlük davasındadır. İspanyanın bir parçası nasyonalist, öteki parçası kızıl- dır. Nasyonalistler faşist ve karlist ol- mak üzere iki kısma ayrılmıştır. Kı- zıllar ise daha fazla kısımlara bölün - müşlerdir. İspanyanın bu birlikten u- zak hali yüzünden şöyle bir darbımeseli çıkmıştır: “Anam Kastil- yalr, karım Asturya'lı, metresim endü- lüslü, daktilom Katalonyalı olsun.,, Bir lejiyonerin tarifi Zannıma göre Franko, bugün Ter- cio saflarındaki lejiyonerler nasıl bir nizam ve disiplin içinde iseler, İspanyaya da aynı şekilde disiplin ver- mek fikrindedir. Bu da ancak mistisizmini bütün ispanyollar arasın » da yapmakla olur ki bu işe de başlan - mış bulunmaktadır. İspanyol yabancı lejiyonu, fransız yabancı lejiyonundan farklıdır. Bu, ha- kikatte yabancı lejiyonu değildir. Bun- ların yüzde sekseni gönüllüleri İspan- yol, geri kalanı ise portekizlidir. Bu - nun teşkilâtı tipik olarak ispanyol usu- lündedir ve bütün ispanyollara tatbik ispanyol 'Tercio'nun âkidesi şudur tir. “ Lejiyoner ruhu birliktir. gözü kapalı olarak savaşmaktır. Vazi - fesi düşmanla kendi arasındaki mesa « feyi hemen kısaltmak ve süngüye dav- Harbta Arkadaşlık ruhu şöyle olmalıdır ki her lejiyoner, harb sahasında yaralanan bir arkadaşını, kendisi ölüm tehlikesi- ne maruz da olsa, bırakmamağa yemin Kendisi bir defa “lejiyon bana ye- tiş!,, feryadını duyar duymaz, ne pa- hasına olursa olsun, yaralının yardımı- na koşmalıdır. - Bir lejiyoner, hiç bir yürüyüşten ay- rTılmamalı, vücudu zinde ve sağlam ol - malıdır. Yorgunluktan, iztırabtan, açlık- tan, susuzluktan, uykusuzluktan kork « mamalı, her işi başarmalı, siper kazma- İr, toprakları itmeli, hulâsa, kendisin - den istenen her işi görmelidir. Lejiyonun ve lejiyonerin vazifesi, gece gündüz, nerede ateş varsa oraya, ıîmîrli weya emirsiz, koşmak olmalıdır. O, ölünceye kadar itaatlı olmalı, gün, hafta, ay veya sene saymaksızın, durup dinlenmeksizin savaşmalıdır. Ö- lüm, ancak bir defa gelir. Ölüm iztı - rabsız gelir. Ölmek, göründüğü kadar dehşetli bir şey değildir. En feci olan sey bir alçak ve bir korkak olarak ya - şamaya devam etmektir. rak yere serilinceye kadar yürümekten geri kalmamışlardır. Bu ölüm mistisizmi hızla yayılmak- tadır. Lejiyona girmek istiyen bir ace- miye şu sual sorulur: — Niçin girmek istiyorsun? Bunun cevabı şudur: — Vatanrma hizmet için. Subay: — Bu kadarı kâfi değildir. Ben öl - mek istiyorum! demelisin! der. I Lejiyonerlerin söyledikleri şarkılar bütün — arasında en tipik olanı şudur: “Tercio'da kimse, bu kadar cesur ve Tercâo — mağrur olarak adını yazdıranın kim ol- duğunu bilmedi. “ Kimse, onun hikâyesini bilmedi; yalnız Tercio, bir insanın göğüsünü ke- miren bir kurt gibi bir ıztrrabın onu ze- delediğinden şüphelenir. “ Eğer biri, onun adını soracak olur- sa o hüzünlü fakat sert şu cevabı verir: “ Ben, kendisini hâdiselere kapıp koyuvermiş bir insanım; ben ölümle nrşanIıyım. Ve bu sadık dostuma bütün gücümle sarılacağırm.” Lejiyonerler, o kadar talilerine bağ- lanmış kimselerdir ki başlarına çelik miğferler giymezler. Kendi püsküllü kasketlerini tercih ederler. Bunlar her manevrede, her yürüyüşte ve her harb- ta kendi taburlarının bayraklarını taşır- lar. Millan Astray, bütün neferlere “le- jiyonun efendisi,, diye hitab eder. Bun- lar, “bizi çabuk hareketten alıkoyuyor,, diye tank gibi modern silâhlar karşı - sında sızlanırlar. Bunlar, hücum için iyi havayı beklemeği de lüzumsuz sa - yarlar ve “bizim hücumlarımız için ye- rin ıslak olması bir pürüz değildir,, derler. Lejiyonda disiplin dayak, yumruk gibi sert vasıtalarla temin edilir. Bu lejiyonlar, harbta dehşetli zayi- at verdikleri halde gene ruhları değiş - memiştir. Başlangıçta 600, mevcudlu on tabur vardı. Bunlar bütün sıkıntılara göğüs germişlerdir. Her taburda 22 su- bay vardır. Şimdi beşinci taburda ilk neferlerden ancak 2 kişi kalmıştır. ve bütün taburlarda ölen we yaralanan subayların sayısı 65 kişiyi bulmuştur. Altıncı taburda 600 kişiden 500 ta- nesi yaralanmış veya ölmüştür. Bu zayiatın çoğu Madrid'de Casa de Cam- Bir alman pilotunun tayyaresi ile İspanyaya gelen bir çavuş, yere indik- ten bir kaç dakika sonra harba girip ateş ettiğini bana söyledi. 27 - 2 - 1937 —a Modern Türkiyeye dair Londrada bir konferans Son posta ile gelen Great Britain and the East dergisinde okunduğuna göre “Orta asya cemiyeti” geçen hafta Lord Loyd'un başkanlığı altında toplanmış ve bu toplantıda Sir Denison Ross “Ye- ni Türkiyenin kuruluşu” hakkında bir hitabede bulunmuştur. Hatib, modern Türkiye mucizesini Aanlayabilmek için önce osmanlı imparatorluğunun yük- l ine ve düş ine dair malümat sahibi olmak lâzım geldiğini söyliyerek sözlerine başlamış ve kısaca şunları an- latmıştır. — Türkler onuncu asrın sonunda orta ve yakın şark tarihinde büyük rol- ler oynamışlardır. Osmanlı imparator- luğunun ilk temeli küçük Asyada ku- rulmuştu. Anadoluya ilk ayak basan müsliman- lar, Selçuk türkleridir ki bunlar bir çok vilâyetleri zabtetmişler, merkezi Kon- ya olmak üzere bir devlet ve bir hane- dan kurmuşlardır. On üçüncü asrın or- talarında bütün orta Asya ile Avrupa- nın şarki kısımlarından bir çoğu mon- gol'lar tarafından istilâlaya uğramış ve bunlar 1258 inde Abbasiye hükü- metine nihayet vermişlerdi Bu mongol istilâsının önünde Selçukiler kırılmış- lar, böylece osmanlılara yol açılmıştı. Osmanlılar, iki türlü mirasa kon- dular: Bir taraftan dünyanın en bü- yük islâm devleti haline geldiler, bir taraftan da hıristiyan Bizans impara- torluğunun varisi oldular. Mongollar tarafından hilâfetin, Frank'larla Lâtin- ler tarafından da Bizansın tahrib edil- mesi osmanlılara bu fırsatları vermişti. Sir Dewison Ross, osmanlı tarihi- ni etraflıca inceledikten sonra impara- torluk içinde genç türk partisinin na- sıl vücuda geldiğini anlatmıştır. Hatibe göre 1859 senesinde birinci Abdülmecidin zamanında tanzimat baş- lamış ve bu ikinci Hamidin zamanında 1876 senesine kadar sürmüştür. Sultanın müstebid hareketleri üze- rine meşrutiyetin ilânı maksadiyle ça- lışan gizli cemiyetler kurulmuştur. Bu asrın başındanberi genç türkler, eski rejimi devirmek için hazırlıklar yapmakta idiler. Bunların Paris'te merkezleri vardı, fakat sultanla maiye- tinden başka kimse bunların ciddiye almıyordu. 1908 de bunların merkezi bir ihtilââ yapmak maksadiyle Selâni- ğe nakledildi. O sene, Mahmud Şevket paşanın - bugünkü Irak Başvekili Hik- met Süleymanın kardeşi - kumandasın- da bulunan orduları sultanı devirdi ve hapsetti. Bu sırada, modern Türkiyenin kur- tuluşu ile adı daima anılan bir şehsiyet sahneye çıkıyordu: Mustafa Kemal. Hatib, Mustafa Kemalin hayat ve mesleği hakkında uzun boylu sözler söy- lemiş ve onun büyük harbte merkezı Avrupa devletlerinin muzaffer olaca- ğına inanmadığını, zafer kazanırlarsa Türkiyenin alman boyunduruğu altmna gireceğini önceden gördüğünü anlatmış- tır. R S nison Ross, bundan sonra türk inkilâbını anlatmağa başlamış, Kema- list rejimde başarılan muvaffakiyetler- den pek azının osmanlı imparatorluğuna da başarılabileceğine işaret etmiş, hu- dudların tahdid edilmesi, arab vilâyet- lerinin sınır dışında kalmasının cumhu- riyetin bir çok muvaffakiyetlerine ko- layca imkân verdiğini bildirmiştir.. Hatib, Atatürkün muasır başka bü- yük adamlardan nasıl farklı olduğunu izah ederek hitabesini tamamlamıştır.1 Evvelâ, hatırlamamız lâzım gelir ki 0, cesur ve müstesna bir asker olarak vatanını kurtarmış, sonra uzakları gö- ren kudretli bir idareci olarak da devle- ti kurtarmıştır. Bu suretle Türkiye cumhuriyetinin ilk reisi olduğu zaman, milletinin kendisine verdiği “kurtarıcı,, sıfatına iki defa hak kazanmıştır. Kendisi pek alâ rahat yaşayabilir.. ken bütün tehlikleri göze alarak ortaya atılmış, memleketinde arzu ettiği bü. tün mücsseseleri, adetleri ve ananeleri ortadan kaldırmıştır. Cesaretine misal olmak üzere türk hükümet merkezini İstanbuldan Ankaraya kaldırılmasını a- labiliriz. İhtimalki bu, Atatürk'ün en büyük tour de forcei olmuştur. Hatib burada İstanbulun bugünkü halinden, de bahsederek edebiyat yap- maktan kendini kurtaramamış, sonra Türk ve İngiliz hükümetleri arasındaki dostluğun artmasından duyduğu mem- nuniyeti anlatmış, arkeolojik kazılarda ve tarihi araştırmalarda Türkiyenin gös terdiği kolaylıkları anlatarak bu arada profesör Baketer ile profesör Vittemor un İstanbuldaki çalışmalarına sözü ge- tirmiş, böylece hitabesi bitirmiştir. istanbulda — ULUS Gazetemizi İstanbul okuyucularımız KÖPRÜDE: Kadıköy iskelesinde gazeteler bayiü KEMAL'de. BEYOĞLUNDA: Haşet ve şubelerinde FATİH'DE: Tramvay durak mahallinde gazete bayii Mehmet Bıyık'da BEYAZIT MEYDANINDA: Aksaray ve Topkapı tramvay durak mahallinde tütüncü Bay Hamdi ve İshak SULTAN AHMET AYASOFYA KARŞISINDA ; Tramvay durağmda tütüncü Bay Kâmil'de ULUS satılmaktadır. Tefrika 1x0: 74 İKİNCİ Yazan: Rudyard Kipling Çeviren: Nurettin ARTAM Bir kuş, yeni duyduğu kokulardan keyf - lenerek ötmeye başlar, öteki kuşlar onun ar- kasından ötüşürler, Kaingunga kayaların- dan, bir kartalın çığırması ile bir atın kişne- mesi arasında bir ses olan Baghira'nın nağ- rası duyulurdu. Yeni tomurcuklanan üst dal- lardan Bandar - log'ların haykırışları gelir, ©o zaman Movgli de öten kuşlara göğsünü dolduran nefesle bir cevab vermek ister; fa- kat bahtsızlık o nefesi, boşu boşuna, alır, - Hertarafa göz gezdirir, dalların üze- rinde eğlenen maymunlarla aşağıda dola- şan renkli kuşlardan başka hiç bir şey göre- mezdi. Bir aralık Mor isimli kuş: - Kokular değişti küçük kardeş, diye seslendi, uğurlu avlar, fakat sen niye cevap vermiyorsun ? Atmaca Çil ile eşi de: — Uğurlu avlar, dediler, küçük kardeş alçalıp Movgli'nin burnuna o kadar yakın uçtular ki tüylerinden birisi değdi. Hafif bir bahar yağmuru, Cengel'de bu- na fil yağmuru denir. Yarım millik bir çev- re içinde yağmağa, körpe yaprakları ıslatıp sallamağa başlamıştı; gök yüzünde kat- merli bir eleyimsağma olmuştu ; hafif ha- fif gök gürlüyordu. Bir dakika içinde bir bahar vızıltısı duyuldu. Arkasından süküt başladı. Fakat bütün Cengel mahlükları birden ağızlarını açıvermişlerdi. Movegli'den başka hepsi. Movegli, kendine: — İyi yemek yedim, dedi, adam akıllı su da içtim. Kaplunıbağa onun temiz bir yemek olduğunu söylediği mavi benekli kuşu ısırdığım zamanki gibi boğazım yanım gırtlağım küçülmeyor da. Fakat midem pek ağır; bu yüzden Baghira'ya ve başkalarına, kendi milletim olan Cengel halkına kötü kötü sözler söyledim. Şimdi ateşten yanı- yorum; şimdi üsüyorum; biraz sonra ise ne sıcak duyuyorum, ne de soğuk; fakat göre- mediğim şeyler için öfkelenip duruyorum. Huhu! bir kuş yapınak zamanıdır! Bu gece sınırları geçeceğim. Şimaldeki sazlıklara doğru bir bahar koşusu yapmak, sonra tek- rar dönmek lâzıın. Kolay kolay uzun müd- det avlandım. Dört kardeş de benimle be- raber gelecekler; çünkü beyaz kurtlar ka- dar semirdiler. Seslendi; fakat dörtlerden hiç birisi ce- vap vermedi. Onlar ses alamıyacak kadar uzaktaydılar; sürünün öteki kurtlariyle bir- lizte ilk bahar şarkıları - ay ve Hind geyiği şarkıları - söyleyorlardı. Çünkü bahar ge- lince Cengel halkı gündüzle gece arasında pek az fark gözetir olurlar. Movgli, daha yüksek perndeden bağırdı. Fakat sesin dal- lar arasındaki kuş yuvalarını tartaklamak icin dolaşan benekli ağac kedisi Maiu'nun eğlenen sesinden baska bir cevap çıkmadı. Puntun üzerine tepeden tırneğa kadar öfke i'e titredi ve bıçağını yarısına kadar çekti. Biraz sonra, her ne kadar kendisini gören hiç kimse yok idise de, Büyük bir aza- metle, tepeden aşağı koşmağa başladı; çe- neosi yu arıda, kirtpikleri aşağıda idi. Fakat Cengeililerden hiç birisi kendine tek sü- al olsun sormadı;. çünkü hepsi, kendi iş- leriyle meşgullerdi. Movgli, böyle düşünmeğe pek de haklı olmadıgını bile bile kendi kendine diyor- du ki: — Evet, kırmızı Dhole, Dekkan'dan yine gelsin ve kırmızı çiçek Bambo'ların arasında dansa başlasın, o zaman bütün Cengel halkı büyük fil isimleri vererek Movgli'ye koşarlar. Fakat şimdi, baharın gözü çiçeği kızarır ve Mor kuşu çıplak ba«< caklarını göstere göstere bahar oyunlarr oynarken hepsi Tabaki kadar çılğınlaşmış«m lar... Beni satın alan boğanın başı için... Ben, bu Cengelin üstadımıyım, değilmiyim ? Sus! Orada ne yapıyorsunuz ? Sürüden bir çift kurt, tepenin altında dolaşıyor ve nerde döğüşebileceklerini kes- tirebilmek için açık topraklara bakıyor- lardı. (Hatırlarsınız ki Cengel yasası, sürü « nün göreceği yerlerde döğüşmeği yasak etmiştir.) İkisinin boyun damarları tel ka- dar sedtlenmişi; gazablı gazablı geriniyor va ilk görecekleri ava atılmağa hazırlanıyor-, lardı. (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: