ULUS Yabancı General Franko- nun yabancılar le- jiyonunda — biribi- riyle çarpışan fa- basında okuduklarımız iİspanyada ölüme 'Taburun bayra- ğa şereflidir; çün- kü o lejiyonerlerin kanını temsil eder, her millet cesur- i ist ide- !ı!îiîî:'îk“:r;:md;- -d BU dur. Önümüzdeki S 2 - ki rekabeti berta- l l oner er vazife, hangi mem- £ ederek harab leketin en cesur ol- n duğunu göstermek- olmuş olan memle- ketin muhtaç bulunduğu asayiş ve intizamı vermek üzere bir yeni İspanya Tu- hu uyandırmağa - çalıştığı anlaşılmaktadır. “Tercio” adı verilen bu yabancı lejiyonlar olmaksı- zın askeri harekete — giriş- mek ve bir zafere ulaşmak imkânı bulunamazdı. Bunlar, âsilerin bazı mu- vaffakiyetlerini temin yolunda başlıca &mil omuşlardır. Şimdi Franko sulhu pekiştirmek hususunda da onlardan istifade etmek dileğindedir. Tercio subayları yarı ciddi, alay şu sözleri söylemektedirler: “Mad ridden sonra Barselona ve cenub. Son- ra fethedilmiş olan memleketi temizle- mek için geriye döneceğiz.” Tasavvura göre Tercio kuvetleri kırk tabura çı- karılacak ve bunlar, asayişin esasını kuracaklardır. Birlikten mahrum İspanya İspanyol ordusunun Fasta mağlüb olmasından sonra İspanyanın prestiji- ni Tercio kurmuştu. Saragossa'da aske- ri bir akademi tesis ederek ordunun yarı “ âtimadını kazanmış olan da Franko'dur. Son harblarda iş görmüş ve işe yara - mış olan subayların çoğu bir defa Ter- cio'ya girip çıkmışlardır. Franko, mes- lek hayatının büyük bir kısmını bura- da geçirmiştir. Bir gözü ile bir kolunu Afrikada kaybetmiş olan General Mil- lan - Astray, ise Tercio'yu tesis etmiş- ştir. Bundan birkaç hafta önce Franko faşist ve karlist milisleri ordu ile bir - leştirmek teşebbüsünde bulunmuştur. Zannıma kalırsa zafer kazanıldıktan sonra bu teşebbüs tekrarlanacaktır. Çün- kü bu yapılmadıkça İspanyada birlik tesisine imkân yoktur. Bu Tercio'lar içinde her nevi ve her cinsten adamlara tesadüf edilir: karak- tersizler, iyi bir maziye sahib olmıyan- lar, topatmış adamlar, serseriler, hır- sızlar, macera düşkünleri. Bunları bir disiplin altına almak mühim bir mesele olmuştur. Bugün bu türlü türlü adam- lar birleşik bir cephe halinde çalışmak- tadırlar. Tezadlarla dolu bir memleket İspanya, tezadlarla dolu karmakarı- şik bir memlekettir. Memleketin, coğ- Tafya bakımımdan birliği varsa da 1ırk bakımından variyet hiç de öyle değil - dir. Katalonyalrlarla Bask'lar, çoğu es- ki faslı sülâlesinden gelmiş olan endü- lüslülerden tamamiyle farklı ırklara mensupturlar. Suni bir surette kurulmuş bir payı- — taht olan Madrid bir ispanyol — birliği vücuda getinememiştir. Her eyalet, bir başka dilin peşinde ve ötekilerine üs - tünlük davasındadır. İspanyanın bir Parçası nasyonalist, öteki parçası kızıl- dır. Nasyonalistler faşist ve karlist ol- Tefrika 1x0: 74 Deyli Telegraf gazetesinin İspanya'daki âsi kuv- vetlerle beraber bulunan muhabiri Pembrok Ste- fens gazetesine İspanyadaki lejiyonerlerin vazi- yetine dair çok şayanı dikkat bir yazı yazmıştır. Bu yazıya göre Eğer Franko zaferi temin etse bile bundan sonra memlekette birliği kurmak için ya- pacağı daha çok şeyler vardır. Bu da harbtan daha zordur. mak üzere iki kısma ayrılmıştır. Kı- zıllar ise daha fazla kısımlara bölün - müşlerdir. İspanyanın bu birlikten u- zak hali yüzünden şöyle bir ispanyol darbımeseli çıkmıştır: “Anam Kastil- yalı, karım Asturya'lı, metresim endü- lüslü, daktilom Katalonyalı olsun.,, Bir lejiyonerin tarifi Zannıma göre Franko, bugün Ter- cio saflarındaki lejiyonerler nasıl bi nizam ve disiplin içinde iseler, bütün İspanyaya da aynı şekilde disiplin ver- mek fikrindedir. Bu da ancak Tercio mistisizmini bütün ispanyollar arasın « da yapmakla olur ki bu işe de başlan - mış bulunmaktadır. İspanyol yabancı lejiyonu, fransız yabancı lejiyonundan farklıdır. Bu, ha- kikatte yabancı lejiyonu değildir. Bun- ların yüzde sekseni gönüllüleri İspan- yol, geri kalanı ise portekizlidir. Bu - nun teşkilâtı tipik olarak ispanyol usu- lündedir ve bütün ispanyollara tatbik edilebilir. Tercio'nun âkidesi şudur : “ Lejiyoner ruhu birliktir. Harbta gözü kapalır olarak savaşmaktır. Vazi - fesi düşmanla kendi arasındaki mesa « feyi hemen kısaltmak ve süngüye dav- ranmaktır. Arkadaşlık ruhu şöyle olmalıdır ki her lejiyoner, harb sahasında yaralanan bir arkadaşını, kendisi ölüm tehlikesi- ne maruz da olsa, bırakmamağa yemin etmelidir. Kendisi bir defa “lejiyon bana ye- tiş!,, feryadını duyar duymaz, ne pa- hasına olursa olsun, yaralının yardımı- na koşmalıdır. Bir lejiyoner, hiç bir yürüyüşten ay- rılmamalı, vücudu zinde ve sağlam ol - malıdır. Yorgunluktan, iztırabtan, açlık- tan, susuzluktan, uykusuzluktan kork « mamalı, her işi başarmalı, siper kazma- lr, toprakları itmeli, hulâsa, kendisin - den istenen her işi görmelidir. Lejiyonun ve lejiyonerin vazifesi, gece gündüz, nerede ateş varsa oraya, emirli veya emirsiz, koşmak olmalıdır. “ ©, ölünceye kadar itaatlr olmalı, gün, hafta, ay veya sene saymaksızın, durup dinlenmeksizin savaşmalıdır. Ö- lüm, ancak bir defa gelir. Ölüm iztı - rabsız gelir. Ölmek, göründüğü kadar dehşetli bir şey değildir. En feci olan şey bir alçak ve bir korkak olarak ya - şamaya devam etmektir. tir. Yaşasın İspanya! Ya- şasın lejiyon ! Bu esaslar, istisnasız, yerine getirilir. Bir yaralı arkadaşı kurtarmak - için bir takımın öldüğü görül- müştür, Bir defa sıkı ve uzun bir yürüyüş esnasın- da bir taburdan dört kişi ölmüştür; bunlar ölü ola- rak yere serilinceye kadar yürümekten geri kalmamışlardır. Bu ölüm mistisizmi hızla yayılmak- tadır. Lejiyona girmek istiyen bir ace- miye şu sual sorulur: — Niçin girmek istiyorsun? Bunun cevabr şudur: — Vatanrma hizmet için. Subay: — Bu kadarı kâfi değildir. Ben öl - mek istiyorum! demelisin! der. ı Lejiyonerlerin söyledikleri şarkılar arasında en tipik olanı şudur: “Tercio'da kimse, bu kadar cesur ve mağrur olarak adını yazdıranın kim ol- duğunu bilmedi. “ Kimse, onun hikâyesini bilmedi; yalnız Tercio, bir insanın göğüsünü ke- miren bir kurt gibi bir ıztrrabın onu ze- delediğinden şüphelenir. “ Eğer biri, onun adını soracak olur- sa o hüzünlü fakat sert şu cevabı verir: “ Ben, kendisini hâdiselere kapıp koyuvermiş bir insanım; ben ölümle nrşanlIıyım. Ve bu sadık dostuma bütün gücümle sarrlacağım.” Lejiyonerler, o kadar talilerine bağ- Janmış kimselerdir ki başlarına çelik miğferler giymezler. Kendi püsküllü kasketlerini tercih ederler. Bunlar her —manevrede, her yürüyüşte ve her harb- ta kendi taburlarının bayraklarını taşır- lar. Millan Astray, bütün neferlere “le- jiyonun efendisi,, diye hitab eder. Bun- lar, “bizi çabuk hareketten alıkoyuyor,, diye tank gibi modern silâhlar karşı - sında sızlanırlar. Bunlar, hücum — için iyi havayı beklemeği de lüzumsuz sa - yarlar ve “bizim hücumlarımız için ye- rin ıslak olması bir pürüz değildir,, derler. Lejiyonda disiplin dayak, yumruk gibi sert vasıtalarla temin edilir. Bu lejiyonlar, harbta dehşetli zayi- at verdikleri halde gene ruhları değiş - memiştir. Başlangıçta 600, mevcudlu on tabur vardı. Bunlar bütün - sıkıntılara göğüs germişlerdir. Her taburda 22 su- bay vardır. Şimdi beşinci taburda ilk meferlerden ancak 2 kişi kalmıştır. ve bütün taburlarda ölen ve yaralanan subayların sayısı 65 kişiyi bulmuştur. Altıncı taburda 600 kişiden 500 ta- mesi yaralanmış veya ölmüştür. Bu zayiatın çoğu Madrid'de Casa de Cam- po'da verilmiştir. Bir alman pilotunun tayyaresi ile İspanyaya gelen bir çavuş, yere indik- 'ten bir kaç dakika sonra harba girip ateş ettiğini bana söyledi. 27 - 2 - 1937 —a |M0dern Türkiyeye dair Londrada bir konferans Son posta ile gelen Great Britain and the East dergisinde okunduğuna göre “Orta asya cemiyeti” geçen hafta Lord Loyd'un başkanlığı altında toplanmış ve bu toplantıda Sir Denison Ross “Ye- ni Türkiyenin kuruluşu” hakkında bir hitabede bulunmuştur. Hatib, modern Türkiye mucizesini anlayabilmek için önce osmanlı imparatorluğunun yük- selmesine ve düşmesine dair malümat sahibi olmak lâzım geldiğini söyliyerek sözlerine başlamış ve kısaca şunları an- latmıştır. — Türkler onuncu asrın sonunda orta ve yakın şark tarihinde büyük rol- ler oynamışlardır. Osmanlı imparator- luğunun ilk temeli küçük Asyada ku- rulmuştu. Anadoluya ilk ayak basan müsliman- lar, Selçuk türkleridir ki bunlar bir çok vilâyetleri zabtetmişler, merkezi Kon- ya olmak üzere bir devlet ve bir hane- dan kurmuşlardır. On üçüncü asrın or- talarında bütün orta Asya ile Avrupa- nın şarki kısımlarından bir çoğu mon- gol'lar tarafından istilâlaya uğramış ve bunlar 1258 senesinde Abbasiye hükü- metine nihayet vermişlerdi Bu mongol istilâsının önünde Selçukiler kırılmış- lar, böylece osmanlılara yol açılmıştı. Osmanlılar, iki türlü mirasa kon- dular: Bir taraftan dünyanın en bü- yük islâm devleti haline geldiler, bir taraftan da hıristiyan Bizans impara- torluğunun varisi oldular. Mongollar tarafından hilâfetin, Frank'larla Lâtin- ler tarafından da Bizansın tahrib edil. mesi osmanlılara bu fırsatları vermişti. Sir Dewison Ross, osmanlı tarihi- ni etraflıca inceledikten sonra impara- torluk içinde genç türk partisinin na- sıl vücuda geldiğini anlatmıştır. Hatibe göre 1859 senesinde birinci Abdülmecidin zamanında tanzimat baş- lamış ve bu ikinci Hamidin zamanında 1876 senesine kadar sürmüştür. Sultanın müstebid hareketleri üze- rine meşrutiyetin ilânı maksadiyle ça- lışan gizli cemiyetler kurulmuştur. Bu asrın başındanberi genç türkler, eski rejimi devirmek için hazırlıklar yapmakta idiler. Bunların Paris'te merkezleri vardı, fakat sultanla maiye- tinden başka kimse bunların ciddiye almıyordu. 1908 de bunların merkezi bir ihtilâl yapmak maksadiyle Selâni- ğe nakledildi. O sene, Mahmud Şevket paşanın - bugünkü Irak Başvekili Hik- met Süleymanın kardeşi - kumandasın- da bulunan orduları sultanı devirdi ve hapsetti. Bu sırada, modern Türkiyenin kur- tuluşu ile adı daima anılan bir şehsiyet sahneye çıkıyordu: Mustafa Kemal. Hatib, Mustafa Kemalin hayat ve mesleği hakkında uzun boylu sözler söy- inkilâbını anlatmağa başlamış, Kema- list rejimde başarılan muvaffakiyetler- den pek azının osmanlı imparatorluğun« da başarılabileceğine işaret etmiş, hu- dudların tahdid edilmesi, arab vilâyet- lerinin sınır dışında kalmasının cumhu- riyetin bir çok muvaffakiyetlerine ko< layca imkân verdiğini bildirmiştir.. Hatib, Atatürkün muasır başka bü- Yük adamlardan nasıl farklı olduğunu izah ederek hitabesini tamamlamıştır.t Evvelâ, hatırlamamız lâzım gelir ki ©0, cesur ve müstesna bir asker olarak vatanını kurtarmış, sonra uzakları gö- ren kudretli bir idareci olarak da devle- ti kurtarmıştır. Bu Türkiye cumhuriyetinin ilk reisi olduğu zaman, suretle milletinin kendisine verdiği “kurtarıcı,, sıfatına iki defa hak kazanmıştır. Kendisi pek alâ rahat yaşayabilir. ken bütün tehlikleri göze alarak ortaya atılmış, memleketinde arzu ettiği bü. tün mücsseseleri, adetleri ve ananeleri ortadan kaldırmıştır. Cesaretine misal olmak üzere türk hükümet merkezini İstanbuldan Ankaraya kaldırılmasını a- labiliriz. İhtimalki bu, Atatürk'ün en büyük tour de forcei olmuştur. Hatib burada İstanbulun bugünkü halinden, de bahsederek edebiyat yap- maktan kendini kurtaramamış, sonra Türk ve İngiliz hükümetleri arasındaki dostluğun artmasından duyduğu mem- nuniyeti anlatmış, arkeolojik kazılarda ve tarihi araştırmalarda Türkiyenin gös terdiği kolaylıkları anlatarak bu arada profesör Baketer ile profesör Vittemor un İstanbuldaki çalışmalarına sözü ge- tirmiş, böylece hitabesi bitirmiştir. istanbulda — ULUS Gazetemizi İstanbul okuyucularımız KÖPRÜDE: Kadıköy iskelesinde gazeteler bayii KEMAL'de, BEYOĞLUNDA: Haşet ve şubelerinde FATİH'DE: Tramvay durak mahallinde gazete bayii Mehmet Bıyık'da BEYAZIT MEYDANINDA: Aksaray ve Topkapı tramvay durak mahallinde tütüncü Bay Hamdi ve İshak lemiş ve onun büyük harbte merkeziı | SULTAN AHMET AYASOFYA Avrupa devletlerinin muzaffer olaca- KARŞISIND. ğına inanmadığını, zafer kazanırlarsa Türkiyenin alman boyunduruğu altımna gireceğini önceden gördüğünü anlatmış- tır. p S — 2>nison Ross, bundan sonra türk ——— — Tramvay durağmda tütüncü Bay Kâmil'de ULUS satılmaktadır. —— ——— ——— — — ——— CENGEL Aazan: Rudyard Kipling Çeviren: Nurettin ARTAM Bir kuş, yeni duyduğu kokulardan keyf - lenerek ötmeye başlar, öteki kuşlar onun ar- kasından ötüşürler, Kaingunga kayaların- dan, bir kartalın çığırması ile bir atın kişne- mesi arasında bir ses olan Baghira'nın nağ- rası duyulurdu. Yeni tomurcuklanan üst dal- lardan Bandar - log'ların haykırışları gelir, © zaman Movgli de öten kuşlara göğsünü dolduran nefesle bir cevab vermek ister; fa- kat bahtsızlık o nefesi, boşu boşuna, alır, götürürdü. a Her tarafa göz gezdirir, dalların üze- rinde eğlenen maymunlarla aşağıda dola- şan renkli kuşlardan başka hiç bir şey göre- mezdi. Bir aralık Mor isimli kuş: - Kokular değişti küçük kardeş, diye seslendi, ugurlu avlar, fakat sen niye cevap vermiyorsun ? Atmaca Çil ile eşi de: — Uğurlu avlar, dediler, küçük kardeş alçalıp Movgli'nin burnuna o kadar yakın uçtular ki tüylerinden birisi değdi. Hafif bir bahar yağmuru, Cengel'de bu- na fil yağmuru denir. Yarım millik bir çev- re içinde yağmağa, körpe yaprakları ıslatıp sallamağa başlamıştı; gök yüzünde kat- merli bir eleyimsağma olmuştu ; hafif ha- fif gök gürlüyordu. Bir dakika içinde bir bahar vızıltısı duyuldu. Arkasından süküt başladı. Fakat bütün Cengel mahlükları birden ağızlarını açıvermişlerdi. Movgli'den başka hepsi. Movgli, kendine: — İyi yemek yedim, dedi, adam akıllı su da içtim. Kaplunıbağa onun temiz bir yemek olduğunu söylediği mavi benekli kuşu ısırdığım zamanki gibi boğazım yanım gırtlağım küçülmeyor da. Fakat midem pek ağır; bu yüzden Baghira'ya ve başkalarına, kendi milletim olan Cengel halkma kötü kötü sözler söyledim. Şimdi ateşten yanı- yorum; şimdi üsüyorum; biraz sonra ise ne sıcak duyuyorum, ne de soğuk; fakat göre- mediğim şeyler için öfkelenip duruyorum. Huhu! bir kuş yapınak zamanıdır! Bu gece sınırları geçeceğim. Şimaldeki sazlıklara doğru bir bahar koşusu yapmak, sonra tek- rar dönmek lâzıın. Kolay kolay uzun müd- det avlandım. Dört kardeş de benimle be- raber gelecekler; çünkü beyaz kurtlar ka- dar semirdiler. Seslendi; fakat dörtlerden hiç birisi ce- vap vermedi. Onlar ses alamıyacak kadar uzaktaydılar; sürünün öteki kurtlariyle bir- likte ilk bahar şarkıları - ay ve Hind geyiği şarkıları - söyleyorlardı. Çünkü bahar ge- Tince Cengel halkı gündüzle gece arasında pek az fark gözetir olurlar. Movgli, daha yüksek perdeden bağırdı. Fakat sesin dal- lar arasındaki kuş yuvalarını tartaklamak icin dolaşan benekli ağac kedisi Maiu'nun ezlenen sesinden baska bir cevap cıkmadı. Punun üzerine tepeden tırnağa kadar öfke i'e titredi ve bıçağını yarısına kadar çekti. Biraz sonra, her ne kadar kendisini gören zimse yok idise de, Büyük bir aza- metle, tepeden aşağı koşmağa başladı; çe- nosi yu”arıda, kirpikleri aşağıda idi. Fakat Cengeililerden hiç birisi kendine tek sü- hiç al olsun sormadı; çünkü hepsi, kendi iş- leriyle meşgullerdi. Movgli, böyle düşünmeğe pek de haklı olmadıgını bile bile kendi kendine diyor- du ki: — Evet, kırmızı Dhole, Dekkan'dan yine gelsin ve kırmızı çiçek Bambo'ların arasında dansa başlasın, o zaman bütün Cengel halkı büyük fil isimleri vererek Movgli'ye koşarlar. Fakat şimdi, baharın gözü çiçeği kızarır ve Mor kuşu çıplak ba« caklarını göstere göstere bahar oyunları oynarken hepsi Tabaki kadar çılğınlaşmış« lar... Beni satın alan boğanın başı için... Ben, bu Cengelin üstadımıyım, değilmiyim ? Sus! Orada ne yapıyorsunuz ? Sürüden bir çift kurt, tepenin altında dolaşıyor ve nerde döğüşebileceklerini kes- tirebilmek için açık topraklara bakıyor-« lardı. (Hatırlarsınız ki Cengel yasası, sürü « nün göreceği yerlerde döğüşmeği yasaki etmiştir.) İkisinin boyun damarları tel ka- dar sedtlenmişi; gazablı gazablı geriniyor va ilk görecekleri ava atılmağa hazırlanıyor-, lardı. (Sonu var)