Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
SAYFA 4 Gabriel Boissy, 15 ikinci teşrin 1936 tarihli “Comoedia” gazetesinin “AU VENT DES JOURS” sütununda “Des librairies française s. v. p.” adlı bir ya- zısile evvelâ fransız hükümetinin, tiyatro ve musiki gibi entellektüel ve artistik faaliyetlere kıymet vermeye başladığı- nr görmekle sevindiğini, entellektüel faaliyetlerin ifadesi olması itibariyle bunların en başında gelen fransız kita- br üzerine daima lâyık olduğu ehemiye- ti işaret etmekten kendisinin aslâ usan- mıyacağını kaydettikten, hattâ fransız kitabımın ehemiyetinin, bugün, her za- mankinden fazla ağır basması icabetti- ğini tebarüz ettirdikten sonra - zira her seyahat eden f n müşahedelerinin de gösterdiği veçhile her tarafta fran- / sız edebiyatının henüz büyük olan prestijine rağmen bu edebiyatın nüfu- zunun gittikçe azalmakta, gerilemekte olduğunu muhakkak addederek bu ge- rilemeye bizzat kendisinin de Roma'da, Floransa'da, Viyana'da, Bükreş'te, Ati- na'da, Coimbra'da, Lisbonne'da, İs- kenderiye'de ve Kahire'de şahit olduğu- nu esefle kaydettikten sonra hattâ mu- tavassıt seviyede denilebilecek her in- sanın fransızca bildiği memleketlerde bile bu gerilemenin hem mevcut hem de belli bulunduğunu tesbitle muharrir, buna mukabil, İngiltereden maada bü- tün büyük devletlerin, kendi kültürleri için şiddetli ve azimkâr bir kampayn (campagne) yürütmekte olup bu mem- leketlerin bazılarının, kendi dil, edebi- yat ve ilim yayımlarını hummalı bir fa- aliyetle temine çalıştık'arını, hattâ da- ha başkalarının da, tâ Paris'in göbeğin- de yalnız muazzam turizm ajansları de- ğil aynı da belli başlı kütüph ler vücude getirmiş ve meselâ Alman- ya, Yunanistan'da mahirane bir nüfuz yolu bulmuşken Fransa'nın gösterdiği Türkiye bize ispat ediyorki .. «COMOEDİA»” miş olan pratik neticeleri teşrih ve tes- bit; diğeri ise, tamamen edebi ve belki de bundan böyle daha büyük bir ehemi- yeti haizdir. Zira bizim zamanımızın hatası, mahiyeti itibariyle birinci ge - len zihin ve ruhtan fazla tekniklere i- nanmaklığımızdır. Bu edebi eserin adı, “Anthologie des Ecrivains Turcs d'Au- jourd'hui” dır. Çok iyi düşünülmüş bir “prösentation” ve nefis bir fransızca tercüme ve ifade ile (acaba dilimizi bu derece iyi bilen Türk kimdir?) bu eser, “türk muharrilerinin yazılarının hem en güzel hem de yeni Türkiyenin gerek en- tellektüel istikametlerini gerkese de duyuş ve hassasiyetini en iyi temsil e- den parçaları” nı bir araya toplamıştır. Yine mukaddimenin dediği veçhile “şimdiki muharrirler, türk tefekkürü - nün, Şark ananelerinden kopması key - fiyetini adamakıllı tahakkuk ettirmiş - lerdir. Hattâ onların hassasiyetinin ken- disi bile eşyaya karşı baştan başa garp- It olan bir alrcılık hassasından doğmak- tadır...” Şimdi bu sözlerin ne kadar doğru ol- duğunu burada uzun uzadıya teyid ve izah edemiyeceğim için sadece bir Ah- met Haşim, bir Yahya Kemal, bir Ya - kup Kadri, bir Reşat Nuri ve hele Fa- lih Rıfkı ayarında ince ve müstehzi bir “essayiste” ile bizim şairlerimiz arasında- ki derin ve manâlı ahenkleri işaretle iktifa edeceğim. Türkler, “essai,, yi ya- ni garba hâs olan bu tahlili ve diskürsif edebi şekli ne kadar kendisinden emin bir sanatla kullanıyorlar! İşte tam ve mükemmel bir istihale- ye bundan daha manidar bir alâmet ola- mıyacağı gibi her hangi bir teyidde bu- lunmak için de bundan daha kıymetli bir şehadet ol ti tedbirsizlik ve beceriksizliğe üf ettikten ve bu beceriksizliğin arkasın - daki daha derin sebeblerin, asıl gümrük farkları, direktif yoksulluğu ve propa- ganda teşkilâtının aksaklığı gibi şeyler- den ileri geldiğini serdettikten sonra Türkiye'yi ele alarak şu mütalaada bu- lunuyor : “ Türkiye bize ispat ediyor ki..... (Şayet yukardaki bu fikirlerime karşılık olarak....) hele bu felâketin bu kadar elim olmadığı, bütün bunların ehemiyetinin, ikinci derecede olduğu kabilinden sözlerle bizi avutmaya kalkı- şırsa, beyhude uğraşmış olur. Zira bütün leketlerin bu daki faaliyet - leri, bu çeşit sözleri kolayca tekzib et- mektedir. Meselâ Almanya, İtalya, A - vusturya, Portekiz ilh.... gibi.memleket- lerin şevk ve maharetle yapılan bir propaganda sayesinde neler elde ettik- lerini bilmeyen kalmadı. Hattâ vaktiyle şeniyet ve hakiketten uzak yaşayan Türkiyenin bile, şu yakın zamanlarda muharrirlerini yardıma çağırmak sure- tiyle vardığı tekâmülü ve “garplr” (1) bir faaliyet göstermek yolundaki azim ve iradesini ispat ettisi görülmüştür. İşte şimdi elimde Türkiyenin neşr - etmiş olduğu iki eser var. Bunlardan bi- ri, daha teknik olup gayesi, elde edil - CA (1) Aslında tırnak içerisindedir. Gabriel BOİSSY ÖĞLE SEŞRİYATI SAAT 12.30—12.50 12.50—13.00 13.00—13.30 17.30 Plâk: Halk şarkıları Dahili ve harici haberler Plâk: Hafif musiki İnkılâb dersleri (Halke- virden naklen) AKŞAM NEŞRİYATI 19.00—19.30 Türk musikisi ve halk şar- kıları (Makbule ve arka- daşları) Türk musikisi ve halk şar- kıları (Servet ve arkadaş- daşları) Konferans: Terbiye (Ha- lil Fikret) Plâk: Dans musikisi Ajans haberleri Stüdyo salon orkestrası Yarınki program ve istik- lâl marşı 19.30—20.00 20.00—20.20 20.20—20.40 20.40—21.00 21.00—22.00 22.00 Te SANCAK MESELESİ Fransız muharrirlerinden Jean-Pierre Görard'ın La Trib des Nati t g inde San- cak meselesi hakkında yazdığı bir yazıyı geçenlerde sütunlarımızda tercüme etmiştik. Bu yazı- sında tezimizi, kayıdsız ve şartsız, doğru ve haklı bulan, muharrir, bu defa La Röpubligue i bir n hukuk bak gazetesinde aynı meseleye dair suna uyarak fransız tezini ” ) y da, fransız tel . . ünin P îlh yazısına aykırı bir fi ı'lerî sür ü r emniyet altında olmadıklarını itiraf etmek bir müşahede olur. , La Röpubligue gazetesinin dış politika muharriri Jean « Pierre Görard 14. 12. 936 tarihli gazetesinde yazıyor : Milletler Cemiyeti konseyi, Paris hükümeiyle Ankara hü- kümetinin enternasyonal hukuka saygının güzel ve çok nadir bir misalini vererek Milletler Cemiyetine havale etmek husu- sunda mutabık kalmış oldukları Sancak meselesini tetkik için bugün Cenevrede toplanmaktadır. Geçen gün B. Pierre Vienot'nun çok doğru söylediği gibi mevzuu bahsolan Türkiye ile Fransa arasında bir ihtilâf değil- dir, çünkü bütün Suriye işlerinde, Fransa ancak Milletler Ce- miyetinin mandateri sıfatiyle hareket etmektedir. Bu itibarla hâdiseden fransız - türk dostluğunun müteessir olmıyacağını ummak istiyoruz. Birçok sebebler yüzünden bu dostluğa husus siyle bağlı kalmamız lâzımdır; Çünkü, evvelâ bu dostluk, İs - viçreninkiyle beraber fransız dostluklarının en eskisidir ve 1525 den 1914 e kadar fasılasız devam etmiştir. Ve çünkü son- ra, türk milleti iyi kalbli olduğu kadar mreddir, ve Kemal Ata- türk'ün cumuriyeti, Yakın Şark'ta, en sıhatli ve en kuvvetli devlettir. Hukuki bakımdan vaziyetimiz çok sağlamdır. Mandamızı milletler Cemiyetinden aldık ve bunun, inkiyad etmek mecbu- riyetinde olduğumuz prensiplerini ve şartlarını 1922 tarihli bir vesika ile tesbit etmiş olan da odur. Bundan başka, Frank- lin - Buyyon muahedesi denilen 1921 fransız - türk muahedesi, ve onu tasdik eden Lozan muahedesi, Suriye hududlarını tah- did ediyor ve Sancağı buna ithal ediyorlardı. Hattâ türk hü- kümeti, İskenderun için bir mahalli hükümet ve türk delegele- rinin tayini £ da biziml bık bile kalmıştı. Buna mukabil, fransız - Suriye muahedesinin akdi çok va- him bir meseleyi ortaya çıkarmış olduğunu kendimizden sak- lamak da beyhude olur: Yeni Suriye devleti içinde kalan az- lıklar meselesi. Müstakil bir Suriye devletini kendi inkişafına bırakacağız. Şimdiye kadar bizim himayemizden faydalanmış Prager Prese'nin Paris muhabiri yazdığı bir mektubta diyor ki: 25 son teşrinde Berlinde imzalanmış olan alman - japon and- laşması, gerek Pariste gerekse Londrada çok fena bir intiba bıraktı. Batının her iki büyük demokrasisi, kendilerini hiç bir suretle ideolojik bir politikaya kap k i diklerini, hükü- met şekilleri nasıl olursa olsun, bütün devletlerle, sulh içinde yaşamağa azmetmiş olduklarını, ve nihayet, Avrupanın tehlike doğurmaktan başka bir işe yaramayacak olan biribirinin aley- hine dikilmiş iki ideoloji bloka ayrıl katl, yacakları- nı durmadan ilân etmiştir. Halbuki, alman - japon andlaş yapıl alman hü- kümetinin, bu düşünceye tamamiyle aykırı olan bir politika güdmekte olduğunu, görünüşte komünizme karşı, fakat haki- katte mevcud vaziyeti değiştirmek ve bunun yerine yepyeni bir vaziyet ihdas etmek gayesiyle bir blok teşkili peşinde koştuğu. nu isbat etmektedir. Çünkü, bugün 1 karşı açılmış olan hiç ki in ald dığı bir par dan başka bir şey olmadı- ği hususunda bütün politikacılar müttefiktirler. Fransa ile büyük Britanya, demokratik, parlâmenter devlet şekli, bususi mülkiyet ve halk hürriyeti prensipine sadık kal- maktadırlar. Fakat gene her iki millet, başka türlü bir otoriter devlet şeklini kati surette reddetmektedirler. Almanyada, daima ucuz bir parola olarak, komünizm kâbusu dıvarlara resmediliyor. Eğer bolşevizmle mücadele etmek iste- niyorsa, bu iş için devletin polisi ta iyle kâfi gelmektedi Hususiyle Almanya ile Japonyadaki polis, bugüne kadar azami bir muvaffakiyetle işlerini başardı. Bu itibarla, komünist tehli- kesi, Avrupada Fransa ve İngiltere aleyhinde, uzak şarkta ise, Fransa büyük Britanya, Birleşik Amerika hükümetleri ve Hol- landa aleyhine çevrilmiş siyasi ve askeri bir ittifakı örtmek için ucuz bir perdeden başka bir şey değildir. Bu husus o kadar sarihtir ki , komünistlere karşı sempati beslediği iddia edilemiyecek olan sağ cenah mebuslarından dö Kerillis bile bunu parl dış işle; da dikka- te değer bir surette tebarüz ettirmiştir. . Haa Salani r komisy İstediği kadar paradoks telâkki edilsin, bu andlaşma, sovyet Rusyadan ziyade, demokrasiyle idare edilen devletlerin ve husu- k türklerinin, Suriye muahedesinin an sağlamlığı gibi ihdas ettiği yeni vaziyette dürüstlüğünü de — göstermiştir. Aşağıya aynen aldığımız bu yazının, türk - fransız dostluğunun mutlâka korunması lâzım geldiği hakkındaki mütealasına aramızdan iştirak etmiyecek kimse bulunmıyacağı tabii- dir. Ancak bu dostluğa en iyi hizmeti, karşılıklı anlayışın göreceğini söylemek de yerinde olan hıristiyan, dürzi ve türk azlıklarını ona terkediyoruz, Ger« çi Şam hükümetine bu azlıkların hukukuna riayet hususunda hükümler empoze ediyoruz. Fakat bütün bunlar imzalar, hu - kuk ve kâğıddan ibarettir. Fransız askerleri, fransız memurla- rı gittikten sonra, oradaki insanlar kendilerini bekleyen akıbe- tin ne olduğunu pek iyi bilirler. Şarkı, şark âdetlerini, usulle« rini, hükümet otoritesi hakkındaki despotik telakkisini bilir- ler Maruniler, dürziler ve türkler suriyeli dedikleri insanlar. dan çekinirler. Asırlardan beri onlarla temas halindedirler. Da- ima mücadele halinde ol lardır. Bütün bu ayrı soydan in- sanlar biribirlerine karşı nefret ve kin hisleri beslerler, Yarın, müstakil Şam hükümetinin kendisine verilecek iktıdarı suiis- timal etmesinden endişe etmektedirler. Endişelerin doğru çık- mamasını isterim, fakat bunun mevcud olduğunu görüyorum. İşte cumhuriyet türklerinin Sancaktaki vatandaşları için o- lan aksiyonlarını izah eden budur. Felâket şuradadir ki bir türk irrödentisme'i doğmuştur ve İskenderun türk ki tabif limanı olduğu için bu irrödentisme vahimleşmektedir. 'Türkler inadcıdırlar. İskenderun'dan ve Sancak'tan kolayca vaz geçecekler midir? Milletler Cemiyeti onları haksız çıka- rırsa - ki bu çok muhtmeldir - General Seligorski'nin Vilno üzerine hareketine benzer bir darbeden korkan insanlar ta- n ıyorum, * Şark hâdiselerini itina ile takib edenlerin hepsinin dikkati« ne çarpan bir vakıa vardır: bu Suriye milletleri, iki bin sene- denberi aslâ müstakil olmamışlardır. Halbuki istiklâl ve hür « riyet güçlükle yetişen nazik nebatlardır. Bundan başka, din ve milliyet mozaıki olan bu kompleks memleketin daimi kavga « larını hal için hâkim bir hakeme ihtiyacı yok mudur? Osmanlı imparatorluğunun sukutundan sonra, bu büyük rolü Fransa görmüştür. Fransa bundan vazgeçerse kimin mü- dahale ettiği görülecektir: Kemal türklerinin mi, Musolini italyanlarının mrı, Hitler almanlarının mi yoksa, issuud arablarının mı? AVRUPANIN BATI DOSTLARI VE JAPONYA siyle büyük Britanya, birleşik Amerika hükümetleri ve Fransa- nan aleyhine tevcih edilmiştir Gerek Paris gerekse Londra, bu andlaşmanın, yalnız uzak şarktaki nüfuz mıntakalarını tahdid eden gizli maddeleri değil, i askeri hükümleri de ihtiva etmekte olduğu kana- atindedir. Sovyet Rusya yalnız ordulariyle değil, coğrafi vaziyeti ile de mahfuz bir durumdadır. Siberyada yapılacak olan bir harb stratejik bir çılğınlıktır. Çünkü binlerce kilometrelik mesafele« re karşı harb edilemez. Buna mukabil, Felemenk Hindistanı, Fi. lipinler, Singapur, Avusturalya, hem daha cazibeli, hem de va- rılması daha kolay oları yerlerdir. Bundan başka, Fransanın, Hindistan okyanusunda Hindi Çini ile Madagaskarı da vardır. Bu andlaşmanın, vaziyetin gerginliğini hafifletmeye faydası dokunmıiıyan ciddi bir vakıa olduğuna şüphe yoktur. Fakat, va- ziyeti dramatik bir şekle sokmağa da lüzum yoktur. Büyük Britanya bugüne bugün dünyanın en kuvvetli deniz- ci devletidir; bundan başka en büyük para vasıtalarını elinde bulunduran bir devlettir; Singapur ise dünyanın en kuvvetli do« nanma üssüdür. Fransız donanması, dünyanın en mükemmel donanmalarından biridir. Ve nihayet, birleşik Amerika hükümet- leri, kendisine meydan okuy bırakmıyacak kudi olan bir devlettir. İhtimal ki, bazı devletler, uzak şarkta toprak değişikliği ya- pılması için tahriklerde bul k tasavvurundadırlar. Fakat vaziyet sükünetle mütalea edilince, bu tertib ve tarzdaki tasav« vurların gerçekleşemiyeceği kolayca kendini ir. Alman ve japon kuvvetleri pek mükemmel bir surette talim ve terbiye görmüş olabilirler; ordu ve d cesurlu- ğuna da bir diyecek yoktur. Ancak, diğer devletler de onlardan daha az cesur, ve daha fena organize edilmiş değildirler. Bundan başka, bu devletlerin, gerek materiel, gerek finansal ve gerekse askeri bakımdan o kadar üstün bir durumları vardır ki, her hangi bir kanlı işe yeltenmenin neticesi hakkında hiç kimse u. fak bir tereddüdde bile bulunamaz. Ve bah Berlin, kud: £ otoriter: devlet şekli ile tevzin edeceğini sanıyorsa, çok büyük bir hatâ işlemiş ola- caktır. Parlâmento ve demokrasi ile idare edilen devletlerin ma- kineleri, kararların bir tek kişi tarafından verildiği devletlerin makinelerinden daha yavaş işlemetkedir. _'I'_e_frü:a: No: 38 İKİNCİ CENGEL (A KiTABI Yazan: Rudyard Kipling Ç R Çakal bir irkildi. Her ne kadar kendisi, ancak üç mevsim yaşında idi ama, siz, bir yarda uzunluğunda gagası olan ve icabında hızla fırlatılmış bir mızrak gibi suya dalan bir şahıstan gelen bir tahkire pek öyle kolay kolay karşılrk veremezsiniz. Balıkçıl aslın- da korkaktır, ama, Çakal ondan daha beter korkaktır. Mugger dedi ki: — Öğrenmeden evvel çok yaşamak lâ- zım. Söylenecek söz şudur: küçük çakallar her yerde bulunur çocuğum, fakat benim gi- bi bir Mugger her yerde bulunamaz. Bunun- la beraber, öğünmek kötü bir şey olduğu için ben öğünmivorum. Fakat dikkat et; bu tali- Çeviren: Nurettin ARTAM dir ve talie karşı ne yüzenlerden, ne uçan- lardan, ne koşanlardan kimse ağzını açıp bir şey söyleyemez Ben kendi taliimden mem- nunum. İyi bir tali, keskin bir görüş, sonra bir koyda, yahud kara suyunda yaslanacak bir yer bulunup bulunmadığını önceden kes- tiriş ile her şey yoluna girer. Çakal sinsi sinsi dedi ki: — Ben, bir defa yoksullar koruyucusunun da bir hata işlemiş olduğunu duydum. — Doğru; fakat orada taliim bana yar- dım etti. O zaman ben daha tam yetişmiş de- gildim. Son kıtlıktan önceydi. O zaman hem gençtim, hem düşüncem kıttı. Sel bastığı za- man benden daha fazla kim sevinebilirdi? O zamanlar, ufacık bir şey beni bahtiyar etme- ge kâfi gelirdi. Bütün köyü su basmıştı; ben de yüzerek tâ ileride çamurlar içine gömül- müş olan pirinç tarlalarına kadar gittim. O akşam bir çift cam bilezik buldum ki bunlar bana az sılghtı olmadı. Evet, bir cam bilezik ve hatıram beni yanıltmıyorsa bir de ayak- kabı. Bu ayak kabıları silkip atacaktım; fa- kat karnım fena halde açtı. Sonraları bilgim daha ziyade arttı. Evet, karnımı doyurdum çük tanrısıdır. lun ortasına bir keçiyi sürdü. akal : şeydir. — Çok kıllı, çok kıllı idi; suyun içine gi- rince büsbütün biçimi bozuluyordu. Fakat ben, bu keçiyi büyük bir şeref olarak kabul ettim ve Got'a doğru indim. Daha sonra ta- liim üzerime bir kayıkçı gönderdi ki bu, be- nim kuyruğumu elindeki balta ile kesmeğe kalkıştı. Onun kayığı büyük bir kumsalda ve dinlendim, Fakat ben, tam nehre dönece- baştankara etmişti. Siz orayı hatırlamazsı- gim zaman sular alçalmıştı ve ben ana cad- denin çamurları arasında yürümeğe mecbur oldum. Benden başka kim yapardı bunu? Bütün halk, papas, kadınlar, çocuklar çıktı - lar ve ba_na_ı merhametle baktılar. Çomur, sa- vaşmak için iyi bir yer değildir. Bir kayıkçı: kavemet göstermiş olan kumsal değil mi bu? — Baltaları alın da şunu öldürelim! diye bağırdı Çünkü bu ırmaktaki Muggerdir. — Yok öyle değil, dedi Brahmen, bakı- nız o seli önünde sürüklüyor. O, köyün kü- nız, Balıkçıl : — Biz, burada hepimiz çakal değiliz, de« di, büyük bir tufan sırasında taş yüklü kayık- ların battığı ve biribiri ardınca üç sele mu « Mugger : — Orada iki tane kumsal vardı, dedi, bis risi aşağıda, birisi yukarıda. Hafızası ile öğünen Balıkçıl: — Az kalsın, unutuyordum, dedi, doğru, Bunun üzerine köylüler üzerime çiçek ikisinin arasını bir kanal bölerdi; sonradan attılar, ve iyi düşüncelerle adamın biri, yo- kurudu. — Aşağıdaki kumsalda benim için iyi di- lekler besliyen bu adamın kayığı duruyordu. Ve - — Ne âlâ, ne âlâ dedi, keçi çok iyi bir -Adam, kayığın burnunda uyuyordu; yahud yarı uykuda, yarı uyanıktı. Birden beline ka- dar, yahud dizlerine kadar ayağa fırladı. Boş kayığı yürüdü ve ikinci durak yerinde tekrar durdu. O zaman, malümya, orada nehir akı- yordu. Ben de arkasından nittim. Çünkü bi- liyordum ki kayığı karaya çekebilmek için adamlar dışarıya çıkacaktı. (Sonu var)