Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
- Boğazlar mukavelesi ve |— haklı bir kurtarıcı eser, SAYFA & AA Başi O 25 TEMMUZ 1936 CUMARTESİ Türk-Bulgar dostluğu «1922 askeri zaferiyle başlamış olan haklı bir kur- tarıcı eser, Kamâl Atatürk'ün Montrö'deki diplomatik zaferiyle tamamlanıyor...» Sofya'da çıkan ve hükümetin orga- nı olan La Parole Bulgare gazetesi bo- gazlar anlaşmasını gözden geçiren 21 temmuz tarihli başyazısında şunları ya- / ziyor: Dün, saat 22 de, yeni boğazlar mu- kavelesi Montrö'de imzalanmıştır. Ay- nı saatte, askerlik dışı bölgenin türk krtaları tarafından işgali suretiyle, An- kara hükümeti yeni mukavelenin meri- “yete girdiğini dünyaya ilan etti. Ke- malist Türkiyenin bir milli bayramı e- hemiyetini alan bu hâdise bütün mem- lekette büyük törenlerle kutlandı. Türk milletinin sevincini biz çok i- yi anlıyoruz. Leman gölü kıyılarında bu ayın 20 sinde imzalanmış olan muka- vele, Kamâl Atatürk'ün vatanına karşı kazanmış olduğu yeni bir liyakatin ifa- desidir. Sevr muahedesi, Avrupa ve Asyada birçok vilayetlerin kaybedilme- sinden başka, boğazları türklerin elin- den alarak İstanbul, Çatalca'da yerleş- miş olan yunan ordulariyle Boğaziçine ve Çanakkaleye hâkim olan itilaf do- -— nanmalarının insafına terketmişti. Fa- - kat Gazi Mustafa Kemal'in muazzam zaferi Sevr andlaşmasını gömdü ve 1923 Lozan andlaşması bunun yerini aldı. Türkiye Şarkt Trakya ile Çanak- kale boğazının iki kıyısına yeniden sa- hib oldu. Fakat galib olmasına rağmen, Türkiye, boğazlar hakkında tahdid edi- ci ve emniyetini tehdid altında bırakan bir rejim tesis eden bir husust uzlaş- ma imzalamaya mecbur oldu. İşte dün Montrö'de imzalanmış olan mukavele ile bu rejim ortadan kaldırılmış ve Tür- — kiye, yeniden boğazların askeri müda- faasını hazırlamak hakkını tır. 1922 askeri zaferiyle başlamış olan Kamâl Ata- türk'ün Montrö'deki diplomatik zafe- riyle tamamlanıyor. Fakat Montrö'de adaletle birlikte bir başka kurtuluş prensipi de zafer kazanmıştır. Tatbik edilemez hale gel- miş olan andlaşmaların barış yoliyle tadil edilmeleri. Türkiye Avrupanın bulanık vaziyetinden istifade ederek onu lozan andlaşmasının tek taraflı fes- hi emrivakii karşısında bırakmak iste- memiştir. Meşru yolu tercih etmiş ve Milletler Cemiyeti paktının 19 uncu maddesi hükümlerini hatırlatarak La: Zzan andlaşmasının yeniden tetkil-i me selesini diplomatik yoldan ortaya koy- muştur. kazanmış- Doğrudan doğruya alâkalı bütün dev- letler Ankara hükümeti terafından ter- cih edilmiş olan bu yolu hekiki kıyme- tiyle takdir ettiler ve diplomatik teşeb- büsünü muvafık bir şekilde karşrladı- lar. Türkiyenin davası daha o zaman manen kazanılmıştı. Türkiye Cümüri- yetinin sahib olduğu milletlerarası iti- bar, ittifakları ve dostlukları ve dış bakanı Rüştü Aras'ın malüm mehareti gerisini tamamladı ve bu suretle Mon- trö'de dünkü neticeye varıldı. Bu hâ- dise tariht bir hakikati bir kere daha teyid etmektedir: Tahdid edici andlaş- malar ebedi değildir ve bunların yeni- den tetkiki harbı ifade etmez. Montrö'de, her cihetten Bulgarista- nı doğrudan doğruya alâkadar eden milletlerarası ehemiyette bir dava mu- vaffakıyetle halledilmiştir. Fakat iki düşünce diğerlerine hakim olmuş ve daha başlangiçtan beri Bul- gar hükümetinin durumunu tayin et- miştir. Bu düşüncelerden biri iki kom- şu devlet arasındaki dostluk ve güve- nin Bulgaristan için, Boğazlar hakkın- daki yeni mukavlenin hükümlerinden daha kıymetli olmasıydı. Serbestdeni- ze mahreci olmıyan bir kara deniz dev- leti olmasına rağmen, Bulgaristan, türk talebinin boğazlar milletlerarası deniz yolundan geçişi tahdid etmekte olması keyfiyetini hesaba katmadan bütün mütevazı yardımını Türkiyeden esir gememiştir ve Türk - Bulgar dost- luğunun Montrö konferansından, her iki milletin menfaatine olarak, daha kuvvetlenmiş olarak çıkmış olduğunu ümid ediyoruz. Diğer düşünce de manevi mahiyet- tedir. Bulgaristan, Nöyyi Muahedesile tesis edilmiş olan bir eşitsizlik rejimi altında bulunan devlet sıfatile cenub komşusu ve dostu tarafından yabancı kontrolünden tam bir surette kurtulmak için meşru yoldan açılmış olan müca- delede ona yardım etmeye kendini ma- nen borçlu ad ediyordu. Türkiye bo- ğgazlar üzerinde tam hâkimiyetini te- sis etmekle ve onları yeniden askerleş- tirmek suretile milli emniyeti kuvvet- lendirmekle, milletlerarası münasebet- lerde bir eşitlik ve adalet prensipi za- feri kaydetmektedir. Bulgaristan ve diğer mağlub küçük devletlerin bu za- ferden sevinmeye ve bunu kendi zafer- leri gibi telakki etmeye hakları vardır. Öte yandan aynı gazete, bir gün e- - velki sayısında Başbakan Köseivanof'un Bulgar - Yugoslav dosluğunun başka bir devlete karşı bir tehlike teşkil ede- miyeceği hakkındaki sözlerini tefsir e- derken türk - bulgar — münasebetleri hakkında da şunları söylüyor: Gerçi, Balkan topraklarında Bulga- ristanla komşuları arasında daha verim- li bir elbirliği yapmak için gerekli şart- lar henüz yeter —derecede ol - gunlaşmış değildir. Fakat şurası da şüp- he götürmez ki bu şartlar olgunlaşmak- tadır. ve bulgar - yugoslav yakınlaşma- sının böyle bir el birliğine engel ola- mıyacağı gitgide daha âşikâr bir hale gelmektedir. Şimal komşumuzla, pek güç olmayan daha bazı halledilecek meselelerimiz vardır. Türkiye ile hal- ledilecek hiç bir ihtilâfımız yoktur ve onunla münasebetlerimiz, günden güne daha dostça bir manzara almaktadır. Boğazlar meselesi, bulgar hükümetine, komşu cumuriyete güven ve dostluk hislerini apaçık bir tarzda göstermek imkânınr vermiştir. Siirdte bir seyahat Siird, 24 (A.A.) — Halkevinin te- şebbüsü ile şehrimiz öğretmen, talebe ve sporcularından mürekkeb bir tetkik he- yeti Ahlata gitmiştir. Bogazlar tarihine kısabir bakış İlk kısmını 22 temmuz tarihli sayı- mızda koyduğumuz bu yazının son kısmını da, yazılarımızın çokluğu dolayısile ancak bugün, özür dili- yerek neşrediyoruz: Boğazlarda kayıd altında osmanlı hakimiyeti Ahdi devir denilen bu üçüncü zaman Osmanlı - Rus muharebesi neticesinde aktedilen 1871 Londra konferansına ka- dar devam etmiş ve Londra muahedesi ile başka bir devir başlamıştır. Bu de- virde Rusya ve İngiltere arasında bo- ğazlardan Türkiye üzerinde nüfuz ic- rası suüretiyle azami istifade temini i- çin bir yarışma başlamıştır. Bir defa yunan sularında bulunan rus donanmasının boğazlardan geçmesine müsaade edilmişti. İngiltere derhal Ba- brâliye müracaat ederek 1809 muahede- sine göre ayni hakdan istifade talebin- de bulundu. Bu taleb Osmanlı devleti- nin boğazlar üzerindeki hâkimiyetinin zâfa uğradığını gösteriyordu. 15 temmuz 1840 da ilk Londra mu- kavelesi akdolundu. Buğazların bütün devletlerin donanmalarına — karşı kapa- lr kalmasını istilzam eden İngiltere, Avusturya, Prusya Rusya arasında ak- dedilen bu mukaveleye mısırlı Mehmet Ali Paşa tarafını tutan Fransa iştirak etmedi. Bu mukavele ile bu dört dev - let boğazları Mehmet Ali Paşanın te- cavüzüne karşı müdafaa etmeği ve “hi- mayeleri altına” almağı deruhte ettiler. Bu teahhüdleri vesilesiyle Ak ve Ka - radeniz boğazlarının kapalı bulunma- sı hususunda osmanlı devletince “ka- dimdenberi mevzu olan kaideyi” kabul ve teyid ettiler. Mehmed Ali paşa meselesi hal edi- lince bu defa Fransa da dahil olduğu halde devletler yeni bir mukavele ak- dettiler ki 13 temmuz 1841 tarihli bu mukavele, asıl (boğazlar mukavelena- mesi) denilen mühim ve tarihi vesika- dır. Bu mukavelede osmanlı devleti harb halinde olmadıkça boğazlarn ecnebi de- niz kuvvetlerine kapalı bulunması kai- desi mutlak surette kabul edilmişti. Dost devletlerin . -sefaretlerine memur harb gemilerine izin veriliyordu. 1856 da Pariste bir boğazlar mukave- lesi daha imzalandı. Bu mukavele ile Karadenizin bitaraflığı ve boğazların harb gemilerine kapalı bulunması kaide- si devletler tarafından kabul edildi. 1871 muahedesi ile osmanlı devleti- ne, hazer vaktinde dost ve müttefik devletlerin harb gemilerine boğazları a- çabilmek hak ve salâhiyeti verildi. Karışık durum 1871 den 1908 meşrutiyet inkilâbına kadar devam eden ve arzettiği hususi- yetler itibariyle karışık durum diyebile- ceğimiz bir devir vardır. Bu devirde Rusyanın boğazlar üze- rindeki siyaseti, (Herkese kapalı, rusla- ra açık) cümlesiyle hülâsa edilebilir. Fa- kat diğer büyük devletler buna daima mümanaat etmişlerdir. 1885 de İngitlere Asyada müstemle- ke meselesinden Rusya ile aralarında ihtilâf çıktığı esnada Karadenize donan- ma sokmak istedi. Devletler boğazların ingiliz donanmasına kapalı tutulması tavsiyesinde bulundular. Osmanlı devleti boğazları kapatmağa hazırlandı. Fakat ingilizlerin bu arzusu tasavvurda kaldı. İngilizlerin düşünüşüne göre, osman- lı hükümeti isterse boğazlardan ecnebi bir devletin harb gemilerinin geçmesine izin verebilirdi. Osmanlı hükümeti bu izni iki japon harb gemisine verdi Ja- ponya sularında batan Ertuğrul gemi- sinden kurtulanları getiren bu harb ge- mileri İstanbula kadar geldiler. Rusya ve İngiltere bu devre esnasın- da boğazlara ait muahede ve mukavele hü- kümlerini işlerine geldiği gibi tefsire çalışmışlardır. Bu suretle osmanlı hükü- metinin zâafından istifade edildiği çok olmuştur. Osmanlı hükümeti bir aralık boğaz- lar yüzünden uğradığı ağır vaziyetler- den kurtulmak için boğazları tahkime çalıştı. Fakat devletler buna da mani o- luyorlardı. Buna rağmen bir kaç teşeb- büs yapıldı. Projeler hazırlandı ve Av- rupadan getirtilen mütehassıslara bu müdahale yüzünden iş — gördürmek kabil olmadığından hükümet kendi vası- talariyle ufak tefek tahkimat yapabildi. Bu devrede Karadenizde Rusya ve osmanlı devletlerinin yanında Tuna yo- luyla inen Avusturya peyda oldu. Müs- takil Romanya ve Bulgaristan da liman sahibi oldular. Bunların müdafaa ede- cek menfaatleri vardı. Bu vaziyet de bo- ğgazlar meselesini daha mudıl bir ha- le koydu. Meşrutiyetten Sevr ve Lozan'a kadar Mısırda yerleştikten sonra ingilizler rusların Çanakkale boğazından Akdeni- ze çıkmasını arzu etmemekle beraber osmanlı devletinin de Rusyaya karşı bir sed gibi ibkasını, muhafazasını istilzam eden bir siyaset takibine başladılar. Avusturya Bosna Hersek'in kendisi- ne ilhakı tavizine karşılık boğazların a- çılması siyasetini güddü. Rusya, İtalya harbı ilân edildikten sonra doğrudan doğruya osmanlı dev- leti ile anlaşmak yolunu tuttu. Bir itti- fak projesi hazırlandı. Fakat Berlin mu- ahedesine dayanan büyük devletlerin tazyiki buna mani oldu. İtalya 1911 de boğazları zorlamağa karar verince osmanlı hükümeti de yal- nız bir geçid bırakarak boğazları mayin- larla kapadı. Karadaki asker de artırıl- dr. Ticaret gemilerinin boğazlardan ge- ce geçmesini yasak etti. Bu vaziyet ticareti durdurdu. Ingı&—-—l' tere, Rusya protestoda bulundular. Fa- kat osmanlı hükümeti, İtalya taarruzu devam ettikçe boğazları açmadı. Bu harb, boğazların müdafaası hakkiyle hazırla- nırsa ve idare edilirse cok kuvvetli do- nanmaların bile burasını geçmiyeceizle- rini gösteren bir tecrübe oldu. Balkan harbında yunan donanması boğazı zorlamağa kendinde cüret ve kudret göremedi. Harb sonunda Akde- niz boğazının iki sahili osmanlı devletin- de bırakıldı. Umumi harb boğazların vaziyetini büsbütün değiştirdi. Boğazların kapan- ması müttefiklerinin Rusyaya bu yoldan yardıma mani oldu. İngiltere ve Fran- sa donanmalariyle boğazları kendileri- ne açmak istediler. Filoları boğazı zor- lamağa başladı. Fakat türkün cihana örnek olan hamaseti, yoktan - varettiği müdafaa hatlarında buna engel oldu. Ateş fışkıran büyük toplar türkün da- ha büyük volkanları söndüren göğsün- de eridi. 5 - 18 mart 1915 zaferi boğaz- ların geçilmez bir geçid olduğunu is - bat etti. Denizden ve karadan yapılan hü- cumlar yüzbinlerce türk gencinin ka- nına maloldu. Fakat türk şehametine ve fedakârlığına yeniden parlak misal- ler kaydolundu. Boğazlar ancak Mon- dros — mütarekesinden sonra malüm şekilde müttefikler tarafından işgal e- dilebildi. Yırtılan Sevre göre boğazlar 10 ağustos 1920 tarihinde osmanlı hü kümeti murahaslarına kabul ve imza et- tirilen Sevr muahedesine göre : Kalikıratya'dan itibaren Marmara sahili ve Gelibolu yarım adası osmanlı hududundan hariç kalacak, yani Yuna- nistana bırakılacaktı. “Âkdeniz boğazının Anadolu sahili osmanlı hakimiyetinde kalacağı için bo- ğgazda karşılıklı iki hükümetin mülki- yeti cari olacaktı. Boğaza yakın ve kar- şı adalar da Yunanistana geçecekti. Bu adalarla beraber Gelibolu yarım adasını, Marmaranın şimal sal-'li kaza larını, Rumelide osmanlı hükümetin: bırakılan dar parçayı, İstanbul, İzmi sancağını, İzmit körfeziyle Marmaran! sahildeki kazalarını, Marmara adaların Çanakkale Jlivasını, Edremite kadar Akdeniz sahili kazalarını ibtiva etmek üzere bir (Boğazlar mıntakası) teşkil edilecekti, Bu sahada Cemiyeti Akvam kararla- rı tatbik edilecekti. Bütün devletlerin ticaret ve harb gemilerine boğazlar, li- manlar açıktı. Bu sular abloka edile- miyecek, hiç bir harb hakkı kullanıla- mıyacaktı. (Boğazlar komisyonu) deni- len bir komisyon osmanlı ve yunan dev: letleri namına bu sularda kontrol hakkı nı icra eyliyecekti. Komisyonda büyük devletlerin iki- eşr murahhas ve reyi, Romanya, Bul- garistan ve osmanlı devletlerinin birer murahhası ve reyi vardı. Ayrı sancağı, hususi büdcesi ve teşkilâtı bulunacak komisyonun vazifesi boğazlardan geçid serbestisini temindi. Devlet içinde baş- ka bir devlet olan boğazlar mıntakası ve komiıyonu.hayalini, Anadolununxorta— sından Atatürkün dahakâr idaresiyle doğan yeni türk devleti bertaraf etti, Zaferle Lozana gittiğimiz zaman boğaz. lar için yeni bir rejim ihdas eden 24 temmuz 1923 mukavelesi tanzim edildi Lozan ve boğazlar mukavelesi hükümleri kümleri mucibince Türkiyenin deki hududu bugünkü vaziyetini aldı. İki tarafında 15 şer kilometrelik gayri askeri bir mıntaka ihdas edilen bu hu- dud Karadenizde (Jezvaya) deresi mar) sabından başlayıp Edirneyi Türkiyeye bıraktıktan sonra Ege denizinde Eneze varıyordu. Boğaza yakın Bozca ada ve İmroz adası ile Tavşan adaları da Tür« kiyeye bırakıldı. Ak ve Karadeniz boğazlariyle Mar« mara denizi ve hava yoliyle gerek sulh ve gerek harb zamanlarında (Mürur v& seyrisefain) serbestisi kabul edildi. Mukâ veledeki bu serbesti gündüz gibi gece« ye de şamildir. Bir harbde Türkiye bi« taraf bulunursa bu serbesti sulh zama«s nında olduğu gibi tam olarak cereyan edecektir. Türkiye muharib olursa bita« raf gemileri ve tayyareleri teftiş edebi« lecek, düşman gemilerini geçirmiyecek tedbirleri ittihaz edebilecektik. De—vleğı ler Karadenizde her zamanda — ve heft halde her biri 10 bin tonilatoyu geçmi, yen üç gemiye kadar bir deniz kuvveş tini göndermek hakkını muhafaza cdi« yorlardı. , Bir harb esnasında Türkiye bitaraf kalmışsa muhariblerin gemileri muka« veledeki tahdidler dairesinde Mğazlaq, dan gece ve gündüz geçeceklerdi v& Türkiye boğazlarda seyrüsefaini güçleş Tefrika. No: 5 BİLİNMİYEN İNSAN Yazan: Dr. ALEXİS CARREL Türkçeye çeviren: NASUHİ BAYDAR Zekâmızın bu hassasıdır ki fiziğin ve şiminin şaşılacak kadar çabuk ilerleyişine sebeb olmuştur. Canlr mahlükların fiziko - şi- mik tetkikinde de buna benzer bir muvaffakı- yet görülmüştür. Claude Bernard'ın düşünmüş olduğu gibi şimi ve fizik kanunları canlılar ve cansız maddeler âleminde eştir. Mesela, kanın ve Okya a0s suyunun kaleviyetinin (alcalinit&) sabitliği! i ve adale takallusundaki enerjiyi şeker tahamn/ ürünün temin ettiğini ayni kanunlarla ifade elmedeki imkân işte bu suretle keşfolun- muştur. Canlı mahlükların fiziko - şimik man- Zarasını tetkik etmek yeryüzündeki diğer şey- lerin fiziko - şimik görünüşünü tetkik kadar ko- laydır. Bu, umumi fiziyolojinin muvaffakıyet- le yaptığı vazifedir. : Asıl fiziyolojik hâdiselere, yani canlı mad- denin taazzuvundan doğanlara yaklaşılınca da- ha ciddi engellere rastlanılır. Tetkik olunacak şeylerin son derece küçük olmaları fiziğin ve şi- minin alelâde tekniklerinin tatbikini imkânsız kılar. Tenasül höcrelerinin aslının, bunlardaki kromozom'ların ve bu kromozom'ları terkib e- den genes'lerin şimik teşekkülünü hangi usul ile bulmalı? Halbuki, asıl bu küçücük cevher kütlelerinin bilgisidir ki esaslı bir menfaati mu- cib olabilir, zira ferdin ve beşeriyetin istikbali onların içindedir. Bazı nesicler - meselâ asab maddesi - öyle naziktir ki bunların canlı hal- de tetkiki hemen hemen imkânsızdır. Bize bey- nin esrarını açabilecek ve beyin höcrelerinin ahenkli iştirakini anlatabilecek bir tekniğe ma- BE deliz! Riyazi formüllerin itidalli güzelliğini beğe- nen zekâmız, ferdi meydana getiren höcrelerin, safra ve kan gibi mayilerin harikulâde mürek- kebliği karşısında şaşırmış bulunuyor. O zaman, ferde fiziğin, şiminin, mekaniğin veya felsefi ve dini usullerin mefhumlarını tatbika kalkışı- yor. Fakat bunda pek muvaffak olamıyor, çünkü bizler ne fiziko - şimik bir sisteme ve ne de manevi bir prensipe irca edilemeyiz. Vakıa insan bilgisi diğer bütün bilgilerin mefhumları- nı kullanmalıdır. Ancak, kendine mahsus olan- ları da inkişaf ettirmek elzemdir. Çünkü o da zerrelerin, atomların ve elektronların ilmi kadar esaslıdır. Velhasıl, insan bilgisinin fizik, astronomi, şimj ve mekaniğin haşmetli yükselişlerine nis- betle ağır ağır ilerlemesi onunla uğraşılacak za- manın azlığında, mevzuun karışık - olmasında, zekâmızın şeklinde aranmalıdır. Bu güçlükler hafifletilmesi ümid olunamıyacak derecede mu- dildir. Bunlara ancak büyük gayretler sarfede- rek karşıgelebileceğiz. Kendi kendimiz hakkın- daki ilmimiz, hic bir vakit, fiziğin zarif basitliğine elzemdir. e tatvaşia Dü Tei YÖLTMERİRAK VEÜRARD ŞÖST T iRre ve güzelliğine erişemiyecektir. Onun gelişmesi« ni geciktirmiş olan unsurlar devamlıdır. İnsan bilgisinin, diğer bütün ilimler arasında, en çof güçlükler arzedeni olduğunu açıkça ortaya koy« mak gerektir. NI ç Mekanik, fizik ve şimik ilimlerin muhitimizi de« ğiştirmiş olmalarının tarzı Cedlerimizin, binlerce yıl zarfında, vücudla« rını ve ruhlarını şekline uydurmuş oldukları mu4s hitin yerini bir başkası almıştır. Bizler, bu sü- künetli ihtilali heyecansız karşıladık. Halbuki bu ihtilal insanlık tarihinin en büyük hâdisele« rinden birini teşkil etmektedir, zira muhitleri4 nin herhangi bir tadile uğraması canlı mahlüklar üzerinde önünden kaçınılmaz ve derin bir su4 rette tesirini gösterir. Demek ki atalarımızdan! mevrus yaşama tarzına ve bunun neticesi ola rak bizlere ilmin tahmil etmiş olduğu değişik4 liklerin genişliğini bütün hakikati ile vörmemi; '(Sonu var)! z ÇYT KS PC ea