Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
SAYIFA 4 ULRUS 20 SONKÂNUN 1936 PAZARTESİ % Edebiyat ve tarih : İliada ve Odisenir ' kaynakları Eski yunanlılardaki — ilk - edebi “aahsullerin, epopelerin esası — eti- lerden alınma olduğunu bundan ön- ceki yazımızda söylemiştik. Bu iktı- baslar için tarihçiler bize iki yol ve iki zaman göstermektedirler. Biri oldukça eski bir devre aiddir. “Milattan evel 1400 yıllarında Eti im- paratorluğu Eğedeki Ahiyava ( — Akalarili) ülkesiyle pek sıkı müna- “sebette bulunuyordu; — hattâ arada bir ittifak bile vardı. BuMikeen dev- rinde bir çok çivi yazılı eserler Ege y medeniyetine intikal etmiş olabilir. Ğ Bu husustaki kesin hükümler dökü- e manlar ele gectikten cektir. y Asıl iktıbasın daha sonraki devir- lerde olduğuna - dair deliller daha kuvvetlidir. Homerde —Uranus'un erkekliğinin elden gitmesine dair İ işaret yoktur. Bu hikâyeyi on- n sonraki çağdaşi Hesiod anlatı- yor. O bu bahis üzerinde fazla du- ruyor (254-210 Theogonie) ve bu- mu ilk önce kendi anlattığzından do- hlayı da iftihar ediyor. Bu kısmın yalnız Hesiod'da bulunması onun zamanma aid bir. hikâye olduğunu gösteriyor. Homer gibi Hesiod da Firikya kıralı Midas (M. E. 695 - 738) in çağdaşı idi. Midas zamanın- da Firikya ülkesi Asurilerle yapılan harblarla Kilikyaya kadar, Etilerle yapılan harblarla da Boğazköyün- deki Eti payıtahtına kadar genişlemiş ti. Bu tarihe kadar Eti devleti bir çok sülale değiştirmişti. M. E. 1190 danberi Eti devleti Kanişlerden ha- kimiyetini almış olan Tabaliles elin- — de bulunüyordu. Bunların devri çok 5| sürmeden devrildi. Sıyasal hakimi- yetin değişmesinden, çivi yazısı ye- mne hiyeroğlifin kaim olmasından, — Etilerin kültürü müteessir olmadı. Şen ilâhlarının mâbetleri romalılar devrine kadar varlığını muhafaza etti. Firikyalılar zamanında Eti ana- melerinin ne kadar şiddetle devam ettiğini Midas'ın bir Eti kıralının un- — wanımı taşıması da bize göstermek- sonra verile- Firikya hakimiyetinin kucağında Eti, Asuri, firikyalı ve yunanlı un- surlardan müteşekkil bir kültür doğmuştu. Midas'ın ölümü (695) sırasında Kimmer'lerin istilasiyle bu kültür vakıtsız yıkıldı. Firikya hakimiyeti çok kısa sür- mekle beraber ” Eti kültürünü Ege medeniyetine nakletmesi dolayısile dünya tarihinde çok ehemiyetli bir — yer kazandı. — Muhtelif ar eserlerinde şark us- — lübünün belirmesi dolayısiyle eski — yunanın bu devrine arkeoloğlar “şark devri,, adını verirler. Gene bu — mer ve Hesiod garbi Anadoluda — Horri destanlariyle ve Etilerin ilâh — masallariyle heyecanlandılar ve bun- Ş ları Grek istiline soktular; Kumarbi — destanımdaki ayakları kanadlı ilâhlar —-a -—<X2> Harbın lehine bir destan Büyük harbta alman Genel Kurmayını idare etmiş olan meşhur “Mutlak Harb” ismi altında yazdığı bir eserle büyük bir hâdise yaratmıştır. Ludendorf tarafından müdafaa edilmiş olan tez hakkında eserden parçaları aşağıya alı yoruz: MUTLAK HARBIN TARİFİ Harb bir milletin muhafaza için harcadığı mevcudiyetini en yüksek gayrettir. Bu yüzden, “mutlak” sıya- sasının hedefi, daha sulh zamanında, milleti bu hayat ve ölüm mücadelesi- ne, mücad | ateşinde cüce kalmıya- cak veya duşman tarafından mahve- temeller dilmiyecek kadar sağlam kurmak Mmücadelesine — hazırlamak olmalıdır. Harbın şekli değişmiştir, sıyasanın da şekli değişmiştir. Bunun içindir ki sıyasanın harba karşı tavrını değiştir- mek doöğru olur. Clausewitz'in bütün nazariyeleri sepete atmaktan başka bir işe yaramaz. Harb ve sıyasa an- cak milletin üstünlüğünü temine hiz- met etmelidir, harb milletin yaşamak iradesinin en ulvi tezahürüdür. Onun içindir ki sıyasa harbın emrine veril- melidir. TAARRUZ VE MÜDAFAA Clausewitz'in yaptığı ve bazı teo- ricilerin hâlâ da yaptıkları gibi, har- bın ideal şekli müdafaa mı, taarruz mu olduğunu, ve düşmanın gelmesine müsaade ederek ancak onun kuvvet- leri fazla yıprandığı zaman taarruza geçmek askerlik sanatının en yüksek taktiği olup olmadığını münakaşa et- mek boştur. Bütün bunlar, “mutlak harb” ın vahimlik ve basitliğiyle te- zad halinde olan tehlikeli oyunlardır. Müsaid bir yerde ve kuvvetli mevzi- lerde mukavemet etmek, taarruz ede- nin bu mevzileri ele geçirmesinden da- ha kolayı olduğu iki ile ikinin dört e- şdişi kadar doğrudur. Böyle anlaşılın- ca, hattâ bütün orduları biribiriyle, karşılaştıran harblarda bile, müdafaa taarruzdan daha müsaid görünebilir. Fakat her şeye rağmen, taarruz, neticeyi alan muharebe şeklidir. ve tasvirini motifleri istihfaf etmiyerek aynen aldılar. Bu izahlar bize gösteriyor ki, es- ki yunanlıların ilk devre aid dini ve edebi mahsulleri, destanlardaki mad- delerin iktıbası kismen Mikeen dev- rine çıkabilirse de, bir çokları daha sonraki devirlerde alınmıştır. Bu e- serlerdeki tarih tasvirleri karekter ve mana bakımından şarkın ilâhlar tarihile aynı mahiyettedir. t Böylece İlyada ve Odisenin iç yüzü eyice bilindikten sonradır ki bu eserlerden tarih ve coğrafya bilgisi bakımından edilecek istifadenin şek- li de az çok belli olur. H. S. Selen eninde sonunda buna baş vurulmak perekir. Harb edenlerden en zayıtı, rakibinin kendisine her fmsat verişin de bu vasıtayı kullanacakur. Taarruz zihniyelinde, — vakur üstünlük- hissi hâkimdir, ve bu hisüir ki iyi idare e- dilmiş bir taarruza, halia sayıca üs tün bir düşmana karşı bile, münakaşa götürmez bir üstünlük verir. DENİZALTI VE HAVA HARBIİ Denizalül harbını, yanı bitarat ge büler .a biüe harb bölgesime girdikeri zaman muharıb denizalli gemileri ta ratından balırıldığı bır harbı kaldır- mak için yapılmış olan teşebbüsler, saf bir temenniden ıbaret kalacaktır. Harb eden devletlerin sivil halkının tayyareler tarafından bombardıman edilmemesini istemek için de kaziye aynıdır. Mutlak harb esnasında hare- ketlerden doğacak lüzumlar, ve mev- cudiyetinin muhafazası hususunda bir milletin gayretleri denizaltı ve hava harblarının kaldırılmasını istiyen be dava ve nazari dileklerden çok baş- ka türlü bir ehemiyete sahibtir. Esa ser. denizaltı gemileriyle tayyareler, eski bloküs şeklini baştanbaşa değiş- tirmiştirler. HARB İLANINA LÜZUM YOK Bır harba, mutlaka harb ilan ede- rek başlanması lüzumuna inanmak bir hatadır. Japonya 1844 de Çin'e, ve 1904 de Rusyaya karşı muharebe ye Çin ve ru$ gemilerine doğrudan doğruya taarruz etmek suretile baş- ladı. Bunun gibi, ingilizler de Boer- lere karşı mücndgblerinde aynı şe- kilde hareket ettiler. Alman Başveki- li Bethman - Holweg'in Rusya ve Fransaya harb ilan ediş şekilleri hâlâ hatırlardadır. Bu ilanı harb metinle- ri düşman propagandasına, düşmanın maneviyatını yükseltmiş ve bizimkini zayıflatmıştır. Umumiyetle, milletler tecavüz harbını anlamazlar ve ancak meşru müdafaa harbına hak verirler. Halbuki, bir ilanı harbta, tecavüz ar- zusu kolayca farkedilir. 1914 de, ger-. çekten garbta bir taarruz yapıldı ve alman milleti bizim bir tecavüz ve bu itibarla fetih harbı yaptığımıza inan- dı ve bu hal, onda mevcudiyeti için mücadele etmek hissini yıktı. Alman milleti, bize kabul ettirilmiş olan har- bın, ezilmek istemezsek ancak taar- ruz şeklinde yapılması lüzumunu an- lamamıştı ve bunu anlıyacak tarzda | bir terbiye de almamıştı. Halkın önv*; ceden hazırlanması o kadar lüzumlu- ! dur ki bütün millet, her ferdiyle har- Ludendorf Bu vermek general eserde bir fikir için bu ba, ancak kendi mevcudiyeti mevzu- bahs olduğuna inandığı zaman iştirak eder. SEFERBERLİK Harb kararından hemen sonra, ha- va ordusu, süvari fırkaları ve bazı topçu kıtaları, hafif deniz kuvvetleri ve nakliye kıtaları hazır bulunmak gerektir. ordunun diğer unsurlarının seferberliği de süratle takib edilmeli- dir. Kara ordusunun diğer. nevileri, hava ve deniz Oordularının geri kalan kısımları, ikinci günü harekete hazır halde olmalıdır. Üçüncüden beşinci güne kadar sulh zamanında mevcud bütün kıtalar, kuvvetlendirilmiş ola- rak, hazırlıklarını bitirmiş bulunma- hdırlar. İhtiyatlar için daha birkaç günlük “er - mühlet verilir. Aynı zamanda zatz - taburlar” teşkil edilir. Bu mühletleri, mazinin tecrübele- rine istinaden tayin ediyorum. Aske- ri teşekküller sulh zamanında ne ka- dar hazırlıklı bulunurlarsa, seferber- likleri o nısbette hızlı olur. Fraansa, hazardaki ordusunu çok kısa bir za- manda seferber hale koyabilir. HARB PLANI Orduların esas zaman uygun gelecek şu basit kaide- den başka reçete yoktur: Dünyanın hiç bir ordusu, kati neticeyi almaya niyet ettiği noktada hiç bir zaman kâfi derecede kuvvetli olamıyacaktır. Harb sahasının diğer noktalarında teraziye ancak pek lüzumlu kuvvetler atılmalıdır. Lüzumlu olduzu..x650dk | merhametsizce bir iradeyle, son tüfe- ge kadar kullanmalıdır. Vahimliği meydanda olan bazı imkânlara karşı gözlerini kapamak için insanda bü- yük bir ruh kuvveti olmalıdır. teşekkülüne her Seferberlik talimatının bunun dar çerçevesini aşmamasına dikkat etme- lidir. Gerçi, seferberlik sahasında kı- taların toplanma şekilleriyle müstak- bel hareketleri önceden tahmin et- mek doğrudur. Fakat hiç bir zaman, harekâtın ilerleyişi hususundaki plân- lar düşmanın vaziyetine dair ilk ha- berlerden ötesine götürülmemelidir. Burada teorik düşünceler nihayet bu- lur ve harbın realitesi başlar. Bu re- alite, plânların aynen tatbikinden zi- yade düşmanın zâflarından faydala: nılmasını ister. Umumi bir plân çizil mişse bu iyidir, fakat düşmanm se- ferberlik plânındaki vaziyete uygun olarak hareket etmesi her zaman bek- lenemez. ORDU ŞEFLERİ En büyük askeri şef, zekâsı, ira: desi ve yüreğiyle, milletinin varlığı mevzubahs olan mutlak harbı idare edecek olan adamdır. Hiç kimse, onu, üzerine aldığı büyük mesuliyetin yü- Mutlak harbı idare edecek olan bütün milletin ha- künden kurtaramaz. yatına hâkim olmalıdır. Hayatım her sahasında, karar ve- recek olan en yüksek şefin iradesidir. Harekatı idare edecek olan a adamın hakiki bir ordu şefi olup olmadığını ancak harb gösterebilir. Şu veya bu sebeble, şefin, kâfi bir otoriteye sahib olmadığı veya fazla genc olduğu vesilesiyle ikinci veya üçüncü derecede bir mevkie sahib ol- masına asla cevaz verilemez. Hakiki ordu şefleri bir milletin ha- yatında nadirdir. Sulh zamanındaki şefin harba da uyup uymıyacağını an- cak harb gösterebilir. Millet böyle bir şefe, ancak mukadderatını tamamen onun eline vermek süretiyle lâyık o- lur. O zaman şef ve millet biribirleri- ni tamamlarlar; aksi halde, şef hiç bir işe yaramaz. Sezuarca bir çugınlık veya bir rejimin çılgınlığı Ludendorf'un bu eseri münasebe- tiyle tanırnmış Sovyet yazarı B. Karl Radek İzvestiyad gazetesinde şunları yazıyor: Alman subayları arasında pek çok onur bulmuş olan Ludendorf'un “Mutlak harb” isimli eserinin intişarı- nı, alman gazeteleri sükütla geçiştiri- yorlar. Buyük harbta, alman ordularının hakikatte başkumandanlığını etmiş o- lan, ve bugün Almanyanın iktidar mevkiindeki partisiyle arasındaki gö- rüş ihtilaflarına rağmen, harb bakan- lığının daha ölmeden hatırasına hey- keller diktiği adama karşı alman ga- zetelerinin neden böyle bir tavur ta- kındıklarını, bu makaleyi okuduktan sonra, okurlar anlıyacaklardır. Ludendorf'un harbtan sonraki ha- yatı ve fikirleri ne kadar şahsi surlara sahib olsa da, bu kitab, yal- nız yazarının tutulmuş olduğu bir de- liliğin ifadesi değildir; birçok bakım- u yukse fikirlerini un- dan alman faşızmının ve kumanda makamlarının aksettirmektedir. Alman hükümetinin, bizzat Luden- dorf gibi, bu kitabta yazarın şahsi fi- kirlerini ifade etmiş olduğunu iddia edebileceği aşikârdır. Fakat alman hükümeti, her türlü şahsi fikirleri, ve hususiyle harbın aleyhine çevrilmiş fikirleri istediği zaman susturabile- ceğini göstermiş olduğu için bu nevi- den bir beyanatın hiç bir kıymeti yoktur. (Yalnız komünist değil, sade- ce sulh dostu binlerce almanın top- lama kamplarında inleyişi ve tanın- mış yazar Karl Osetski'nin çektiği ıstırablar bunun en iyi delilidir). Bu ölçüsüz vahşilik propagandasının neş- rine izin verirken alman hükümeti, propagandanın on binlerce alman su- bayı üzerinde yapacağı tesiri pekâlâ müdriktir. Genera) Ludendorf'en - çılgınlığı MAAASAAARANA, 1908 DE ALMAN BÜYÜK ELÇİSİ İLE BİR GÖRÜŞME münasebetiyle San Remo'da “Von Treitschke, ”17 inci asrın sonlarına doğru, İngilterenin, Prusyayı desiselerle al- datarak, kendine fayda temin ettiğine, gök- ten bile lanet yağıyor” diye aynen kullandı- gı sözleriyle ve -2dakatsiz “Albion” aleyhin- ÇEMBERLEYNİN HATIRALARI Numara: 8 deki gala güniyle takrirlerine tekrar başla- çdir” O tarihlerde Hohenzollern (Hohentso- lern) lerden bir prensin, hangi bahtı kara ingiliz prensesi ile evli olduğunu şimdi pek iyi hatırlıyamıyorum; lakin, zavallı Lady'nin. hatırasına Treitschke'nin hiddetle savurdu- ğu sövüp saymalar hâlâ kulağımdan çıkma- dı. Hakikatte ise bunda, veliahd Friedrich (Fridrih) in karısına karşı bir hücum gizli idi. Zaten dinleyiciler de kendisini bu tarz- da anlamışlar ve var kuvvetle alkışlamışlar- dı. Bu ders salonu, bir ingilizin rahat otura- bileceği bir yer değildi. İKİNCİ WİLHELM ve BİSMARCK Veliahd'in hastalığı, istikabeli de gölge- lendirdi. 18 sonteşrin tarihiyle İngiltere'ye gönderdiğim mektubta şunları yazıyordum: “Umudsuzluk içinde yatan Veliahdin hastalığı dolayısiyle, burada, herkes bitkin ve ezilmiş bir haldedir. Hele liberallerin ha- li çok berbad. Veliahd, onların son umudu idi. Liderlerinden biri olan Dr. Bamberger, bugünlerdebana, kendilerine inen darbeler- Türkçeye çeviren: Hikmet TUNA den, bir bu darbenin eksik aklmış olduğunu kaydederek, şimdi de asker oyunlarından başka bir şey düşünmiyen ve hususiyle, mah- muzlarıni haketmek hırsı peşinde koşan, ko- yu muhafazakâr bir subay olan prens Wil- helm'in veliahdliği karşısında tedbirli dav- ranmak mecburiyetinde olduklarını söyledi. Doktor Bamberger: “Allah Bismarck'a uzun ömür versin, diye dua etmek zorunda- yız,, diyordu. Partisi, Başvekil tarafından ayaklar al- tına alınmış olan'bir adamın bunu söyleme- si, çok şaşılacak bir şeydir. Mukadderatın ne acı istihzası! Fakat o, Bismarck'ın, başka hiç kimse- nin cesaret edemiyeceği şekilde, prens Wil- helm'i ele alabileceğini hissediyor..” DKSBİR 1888 şubatı sonunda Berlin'den ayrıldım. 9 martta da ihtiyar imparator öldü. Onun ar- kasından imparator dünyaya gözlerini kapa- dı. Üzerinden iki yıl geçmemişti ki, ihtiyar dümenci Bismarck'ın pabuçları dama atıldı ve imparator ikinci 'Wilhelm de, artık hiç 'bir manii kalmıyan tehlikeli saltanatını sür- meğe bastladı |Bu tarihte Almanyanın Londra Büyük Elçisi bulunan Kont Wolft - Metternich (Volf - Meter- nih) ile görüşen Sir Austen Chamberlain (Sir Os- ten Çemberleyn), ingiliz parlamentosunda ünt- yonist partisinin ileri gelen şahsiyetlerinden idi, Bu görüşme, dünya harbından önceki yıllar için- de çok nazik bir devreye girmiş olan Alman - İngiliz münasebetlerini aydınlatmaktadır. Hattâ bazı bakımlardan, bugünün dünya hâdiseleriyle de yakıdan alâkadardır.) - Mütercim - 1908 yılr mayısının son günlerinde Cam- bridge (Kembriç) de bulunuyordum. Hiç bek- lemediğim bir anda, ingiliz sarayının bahçe- sinde Charles Waldstein (Çarls Valdştayn) ile, o tarihlerde Almanyanın Londra Büyük elçisi bulunan Kont Metternickh'e rastgel- dim. Charles Valdstein, Cambridge üniver- sitesi profesörü ve daha sonraları da Sir Charles Val' ton diye tanınmıştır. Metternich, vikendi Waldstein'la birlik- " te geçiriyordu. Waldstein benden, ertesi gün öğle yemeğini birlikte yememizi Trica etti. Karım da bana refakat ettiğinden, ilk önce kabul etmek istemedim. Fakat, beni bir kenara çekerek, bu daveti, benimle sükünet içinde görüşmek istiyen Alman Büyük Elçi- sinin ısrarı üzerine yaptığını söyleyince, ben de bunun üzerine peki dedim. ' (Sonu var)