10 HAZİRAN 1985 PAZARTESİ Eşa - upasa Almanyada uçakçılık Belçika'da ilk demiryolu ya- pulacağı zaman, parlamentoda bir takım saylavlar ayak direyertek; “Böyle kepazelik mi olur? Tarla- Tarda ne kadar öküz, ne kadar inek varsa, hepsi ürküp kaçacak.,, de- mişler. Tiran'dan Selânik'e — giden açağa iki buçuk yaşında bir bebek teslim ettiler. Canlı bir emanet, Pervaneler dönmeğe başlayınca, bebek avazı çıktığı kadar haykır- mağa başladı. Uçak kalktı. Bebek susmuyor, ağlayor, morarıyordu. En sonunda bembeyaz oldu, göz- Terini yumdu, mışıl mışıl uyuma- Şa başladı. 20 dakika sonra uyan- dı. Kendisini pencereye doğru tutan bayanın kucağında Elbasa- B'1 Ohri gölünden ayıran dağları seyre daldı. Bundan yüz yıl önce, tren öküzleri ürkütecek diye telâşa dü- şen belçikalı saylavları, uçağın pençeresinden Arnavudluk dağla- rını seyreden modern bebekle kar- şılaştırın, insanlık nasıl bir yol almıştır, kavrarsınız. Almanya'da uçakçılık bizim şehirlerdeki otobüs ve taksi yol- culuğundan farksız bir şey olmuş. Almanya'ya bir ayın 22 sinde a- yak bastık, Öteki ayım sekizine kadar, şehirden şehire hep uçtuk, Tramvay büyüklüğünde bir uça- ğin içinde, biribirimizi tanıyan yurddaşlar, ilk uçuşta yan gözle biribirimizi süzdük. Uçuş başla- dıktan sonra, hepimizin canı, içi- mizden hoppadak çıkarak kucak- lTarımıza oturmuştu. Hepimiz, ku- caklarımızda oturan bu kendi can- Tarımızla bir sohbete başlamıştık, “Ya düşersek, can!,, diyorduk, Benimki “ya düşersek, Burhan Belge!,, diyordu. Ve bir filozol- Taşmadır başladı. Altımızda köyler çocukların oyuncakları gibi çerdençöpten gö- züküyordu. Yanıbaşlarında mezar- dlıkları, Ben kendi canıma dedim ki; “Adam, can, düşersek, işte bi- zi de şunlar gibi bir yana gömer- ler!,, Ve bu sözlerden sonra korku ile beraber filozofi de kalktı git- ti. Canlar da yerli yerlerine dön- düler, Ondan sonraki uçuşlarda, pilotlar kadar pervasız olmuştuk, **8 Uçak alanına iniyoruz. Perva- neler, sessiz dönüyor. Alçalıyo- ruz. Kanadlarımız, evlerin çatısı- na değecek gibi. Alan, bize doğru sokuluyor. Sınır parmaklıklarını bu kadar alçaktan nasıl aşacağız? Olmaya ki erken inmiş buluna- lım?! Değil halbuki. Hiç olmazsa elli metre yüksekten uçuyoruz. Fakat gelin de bunu, 1500 — 3000 metre yüksekten görmeğe alış- mış acamı gözlere anlatın. Hangi alana indikse, bizleri misatir çağıranları güler yüzle, açık elle karşımızda bulduk, Kal- kışlar inişlerden daha çekici idi, -Çünkü bizden önce bir, kimi za- man da iki uçak kalkıyordu. Ya- hut bir uçak konuyor, içinden el- Terinde çantaları şık - tazeler ini- yordu. Bir yöre istasyonuna iner Bibi. Niçin hepsinde bu hal olmasın ki, en uzun uçuş iki saatten çok sürmüyor. Kolonya'dan Essen'e on iki dakikada uçtuk, Fakat alan- dan otele kadar, otumobille bir çeyrek saatte gittik. Uçak — oto- mobil. Dün ve bugün gibi. Her uçak alanında bir güzel uçak durağı yapmışlar. Gümtük daireleri, polis daireleri, kahve- Teri, lokantaları, postaları, tele- fonları, her şeyi tam,her şeyi yepyeni. Almanya'da, iki hattadan çok uçmadık. Anlamamıza yetti ki, Almanya'da uçakçılık, arabacılık, taksicilik gibi bir şey olmuştur. Bir şebrin semtlerini nasıl takside bir günde dolaeşabilirseniz bir Dil ve tarih araştırmaları Arab illerinde Sumer izleri Başı bundan önceki sayılarımızdadır. İIBRANLAR Çölden Fıratı geçenlere Tevtat İb- ran adını veriyor. İbran; Hebro dilince — Stekçe — demekmiş. İbran'lar da Fr- ratın öbür keçesinde yerleştiler. Fakat Fıratın beri geçesinde ve çöl yakasın- da bıraktıkları çadırlı urkdaşlarla olan bağlarını kesmediler. Karışma ve gö rüşme sürdü, durdu. Bu ilgi vakit olur- du ki kanlı ve yıkıcı bir hal alırdı. Ki- mi vakit çöl azıyanlar: şarların şenliği Üzerinde çöle çeviren bir egemenlik kurardı. Kimi vakit de kültür yurdu nun buyruğunu saygı ile, uyrumla tu- tarlar ve bir deve dinginliği gösterir- lerdi. Bin yıllar sürümü döğüştüler, to kuştular ve çarpıştılar. Fakat hiç bir çağda ne dil, ne kültür ayrılığı göster. diler. Çünkü dil gene Sumer dili, çün- kü kültür gene Sumer kültürü idi, Ve çünkü Arab illerinin hiç bir yerinde Sumer — Babil dilinden başka kültü- rel bir dil yoktu. yerleşenlerle çadır al- tında kalanlar her zaman bu dili ko- nuştular ve bu kültürü söylediler. Ve onları severek beslediler, yayarak da- gıttılar. a “. Sami urukun — yarımadadan kuzoye doğru ilk çıkışı diye anılan bu büyük sıyasal hareket Sumer soysallığını Sa- mileştirememişti. Fakat daha kuzeyde- ki Akatça üzerinde etkili oldu. Orada özge bir diyelek işliyebildi. Zaten A- kadlılar daha Samiler gelmeden Su- merce kelimelerin başına t, s,z, a önek- leri takmağa başlamışlardı ve sanırım ki kelimelerin sonlarına ar, ak, at son- eklerini gene Akadlılar iliştirdiler. A- kadlılar da türkçe konuşurdu. Dilleri Ayglutination'lu idi. Ulusal varlıkları çok dirik, ve çok güçlü idi, Asıl adları Martu idi. (Tarihiğ devirlecde Martu- lar Sam dili ile konuşurlardı. Halbuki onlar Anadolu'lu idiler, Akad iline; küçük Asyadan gelmişlerdi. O gürlük (feyizli) toprakların, ta denize kadar olan © yerlerin bütün sömürgemen (müstamer) lerine hükmetmişlerdi. Ta- sın (tahmin) lara ğöre lik yerliler de- niz yolu ile gelmişlerdi. Bunlar çok ba- «it adamlardı. Dolokisafal idiler, Hay- vanlar gibi yaşıyorlardı. Onların üze- rine Martular geldiler. Martudan sonra Suümerliler — geldi. AÂynı zamanda Elamlılar ve Akadlar yerleşmiş bulunuyordu. Fakat Sumer hepsinden üstündü. Bir Sumer imni deniz yolu ile gelen Dolakisefalların helini şöyle anlatır: Yaratılışlarından sonra insanlar ne yemek için ekmek,ne bürünmek için giyim yapabiliyorlardı. Koyunlar gibi otluyor ve çukurlarda birikmiş suları içiyorlardı. Woolley vor 5000 yahren 16) . ©. «" Bir başka görüşten Leonard Wool- ley bu hareketi şöylece anlatır: (Arab merkez yaylasının üstünde bugünkü göçebelerin ataları vardı. Del- tanım kuruması bu ilkel (iptidai) lere yaşayışlarını değiştirebilecek güzel bir firsat ve hoşa gider bir arslan payı ha- rırladı. Yüksek çöl yaylasından sayısı belli obalar aşağı batak topraklara in- diler. Oralarda her zaman için ekip biçme kolaylığı gösteren bir ada vardı. Ve böylece Sumere Samiğ bir eleman gelmiş oldu. Gerçek dil birliğinden göz alınırsa bunlar Akadın Sami boyların: dan bütün bütüne başka idiler. Zaten bu yerlerde Diyeleklerin çok çeşidli bu Tunmuş olması gerektir. Akad kolonist. leri ki bağlarını hiç bir vakit kesme- dikleri oldukça daha kültürlü bir mer- kezden, bir ana yurddan gelmişlerdi. Daha sıyasal kurumlu, basit de — olsa şarlarda oturacak kadar olgün — bir te- cime ertik kişilerdi. Sonradan gelen bu memleketin birçok şehirlerini de uçakla bir günde tanıyabiliyorsu- nuz. Güzel, coşkunluk veren bir İn- sanlık hali. Burhan BELGE H.R. TANKUT güney Samlıları öyle değildi. Şehir dirliğine uyamıyorlardı. Batak toptak- lar yakalarını koyuverseydi — göçecek- lerdi. İşte bu gibi karakter ayrılığı soy- salca yerleşmelerine engel oluyordu Woolley. Vor 5000 yahren 13.) Arab yarımadasından Mezopotam ya'ya kadar uzanan bu akınlar sürdü, durdu. Tarih bize bu akıncıları Samiğ uruktan diye tanıtıyor. SAM OĞULLARI Milâddan bin beş yüz yıl öncede -, yiz. Bütün çölde ve Mezopotamyadı genel bir ad var: Samiğ. Bu Sam uru. kunun nasıl tarihsel bir dokuma oldu ğunu aşağı yukarı anlamış - bulunuyo- ruz, Filistinde, Suriyede yukarı Dicle ve Fıratta özge dillerini bitirmemiş, erkli ve ertik uluslar da var. Fakat Ba: bil kültürü ve Asur posatır onların sr yasal ve hattâ ulusal varlıklarını sars. maktadır. Bunlar Etiler, Huriler, Lu- viler ve Anzanlar, Sakalar ve Kassiler, dir. Şimdiye kadar dayanmış olan bü türk soylu ve seçkin ulusların birden bire tıpkı bir sabun kalıbı gibi kayna« madan kabarmadan, fakat hızla eriyip gittiğini görüyoruz. Onlardan da Sam acunu çok zengin kalıklara konmakta- dır. Hep dışarı malı, hep kendi özün- den başka elemanlarlâ olup beslenen ve büyüyen Sam dünyası o tarihte artık en büyük kazancına da kavuşuyor. Ve adlarını saydığım ulusların kalığı ile hem tinel, hem tenel varlığını güçlen- diriyor. Samiğ gruplardan bahseder- ken: Worrel der ki; (Bize göre semetik grupları aşağıdaki bölüklere ayırmak doğru olur: 1 — Babilliler. (Asur ve Halide de içinde) 2 — Kamanlar (Finikeliler de İçin * de) 3 — İbranlar (Aramlar da içinde) İkinci derecede önemli başka grup- lar da şunlardır: 4 — Güney Arabları (Habeş de için- de) $ — Nabtlar — Arablar. Bu son üç gruptan Tevrat ya çok örtünç (müphem) bahseder, Ya kimi- sinden hiç bahsetmez. Şu halde ilk üç grupu cski ve köklü son Üç grupu da köksüz ve sonradan olma kabul etmeli- dir. A. stuay of Racesin the anclent Bast 88,89). Bu bölüklemede aykırı bir sav (id- dia) yoktur. Ve görülüyor ki Arab Sam gruplarının en genci ve en sonuncusu oluyor. Tabiiğ dili de soysal gövdesi gi- bi genç olacaktır. Arab diyelekleri ara- sında büyük bir ayrılık olmaması ve bir arab mitolojisi bulunmaması bu genç- liğe inandıracak en çok kandırıcı bel- gelerdendir. Biraz daha eski olması ge rteken güney Arablarının — masıl alana | çıktıklarını incelemek doğru olur. Ona da biraz aşağıda başlıyacağız. Şimdi Sam oğulları hakkında Worrel'in de - diklerini dinliyelim: € « Arab illerinden bitek yarıma - ya göçen ve Sam dili ile konuşan oy- maklar bu bölgede daha eski zamanlar- da gelip yerleşmiş ve yekdiğerile kay- naşınış bir halk yığını buldular, Gene bu bölge halkından olup da tarihçe adı Sam diye tanrlan ve semetik lehçelerle konuşan kimseler; ancak Samiğ Salgin- cilerin buralara getirdiği asıl Samiğ- lerle karışmış ve onların kanlarile kay- naşmış melez bir halktır ve Sam uru- kunun güçlü vasıflarını taşıyan Babil- Hler, Asurlar ve Rumye gölü kavzasın- da oturan Nasturi hıristiyanlar ve bir- çok yahudiler de Samlıların uruksal etgerliğ'i (nüfuz) altında kalarak son- radan Samiğ vasıflar almış ömekler. dir, İbranilerde Alpin bir uruku kap- samış (ihtiva) olan Kahnonlarla çabukça karışmış ve kaynaşmıştır. Yuvarlak başlı ve büyük burunlu olan şimdiki ya hudilerin önemli bir kısmı bu . Alpin yani dağlı kanını taşımaktadır. Tarihlerine de bakılırsa bu yahu- İngiliz sıyasasının temeli Londra, 9 (A.A) — Radyo ile yap - tığı bir söylevde dün akşam B. Bald- vin devamı gereken ulusal kabinenin bağardığı işleri gözden — geçirerek B. Makdonaldı övdükten — sonra demiştir ki: Ğ « — Dünyanın durumunu gözden ge- çirdikten sonra artık bundan böyle bir- leşik ulusal bir hamleye ve elbirliğine lüzüum kalmadığını söyliyebilecek kim vardır?» Bundan sonra Henleydeki söylevin- de ortaya sürdüğü fikri genişleterek, B. Baldvin söylevine şöyle devam et - miştir: « — Bugünkü günde dış işleri ba - kanlığından daha çok soravlı bir ba - kanlık daha yoktur. Bunun içindir ki dış işleri bakanlığının kabinedeki duru- munu kuvvetlendirmek amacı ile iki bakan bulunduruyorum. Bunlardan bi- Ti yalnız uluslar sosyetesi işlerine ba- kacaktır. Hükümetin uluşlar sosyete- &i Üyeliğine verdiği önemi daha çok göze çarptırmak için böyle yaptım. Dış sıyasamız uluslar sosyetesi ü - yeliği durumumuza dayanır. Bunun açıktan açığa anlaşılması — faydalıdır, Öyle sanırım ki bu önemli değişiklik hükümetin arsrulusal işlerde durumunu maddiğ bakımdan kuvyetlendirecek ve böylece dış sıyasamızın temeli olan ba- rışı sağlamlamak hususuna hizmet ede- cektir.» Londra, 9 (A.A) — Himley Hal'de verdiği bir söylevde, B. Baldvin in - giliz dış aıyasasını yönetecek yeni ör - güt hakkında izahat vermiş ve B. E - denin uluslar sosyetesi işleri ile uğra- şacağını bildirmirtir. . İngilterenin güvenliği Londra, 9 (A.A) — Ulusal korum ve genel güvenlikten bahseden B. Bald- vin şunları söylemiştir: « — Biz, düzenlenmiş bir demokra- sinin özgürlüğünün bayrı bekçileriyiz. Bu kuruluşları koruyacağız. Fakat bugün Avrupanın ne kadar kaygılı ol- duğunu hepiniz bilirsiniz. Biz, hükü - met olmak bakımından, ulusa ve Ülkü- ye karşı olan ödevimizi yapmaktan ge- ti kalmıyacağız. Ancak silahların azal- tılması keyfiyeti sağlanmadıkça bu ül- kenin korunması bakımından kanmış ol- mıyacağız.» ——— dilerin bir kısın: derilerinin rengi ve gekik gözlerile Fino-Oğurlara veya Mogollara benzerler. Halbuki Afrika- da bulunan seyrek sakallı, kıvırcık saç- l1 ve esmer derili samiğler ham dili ile konuşan komşularının fizik vasıflarını taşırlar, Hattâ ana yurdlarında bulu- nan ve orada yaşayan öz arablar ara - sında bile hamiğ ve zenci oruklarının belirgen vasıflarını — taşımayanlar az değildir. En eski sam tipinde bulunan Necid arabları ise Akdeniz — orukuna benzerler bunların fizik karakterlerin - de hamiğ ve samiğ izleri görülmez. A. study of Races in the Ancient East 99) Mişigan Üniversitesinin semiteloğu da bize söylüyor ki ne Babilliler ne A- surlar ne sonradan moğol - türk tari - hinde özge yer tutmuş olan masturiğ- ler hattâ ne de büyük bir kısım yahu - diler samiğ değildiler. Onların sa - miğleşmesi tarihin en meraklı bir oyla- mını yapar, Yüksek, zengin — ve çok incelmiş bir aristokrat tabakası yapan Sümerlilerle; barbar, döğüşgen, uğra- gıcı ve zorba çöl çocuklarınım bin yıl- larca süren bir dil savaşına tanık olu- yoruz. — Bu savaşta her iki taraf aynı derecede kaybediyor ve aynı derecede kazanıyordu. Bu azalma yolu ile çoğa- lan ve törpülenme yöndemiyle genişli- yen, biçimlemen dilin Miladdan az ön- ceki adına aram dili diyorlar. Aram di W Huri'ceden büyük ölçüde etkilenmiş- tir. (Sonu var) SAYIFA 3 Vasıfın Ayak ucunda Günü gününe bir ay oluyor, Kiyef'te, kolhoz köylülerinin sol- rasında, güzel ve tertemiz yüzlü ihtiyar ev sahibi kadınla şakala- şıp köylülerle bir arkadaş içtem- liği ile konuşan; İki saat sonra, İnturist oteli- nin şölen salonunda, Ükranyalı sanat adamlarının bize verdikleri çayda, türk edebiyatının — gidişı, kuvvetli uzkişileri, bunların dev- rim üzerindeki etkileri hakkında görüşülürken her soruya en doğ- ru, en kestirme cevabı veren; Biraz sonra, Ükranya operası- nın biri, bülbül gibi şakıyan ve ö- teki, - nezledenmi, yorgunluktan- mı, vakti geçtiğindenmi, - sesi kı- sıldığı için gözleri yaşaran iki ka- dın artisti arasındaki kıskançlığı sezerek ikincisinin — haklı acısımı unutturmak için güler yüzlülüğü- nü bol bol harcayan; Daha sonra, durakta, biz yur- da ve kendisi Moskova'ya, işinin başına dönmek üzere, biribirimir- den ayırlırken, cebindeki son türk cigaralarını dağıtıp, tek dilek o- larak “bütün sevdiklere selam,, götürmemizi istiyen; Zekâ ve gönülle konuşmayı bi len; Vasıl Çınar, Dün - bilmemi neden - yalnız resmiğ kılıklı adamlar arasında ve - ne büyük teselli - albayrağın kucağında, bugün de, yirmi dört saatte sölüuvermiş çelenklerin koy- nunda, bir hayal gibi değil, Ki- yeP'te, beraber geçirdiğimiz ayrı- lık günü, köy sofrasındaki, artist- ler ve yazmanlar karşısındaki ve en son, elinde beyaz mendili, du- rağın alaca karanlığı içindeki ha- liyle, hep karşımda idi, Uzun boyunda belki biraz yor- gunluk vardı, Yüzünün çizgilerinde keyitli bir adam olmadığını anlatan çok şey okunurdu. Durmayan kahkahaları, ken- dinden çok, başkalarına neşe da- ğıtmak içindi. Fakat doğru bildiği, inandığı konular üzerinde konuşmağa baş- layınca yorgun boyu dikleşir, dü- şünce kıvrımlariyle çekilmiş yüz çizgileri düzelir, kahkahaları söz- lerinin çınlayan birer yardımcısı olurdu. Duyduklarını ve düşün- düklerini, hiç bir kaygıya kapıl- madan söyliyen az genc gördüm. Vasıf, şüphesiz, bunların en başta olanlarındandı ve belki herkesce de bundan dolayı bu kadar sevil- mişti. Geçen gün, büyük kurultayda, onun gibi, özü ve sözü doğru, inanlı bir arkadaşı “.. halkı ve gencliği, kafasını kullanmadan, “yat,, dediğimiz zaman yatar, “kalk,, dediğimiz zaman kalkar, sürüleşmiş bir yığın haline getir- mek istemiyoruz... Onları biz, her- — hangi bir güçlü darbe karşısında kafasını kullanmasını bilecek, te- şebbüs alma, karar verme ve zor- dukların üzerine varma gibi yük- sek hassalarla, zor vazileler için yetiştireceğiz.,, diyordu. Vasıf bu ideyel gencliğin en olgun örneklerindendi. Ğ Çocukluğumuzda analarımız, başları sıkıldığı zaman, bizi elle- rimizden tutarak, bir yatırın ayak ucuna götürür, ondan Üüzgün yü- — rekleri için kuvvet dilerlerdi. Biz — bunların kayrısına artık inanabi- lirmiyiz? $ Ancak, çocuklarımız yurd için tasalanacak, onun yolunda çalışır ve çarpışırken herhangi bir güçe — lük karşısında bezecek olurlarsa anılarından kuvvet alacakları, er- kinlik için ölenlerimizle Vasıl gibi aynı hedeli hiç gözden kaybetme- den dosdoğru yürüdükleri sırada “ecel,, dediğimiz ekitsiz. düşma- nn elinden kurtaramıyarak - top- rağa verdiklerimizdir. yaşayışı genclere örnek olzun. N RaAvVnAN