4 (Bundan altı sene kadar ev- vel (TAN) ın selefi Milliyet azetesinde çıkmış olan bu azı, bugünkü hâdiselere in- bak ettiği için tekrar derce- iyoruz.| V aroşlara yakın, hal sahille- rine civar semtlerde mahal. © tesadüf edilir, işi gücü belirsiz, yok, terbiyesi yok, cüreti çok, tesareti yok, ekseri cılız ve çelim- İz, tenbel ve cahil, çok söyliyen ve ürgün halinde gülen bir mahlük ardır, Buna İstanbul lehçesinin bütün iliklerine tasarruf eden (şehir uşağı) sulu demiştir. Bilmem hiç Önüne gelene takılır: — Vay bekçi baba! Nasıl gece: ri dolaşıyor musun? Pek dolaşma kör düğüm olursun! Petürgeli bekçi aldırmaz. O de. m eder; — Nedir o cebindeki? Altı pat- Yar mı, altı patlamaz mı? © Bekçi dayanamaz: © — Adamına göre altı da patlar üstü de... Sulu durur mu: — Atma din kardeşiyiz. Bozacı Kerim Ağa kahvede. Gözü ona ilişse: — Ne yaptın bakalım, Gerim a- ? (Kerim demez.) Bozacı tabil bu harf farkını se. zemez amma, kahvedekilerden gü- lenler olur. Artık sulunun zevkine — E, anlat bakalım Gerim Ağa! ozayı ensende mi pişirirler? Öteki içerler, başını boynu üze- de bir sağa, bir sola döndüre. hiddet ve sabır alâmetleri gös- Sulu dayanamaz: — Pek sallama arpa torbası 'dü- Ba yaşlı bir adamdır. Yaş anın da hamisi çok olur. Daha o lâfı bitirmeden kahvede. arbakırlıdır. Bir fabrikada iş- başıdır, az söyler, çok dinler, Su- İanun tarıdıklarından. © — Uzatma Nuri, ihtiyar adamı # bırak bel Sulu rahat durur mu? Bu seler ban Efcndiye çatar: — Vay beyim, cebine merdiven. #neyim! © Şaban — dedik ya ağır adam:! dır — aldırmaz. Nuri devam eder: Ulan Beyefendi! Şaban içerlemektedir. Göz ka- yaklarını ağır ağır açıp kapıyarak lu Nuriye bakar, ama, yüzüne ğil. Oturduğu iskemleye.... Nuri şhur bir şarkıyı söyler: © — Aman Allah, gözlere bak göz. lere! © Şaban tekrar eder; — Kes dedik a Sulu sulandıkça sulanır: — Beyime döner kes, yağlı ta- ' run efendim! Şaban karşısındaki ile görüşerek İşi uzatmamaya çalışır. . Sulu sululukta sebat eder: — Şaban Efendi, Gerimden bir bardak boza içer misin? Mırmirik. “tir, vallahi. Şaban Efendi yavaş yavaş Kiz - maktadır. Lâkin cevap vermiyor. Sulu Nuri adamcağıza musallat: — Şişt. Bana bak! Adamım! Tu- tuldunsa boş ver yahu. İspati pa. pası gibi ne kuruluyorsun! Çeneni sıkma, inei dişlerine yazık olur! “der: : Sulanma! Fazla kaçıyor! — Fazlasını geriye ver! Ne ka- “dar aldın? Yüz dirhem mi? Ha... Gerçek, şimdi okka kalktı, kilo var. Hah, hah, hah. kahvelerinde, vapur iskelelerin. © — Beyefendi! Şişgşt. Beyefendi! —. İ sululuklarda berdevam. | rafından. Buyurun beyim! Buyu- | © Şaban bir daha döner ve ihtar e- | Yazan: B. FELEK e kahveciye söyler: — AN Çavuş, sustur şunu be? Sulu cevap verir: — Ben gramofon muyum be? Bu. nun burası kahve, yüzlüğünü veren oturur, beyime bak! Pek rahatsız olursan kuyruklu bonjur giy de Tokatiyanda otur. Ali çavuş ta karışır: — Nuri Bey, kardeşim! Tatsızlık etme... — Neden senin kardeşin oluyor. muşum odun ağa! Şaban patlar: — Keşki onun kardeşi olsan be, aşağılık herif? — Vay üst kat beyim! Kaça o- türuyorsunuz apartmanda? — E çamurluk ediyorsun Nuri? — Çamur lâfına kızmam! — Sen neden utanırsin be! Sulu şarkı söyler. Bu söz de ona taştır. — “Karşıda Kürt evleri,,.. “Ya. yılmış develeri”. Herkes bir kavga çıkacağını tah- min etmektedir. Yalnız sulu Nuri bunun farkında değildir. İmam Lâ- tif Efendi tehlikenin önüne geç - mek İster: — Nuri Bey evlâdım.. Ne lâzım biribirini kırmak... Sen de pek ile- ri gitme! O da. — Hoca Efendi, namazın şartları ikidir, hadesten taharet, cesaretten İbaret. Biz erkekçe lâf ediyoruz, anlaşıldı mı? Bunun burası mahal- le kahvesi. Ne yapalım! Beğenmi. .yen küçük kizını versin. Hem sen ne karışiyorsun bu İşe? İmam, herren Mâhevte Çehaiye başlar. Beriki bundan cesaret bu - Tarak işi üzatir veimama musaliğt olur; — Nasıl hocam! İmam bayıldı ya kandil yağlarını koyuyor mu « sün! Artık kalmadı desene. Şim- di elektrik yakıyorlar. Elektrikli imam bayıldı olmaz! Biz hepinizi biliriz. Anlaşıldı mı? Biz alnimiz açık geziyoruz. Burası kari yeri değil! Erkekçe lâf! (Sobanın başında da miskin miskin oturan arabacı Hüsmen ağaya hitap ederek) de- ğU mi adamım?! üsmen ağa aldırmaz. Elinde ki sigarayı acı acı çeker ve 1939 - 1940 ye Açılış Programı: PRENS Bu Akşam S ü M E R Sineması sinema mevsimine başlıyor. izi kahkahalarla güldürecek Unutulmaz GEORGES MİLTON'un Neş'e ve Kahkaha filmidir. Tamamen yeni bir hale ifrağ ve en son sinema tekemmülâtile WES- TERN MİRROPHONİGUE makineleriyle techiz edilen SÜMER SİNEMASI bütün mevsim devamınca en müntehap ve birinci sınıf filimleri irae edeceğini sayın müşterilerine vadeder. ulunun Akıbeti öksürür, öksürür, yere tükürür ve ezer: — Sen hırtlamba olmuşsun; bi- raz sinâmeki yut. Ama, dikkat et, hapı yutarsın ha! Bu esnada Şaban efendi de ök- sürür. Ama bu öksürük kasdi de- ğildir. Sulu Nuri bunu üstüne alı- nır: Şaban efendi, sen de boynuz çektir! Öksürüyorsun. Sonra... Daha lifını bitirmeden Şabanın önündeki gazoz şişesi Nurinin ya- nına düşer ve parçalanır. Nuri a- fallar ve cevap vermek ister: | Ali çavuş, yaz beyin hesa- bina... Şabanın yerinden kalkıp Nuri- bin yanına gelmesi va onu kucak- layınca kahvenin bahçesindeki şitlenbik ağacının dibine götürme- si bir olur. Nuri ne olduğunun da- ha farkına varmadan çitlenbik a- ğacına dayanmıştır. Şaban bir eli- le Suluyu ağaca dayamış, öteki elite tokâtlamaktadır. Tabii bütün kahve halkı seyircidir, müdahale eğen yok. Şaban iki üç tokattan sonra Nuriyi bırakmak ister. Lâ- kin beriki suludur. “- Kaçma, erkeksen gel sokağa çikalım, Şaban zaten hızını almış değil dir. Nuriyi bastırır ve paltosunun ensesinden yakalayıp sürükleye- sürükleye sokağa çıkarır, çocuk- İar, kadınlar etraflarına toplanır- lar, Nuri yerde, Şaban üstünde. Bir adam nasıl dövülürse öylece döver. Nuride ses yok! Ş aban işini bitirdikten sonra bir de Nurinin, üzerine de- ğil, yanına tükürür, Dayak bittik- ten sonra araya girenler, Nuriyi yerden kaldırırlar, Şabanı da bir güvey gibi koltuklarlar, bu esma- Aa Nuri ham üstünü hasın: eilkar, bem de »siak gözlerile Şabana bar karak çatlak bir sesi i — Allahından bul siz adamı buldun y var, dilim yek! Allah seni de be- nim gibi yapsın! Ben sana (bu es- nada Şaban durur ve Nuriye doğru döner, Nuri korkudan avazı çıktı- ğı kadar) can kurtaran yok mü, adam öldürüyorlar yahul Şabanı çekerler, Nuriyi bırakır- lar. Nuri bir daha o kahveye gide- mez. On dakika uzakta diğer bir mahalle kahvesinde: — Alimalllah elimden zorlan al- dilar. Yiyecektim herifi.. diye va- kayı anlatırken içeriye bozacı Ke- rim girer, Nuri hemen lâfı değiş- tirir; — Nasıl var musın, Panayot, gel bir beş atalım. BUBUL SARAY Sinemasının Açılış Programı olarak intihap MİREİLLE BALİN - ettiği ve JEAN MURAT'ın Fevkalâde bir tarzda oynadıkları CASUS AVYCUSU Büyük Fransız Filmi, bugün Londra, Paris ve Berlinde oynanmakta olan emsalsiz his ve heyecanlı bir şaheserdir. Yerlerinizi evvelden aldırmız. TAN Bra evvelki yazımda, Al mânyanın uzun cephelerinde ki muharebe kabiliyetini tersim etmeyi tecrübe ettim. Vaziyeti iyi- c6 tebarüz ettirebilmek için, bu « gün, bir Alman omütehassısınm şehadetini de zikredeceğim. Bu za. tın iddiama şehadet eden maka - Tesi; 18 mart 1939 tarihinde, Eko- nomi ve Finans “Ajans” adındaki teknik Fransız gazetesinde intişar etmişti Resmi bir Alman menbamdan mülhem olmadığı için, mevsuki - yet garantilerine sahip sayabile - ceğimiz bu makalede hatalı bula - bileceğimiz kısımlar, belki sadece rakamlara mütealliktir. (Zira, şifa. hi konferansların not edilişinde bu kabil rakam hatalarına rastlanıl, ması tabiidir.) Bu mevsukiyet, bize kati gö - rünüyor. Bu katiyete inanışmı - zın bir sebebi, konferansı neşre « den gazetenin ciddiyetine olan iti- madımızdır. Bir diğer sebebi de, bu nutuktan sonra Almanyada a. lunan tedbirlerin, nutuktan mül. hem olmasıdır. Mprin ilk haftalermde, Al « man gazetelerinde intişar eden bir habere göre, Relehsban- kın ikinci reisi ve maliye müste - $arı Brinkman, asabi bir buhran geçirmiş ve bir sanatoryora kal - dırılmıştı. Halbuki, bu hareketin hakiki sebebi, Hrinkmann'ın 1939 şubatı. nın sonunda, Kolonyada söylediği bir nutuktu. Bunun böyle olduğunu kendi. si söylüyordu. Ve Brinkmann © gün, muteber ve mutemet nazi er. künmin yaptıkları toplantı fırsa tından istifade ederek, Reichin ik- tışadi ve mali vaziyetini, samimi ve açık bir lisanla anlatmıştır. »rınxmann, orada “— Bugün, diyor, milli eko * nomimizin, belli başlı üç desteği vardır; 1 — İşçilik 2 — İptidai maddeler 3 — Sermaye Bu üç unsur, iktisadi İnkişa fımızm bütün menbalarını ve te - mellerini temsil eder: Ve bizde, bu üç unsur da, tamamen tüken - miş bulunuyor. Devletin bürük © projelerinin tatbikı sırasında, silâhlanma faa. liyetinden başlayarak, tâ garp is - tihkâmlarının İnşaatına kadar gös- terilen faaliyet, çok büyük mik - yasta bir işçiliğe muhtaç olmuş tur. Ve bu hususta gösterilen bü - yük ihtiyaç, Almanyanın o sahip bulunduğu insan menbamiın fev - kine çıkmıştır. Faaliyetin bâşladığı sıralarda, evvelâ mitehassıs ameleler Iş ba » şına çağırılmışlardı. Fakat mütehassıs amele szdi. Mütehassıs amele yetiştirme RAY - Teti baş gösterdi. 50 . 60 yaşlarma basmış olan eski işçilere bile, ye- ni baştan maden sanayii işçiliği öğretmeğe başladık. Bir taraftan da, çıraklar yetiştirmeğe teşebbüs ettik, Lâkin, bütün bunlar da ihti- yacm karşılanmasına ( yetişmediği için en nihayet her rastgeleni bu $a- hada çalıştırmak O mecburiyetinde kaldık. Bu vaziyetin o doğurduğu netice de şu oldu: Masnu eşyanın kalitesi düştü; üstelik te, pahası, haddinden fazla yükseldi. Amele- ye verilen ücretle, ziraatçinin top- raktan kazandığı para arasındaki fark ta büyüdü. Bu yüzden, taş rah ziraatçiler, akın akın şehirle, re dolmıya başladılar Ve maale - sef, bu akın (neticesinde, ziral mahsulâtımız, korkunç bir dere . Yüksek dereceli fırınlarımızın verimi, yüzde 94.4 e çıkarıldı. Fa- kat bu verimi muhafaza etmenin iktisaden imkânı yoktu. Meselâ, geçen yıl, 1,9 milyon ton fstihsal edebilmiştik: Halbuki 3,4 milyon tona fhtiyacımız vard. e Kaldı ki, biz saten, o 1,9 milyon tonluk is. tihsale de, ancak Avusturyadan gelen 700 milyon (??) mark Saye, Almanya Harb KAZANAMAZ! 6-9-939 Essen'deki Krupp fabrikalarında büyük bir demir külçesi Yazan: İvan Lajos sinde varabilmiştik. Bu arada, o meblâğ da çarçur MA ömramda gösterilen miktar, 3,4 milyon otondu, Halbuki, bu programı yapanların, bu hesaba akıl erdirebilmeleri, ve normal ve. saitle bu mıktarı istihsal edebil - menin imkânsızlığını takdir ede « bilmeleri lâzımdı. Zira, elimizdeki mevadi iptidsiye, nevi | itibariyle son derece aşağılıktı. Ve bunların kullanılmasında israr edildiği tak- dirde, o berbat mevadı İptidaiyeyi masnu bir hale koyabilmek için sarfolunması İâzım gelen işçi € - meği muazzam, hattâ (müthişti: O kadar ki, bu yüzden, milli eko. nomimiz, tâ kökünden sarsılacak » tr. Üstelik ithal yollarımız da ka- palıydı. Döviz stokumuz tüken mek üzereydi. Zira bü seneki it . balâtımız, ihracatımızın tam iki mislini bulmuştu. Halbuki, Führerin sözlerine göre, bir tek marklık ithalât bi . le, ihracattan temin © edeceğimiz gelirle ödememiz. lâzımdı. Vâkıa Avusturyadan gelen paralar heba edildikten sonra, elimizde, ür Jâta tekabül edebilecek yamız vardı. Fakat masnu e, sak ln Mİ yetinde kullanırken, Pührerin gö; lediği bir marklık ithalâtın k > 5 arşi- lığı olan marklık masnu e nereden bulacaktık? iniz masnu eş. Mevadı iptidağ i ye kıtlığına ge- ii endüstri tarafından stok © za ayrılan milyonlarca ton de- i vardı. Halbuki, bu işte, ihti - yat stok bulundurmak âbesti: A . Fa mi girişecektik?. di Ta « m, her şeyin, bir ta. ali tan pahalılaştığını, bir da kalitesinden kaybet - tiğini anlatırken; iki Bize, diyordu, bir top, on ye bedeline mal oluyordu. Fakat, 6 Mi pahalıya patlayan normal kalitede, iyi bir top olsaydı vr iğer taraftan, dahili istikraz. içi İsrı mümkün kılabilmek çin, bankalara mevdu sermayeler lâzımdı. Bu sermayeler ise, banka kasalarına, mali ihtiyaçlarımızı örtemiyecek derecede yavaş akı. yorlardı: Çünkü bugünkü markın yarın mutlaka kıymetten düşece- ğini bilmeyen kalmamış gibi idi. Bundan başka, bütçe muvazene. sini temin edebilmek için muhtaç bulunduğumuz 6 milyar mark ta ortada mevcut değildi. Vergi ala. rak bu'büylik açığı kapatabilmiye çoğaltmakla, arzu edilen netiöenin tam aksini elde etmek korkusu vardı, Bu itibarla, eğer Avusturyanın ve Südet arazisinin ilhakı gibi bü- yük muvaffakıyetlerden lâyikiyle istifade etmek İstiyorsak, mübalâ. alı projeler çizmekten vazgeçme. 1, ve iktisadi, mali vesaltimizle, kabiliyetlerimizle mütenasip, de- vamlı, ve sağlam bir proj tes. hit etmek mecburiyetindeyi; Iman halkının haleti. ruhi- yesi meselesi: Yarın patlıyacak olan harp ne şekil alırsa alsın, onu kazanacak olan asıl kuvvet, petrolden ve ip- tidal maddeden ziyade, insan de- Bilen mahlük, yâni işçi, ve cephe. deki muhariptir. Bu bakımdan, 1914 deki Alman imparatorluğu, bugünkü oAlman- yadan daha müsait vaziyette idi. Zira, o zamanki Alman kütleleri, silâha arzu ile saldırmışlar, harp cephelerine cesaretle | koşmuşlar, ve cesarejle dövüşmüşlerdi. Hattâ © zamanki Alman hükümetinin harpcüyane politikasını, sosyal de- mokrat partisi bile alkışlamak mecburiyetinde kalmıştı. İmparator Vilhelm, taç giyme nutkunda: “.— Ben parti tanımam, yalnız Alman bilirim!” demişti. Bu söz- ler, Alman halk kütlesinin her ta- bakasında çok müsait akisler 'u. yandırmıştı. Askeri krediler, Re- ichstag'da “ittifakıârâ,, ile kabul olunmuştu. Halbuki, Büyük Muharebede çekilmiş olan sefalet dolayısile, halkin maneviyatı sarsılmış bulu- nuyordu. Bu vaziyetin bilhassa sol cenahlardaki tesiri çok vahim olmuştu. MEVLÜT Şehit Miralay Salih Zeki oğlu Galatasaray Lisesinden Habil Bengisunun ruhuna ittihaf edil. mek üzere 8.9.939 Cuma günü öğleden sonra Sarıyer Camlin. de okunacak Mevlüda bütün akraba ve dostları ve din kardeş- leri davet olunur.