27 Temmuz 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

27 Temmuz 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—— 21.71.99 TARİHTEN YAPRAKLAR Demiri Yenen G TÜRK GÖĞSÜ! ânuni Sultan Süleymanın inkâr olunmaz ve olunamaz Mmeziyetlerinden biri, devlet işleri. ni ehline vermesidir. Bu, mühim. genmemesi mümkün kıymetlerden değildir. Çünkü tarih nice hüküm- darlar, nice cümhurreisleri, nice başvekiller kaydediyor ki | işleri ehline tevdi edememek, kötü a. damları kendilerine yâr ve hiz. metkâr eylemek yüzünden varta” dan vartaya düşmüşlerdir. İşte bü hakikat, Kanuni Sultan Süleyma. nın iyi ve ehliyetli adam seçmek yolunda gösterdiği isabeti bir kıy- met haline yükseltmektedir. O, Büdinin (şindiki Buda - Peş- te) Idaresini de muktedir, hami. yetli ve namuslu ellere bırakıyor» du. Şehir, kendinin de başkuman- dan sıfatiyle iştirak ettiği Muhaç muharebesi sonunda Türk nüfüzu altıma düşmüş ve 1841 de de doğ. rudan doğruya merkezden idare olunur bir vilâyetin merkezi hali. ne girmişti, oraya Bali Yahya Pa- şa oğlu Mehmet, Toygun, Kalaylı Koz Ali gibi isimleri tâ iran hu. dutlarında, Yemen çöllerinde, Nil kıyılarında hürmetle aniirr kimse. leri vali tayin ettiği gibi ölümüm den biraz önce de meşhur Sokullu vezirin yeğeni Mustafa Paşayı gündermişti. B u zat, yaşadığı devir zihni. yerinin istediği bütün ve siları nefsinde taşıyan bir baha. dir idi, Sokullu Uzun Mehmet Pa- şanın amcası oğlu olmakla bera. ber devlet hizmetinde kazandığı kademelerin hiç birinde onun hi mayesi, İltiması ve hattâ alâkası yoktu, Genç Mustafa, ağırbaşlı bir paşa olunciya kadar yalnız zekâ. sina, çalışkanlığına, bileğine ve kı- Ucına İstinat etti. Harplerde her. kesin aferinini kazanan bir baha. dir, idare İşlerinde halkın şükran- niyle candan alkışlanan bir âmir, siyasi vazifelerde Yurdunun men. #aatin! korumayı bilen bir diplo. mat idi. Tarihçi Peçevi, bü kıymetli şah- siyeten bahsederken şöyle diyor. “Onda olan seha ve kerem Ha. tem'de yiktur, ber süvar oldukça (ata bindikçe) dört beş Yüz mülâ. zim ühizmet bekliyen ve hizmete istihkak kazanan kimseler) kendi. siyle bile iner, binerdi. Bun. lara dönüşte mutlaka iki üç kese akçe ihsan ederdi. Düşen timarla. rı, zeametleri bedava verdiğinden, yani kendi hesabina harç almadı. Zindan herkes methinde, senasin. da bulunurdu. Fakat yeni tevcin olunan timarlar, zeametler için 18. tanbulda harcirah ve harci berat diye para alınmak kanun iktızası idi. Mustafa Paşa, yetimlere timar ve zeamet tevcihi sırasında bu masraflar İçin de kesesinden bir kaç bin akçe verirdi. Oksüz v9 yoksul bir kız çocuğu, bakıcısı ol- mıyan bir dul kadın gelip te balini atzedince mutlaka alâka gösterir. di, O kızı ve o dul kadını, hemen münasip bir ere nikâhlar, o örlere de geçim kaynağı bulun sunardı. Budin varoşunu duvarla çevirten, baruthaneyi yapan, şehir Kalesine bir kaç sağlam kule katan, Siketv- war ve Üstünü Belgrat gibi kaleler le kulelerle, bürçlerle kuvvetlend!- ren, Budin ilicalarını hamam he- line koyan odur.,, şte bu ayarda bir şahsiyet 0 lan Mustafa Paşayı Kanu- ri Sultan Süleyman Bosna mirli- yalığından aldı, on İkinci vali ola- rak Budine yolladı. *O sırada A- vusturya ile Osmanlı Imparatorlü- ğu arasında sulh vardı. Her iki t9- raf, biribiri aleyhine top çekine- meyi taahüt etmiş bulunuyordu. Lâkin Avusturyalılar, fırsat pul dukça Türk hududunu geçiyorlar, çapul yapıp dönüyorlardı. Onların bu küçük mikyasta hırsızlıkları yapmak için istinat ettikleri bir kaç kale vardı. Bu kalelerden ka- ranlık gecelerde üç beş yüz mev- cutlu çete halinde çıkarlar, beri tarafa aşarlar ve bilhassa henüz Türk hâkimiyeti altına giren Ma. car köylerinin ma vanlarını yağmalayıp geri kaçar. Jardt. Bu hareketten maksatları Türk adaletinin tadını henüz şuur. larına o hazmettirmiyen & kö halkını Istıraba düşürmek, Tükten soğutup kaçırmaktı. Mustafa Paşa, Budine gelir gel. mez bu kepazeliğin farkında oldu ve Avusturyalıların bu hareketle. zine son vermek İzlirarını duydu, Onun düşüncesine göre ortada üç yol vardı; Sulhü' bözdürup sinsi düşmana adamakıllı bir ders ver. dirmek, yapılan baskınları misliy. Je iade etmek, düşmanı sığınakla. rından mahrum bırakmak suretiy- Je taarruzları durdurmak! Birinci şık Istanbulun takip et. tiği siyasete bağlı bir düşünceydi Başka cephelerde harp ile meşgul olan Kanuni Sultan Süley üç beş çete yüzündön Avusturyaya da harp açmayı —o sırada— belki muvafık görmezdi. Ikinci şik sulh vaziyetini tamamiyle bozmak, bir harbe yol açmak demekti, Çünkü Avusturya topraklarına sürülecek 'Türk müfrexelerinin akını ve bas. kımı harp şekline sokmaları muh- temeldi. ustafa paşa, bu sebeplerle Üçüncü şıkkı tercih etti, A. Vusturya çetelerini hareket mer - kezlerinden, sığınaklarından mah- Tum etmeyi tasarladı. Bunun için bir kaç kalenin, bir kaç palanga- nın ve bu meyanda Filek kalesi nin zaptedilmesi lâzıri geliyordu. Çünkü çetelerin oralardan ve bil. hassa Filekten sevkolunduğu ta- hakkul etmişti, Lâkin zaptı gerekli görünen kalelere, palangalara topla, tüfek. le techiz olunmuş taburlar, alay - lar sevkedemezdi. Böyle bir teşeb- büs sulhün açıktar açığa bozul - mast demek olacağından İstanbul. ca dahi hoş görülmezdi. Ondan 5. türü ki, paşa, harpsiz hareket ede. rek icabeden kalelerin zaptolun - masını kararlaştırdı ve defterin başına Filek kalesini geçirdi, Filek, yalçın bir kaya üzerine kurulmuş yaman bir kaleydi. An. cak kartallar ve şahinler duvarla- rının dibine kadar yükselip yuva kurabilirlerdi. Bir taburun, bir a. layın o kayadan yol bulup © kale bürçlerine ulaşmasına hemen he - men imkân yoktu. Mustafa paşa bu vaziyeti de gözönünde tuttu, genç © askerleri bir gece konağına topladı: — Bana, dedi, kırk yiğit lâzım, Bu yiğitleri ölüm dağına göndere. ceğim, gidenler dönmiyecektir. İ. çinizden böyle bir sefere kim talip olur? Yazan: M. TURHAN TAN in ilk li Dibek a, ..0 w 00 Ogus Üç yüz genç tek bir kalp gibi ortaya atıldı ve tek bir ağız halin. de bağırdı: — Ben, ben, ben... Mustafa paşa, gözleri sevincin. den dolu dolu olduğu halde “sü - küt!” işareti verdi: — Kura çekelim, dedi, başka | çare yok!.. İsimlerine kura İsabet eden 40 yiğit Türk iki gün sonra yıldızh ge- deyi kendilerine kılavuz yapsrak Filek kalesi hendekleri önüne var. mışlardı. Kayadan kaysya merdi. ven kurarak, yukarıya döğrü tir. manıyorlardı: TIK kafile bir giriş yolu olarak" tahmin ettikleri gö » | nişçe bir mazgal karşısına gelince. altlarındaki ip merdivenden tekerle necek kadar - sarsıldılar. Çünkü o mazgal deliğinin ağzı, demir bir topla örtülüydü. Top kalın bir çapta idi. Yol ka. payan demir bir set gibi konuldu. Bu yerde kararıp duruyordu, Ora. ya, bu hnin topun ağzı karşısına kadar yükselen gaziler ıstıraplı bir hayret içinde uzunca bir lâhza ge girdiler, sonra yol açacak (hizini buldular: Hatırlarına Ban Hasan gelmişti, Bu genç, boynu ile öküz devir. mek, yüz kiloluk dört kişiyi ikişer ikişer asıp boynü üzerinde taşı - mak gibi güç bünerleriyle ün mış yiğitlerdendi ve ikinci ip mer- diven üzerinde yükselme nöbetini bekliyordu: Önündekilerin kendi - sini vaziyetten haberdar etmeleri üzerine mahir hareketlerle ileri geçti ve mazgala kâdar yükseldi. A rkadakiler, ip merdiven üze. rinde bulunduklarını unu tarak bütün benliklerini ona ver - mişlerdi, uğursuz engeli nasıl gi. dereceğini seyrediyorlardı. O, te lâşsız göğsünü topa dayadı, geri - ye sürmeğe savaştı, ve muvaffak olamaymca başını topa (dayayıp var kuvvetiyle itince demir engel, iki adım kadar yerinden uzaklağtı, yiğit Türklerin içeri girmesine Yö. tecek kadar bir yol açıldı, Yarım saat sonra Filek kuman. danı, Filek muhafızları kirk geriç kale üstünde de Türk bayrağı dal. galsniyordu. Yenice Kazasında İmar Faaliyeti Biga (TAN) — Yeni teşekkül eden “Yenice” kazasında, asri bir hükü- met konağı yaptırılmıştır. On altı bin liraya çıkan bu konağın küşat resmi yapılmak üzeredir. “Yenice” deki İnhisarlar idaresi. paviyonu İnşaatı da ikmal edilmiş- tir ve'C, H. Partisi binasile yeni ye- ni binalar yapılmaktadır. “Yenice” kazasından Bahkesir $0- sasına kadar. bir yol da“ inşa edil- miştir, TAN Doktorları Meraka Düşüren Bir Mesele Dünyanın En Kalabalık Ailesi Rumelifenerinde Oturuyor Seksen Beşlik Şakir Ağanın Evlât Ve Torunlarının Sayısı Kendi Yaşı Kadardır eğer, dünyanın en kalabalik M âllesi, ve dünyanın cn çok çocuklu dedesi Istanbulun Rumeli Fenerinde yaşamaktayınış. Bu haberi ben, üç gün evvel, bir dostumdan almıştım. Ve dostum bana, yer yüzünün en kalabalık a. Mlesinin adresini verdikten sonra şu kelimeleri de ilâve etmişti: “.- Yarmdan sonra, oraya, İs. tanbulun üç tanınmış doktorun- dun müteşekkil küçük bir heye: gi- decek, ve bu kalsbalık ailenin mensuplarını tıbbi bir tetkikten geçirecek! Ben, dostumun bu son sözlerine bir mâna verememiş, ve sormuş. tum? “ — Bir ailenin çok kalabalık o. Tuşunda, tıbben tetkike değer ne fevkalâdelik var?,, Arkadaşım, bu sualime: “.- Orasını bilmem!,, cevabını verdi, ve: “ — Muamafih, dedi, ora cek olanlardan birisi, Cer hastanesinin röntgen mü Tarık Temeldir. Ben de zaten, sa. na verdiğim bu haberi, dostum o. lan o zattan almıştım. Eğer fazla merak ediyorsan, kendisinden rica edeyim: Sana telefon etsin. Sen de sualinin cevabını ondan iste?,, Dostumdan ayrılışımdan bir kaç saat sonra, beni Bay Tarık Temelle de orduğunuz sualin ce uzun... Dedi. İsterseniz, münusi bir zamanda münesip bir yerde buluşalım da, size istediğiniz ce. vabı vereyim... (ei a > Ge? u teklife muhatap olunca dü. şündüm ki, doklor'arımızı ne bakımdan , alâkalanıdırdığın: o anda kestiremediğim bö fovkali, de kalabalık aile, benim için fev. kalâde enteresan bir mevzudur. Bu bakımdan, doktorların oraya yapacakları ziyaret, kaçırılmaz bir fırsattır: Vebu firsat sayesinde ben, bir taşla iki kuş vurabilirin: Bir an içinde bu hükmü verince sordum: “— Siz, Rumeli Fenerine ne zü- man gideceksiniz? “ — Obür sabah... “— Hareket nereden, ve sa3t kaçta? “— Biz, sabahleyin saat yedi buçukta o Kadıköyünden kalkon vapurla Köprüye İneceğiz, ve ori da bizi bekliyecek olan motöre bi- nİp gideceğiz! “— O halde, ben sizin vapuru- nuzu beklerim: Buluşur, eğer bir mâni yoksa, birlikte gideriz. de bu suretle, hem sua'imin cevs. bint alır, bem de yeryüzünün cn kalabalık ailesini görmüş olurum!, “— Hay hay... Fakat. — Bir mâni mi var? Doktor, benim unuttuğum mü. him bir noktayı hatırlatarak gül- “— Hayır.. Bir mâni yok. Bilâ. kis çok memnun olürüz, Fakat Köprüde biribirimizi nasıl tanıya. cağız?,, Ben de gülmekten, ve düşün- mekten kendimi alamadım, Niha- yet basit çareyi bulduk, ve —teş. bihte hata olmazsa— tıpkı mek. tupla sevişen sevgililer gibi, biribi- rimize boylarımızın, endamımızin, simalarımızın hususiyetlerini tarif ettik. Telefonu kapattığımız man, iki gün sonra biribirimizin nasıl birer gömlek, hangi biçimde birer esvap giyeceğimizi, hattâ hangi rentke birer kıravat takaca. Bımizı bile biliyorduk. za“ > oktor Tarık Temel, kendisini tarif ve tasvir etmekte ben- den daha becerikli davranmış o- geremeazsssre Yazan: Naci Sadullah İrererereraaaeeressaasasen e Iscak ki, evvelki sabah, onu gö- rürü görmez, kirk yıllık bir ah- bapla karşılaşmış gibi oldum: O da beni teşhiste zorluk çekmu için, Kadıköy iskelesinde, biribir- leriyle ilk defa karşılaşan iki ya. bancı gibi değil, bap gibi selâmlaştık: Çabuk davranalım... dedi Beş dakika sonra hareket edecek vapura yetişeceğiz.. Zira, makine gürültüsünü, benzin kokusunu dü- şünerek, motörle gitmekten vaz. geçtik: Motör bizi, Rümelikavağı iskelesinde bekliyecek. Oradan ö- teye de, pek az yolumuz kalıyor! Biraz sonra, sanat tâin sekizde Köprünün Boğaz iskelesinden kal- kan vapurdaydık: Doktorların kü. çük heyetçiği, Haseki hastanesin'n asabiye mütehassısı Şükrü Hazım Zinerden, Gureba hastanesinin o. peratörü Ali Rıza Aldoğandan, ve Cerrahpaşa hastanesinin röntgen mütehassısi doktor Tarık Temel den müteşekkildi. Bu kafileciğe, Tanin foto muhabiri Hilmi ile, ben de katılmıştım: Beni Şükrü Hazımla tanıştıran. Bay Tarık Temel: “ dedi, sualinizin cevabi Zira tet- n: şimdi kendisi versin: kiki yapacak olan odur! Benim sualimi, arkadaşından öğrenmiş bulunan doktor Şükrü Hazim: “— Durun, dedi, evvelâ, bir dee rübe yapalım! Ve böyle söyliyerek, meşin çan- tasını açtı, İçinden me tozu şi- gelerini andıran bir şişe çıkardı. Şişenin içi, beyaz bir tozla doluy- du. Şükrü Hazım, bu tozdan, şişe. pin kapağına bir parça döktü Ve içinde toz bulunun kapağı, —kah- ve ikram eder gibi— bana uzata- rak, “— Buyurun, dedi, tadın: Ae. mi, tatil mı, ekşimi, mayhoş mu? Hulâsa tadı size nasıl gelirse, söy. leyin bakalım? pierre B en, uzatılan kapoğa, merak ve hayretle parmağını dal dırırken 6 İlâve etti; “— Pek az alın... — Ben, parmağıma yapışan toz- ları, dilimin üzerine koydum: Tıp- ki kinin gibi aciyı “— Zehir gibi acı! Bu cevap, Şükrü Hı se hoşnut etmemişti: Sanki acı to- zu yalıyan oymuş gibi, biraz evvel gülümsiyen yüzünü buruşturdu: Tozları yeniden şişeye döktü. Şİ. şenin kapağını kapadı. Ve tıpkı, hazırladığı oyunu yulturamanış bir çocuk teessüriyle, şişesini çan- tasına yerleştirdi. Bu işleri bitir. dikten sonra bana döndü, ve: “— Bu, dedi, tattığınız ilâcın is. 4yo Ure,, dir. Istanbulda bu- lsmadığım için, bu şişeyi, güç hal- le tâ Amerikadan getirttim. Şimdi, Amerikada, ortaya atılmış olan çok yeni, ve çok şayanı dikkaş bir id. dia var: Bu, iddiaya göre, insan larda, “zaika,, duygusu da nesiller- den nesillere irsen intiks) eder. Bu taze iddianın miyarı da, bu, biraz evvel size tattırdığım ilâçtır: Size, fevkalâde acı veren bu to bazı kimselere, şeker gibi tatlı geliyor. Bundan da anlaşılıyor ki, ağızm, tad duyma hassası her insanda ay. ni değildir. Bilâkis, tıpkı bu ilâç gibi, bazı kimselere zehir kadar a- ci gelen şeyler, bazı kimselere baldan tatlı geliyor: Yani arada, çok bariz, çok büyük bir fark var. Ben, bu şişedeki hemen her rastğeldiğim vatandaşa tattırıyo- rum. Bir tane de istatistik yaptım. Şimdiye kadar, bu ilâcı tatlı bulan bir çok vatandaşlara da rastladım. Fakat, şimdi, anlamak istediğim en mühim nokta kalıyor: Bu ilâç, bazı insanlara olduğu gibi, onların çocuklarına, torunlarına da tatir geliyor mu, yoksa gelmiyor mu? GAL 7 Ğİ saleset, bugüne kadar bu su. M ale cevap bulmak fırsatını ele geçiremedim: Zira, meselâ, siz, bu ilâcı tatlı bulsaydınız, ne ola- caktı? Yanınızda, hemşireniz, ana nız, babanız, veya çocuğunuz yok ki, ilâcı onlara da tattrırıp aradığı. mız cevabı bulalım? Aksi tesadü- fe bakın ki, ekseriyete ac: gelen bu ilâcı tath bulmuş olanlardan biç birisinin yakmlarına rastlıya- madım: Ya kimsesizdiler, yahut ts, anaları, babaları, kardeşleri, çocukları yanlarında, veya yakın- larında değildi. Şimdi, Rumeli Fenerine, büyük bir ümitle gidiyorum; Bana. bu ilâcı istediğim gibi denemek (ırsa. tını, ancak o kadar kalabalık bir sile temin edebilir. Çünkü, o aile. ye, “gelin,, girmiş kadınlar vardır. Bu kadınlar, kendilerine çekmiş çocuklar doğurmuş'ölabilirler, Bunler-srasından, bu İlâci tali bulücak birisi çıkarsa, benim için çok eiiteresandır. O takdirde, o ka- labalık aile, size olduğu kadar, ba. na da çok alâka veren bir mevzu. sayılıri j Eğer, zalkanın dâ, irsen intikal eden bir duygu olduğunu kuvvetle ispat şerefi bana” düşerse, büyük bir iftihar duyacağım. Biliyorsunuz: Beynelmilel an. tropoloji kongtfesi, (o önümüzdeki Eylülde, burada toplanacak: Ben, bu tezi, ispat edilmiş bir halde, © kongreye yetiştirmek istiyorum: Bakalım muvaffak olabilecek mi. yim?, “— Beşeriyetin, böyle bir tezin ispatından görebileceği fayda ne. dir?.,, Ze A. Gree ie oktor Şükrü Hazıma göre, D bu fayda çok büyük: Eğer “zalka,, duygusunun da “irsi, ol. duğu meydana çıkarsa, tababet, karşısında apışıp kaldığı sırlardan birisini daha çatır çatır çözmüş sayılırmış: Ve büyük düğüm de çözülürse, tıp ilmi, bir çok mess- lelerde, içine gömüldüğü karanlık. tan kurtulacak, feraha çıkacakınış. Işin bu taraflarına, sizin de, be. nim de aklım ermez. Fakat ben, bazı dünya ruhiyatçılarının, bazı dünya içtimalyatçılarmın, ve bazı dünya doktorlarının çok aşırı “ve- raset,, iddiasındaki ısrırlarıma ne. dense daima tutulurum: Katil babalardan, asil insanlar, veremli analardan, Hergül g'bi pehlivanlar, Hergül gibi pehlivan. lardan veremli çocuzlar, yetmiş yedi kuşağı asaletli ailelerden, yetmiş türlü ahlâksızlığı tek ayak üstünde beceren ipsizler, holtâ na- diren de olsa, gayritabif de sayıl. sa İnsanlardan maymunlar, ve mayımunlardan İnsanlar bile do. up dururken, insan oğlunu, tipki bir fabrika makinesi gibi, ayni cinsten mal çıkaran bir mahlök görmiye kalkışan aşırı “veraset, iddiası, Amerikalıların, ilim saha- sında gösterdikleri garsbetin ta kendisidir. Bereket ki, aksint iddia edenlerin ellerinde, tıpkı Şam muz ları gibi, kimine acı, kimine tsti | gelen bir avuç tozdan daha kuv. vetli deliller var. Hem görüyorin- nuz ya? Kör olası iddianın, delili bile zehir gibi acı. Ve delilini ta. danlar bile, yüzlerini buruştura- rak cevap veriyor: (Devamı 8 incide)

Bu sayıdan diğer sayfalar: