...... TARİHTEN YAPRAKLAR UYMIYAN C ALİMİN SONU | oğlu Fazıl Ahmet paşa sı sadrazamken Erzurum da vali idi. Orada Vanlı Mehmet &- ferdi adlı bir hoca #anıdı, ilmini Ve cerbezesini beğendi, babasının Yerine sadrazam olunca da o ada mı Avcı sultan Mehmede tanriti, Saray vâızı yaptırdı, Boğaziçinde ve Anadolu yakasında bulunan Va niköy, işte bu hocanın adını taşır. Vani efendinin Feyzullah isim - M bir damadı vardı. Çok zeki Ve çok bilgili hoçalardan- dı, Kaynatasının sevkiile Avcı Mehmedin muhabbetini kazandı, Şehzadeler hoculığına tayin olun - du. Bu Erzurumlu genç hoca çok Mağrur kişilerdendi. Paraya, söh - rete, gösterişe düşkündü. Herke - 8in kendisini tanımasını ve herke - 8in kendisinden bahsetmesini ister di. İşte bu hırs ve bu huy yüzünden €vini saray haline koymuştu, bir hoca gibi değil bir hükümdar gibi Yaşıyordu. 687 yılında bir gün padişah Edirnedeydi. Harp etmekte Ve boyuna bozulmakta olan ordu- mun muzaffer olması için bütün şe- hir halkı duaya çıkmıştı. Avcı Meh met bu kalabalık © arasında hoca Feyzullah efendinin bir sürü uşak- la ve büyük bir tantana ile geldi - Bini gördü, fena halda kızdı, kızlar ağasinı göndererek ona şu sözleri yy — Ulemadan olan bir adam, im- ?ahor ağa gibi ardında bir sürü #ivri külâhlı uşak gözdirmez, A - damlarını azaltsın ve onlara tül - bent sardırsın Biraz sonra da Feyzullah efendiyı #ehizadeler hocalığından © çıkardı. Pakat çok geçmeden bir askeri & - Yaklarıma yüz gösterdi, Avcı Meh- Met tahtından indirildi, yerine kar deşi sultan Süleymen (ikinci) geç- ti. İsyanda hocanın parmağı var - “l, bu sebeple Erzuruma sürüldü, Yedi yıl orada kaldı. (1694) te tah- a Avcının oğullarından ikinci Mus tafa gelince Feyzullah * efendinin bahtı tekrar uyandı. Çünkü yeni İünkürin hocası idi ve bu alâka u- Yuyan tatileri değil, ölü talileri bi- e Uyandırırdı, itekim hoca, Sultan Musta - fa tarafından hemen İstan - bula getirildi ve şeyhülislâmlığa tayin olundu. Lâkin o, padişahın datından ve kendine son derece İtimat göstermesinden şımardı, kı- i bir müddet içinde oğullarını zaskerliğe çıkardı, bir oğlunu şey- hülislâmlık püyesiyle nakibüleşraf Yaptı, bütün yüksek vazifeleri ak- Tabasına, dostlarına ve adamları - Da dağıttı, koca imparatorluğu çift Uk haline koydu. milyonlar topla- *, sayısiz hanlar, hamamlar, ko « aklar yaptırdı, O, sade bir şeyhülislâm görün- Mek istemiyordu, Atabeylik kuru - Yordu, İmparatorluğu bir kurun- İN içinde kendi fikrine göre idare | *ttiği gibi nüfuzunun oğullarına, torunlarına da kalmasını istiyor - du. Bu düşünce ve bu emelle ken- dinden sonra . oğlu Fethullahm #eyhülislâmlığa geçirilmesi İçin pa dişaha yemin ettirmişti, Sadrazamlar, bu adamın yanın da uşak gibiydi. Ata binerken ü- Zengisini tutuyorlardı. Bunu yap - Mmayanlar, bir fırsat düşürülüp dam olunuyorlardı. Hulâsa o, her #eydi ve padişahtan en basit kâti - be kadar herkes “hiç” t. AMELİ İLMİNE ........ e Yazan: M. Turhan TAN akat başta höcalar ölmek ü- re halk bu soyguncu sile. ye diş biliyordu, yaşlarına bir be- lâ gelmesini istiyordu. Bu umumi hoşnutsuzluk nihayet bir askeri İs- yan ile açığa çıktı, ikinci Mustafa - şeyhülislâmiyle ve . şeyhülislâ - mın oğulları ile beraber - Edirne- deyken İstanbulda müthiş bir gü - rültü koptu. Hocalar, bir kısım as- ker ve bütün halk el ele vermiş - lerdi, Feyzullah efendi ile oğulla- rinin, adamlarının kovulması için mazbatalar imzalıyarlardı, heyet - ler seçilip Edirneye yolluyorlar - dı. Vani efendinin damadı bu a - yaklanmayı padişahtan saklamağa çalıştı, mazbata getirenleri yolda yakalatarak birer tarafa sürdü. Bu- nun üzerine İstanbüldan o büyük bir kalabalık Edireye doğru yürü meğe başladı. Padişah, bu vazf - yette işi haber aldı, telâş ve körku içinde kaldı. Lâkin hoca ile oğulla- rını bir Jâhzada feda etmedi, ede - medi, Yine onların telkinlerine ka pılarak yanındaki askerle İstan - buldan gelenleri püskürtmek iste- di. Fakat iki fırka karşı karşıya ge- lir gelmez tüfekler havaya boşal- tıldı, askerler birleşip kucaklaştı ve Edirmeye gidilerek (opadişsh tahttan indirildi, yerine ( üçüncü Ahmet getirildi (1703). İmasamerseamassamıcenmnssmmas İ 24 Yaşında 7 Çocuklu Kadın (|) Kasabasında suk doğurmuştur. Şurası garıptir ki, senelerde hep ay- ni haftada ve bu haftanın muhtelif günlerinde doğmuşlardır. Meselâ, biri pazartesi, diğeri salı, üçüncüsü çarşamba günü, dördüncüsü perşem- be, öbürü cuma, öteki cumartesi, di- ğer biri de pazar günü olmak üzere | haftanın her gününde sırasiyle bir çocuk doğurmuştur. i ŞU GARİP DÜNYA 4, G. Oldüğünden Beş Dakika Sonra Dirilmiş Fransanın Orşo| bir! Paterala Lind Bayan 24 yaşında! yud isminde bir olduğu halde 7 Ş-İ Bayan kalp sekte sinden 55 yaşında şocuklar muhtelif ölmüş. fakat öl düğünden 5 daki- ka sonra doktor. lar onu, oxigöne dolu bir cihaza koy- makla diriltmişlerdir. yy “padişahın ilk işi - alev saçağı sardıktan sonra sür- | gün adı ile Edirneden uzaklaştır - | lan - Feyzulah efendiyi ve oğulla- | Tın: geri getirtmek, isyancılara tes lim etmek oldu. Sipahi o Karekaş Mustafa, yeniçeri Turiçanlı Ahmet, Cebeci Küçük Ali gibi elebaşılar şeyhülislâm efendiyi üç gün zin - danda tuttular, malının - mülkü- nün defterini aldılar, bütün hazi- helerini söylettiler. Sonra burnu - na, dudağını, kulağını kestiler, kanları aka aka bir hamal bey; ne ters bindirdiler, Edirnenin bi pazarına götürdüler. Orâda oynak yerlerini kırarak, etini harıl harıl bıçaklayarak öldürdüler. Fakat bu cezayı da kâfi görmediler, cesedin ayağına ip taktılar, bir düzine pa - pas ve üç yüz kadar hiristiyan ge- tirdiler, kilise ilâhileri okuta oku- ta cesedi sürüklettiler ve — 'Tuncu Suyuna attılar, Ge Nakibüleşraflı - ğa çıkarılmış ve babasından sonra şeyhülislâmlığa getirilmesi güya temin edilmiş olan Fethul - lâhm da kafası kesildi, saray ka - pısına konuldu. Bu vâkıAyı yazan bir tarihçi: “Süphanallah, bu ne hikmet - tir? Bşkıyadan kafası kesilenlerin bir kısmına - güzelliklerden, genç- liklerinden, bahadırlıklarından ve bunlara benzer sebeplerden dolayı- tek tük acıyan bulunurdu. Ülema- dan olan, bu kadar zaman devlet süren bu adamlar için küçük bir &ciyış gösteren olmadı, herkes lâ- net okudu” diyor. Resmi yollarda yükselmek de - Bil, halkın yüreğine girmek ve halk tarafından sevilmekdir ki devlet adamlarını mesut eder. Beş ay evve' Şimdi sağ salim, hayatta olan Ba- yan Lindvud Amerikada nasıl öldü- ğü ve bu esnada neler hissettiği hak- kında konferanslar vermektedir. EĞİTMEN Organizasyonu nsan, her yeni şeyi, biraz hayret ve tereddütle kar- Şılar. O, hayatında, görgülerinde, muhitinde değişiklikler yapılma» sından hoşlanmaz, İtiyatları içinde kendini huzurlu görür. Çünkü her değişiklik ondan yeni bir intibak ve itiyat kazanmak. için yeni bir ceht ister, Eğitmen ile birlikte köy eğitimi de ortaya çıkınca bir çokları - işin esasını tetkik etmeden « itiraz et- miye başladılar. Bir kısmı de rümez, yürüyemez,, diye hükün- lerini önceden vermiş oldular. Fa- kat bu dünya üzerinde her yeni- lik ve her yeni hareket, dalı u- mumi kanaatin aksine, inkârma hattâ bununla meşgul olana taz- yik ve tahkir edilmesine rağmen tahakkuk etmiştir. Alim Klod Her- narı, iddia ve buluşlarından dola- yı, ilk önce, akademi arkadaşları itham etmişti. Halbuki Klod Ber- nar bugünkü tababetin hakiki va- zu ve dâhisidir. Diğer taraftan insan, hakiki de- ğer ve kabiliyetini gösterdiği ke- dar hakiki oluşunu da tanzim edil- miş topluluk içinde temin edebi - lir. O, hakiki terbiyesini bütün ha- yatı müddetince, bilerek bilmiye- rek, bu topluluktan alır. Insanı, il- mi bir surette, içinde yaşadığı ve mukadderatını mukadderatına ka- rıştırdığı cemiyet dışında, ele al- muya imkân yoktur. Cephede ken- disi gibi on beş, yirmi adamı, ha- yat ve ölüm karşısında en modern silâhlar ve en ince zekâ eleğinden geçen plânlarla çarpışarak, idare eden yahut idare vazifesini üzerine alan bir köylü arkadaş, muayyen bir tahsil veya kurstan sonra mu- hakkâk ki, bu işi de, mahalli ihti- yaca göre tanzim edilmiş bir prog- tamla başarabilirdi. Evvelâ o, köy a ve tabiatle mücadeleye elverişli silâha sahipti. Muhit & çinde, çöldeki arslan gibi, tubiat- ten gelen bütün kuvvetlerle mü- cadele etmişti. Biz bir köylüye şe- bir hayatında, ilk zamanki intıbak- sızlıklarına göre tetkik ederek, z8- biri hükümler vermek, itiyadında- yız. Bizim tabistten ne kadar u- yak yaşadığımızı ona ait intibak ve mukavemet kudretimizi ne kadar kaybettiğimizi bir an bile düşün- meyiz. 'Niçe'nin bütün felsefesinde müdafaa ettiği o fevkalbeşer ada- mın dayanabileceği virilit'yi ise yalnız köy gencinde bulabiliriz. O, tabiatin sertliğine karşı büyük bir mukavemet gösterdiği gibi vahşi hayvanlarla da mücadeleden ösla çekinmez, geçen yıl Kuşadası köy- lerinde kaplanla iki sent savaş et- tikten sonra onu öldüren köy gen- cinin macerasını okuyanlar unut- mamıştır, zan boğaz boğaza gelen köylü git hikâyeler çoktur. Bir şehirlinin kurtla mücadelesi değil, kurdun ü- zerine saldırmasına şahit olması o- nu kendiliğinden yere serer. . huyaç amansız kanunıle or- taya çıkınca yapılacak iş küçük köy okulu elemanını kendi içinden bulmak olacaktı. Eğitmen kursları, her büyük ve kıymetli işler gibi, büyük bir te- vazu ve $essizlik içinde organize ©- dildi. Kurs için lâzım gelen eleman- lar olduğu gibi kursları idare ede- cek eleman kadrolarını da kisa za- manda kurmak mümkündü. Jik ted risat müfettişleri vardı ki, bunlar iyi tahsil gören ve bizzat vazifele- ri icabı okuyan ve meslekte tutu- nabilmek için okumak mecburiye- tinde kalan bir zümre idi. Bunlar, köy ve köylü ile daima temas ha- Ünde bulunuyorlardı. İçlerinde çok enerjik, yüksek, içtimai bir şuura varmış, köylüyü yakından tetkik etmiş ve münevverimize meçhul köy âlemi hakkında, her bakım - dan kıymetli eserler vermiş olan- lar vardı. İlk tahsili kontrol eden bu zümre Bu gibi kurslar için ge- reken bütün vasıfları, meziyetleri, bilgileri haizdi. Maarif vekilliği, bu zümrenin içinden, en faal ve tec- Eğitmenin nezareti dile köy mektebi inşa ediliyor YAZAN: Asım Kültü i rübeli olanlarını ilk kurulan kurs- ların başına şef olarak geçirdi, Di- ğer müfettişleri de kurslarla ilgi- lendirerek, gelecek yıllarda açıla” cak kurslar için yetiştirmiye ehem- miyet verdi. Bundan başka köyler- de çalışarak, zekâ, faaliyet, tecrü- be ve köylüyü tanımada kendini gösteren öğretmenlerden bir talim heyeti kuruldu. Bunların da baş- larma tecrübeli ve kültürlü başöğ- retmenler getirildi. Bunlar kursun hitamında, köycü başöğretmen adı ile, eğitmenle idare edilen, yekdi- gerine yakın on köyün bir nevi tef- tiş ödevini görmektedir. Ayrıca her kursa tecrübeli zirant öğretmenle. rile birlikte mahir tenekeci, du - varcı. ve marangozlardan o mürek- kep kıymetli elemanlar da ilâve e dildi, urs açılacak © vilâyetlerde kursun açılışından iki ay önce, Maarif Vekilliği ilk tedrisat müfettişlerini, muayyen direktif - lerle, hakiki seferber bir hale koy- maktadır. Her müfettiş, teftiş böl gesi dahilindeki bütün köylere gi- derek orada askerliğini bitirmiş gençlerin hayatını tetkik etmekte, kendilerile temas ederek zekâ ve kabiliyeti hakkında bir kanaate varmakta, sonra bunları imtihana tâbi tutmaktadır. Her bakımdan en önde gelen, kursa öğretmen nam- zedi seçilir, bunların fişleri doldu- rularak maarif müdürlükleri vasi- tasile Bakanlığa gönderilir, Bakan- lık ta ihtiyaç nisbetinde namzedi seçtikten sonra, bunlar celbedile- rek, kurs faaliyete başlar. Kursun yedi aylık devamı müd- detince, kurs hayatı hakiki bir ar- kadaşlık duygu ve havası içinde ge- çer. Ben buradaki intıbalarımı ge- çen yıl İzmirde, Kızılçullu köy öğ- retmen okulunda. açılan kursa ait müşahadelerime dayanarak yaziyo- rum, Şefler de dahil olduğu hâlde hepsi Bakanlığın verdiği tahsisat- ln ayni iş elbisesini giymişti, ayni yemeği yedi, çalışmada, işte tabir caizse neşe ve sıkıntıda, maddi ve manevi aynı ruh ortaklığı, his ve fikir birliği içinde yaşadı. Yaşayış şartlarına hiçbir hiyerarşi göste- rlimedi. Yalnız iş içinde, işin za- yuri kıldığı hiyerarşi vardı ve buna tamamen şuurlu ve içten gelen bir saygı ve itaat gösteriliyordu. Bu hava, sabahtan akşama kadar, ders hanede, demirhanede, tarlada, bah- çede çalışanları yormuyor, bilâkis çalışma heyecan ve hamlelerini ar- tırıyordu. İşin ve çalışmanın aman- sız kanunu hiç falso yapmadan, hükmünü icra ediyordu. Hepsi sa- man yataklar Üzerinde yatıyor, ay- ni masa başında yiyor, ayni tür küyü söylüyor, seyahatte karışık bir halde ayni otobüse biniyor, ya- ya yürümek icap ettiği zaman ka- filenin başında gidiyorlardı. Gündüz, programa göre, akşama kadar çalışıldığı halde geceleri şef- ler, eğitmenlerle bir saat süren ser- best bir konuşma yapıyorlardı. Bu- rada İnkılâp, köy konuları ele ah- nıyor ve bir şefin bana dediği gi- bi “kamerin geceleri ekinlere, yap tığı tesire benzer tesirler haşıl olu- yordu. Günün birinde bir namzet haber vermeden kurstan ayrılmış- tı. Bu, bütün kursta, derin bir te essürle karşılanıyor. fakat 4 gün sor ra hamzedin kendiliğinden kursu döndüğü görülüyor, kendisine kar- şı ne muamele yapılıyor diyecek- siniz? Geld gören arkadaşları, bir şey söylemeden, uzun yoldan dö- nen ve çok sevilen bir arkadaş bi, onu kucaklıyor. Akşaro da kurs şerefine eğlence tertip ediyor. B iz, böyle bir hava içinde ge- çen yedi aylık bir kursun ilkbahar güneşinin meyvaları ol - gunlaştırması gibi, o köylü genci ne kadar kendi muhitine göre, ol- gun, bilgif ve muhtelif valörlörie mücehhez bir hale getirdiğini ya: kmdan gördük. Onların kursta ken. di kalemleri ve bilgilerile hazırir.. yarak, Izmir halkevinde temsil 28” tikleri piyeslerini de zevkle, tak- dirle temaşa ederek bol böl alkış- lamak fırsatına nail olduk. Onların yekdiğerine karşı bağlılık, arkadas lık, müsamaha fikrini, münevver biz zümrede -egolzmin yarattığı re kabet ve kıskançlık | dolayısile - bulmak mümkün olmadığını kay dedeyim. Bu vasıflar onlarin meziyetleri” ni teşkil ederler. Her kurs, sonlü- rma doğru köylere yiderek ders tatbikatı yaptırır ve bunlar da nam zetlere ders verirler. Günün birin- de, İzmir maarif müdürü Ali Rıza Orkutun riyasetinde, ilk tedrisat müfettişlerile merkez başöğretmen- leri bu derslerde bulunmıya davet edildi. Direktörün seçtiği iki nam- zet iki ders verdi, Sonra verdik- leri dersleri arkadaşları tenkit et- ti. Hataları en ince nöktalara ka- dar şayanı hayret bir müşahade ve isabetle tesbit etmişlerdi ve bun- lar yalnız hakikati söyliyen bir mü- Jâhaza ile ortaya konuldu. O kadar ki, ilk tedrisat müfettişleri de bir aralık bunu biraz fazla bulmıya başladılar. Eğitmen namzetlerinin tenkidi bittikten sonra söz tekrar dersi veren eğitmene verildi. Her- kes heyecanla vereceği cevabı bek- liyordu. O, gayet tabii bir tavırla, hiç heyecan ve teessür gösterme- den: — Arkadaşlarımın -,lenkitlerini dikkatle dinledim, dedi, Her söy- lenen sö:4i de kafama koydum, işin akıntısına kapılarak bu halaları yaptım, fakat (dinledikten sonra bunları köy okulunda tekrar et- memiye çalışacağım. Hayret değil mi? Halbuki verdi- ği ders bizi tatmin etmişti. Onlar, içinde cevher taşıyan bel- ki bir ham medde halinde kursa geldiler, Fakat cevherleri iyice İş- lenmiş bir halde karanlıkları ay - dınlatmak için, birer ışık halinde köylerine döndüler. Zamanın kıymeti çok veya az 0- luşunda değil, onun iyi bir surette kullanılmasında yaşar. Şahsan bir düzüneyi bulmıyan aylar içindoki muvaffakıyeti, gelişi güzel idare e- dilen ve bir idealle yuğurulmıyan dört beş yıla üstün tutarım.