11 Haziran 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

11 Haziran 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

11-6-939 11 Haziran 939 TAN ABONE BENELİ Türkiye Ecnebi 3aco 1800 800 ww » 1400 Kr. ” m0 sAy “o “ 3Ay ? 1Ay arası posta itlihadına dahil | memleketler için abone iddet errasiyle 30, 16, 9, . Abane bedeli peşindir. Adres değiştirmek 25 kuruştur. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk pul ilâvesi Yizımdır. NÜN“.MESELELERİ İl Muamele Ağ Vergisi ir kaç gün evvel, bir arkada- şımız, vergilerin tahakkuk ve ları tetkik etti, Vergi sas sahibi olan genç bir avukatımız, arkadaşımızın suallerine çok şayanı dikkat cevaplar verdi. Üc gün süren bu uzun mülâkatı okuyanlar, anla- mışlardır ki, vergi işlerimiz, üzeri, de israr ve dikkatle durulması 1ğ- zım gelen ehemmiyetli mevzular sı- rasında yer almaktadır. Biz hu neş- riyatımızın halka temin edeceği fa dayı ümitle beklemekteyiz. Bugün, bizi, bu mevzu üzerinde tekrar ko- nuşmağa davet eden sebep, o neşri- yatımız özerine mubafap olduğumuz bir çok haklı sikâyetlerdir. Bir çok mektupları dolduran bu şikâyetleri tahrik eden sebep te, “Muamele vergisi,, dir. Dikkatle okuduğumuz şikâyet mektuplarından anlamaktayız kis 1 — Muamele vergisinden devlet istifade edememektedir. 2 — Muamele vergisi, bir çok va- tandaşları, hilekârliğa alıştırmakta- d 3 — Muamele vergisi, küçük sa» nayiin inkisafına mâni olmaktadır. 14 — Muamele vergisi, halkın da kesesine dokunmaktadır. Muamele vergisi, bir cok valan- daşları MAL alıştırmaktad vergiden kurtulmak İçin, muvazaa yapmak mecburiyetinde kalmakta: dırlar. Bu yüzden, bu vergi tahsil olunamadığı için, devletin kesesine girmemektedir. yüzden, kücük tezgâhlar bi mekte, kücük imalâthaneler, fabrika halini alamamakta, ve küçük sanayi, içlerinde iptidai makineler | işliyen han odalarında sürünüp kalmakta- dır. Ve yine bu yüzden, bir çok eşya» lar, pahalıya o mal olmakta, halk, kendisine daha ucuza temin edilebi- lecek bir çok €$ para vermektedir. Yukarıdı kısaca hulâsa ettiğimiz bu iddialar, nazarı dikkate alınırsa, muamele vergisinin zararlarını kav- ramak kolaylaşır. Bugün bir çok vatandaşlar, “Mu- amele vergisi,, ni, saymaktadırlar. Ve bu engeli, orta- dan kaldırmanın en münasip çaresi ni aramak zamanı çoktan gelmiş bu- lunmaktadır, Nitekim, halkla konuşmaları sira» sında, Cümbhurreisimizin dinlediği bir çok © vatandaşlar da, muamele vergisinden şikâyet etmişlerdi. Cü hurreisimizin not defterlerinde bu kâyetin de yer bulması, bir çok tandaşları büyük ve haklı bir ümide düşürmüştür, Zaten, bu ümidin bü- yüklüğü, bize gelen şikâyet mektup- larından da anlaşılmaktadır. Yalnız, bize mektup yazan vatandaşlardan Bu basit şikâyetle, diyor. Biz- zat Cümhurreisimizin alâkadar ol- nemeli- Cümhurreisimizi, bu ka- bil küçük şikâyetlere muhatap tut le, onun, memleketin çok da- ha büyük ve çok daha ehenimiyetli davalara hasredeceği ; vaktini, israf etmek olur, Bizce, muamele vergisi hakkında- ki şikâyetlere olduğu gibi, o vatan- daşımızın bu mülâhazasına da hak vermemek mümkün değildir. Bu itibarladır ki, biz, bu husus- iski umumi temenninin, Maliye Ve- kâleti tarafından bir an evvel nazarı itibara alınmasını temenni ediyoruz. Muamele vergisi hakkındaki şikâ- yetler ortadan kaldırıldığı takdirde, küçük sanayiimiz, — göğsünü daral- tan çemberler koparılmış gibi — ra- hat, ve geniş bir nefes alacaktır. müamele engeli | Yönmzda beş altı yaşla- nda bir çocuğunuz var sa tren ve tramvay meselesi « binip inme, yer bulup ayakta kalma, ayağa basıp başkası- nın üzerine yıkılma gibi ma- lüm dertlerden başka - ayrı- ca bir üzüntüye sebep oluyor, rahatınızı büsbütün kaçıran helecanlı ve ehemmiyetli bir şekilalıyor. Hattâ bir ahlâk ve terbiye hâ- disesi mahiyetine giriyor, insani içüğe bilet almalı mı malı mı? Yâni yaşını saklamâlı mi, saklamamalı m? Daha doğrusu ve açıkçası yalan söylemeli mi, söyle memeli mi? Tabif bileti almalı, o yalandan sakınmalı... Fakat, ya çocuğunuz hamdolsun benimki gibi, | yaşını fazla gösteren gürbüz, yiğit yapılı, büyüksü yavrulardan ise? Nüfus cüzdanı yanınızda bulunmadığı takdirde yine parayı saymalı, mü- nakaşadan çekinmelidir. Bi nin gözünde rontken cihazı ve eli- nin altında bir lâboratuvar dolabi yoktur; biletle beraber bir de beda vasından enstantane Yaş raporu herkes böyle düşünmü - yor, büyüğü küçültüyor ve maruf tâbir hilâfina kubbeyi habbe ya - piyor. Geçen gün biletçinin “kaç yaşında?” sualine “beş buçuk!” di- yen bir hanımın hesabına köşem - de yerin dibine | geçtim, Bu, beş buçuğunda dediği kizin göğsünde iki âdil şahit, şehadet parmakları - ni kaldırmış. “Hâşa!”* diye âdeta Tramvay vatmanları ile bilet « çileri dert yanmayı severler. O ce- vaba uğrayan, lâkin şahitlerin be- lâgatli ifadelerini hüküm mevzuu yapmaktan utanan biletçi de ge - Jip beni buldu.. Zâhir dert dinle - meğe müsait, babacan bir o halim var. "Şu kız hiç beş buçuğunda o- lur mu, dedi, insaf!” Teselli ettim: “Anası beş buçuk yaşında dediği zaman beş buçuk kuruş vermekten kaçınmıyor, kendi yaşını küçült - mek için böyle yalan söylüyor. Ka dındır, bu bahiste alıngandır, ku- suruna bakma!” dedim. Biletçi gülümsedi. Ben de bir bunalmış işeiye tebessüm bahia”0 debildiğime memnun oldum. a yz > bir gün daha tuhafı - na rast gelmiştim. Kadın, yaşı sorulan çocuğu için: Dün beşine bastı! Dedi. Bilet parası vermedik - ten başka ayrıca mahdum bey için biletçiden uzun ömürler duası ve Bilesi işin de tebrik bekliyordu. Fakat sonra aklıma geldi: Yu- karıda anlattığım hanım, kizinin Yaşım, iki dik başlı şahide rağmen, doğru söylediyse... Öyle ya, farze- diniz ki İstanbulda değiliz de Pe « ru hükümetinin merkezi Lima şeh rindeki tramvaydayız, Bir madam, yanında da küçük bir kız oturu - yor; kızcağızın kucağında da bir kundak; kundakta bir yeni doğ - muş bebek; bu bebek o kızcağızın göğsüne başını dayamış, meme e - miyor. Tam o sırada biletçi geli - yor. Madam tek bir bilet istiyor Bi letçi hayretle kızı ve kucağında - kini güsterip soruyor: — Kaç yaşında? — Beşine yeni bastı! Şimdi bu madam yalan mı söy lemiştir? Görüyorsunuz a, bilet ve ya, mevzuu hayli çetin bir meseledir ve ağzı süt kokarların süt verme » ğe başladıkları bir devirde gittik- çe çetinleşmektedir. İyisi ayakları üzerinde durabi - lip kendiliklerinden yürüyenlerin hepsini bilete tâbi tutmak... Kun « daktakiler henüz evlât ve âyal sa- Meselesi Yazan: Refik hibi olmağa başlamadılar; o zaman gelince yenisini düşünürüz. Tirenietie disiplin daha sert - tir; biletçi ile münakaşaya imkân bulunamaz. Tramvaydaki gibi yakm durakta inip kurtula - mazsınız da... İlk günleri, haklı 0- larak, trende ben de çocuğuma bi- let almıyordum. Yaşı soruluyor - du, doğrusunu kat anlıyordum ki karşımdakini ik. na edememişim, bakışı manalı.. Bi- rinci mevkide . bulunmama men yalancı mevkiine düştüğümü görüyor, utanıyor, üzülüyordum. Nihayet “aman, dedim, o bundan sonra ona da bilet alayım da hak- sız ithamdan, azaptan © kurtula - yım!” Fakat kurtulamadım. Zira, bu sefer biletçi yumruk kadar çocuğa kocaman bir bilet al- mak suretiyle gösterdiğim aptalir- ğa veya israfa karşı yine gözleri - ni mânalı mânalı yüzümde gezdir- meğe başlamıştı. Eskiden, evvelâ çocuğa bakıyor, sonra beni süzü - yordu. Neler düşündüğünü şöyle » '— Kadınlar hamamına © götürülse babanı da getir diyecekleri yaşta, ye- tişmiş bir ç den de böyle tan yavrusundan heyir bekle! dersler ala kötü görenekle utanmadan evkie de kuruluyor met satiyor. Üçüncüde otür da daki farkla oğlunu bil göster; behey sahtek Evet, bilet alalıbı ki tenkitten kurtuldum; fakat a'- dığım için de yeni çeşit bir itap başladı. Bu defa, evvelâ, beni a ip bir bakışla süzüyor, sonra mer. hametle çocuğa bakıyor, Anlıyo - rum, diyor ki ars “— Hesabını kitabımı baba... Böyle adam isle Mh bulmaz. Kurar vereci mi, dir, paraları serpip geçiyor. bark kuramıyacak, çoluğu Buna mal bırakamıyara İsi... Borç içinde, meteliksiz lanıp gidecek. Gel de şu yanındı mini mini Tuşuna keder etme Bilet alsam da, &lmasam da bi- letçilere kendimi o beğendireme - dim, vesselâm! 85959898 Kösbemat bende: Karşımdaki - nin aklından geçirdiğini y zünde, gözünde okumak huyun - dan vaz geçmeliyim; işi anlams mazlığa vurmalıyım. Zekâmı böy- me İsraf edip gidiyo - mi kaçınyorum. Yâni kısacası zeki görünen budalalar - danım., İstifade budala görünen 26 kilerdedir. Zekâ, meğerse bir ka - pan, bir tuzakmış, en iyi gizlenebi- leni en çok işe yararmış. Parıl pi- rıl yananından herkes kaçıyor! ku- surlarımın kuyruğu sıkışır diy Nasrettin Hocarın az bilinen bir hoş fıkrasını hatırlıyoruin: Hoca değirmene buğday götür müş; orada dizili duran çuvallar- dün avuç avuç ahır, kendi çuvalına doldururmuş. Değirmenci: “Ne ya- pıyorsun?” deyince; — Ben budala bir adamim, ak- ıma geleni işlerim! Halid Demiş, Değirmenci: Budala e kendi gü- valındaki buğdayları h lina doldurmüyorsun? Diye itiraz edince hoca şu ce - vabı vermiş: — Yo... Ben o kadar da budala değilim! Ben, başkasının çüvalından ken- di çuvalımı doldurmak istemiyo - rum; lâkin kendi buğday başkasının çuvalına derecede ahmak olmak isteme: Daha yaşına girmemiş olan çocu ğuma i şım hakkında istemediğime uğra - mış oluyorum isen n kini çuvas ocuğa bilet alıp © almamak in kitaptaki yeri - ne gelelim: Geçende bir ecnebi mecmuss “namuslu musunuz?” başlığı al - tında, bunu bilmiyorsak anlama - miz için bir takım sualler etmişti ve on all suslin £ işiyle ilgiliydi: 1 — Biletçi yakit bulup size ye tisemeden tramva 2 — Çocuğunuzun yaşını bilet çiden saklar mısın Bir tane de ben ilâve edeceğim: 3 — Bir kıta evvel binip te bi- letçinin geç gelmesinden istifade «derek tek kıta bileti alır mısınız? Tramvay, görüyoruz a, #cel araba- 81, işkence mak filân 'derken aynca bir de ahlâk terazisi şeklini alıyor. Hem de en ufak bir kâr & zetmek için yapılan münasebetsiz. likleri, şerefsizlikleri me karan bir ölçü, bir miy: henk taşı! Yukarıdaki iki sualden istifa - demiz âzami yedişer buçuktur, çühcüsünden ise ancak iki kuruş! Namus ve şeref bu kadar hiç - ten şeylerle ölçülür mü? Ölçülür, Hattâ frenk mecmuasi bizden şu nu bile soruyor: Birinin kibrit ku- tusunu ve gazetesini bilerek sak - lar, kullanır mısmız? Zira namusun târifine 6x; © bir “kemiyet”. değildir, ettir: Bizi kendi gözümüz - ve başkalarının gözünden dü - şürmemeğe sevkeden yüksek his' asına zarar ver» içiyi aldatmak ne bir tuhi hıktır, ne de marifet... Sadece refsizliktir. AaGŞ0580< gek yılan gibi çehre ta G işede kendinden evvel miş olanın önüne arak sinsi veya nöbra kınarak aksi, yahut da herhangi bir şekil omuz ka - bartarak afili de geçmek te nın süalleri arasında yer al hsettiğim mecmua alışır, Geçen gün tünelde biri öyle suratına bir anzavurluk taktı, göğ- sünü kabarttı, koltuklarını şişirdi, hulâsa bir sürü sahte eda ve t larla kendisine hayli zahmet ver- di, nihayet bizi arkada bıraktı. Aklınca o bu gösterişle — İtiraz ederseniz şakam yok - kuvvetli vape örüyorsunuz, sert, halet bir herifim, hır çıkarırım! Diyordu. Bileti alp geçtikten sonra yüzünü yumsaftı, omuzları. Bir Bilet ve Bir Ahlâk "ni indirdi, size, bana, (o hepimize benzedi. Dört adım önce (vapura veya vagona girmek, bu sahte Şi- kago haydudu rolünü takmmağa değer miydi? OBoksör oolama - dığıma, scıdığım kısa dakika- lar, işle böyle açık gözlerin çe - hesine yumruğumu indirip göz - lerini kapayamadığım o demlerdir. Fakat boksör olmakla da iş bitmez ki.. Meşhut cürümler mahkemesi » ne düştün mü o hoyrat ve düzen - baz adam » gazeteler | lisaniyle - kendi halinde, karıncaya basmaz, sineğe İlişmez, hak, hukuk tanır bir vatandaş olurdu; ben ise alikr- sen! Ayrıca, kişe önün nı müdafaa ettiğim Şa - hitler, hep birden ve bir | dilden, eilerini gözüme dikerek: — Vuran bu idi! Derlerdi; adalet yerini bulur - du; fakat ben de! Hayat dahi bir bilet ( kişesino benziyor; Bazısı sıradakileri atla - tıp öne geçmek sanatını iyi biliy: Benim senelerce evvel ikbal ve re- ah kişesi önünde bıraktığım sayı- lı tanıdıklardan bir kısmını, biletlerini slamamış vaziyette bul dum. Bir kısmı İse o zaman mey - dunda yoktu; şimdi, içeriye kurül- muş, bekleyenlere gülümsüyor. e Ü ŞE YED Bur bir lisan inceli dır: Oğluma “ Bil, “gözü açık” olma ederim. Açık göz, fırsattan kasının zararına herhangi olursa olsun! behemehal istifade edici manasma gelir. Gözü açık ise hakkı olandan usul k dahilinde menfaatini koruyan de- mektir. Açık gözden korkmalıdır. Fakat işin acai şekilde iç açık gözlerin göz leri çoğu dı kapalı değilse bile yarı örtülüdür, yere bakar. Dikkat ettim: Hiyle göz göze gelerek ya - pılan bir marifet değil, Bir kıta ek- sik bilet alan veya çocuğunun y şını küçülten tramvay yolcusu bi letçinin yüzüne bakarak konuşa miyor. Büksa bile 'o gözlerde ör tücü bir buğulanma seziliyor. Tevekkeli, yalan söyleyen ço - cuğa, analar “bakalım gözünde ne yazıyor?" demezler. Biletçi de müş terilere bu suali sorabilşeydi h; li açık gözlerin foyası meydana çı- kardı, İşte, bütün bu ahlâk meselele- rine, şeref ve haysiyet düşüncele - rine, hattâ gönül ve vicdan azap- larına hafifinden temas ettiği için- dir ki nakil vasttalarında biletin e- hemmiyeti vardır. Bereket ki mec muanın kaydettiği ve benim bah - sini yaptığım münasebotsizliklere pek az rast geliniyor. Alelâde dilencilik bilet kaçak- çılığından ve sira atlamacılığın - dan şer itibariyle, zannederim eh- vendir. Zira dilenci sanatını, ma- hiyetini, içtimai mevkiini açıkça meydana koymüş bir adamdır; o - makla mükellef değiliz; ramızda daima bir mesafe bırakır, hâddini bilir, Kendine göre bir di- lenci terbiyesi bile mevcuttur, Diler i hat ehlidir; inatıp aldanmamak e dedir; aza da kanaat eder. Bu itibarla fena sanatların en az za - rarlısıdır. AGO0G9098 M ademki söz gelişi dileneiden k, bilet (meselesi nin aldığı ciddi, ahlâki, ağır şekli giderip sizi de, kendimi de moral dersinden kurtarmak için musaha- bemi bir dilenci fıkrasiyle bitire - yim: Adamm birisi bakmış ki di- lencilik kârlı bir iş, dilencilerin fis tadına baş vurarak kendisine ders rica etmiş. Hoca demiş vermesin ki: — Oğlum, dilencilikte üç hâlâ | baş- | > Şüküfe Nihal ski harfleri okuyabilen bir ta- ebe, bir gün öğretmenine he- yecanlı bir müjde vermiş: — Efendim, ben (Baki) nin meza- xmi buldum, — Nerede buldun? — Etendim, ,... Mezarlığında, — Pekâlâ, nasıl anladın Bakinin mezarı olduğunu? — Elendim, üzerinde yazıyordu. — Ne yazıyordu? — “Hüvelbaki"” diye yazıyordu. Talebenin bu keşfine hocası ile beraber uzun uzun gülüştük. Sonra kendi kendime derin bir acı ile dü - şündüm: Sanatkârm bizde ne zavallı bir bahtı vardır. Çok defa, dirisinin far- kında olmadığımız gibi, o öldükten sonra da, arasıra gençliğin yaptığı zi- yaretler müstesna, unutur, o gideriz. Türk edebiyatın ciltlerini doldu - ran kıymetlerin her biri bir yanda, bakımsız, çökük topraklar altında... Bazılarının nerede olduğunu bile ne bilir, ne de düşünür ve ararız. Bildik- İlerimiz, bulduklarımız da ihmaller İyüzünden kaybolur. l Taksim mezarlığına apartımanlar. yapılırken, Şinasinin kemikleri top -. landı, kaldırıldı, amma, nerededir? Bir zaman Karacaahmette Ne- dimin mezarını bulan bir o edebiyat İmeraklısı, etrafına, madenden lâle » lerle süslü bir parmaklık o çevirtmiş İve şairin meşhur mısraı yazdıra » rak asmış: “Ey Nedim, ey bülbülü şeydan, ne- den hâmüşsun?” Bunu gören bir mektep müdürü, İziyaret etsinler, diye talebesini Ka» İracaahmede götürmüş, lâkin, Nedi - İmin mezarmda kara topraktan ve €s- ki bir taştan başka bir şey bulama İmiştr.. Açık gözlüler tarafından par- maklık sökülmüş; Tâleler aşırılmaşt... Üç yıl evvel, bir batı saatinde ce» esi efsanevi bir azametle kaldırı lan, hakkında günlerce sütün sütun iyazılar yazılan Hâmidi unuttuk bi « let. İ Daima böyleyiz... ri. Büyük üstat için yazılanlar top- landı, bastırılacaktı, unutuldu, kaldı. Ne mezarı yaptırıldı, ne üzerine bir kitabe kondu. “ ik Fikret, Eyüp mezarlığının. eteklerinde, mütevazı bir taş altında yatıyor. Hâşim, orada, münzevi, sarp bir tepede... Cenap, o Bakırköyünde, Sezai bey, Recai zade, kimselerin uğ» ramadığı Göksu mezarlığında. Sanatı anlayıp kiymet verenler; bir sanatkârm mezarı önünde, onün. manevi havasından ilham bulmak is- teyenler, bu dağınıklık, bu ihmal, bi kayıplar arasında onu nereden ara - yıp bulacaklar Ne olur, bizim de bir (Panteon) w- muz olsa! Kalbimizin en güzel, en unutulmaz heyecanlarını kendilerine borçlu olduklarımız; ruhlarımıza iyi. lik, güzellik, yükseklik — aşılayanlar, sereflerine lâyık bir mahetde, bir tek mezar ülkesinde toplansa. o Yorgun başımızı arasıra o mabedin soğuk taş larına dayı k dinlendirsek.. Sanat, acı, feveran © hayatımızın tek büyük tesellisi değil mi? miyeceğimiz ideallerin, va « Eımız sonsuzlukların ateşin» ide kavrulurken, hiç bir zaman kan- İdirıcı bir nefes alamıyan kalpleri « miz, bu ateşle kül olanlarm topruğun- da nemli bir hava ile serinlemez mi7 ——— vardır: “Kim olursa olsun; nerede olursa olsun; Be olursa ölsun! Aradan bir keç gün geçmiş. di- lenciler üstadı bir hamam halve - tinde yıkanırken içeriye yeni “ta- lebesi girmiş, avuç açmış. Adam « cağız hayretle demiş ki: | — Yahu, ben senin hocanım. Benden de mi sadaka istiyorsun ? — Kim olursan ol! Ş — Peki amma hamamdâyim, — Nerede olursan ol! — Üzerimde bir şey yok, ne ve reyim? — Ne olursa olsun! Hoca bu parlak istidada hayran olarak talebesinin — #lnından öp - müş. Ayni dilenciler hocası, içti - mal mevki sahibi ne dilenciler ver dır ki, onların sade alnından değil, âczini teslim ederek o muhakkak, dayanamaz, ellerinden de överdi! Coşar ve susa-

Bu sayıdan diğer sayfalar: