A 10-6-919 # İni sekil...” carl Tefrika No. 70 Patrikhane Fesat Ocağı Olmuştu Bütün Kiliseler de Birer Fesat Yuvası Haline Getirilmiş, Rum İzci Teşkilâtı Yapılmıştı Ar Venizelos ile mektupla- şiyor, İstanbuldaki Yunan si Yasi mümessili ile konuşuyor, müt- tefik devletlerin mümessitleri ile bir hoşça yârenlik ediyordu. Umumi hapishanede mevkuf bu- lunan beş yüzden fazla Rum tehli- Ye ettirilmiş ve bunlar şehrin asa- ni bozmuya memur edi i Bir mahkeme teşkil edilerek 0 24- mana kadar Osmanlı tabiiyetinde bulunan Rumların Osmanlı mah- rine müracaatleri menedil. Galata rıhtımı üzerinde bu- Tunan zahiren pasaport ve vize mu- âmeleleri ile meşgul oluyor gibi görünen (Bahriye idaresi), gemi- lerle gelen esliha ve mühimmatı İz- mir ve Marmara sahillerindeki köylere gönderiyor, patrikhane ve ak ambarının muhafazası baha- nesi ile getirtilen seksen Girit darması ve iki bölük nefer kıyafe- tine sokulmuş küçük zabitler, köylerde teşkil olunan nankör çe- telerine dağıtılıyordu. Üç bölüklük bir izci teşkilâtı ya- pilmış ve bu bölüklere İstanbul, Pera, Kadıköy isimleri takılmıştı. Yaşları ekseriyetle 18 İle 22 ars- sında bulunan izciler, bir örnek el- bise ve teçhizat ile donatılmış, o- muzlarına harp silâhları takılmış- tı. Başlarına da birer yüzbaşı, ü- çer mülâzim katılmıştı, Yılbaşı, Milâdı Isa yortularında, bazı bü- lerin isim günlerinde yapılan i merasimde kliseler bu İzci- lere muhafaza ettiriliyor, resmi ge- çitler yaplırılıyordu. K trkkilise, İnoz, Gelibolu, Ça- DAKKAJ6, Çatâlca, metropo- Hitleri tarafından teşkil | edilen (Trakya Cemiyeti) Istanbulda yu- yalanmış ve Trakyayı Yunan ida- Tesine geçirmek için canla ve baş- la çalışıyorlardı. Nüfus istatistikle ri yapıyorlar, Umumi Harpte güya tehcir edildiklerini iddia ettikleri Rumlarla, mahallerinde bir ekseri» yet teminine uğraşıyorlardı. paya, Amerikaya başvuruy Bir taraftan da bütün Trakya Rum larını silâhlandırıyorlardı, Tekirdâğındaki © (Vizantiyon) klübü, Silivrideki leyli kız mekte- bi, Kırkklisedeki eytamhane ile Rum klübü, Gelibolu ve Edirne Rum klüpleri, Marmara Ereğlisin- deki (Herakliyüs) klisesi hep bi - Ter fesat ve komite kaynağı olmuş- tu. Bu teşkilât, Marmara adaları. na, Erdek, Gemlik, Mudanya, Ban- dırma ve civarlarına kedâr da el uzatmıştı. Rum Muhacirin Cemiyeti, Umu- mi Harp esnasında Yunanistena, Adalara ve sair mahallere hicret eden Rumları ve hattâ senelerden- beri Amerikada yaşıyan Rumları Istanbula getirtiyor ve hepsine bi- rer tehcir vesikası veriyordu. Bir taraftan da İslâm emlâk ve arazi- sinin Rumlar tarafından alınması- na çalışıyordu. Rum cemiyeti ticariyesi de boş durmuyordu. O da, Islâm tüccarla- rını mutazarrır etmek, Iflâsa sü - | rüklemek için el altından çalışı- yor, bilhassa borsa oyunları ile en- #zika çevirmek marifetini yapıyor- du. Ya, Asyayi o Sugra cemiyeti? Bunlar da Anadoluda Rumluğu u- yandırmak, hiç olmazsa sahil kıs- mının Yunan idaresine geçmesini temine çalışmak ile meşguldüler. u esnalarda Trabzon ve B Samsun metropolithaneleri başta olmak üzere Karadeniz sahi- lindeki Rumlar da, tıpkı Karadeniz gibi coşmuş, kabarmışlardı. Jane- ler toplanıyor, halk silâhlandırılı- BULGAR SADIK Gazetemizde tefrika edilen (Bul gar Sadık) kitap halinde çıktı. Fiatı 100 kuruştur. İstanbulda İnkılâp Kitabevinde satılır, | hatırlat, yor, fesat ve ihtilâl körükleniyor- du. Türk öldüren, Türk köyü ya- kan bir kahraman addolunuyor ve bu kahramanlar, metropolit ve pa- paslsr tarafından takdis ediliy du. Bir Türk öldürmenin cennete kavuşmak için en kati çaro oldu- ğu söyleniyor ve böylece kanlı ih- tilâller çıkarmıya çalışılıyordu. Puntos hulyasını hakikat yap- mak için, bütün Rumlara, verile cek herhangi bir vazifeyi sadakat, İlaat, mahremiyet ve umiyetle ve itiraz etmeden yapucaxlarına dair yeminler ettiriyorlardı Anadolunun cenubu şimalinuva daha berbat bir halde idi. Düşman- a katışan Ermeni süngülerinin sivri uçları yüreklere dayanmıştı artık. Başları kalpaklı, belleri çifte tabancalı, kamalı ve elleri kıpkizi kanlı Ermeni komitecileri sürüler halinde Kilikyayı istilâ etmişlerdi. Adanada teşkil edilen Ermeni in- tikam alayı, apaçık ortaya atılmış, etrafa satırlar atıyordu. Her taraf- tan zulüm, tecavüz, itisaf kabarr- yor, taşıyor ve oralarda da Türkün kanı akıyordu. Türke her gün bir felâket, ber saat bir tehlike yakla. şıyordu. Gözler oyuluyor, kulak ve burunlar kesiliyor, yavrucuklar süngüler üzerinde fırıldak gibi çev- riliyor, çarşaflar şöyle dursun ırz- lar yırtılıyor, parçalanıyordu. Bütün bü alçakçasına, kahpe - cesine yapılan zulümler, şenaatler şöhrete vesile oluyor, gün geçtik - çe takdis ve teşvik olunan kahra - manlar çoğalıyor, çoğalıyordu. e rahat ve huzur kalma - mıştı artık. Evet, varlığı kemirilmiş, ve koparılmış, vücudü didiklenmiş ve doğranmıştı. Fakat onun uzvi varlığına dokunulama- mış, asil ve yüsek ruhu bozulama- mıştı. Padişahından, hükümetin - den ümidini kesen Türklük, niha - yet bu mıntakalarda da varlığına dayanmıştı. Feke kazasının Yerebakan kö- yünde Hasan adında bir bahtsizın karısı zorla elinden alınmıştı. Ay - ni köyde yataklanan ermeni fedaile rinin kumandan: (Osep) çavuşa ka- rı yapılmıştı. İşte bu hâdisenin za- vallı mağduru Hasanın, sapını sa» panını satıp satın aldığı silâhla da- Ba uğraması, o havalideki müda- faa ve mukavemet hareketinin baş langıcı olmuştu, Bu teşebbüs mu - hiti derhal harekete getirmişti, Ko zanm hamiyetli gençlerinden Ali Şadi, Hüseyin, Yarımzade Ahmet, baytar müfettişi Muzaffer, jandâr- ma yüzbaşısı Ali Saip beyler gizli- ce baş başa vermişler, (İntibah ce- | miyeti) ni meydana getirmişlerdi. Elbirliği ile çalışmağa başlamışlar, civar köyleri mücadele ve müca- hede birliğine çağırmışlardı. Zavallı Yerebakanlı Hasan, ır- zını karalayan (Osep) i tepelemek teşebbüsüne cesaretle atılmış, yazık ki, muvaffak © olamamıştı, Dağlarda geziyor, fırsat gözlüyor - (Devamı Var; ne | YEMİŞLERİN VİTAMİNLERİ Yemişleri beslenmek maksadi- le yiyenler varsa da, yemişlerde insana kalori verecek albümin, yağ ve şeker maddeleri pek az nisbette olduğundan yemişlerle beslenebilmek için onlardan ok- kalarla yemek lâzimdir. O kada- rına da mideniz tahammül etse bile, keseniz şikâyetçi olur. Onun için yemişleri onlardan zevk almak, ağzımızı ve midemizi tatlı tatlı serinletmek üzere ye- mek daha doğrudur. Fakat ye- mişlerden, vücudümüze ve hay tumiza lüzumlu olan ovitaminle, le madenleri de beklemek hakkı- muzdır. Hele çocukların büyümek ve geliş için vitaminlerle ma» denlere ihtiyacı daha ziyade oldu. ından yemişler daha ziyade ço- cukların hakkı sayılır. Onların hakkını yerine getirmek için de yemişlerdeki vitaminleri ve ma- denleri bilmek annelerinin vazi- fesi olur. Bugüşlük vitaminleri söyliyeceğim, Daha önce, en ziyade lüzumlu olanların ne işe yaradıklarını am; Vitaminlerden her birinin türlü türlü faydaları var- sa da, en büyük faydalarını dü- şiinmek yetişir. A vitamini çocuk” ları büyütür, herkesi mikroplu hastalıklara karşı muhafazâ eder. BI vitamini sinirlerin müvazene- sini temin eder ve onları hasta- lıklardan korur. B2 bütün yedik- lerimizin, bilhassa şekerli madde- lerin vücudümüze yarıyacak hale gelmelerini temin Tüzumlur dur. C vitamini bütün nesiçlerin teneffüs edebilmesi için lüzumlu dur, dişleri çürümekten muhafa- za eder. Yemişlerden bu vitaminler temek yetişir. Şimdi buna göre, her yemişte yiz gram hesabile ne kadar vitamin bulunduğunu mes « rak ederseniz, hurada yazacağım sayılar, tabii, hatırınızda kalmı- yacağından isterseniz bu yazıyı saklarsınız. Cilek zaten kendini cekmis ol- makla beraber, bundan dolayı meraklanmıya lüzum yoktur, Çünkü onda yalnız € vitamini, ondan da ancak 40 miligram var- dir. Onun yerine bol bol kiraz ver, çocuklarınıza da yedirirsiniz. On- da C vitamini ancak 16 miligram ise de kiraz çilekten daha fazla yenilir. Hem de 500 ölçü A vita- mini verir Kara dutta 4 miligram €C vita. A vitamini de ehem- mcak 380 ölçüdü Yeşil can eriği A vitamininden bol bol, 1500 den 2500 ölçüye ka- dar verir. Ondan başka 40 ölcü BI, 60 ölçü B2 vitaminlerinden, 10 ölçü de € vitamininden geti- rir. Ondan dolayı olacak ki co- tuklar can eriğini çok severler. Kayısı, pek pahalı olmasından İleri gelse gerek, A vitamininden pek zengindir, dört binden yedi bin ölçüye kadar getirir. RI den 9, B2 den 42 ölçü, C vitaminin. den 16 miligram verir, Kurusu 0- lursa daha zengin. Şeftali de A vitamininden ? bin, BI den 3, B2 den 23 ölçü, C vitamininden $ miligram verir. Kavunda A dan 600, BI den 30, B2 3 ölçü, C vitamininden de 20 miligram.. Karpuzda A , BI 10, BZ 14 ölçü € vitamininden 7 miligrani, Armutta sırayla 12, 22 den 75 © kadar, 50 ölçü, dördüncüsünden de 5 miligram... Elma daha zen- gin, gene sıra ile 100, 30, 30 ölçü ve 20 miligram, Üzümde pek az vitamik çü A dan, 30 dan 75 kı den, 4 miligram da C vitaminin- den bulursunuz. B2 vitamininden tarlıya gelmiyecek kadar #2, Bademde Biden 56, R2den 120 ölçü, kestanede BI 96. B2 126, cevizde BI 156, B2 230 öl çü, C den 30 miligram, Fındıkta BI 200, B2 270 ölçü, C vitami- ninden de 15, fakat pek taze olur- sa 56 miligram. >2232333332X 0222222223323» B ilin ey dinleyiciler ki babam çok zengindi. Öldüğü za- man bana torbalar dolusu çil çil para, sürülerle sığır sıpa, ve mem Jeketler toplayan tarla tokat bı - raktı. Ben de iyi yedim, içtim; güzel giyinip kuşandım. Boğazıma kadar zevk ve safaya da Pa- ralarla mal mülkle har vurup harman savurdum. Bu çal oynasın vur patlasın miras yediliğin sar- hoşluğundan uyanmca elde ve &- vuçta pek az buçuk bir şey kaldı- ğının farkına vardım. Arta kalan ev bark, çift çubuğun topunu da Sattım, savdim. İki direkli koca bir kayık satın aldım. Uğrıyaca- Bim kıyılarda alış veriş etmek için mal aldım. Bir çok tüccar arka- daşlarla beraber Basraya “doğru yola düzüldüm. Basrada yelkenle- ri açıp denize açıldım. Güneş İskelemizde £ doğuyor, sancağımızda bâtıyordu. Günlerce dalgalar üzerinde sekdik. Adadan adaya, denizden denize vardık, ve her uğradığımız yerde bir verip iki aldık, Ticaretimiz * kayığımız gibi yolunda, ve işlerimiz tıkırin- daydı. Fakat hava gitgide ısındı ve hamam halveti gibi buğulandı. Rutubetten koltuk altlarımız kü- herçile Bağladı, Hergün küherçi- leleri kılıçlarımız ve palalarımızla kazıyıp raspa ediyorduk. Tam üç ay mavi gök görmedik. Kayığımı- zın babafingosuna, ucuna bir de- mir çubuk taktık, Onun ucuna da yanan bir kömür, ve birde mavi bir göztaşı parçası astık. Maksa- dımız tavuğun folluktabir yu- murta görmesile, onda yumurtlar mak isteğinin doğması gibi, gökte mavileşmek ve güneşte parlamak hevesini uyandrmaktı. Gok ve gü- neş astığımız mostradan ibret alıp gayrete geldi. Biri mavileşti, öte- ki parladı. Post güneşe aşırı bir parla- ma arzusu vermiş olduk ki; gemimiz ışık! na yana kömür oluyordu. Bizse terli iken sövüş, kuru iken kebap oluyorduk. Aki- bet hava o kadar sındı ki gündüz biribirimizle okonuşamaz olduk. Sözler ağzımızdan çıkar çıkmaz karidil ateşine dalan pervaneler gibi tutuşup yanıyorlar, kül olup yere dökülüyorlardı. Hiç kulakla» rimiza varamıyorlardı. Ancak ge- celeri serinlik basınca, —o da ka- dıya turfanda hıyar yetiştirirmiş- cesine, dudaktan kulağa söylemek suretiyle biribirimize dert ya- nabiliyorduk. Basradan ayrılalı hilâl! dört ke- re gebe kalıp, dört kere bedrol- muştu. Dördüncü hilâl, on beşine toparlanmak üzere iken ilk kaza- mıza çattık. Gemimiz açık deniz de bir kayaya çarptı. “Yahu, bü engin denizde sığ sığlık ne arar?.,, diye sonda kurşunu ile dibin de- rinliğini anlamıya kalkıştık. Deni- ze üç bin kulaç İp saldığımız hal de dip bulamadık. Hayretten gözle rimiz faltaşlarına döndü. Çünkü kayaya o kadar şiddetle çarpmış- tık ki, dümenimiz yerinden fıris- Yıp denize daldı. Direğimizin biri baştan aşağıya kadar bir kaç ye- rinden çatlıyarak misvake döndü. Ard direk te çatadak kopup deni- 76 devrildi. 'Tâ tepede papafingo yelkenini sarmakta olan gemici- nin biri, beş mil uzağa savrulmuş bulundu. Gemicimiz, denizde ya- nibaşma konan koca bir martı ku- Şunun kuyruğuna yapıştı. Kuş ka- hada kalktı, ve kuyruğuna takılan tayfayı misvak direğin tepesine kondurdu. Kv çarpmca, sadme o ka- dar şiddetli olmuştu ki, he- pimizi kayığın başına doğru fır- attı. Başlarımız, çöreklenmiş ola. rak önümüzde yığıla duran halat lara çarpınca iki bacaklarımızın arasına çakıldı. 'Tam iki ay kendi ardımızdan başka yer seyredemez olduk. Allaha çok şükür, bel ke- miğim, o çengelleşmş vaziyetin den yavaş yavaş gerile gerile açi- ıp düzeldi. Neye uğradığımıza Şi şarak, biribirimize sorup sual e- der dururken, başımıza gelen ka- zanın, nenin nesi olduğunu gözie- rimizle gördük. Meğerse koca bir Orfos balığı- nın biri Iki kulaç derinlikte şeker- leme kestiriyormuş. Biz üstünden geçerken, dümenimizle burnunu kaşıyarak, babacanı rahatsiz et- mişiz. Balık İşte buna çok öfke- lenmiş, Gelir ağu küpeş temize vurdu, Küpeşteyi yerin- den söküp güverteye sapladı, Son ra provada sarkan iki tonluk ka- yık demirini hap gibi yuttu. Yüz elli kulaç ağır demiri de dudak a- rasından makarna soruyormuş gi- bi sordu. Yol aldı, Geceye kadar, bizi baş döndürücü bir süratle çekti. Geceliyin zincir koptu, ve biz de elhamdülillâh kurtulduk. Fa kat demirimizi ve zincirimizi ks; betmiştik. Ertesi günü büyük bir fırtına koptu. Bir rüzgâr girdabma yaka- landık. Deniz topaç kesildi. Fırtı- nadan sağ salim çıkamıyacağımı- 7 aklımız kesti, Biribirimizle he- Jallaştık, fakat birdenbire fırtına bıçak yemiş gibi kesiliverdi. Rüz- gir burgaçlanırken güvertedeki halatı misvak direğimize, öyle gü zel sarmıştı ki, direk yeniden da- ba sağlam olmuştu. Ayni zaman- da da denize düşen kırık direği- mizi, dikine olarak kayığa çakmış t.. Yaradanın hikmetine hayran kalıp, şükürler ettik. H- gitgide soğuyordu, O ka- dar ki yine biribirimize ne söylediğimizi o duyamaz olduk. Sözler dudaklarımızdan ayrılmea, donuyorlar ve dolu gibi yere dü- şüyorlardı. Geceliyin biribirimize neler demiş ve neler anlatmış ol- duğumuzu ancak ertesi günü, öğ- le sıcağında, sözler eriyip te uç- tuktan sonra dinliyebiliyorduk. Bu gidişle değil sözlerimizin, fakat kendilerimizin de (donacağımızı anladık. Batıyı iskele bordamıza ve doğuyu sancak omuzluğumu- zâ almak suretiyle dümen kırdık Yel denk esti. Yolumuza fx fışıl devam ettik. Yine adadan daya, kıyıdan kıyıya uğradık. Gi dişte de bir verdiğimiz mala mu- kabil iki aldık, ve bol bol dünyalık topladık. Artık provamız Basra tarafına bakıyordu. Donüş yoluna gireli dördüncü hilâldi, uzaktan bir âda gördük. Adaya yanaşınca ada battı. Adenin bizim demiri yutan balık olduğunu anladık. Hemen elime bir zıpkın alıp, de- nize bir kayık indirdim. Balık ö- »ümde yüze gelince zıpkın ü- zerine atacaktım. Fakat ben önü- HIiIKÂYE YENİ SİNDİBÂDI BAHRİ Yazan: Halikarnas Balıkçısı DEKA CCE ÖCE me bakakalırken balık, dipten ge- lip kayığı tosladı. Elimde zıpkın, sünbüle bürcünün üzerinden aş- tım. Tuzla buz olan kayığın ak- #amt gök kubbesine çarparak, tu- tuşap yıldız oldular. Kavsi ikmal edip başaşağı yer yüzüne doğru düşerken ucuna güneş saplandı. Güneşle beraber, bizi denizde bekiyen koca balığın, es- neyen koca ağzınm içine daldık. Balık güneşi hazmedemedi ki, gü- neş ayın on beşi olarak öteki u- fuktan fırladı. Fakat balık güneşi söndüreyim derken karnı yanmiş- tı. Koca ejder ölü olarak denizin yüzünde yüzdü. Onu gidip mua- yene ettik. Ağzı açık duruyordu çıralar yakârak ağzına daldık. Di- kesip kayığa taşıdık. Dilinin altında kayığımızm demirini, ve demirin zincirini bulduk. Demirle zincir dilinin altında, dilinin sol tarafında gizli kalmıştı. Dönüşü- müzde bunlardan başka fevkalâ- de bir hâdise olmadı. yıpkının Be» çok kocaman olduğu için onu kayığa alamadık, fakat zincirle arkamıza bağladık; ve onu Basraya doğru sürüklemi- ye başladık. Rüzgâr arkamızdan püfür püfür esiyordu. Böylece bir ay yol aldık. Bir haftadanberi A» den kıyılarının önümüze çıkması lâzımdı. Halbuki provamıza bomboş ufuklar yayılıyordu. He- pimizi bir merak aldı. Acaba de- niz mi büyüdü yoksa karalar mi küçüldü diye biribirimize soru- yorduk. İşte tam o sırada, benim mirasyedilik zamanından kalma cins tazım —evi barkı satarken ona kıyıp satamamıştım— burnu- temizdeki ufka doğru uzattı. “Arkadaşlarıma artık korkma» yın,, diye bağırdım. “Çünkü bu tazi tavşan kokusunu üç gün öte- den kapar,, diye ilâve ottim. Nite- kim ki söylediğim gibi çıktı. Tazı- mın burnunu pusla ibresi diye kul landık. Üçüncü günün akşamı sağ salim olarak Basra körfezinin ağ- zanı gördük. Ne var ki Basra körfezinin ağ» zına girerken, balık körfezin ağrı ni tıkadı. Onu orada birakmak mecburiyetinde kaldık. Gemimiz se Basra limanına demir attı. Koca balığın çürümesi bir asır sürdü, Ve bu bir asır zarfında Bas ra körfezi bir göl olarak kaldı. Basra körfezine git, fevkalâde ©- larak, bundan başka bir hâdise ol madı. b İstanbul Asliye Beşinci Hukuk mahkemesinden: o Vida Karako tarafından Maçkada Aramir apartımanının 7 No, sında Jak Benzona nezdinde Yasef aleyhi - ne açılan ve müddesleyh o Yasefin müddei Vida Karaköya bakmak şar- tiyle Beyoğlunda Asmalı mescit mar hallesinde Tepebaşı caddesinde 47 No, b Hayım apartımanının 120 his. se itibariyle 20 hissesi kendisine fo- rag edilmişse de müddelaleyh Yasef şarta riayet etmediğinden ekdin fes- hi davası dolayısıyle müddelaleyhe gönderiler dava istidası kendisinin bir semti meçhule gittiğinden bahis- le mübaşir tarafından bilâ tebliğ ia- | de edilmiş olması hasebiyle | İlânen | tebliğ edilmiş ve tayin kılınan 6.6.9039 salı günü saat 14 te mahkemeye gel mediği gibi kanuni bir vekil de gön- dermemiş olduğundan hakkında gi yap kararı verilmiş ve celsenin de *. vamı 18.7.9099 salı günü saat 13,30 a talik kılınmış olduğundan mezkür gün ve saatte de gelmediği veya nuni bir vekil göndermediği takd de gıyaben muhakemeye devam olu nacağı H. U. M.K. nun maddel mahe susası mucibince keyfiyet malömi. olmak üzere tebliğ olunur. : k KAYIP: İstanbul limanından ah dığım cüzdanımı kaybettim, yenisini alacağımdan eskisinin hükmü yoktu Necmi Pekel