Tefrika No. 60 Damadın Konağında Toplanılmıştı Hürriyet ve İtilâf Fırkasının İdare Heyeti Âzaları Hain Feridin Rei Zeki, cebinden çıkardığı not lterini karıştırmış ve bir sayfa Böz gezdirdikten sonra; “Ti Evet paşam ,demişti. Çolak rahim beyin Gedikpaşada Hilmi ii konağında müsteciren ikamet İği doğrudur. Aynen ihbar veç- ile, Mustafa Kemal Paşanın si- Vil elbiseyle bir kaç defa bü ko- Mağa geldiği de, o civarda oturan Mülkiye mütekaitlerinden Burha- Metiin bey 'namında fırkamız men- Sübininden bir zatın ifadatiyle de üt etmektedir. Ancak kona- İh tarassudu memur ettiğim kim- Helerden henüz müsbet bir haber Marsaclım, — Bu iş çok mühimdir, Zeki e. Çolak İbrahim beyin Yahya Ptan, Dıramalı Halil, Sakallı Şe- Bibi bazı azılı komitacıları da “ine kabul ettiği söylenilmekte- dit. Gerçi, sizi fazla taciz ediyor, İikilâtnizi da çok meşgul ediyo. . Fakat, polisi itimadımıza lâ- e bir vaziyete getirinciye kadar Zahmet ve külfetlere göğüs ger- mecburiyetindesiniz, 335 senesi martının on bi- rinci salı günü sabahı, Hür- diyet ve itilâf fırkasının, birinel Misliğinde bulunmak bahtsızlığına yan Nuri paşa ile Ali Ke- n gayri bütün idare heyeti, Paşanın salonunda yine bir bit toplantısı yapmışlar, büyük mı, asanın çevresinde halkalan- işlârdı. Baş kodaman damat Fe- « #pkı nemrudunkine benziyen İ diğe metle koltuğuna kurulmus “| , erleri de sanki birer firsun ol- Ni tu. Hepsinin çehrelerinden gu- #lu bir tebessüm akiyor, hele Daş kodamanın ağzı ateşler saçı- Yordu; |) Ferit Gerçi, diyordu. Tevkifatı ar- nl Sibi yaptıramadık ve inti- Em alamadık. Fakar, ne de hay <gerdelerin toplanması her e küçüklerini de sindirecek 1 suretle ittihatçılık yavaş ya- AŞ silinip süpürülecektir. Şu ka- © ki, tecelli edeceği tabii bulu- ip > Cenabıhakkın manevi ve eze- aç aletini beklemekle beraber sl tabii boş durmuyacağız. Mil- mesin on bir senedenberi çek- kte olduğu envaı mezal'm ve ta himin ve bilhassa maruz bi- b ldığı son felâketlerin müseb- Ve bâdilerini kanunun pençe- tay, (evdie başlıyacağız tabi, Za- çin gevketmenbimız da bunun i- a bir divanı harbi örfi ilini irade ve ferman buyur- ge” Fakat, dünkü meclisi vüke- n sonra, bir aralık makamı &- şösneme gelen müşür Şakir paşa d, etleri, ne gibi bir tesir altın- bulunduğunu anlıyamadım, pa- X hazretlerinin vükelâyı sabı- Yi muhakeme ettirmek üzere divanı harbi örfi teşkili ta- Vurunda bulunduğunu, işltü- taz en bahisle, buna mevama İti- ne See gibi göründü ve bir di- o, &li teşkilinin daha münasip yasağını #sas etmek İstedi. Hay- yeni mucip oldu Şakir paşanın ülkeye etkarlığı. Bugünkü meclisi ida meseleyi mevzuu bab- teceğim ve paşa hazretlerine de Yıkı olduğu cevabı vereceğim. ie k bu cevabın biraz ağırca o- in için Şakir paşanın istifaya Yapı, pasını da muhtemel görü- ? yi, : Eni, bilmem no dersi Li Ni bu noktai naza, Tevfik beyle nafia nâzırı Av- Püşanın iştiraklerinden endişe m ve bir buhran zuhuru- bi, ebebiyet verilmesinden çeki- İK venlerin biri, damat Feri. din bu sözlerini sükünetle ie rken birden alevlenmiş. Ve bir tavırla; — Paşa hazretleri, demişti. Ma- demak iş v İ bu meseleyi görüşüyoruz. 'ukuuna ihtimal verilen buh- randan evvel, mülk ve milletin se- Jâmeti namına Şakir Paşa Hazret- lerinin, bizim şimdi muttali olama- dığımız bu tasavvuru şahaneyi kimlerden ve ne suretle öğrendiği- ni düşünmemiz icap eder. Hâdise gösteriyor ki, çalışan gizli bir cl ve ya eller var, Hiç şüphe etmiyor ve hepimiz de katiyetle biliyoruz ki, bu ellerden biri de mabeyni hü- mayunda, dalnizce, devsiri hükü- metten evvel mabeyn dairesinde bir tasfiye yapmak, kurbu şahane- yi tathir ile sağlamak gerektir. Si- rası geldiği için, arzını vecibe say- dığım bir hâdiseden bahisle efen- dilerimi tenvir edeceğim. Başma- beynci Lütfi Simavi Beyin fırka reisimiz Nuri Paşa hazretleri ile o- Jan sik ıfıkı münasebetleri bilmem ymaesmuu devletiniz olmadı mı? O- mer Rüştü Paşanın Şişlideki kona- ğına müdavim bulunanlar, isimsiz siyasi bir fırka halinde faaliyette bulunmaktan ve muhitimizi karış- ırmaktan bir an fariğ olmuyorlar. Reisimiz Nuri Paşa ile Bahriye na- zırımız Şakir Paşa da, bu bunak- lar yuvasınm bellibaşlı müdavim- leri arasında bulunmaktadır. Son- ra efendilerim, Lütfi Simavi de, munhasıran fırkamıza ve sadra- zam paşa hazretlerine olan kadim adavet ve münaleretleri saikasile, sarayı hümayunda olup biteni ol- duğu gibi bildirmek ve biraz da görüklemek ile bu sabık devletli leri şişirip köpürtmektedir. Efen- dilerimin begayet hayretlerini mu- cip olacak bir şey daha arzretmek isterim Ahmet Riza Beyefendi de Çürüksulu Mahmutpaşa ile berâ- iğinde Konuşuyorlardı ber saikai hasatle yeni dahil ol- dukları bu hizbi aleyhimize tahrik ve efkârı umumiyoyi İağlit için sarfı mesaiden geri kalmamakta - dırlar. Hattâ süferayı sabikadan Hasip efendi ile mazul ve mütekait bir çok ricali matuhe de bize kar- $ı kurulan cephede mevki almakta» dırlar, ocanın aana çok uzun süren bu ihbar ve ısrarlı iddiale- rı karşısında kısmen tatlı tatlı u- yuklıyan ve kismen de hiddetli, hiddetli homurdanan fırka idareci- leri Damat Feridin ansızın yükse- liveren celâlli sesi sarsmış ve siç- ratmıştı. Ferit gazaplı bir tavırla bağırmıştı: — Evet hoca efendi hazretleri. Bütün buyurduklarımz belki de birer hakikattir. Fakat, bütün bu işitilen hâdiseleri bugüne Kadar saklamak ta büyük bir gaflettir. Hele memlekette köşe, bucakta 0- Tup biten bütün hâdiselerin, ha- zırlanan bütün teşebbüslerin tara- fımdan gö işitilmesini bekle- mek, âdeta bende fevkalbeşer bir kuvvet tevehhüm etmek kadar gü- lünç bir harekettir. Rica ederim, mehamı umuru devleti, vezaifi mühimmet siyasiyemi terkedip te bu gibi teferrüata müteallik umur ile meşgul olmaklığım mi istenili- yor, anlıyamadım. İhvanımız. fır- kada post kavgası edeceklerine, bi- ribirlerile o didişeceklerine biraz gözlerini açsalar, etrafa kulak ver- seler de, bu gibi vekayi ve taşrb- büsatı günü gününe öğrenseler, da- ha iyi olmaz mia efendim? (Devami var) SİNEKLERLE MÜCADELE Rivayet ederler ki, eski zaman- larda bir ük adam her defa muharebede galip gelerek yurdu- na dönerken yanındakilere; — Küçük muharebeyi kazan - dık, fakat şimdi büyük mubareho- ye gireceğiz... Dermiş... Bunu rivayet edenler, büyük muhurebenin insanın kendi nefsi ile mücadele olduğunu ilâve ederler, Vâkıâ insanın kendi n« siyle mücadele etmesi düşma riyle kavga etmesinden helki da- ha güçtür, Fakat sineklerle müca- dele etmek, şüphesiz, her türlü mücadeleden daha güç olur, Hat- tâ o büyük adamın memleketinde sineklerin çok ve pek arsız olduk- larından ahlâk kitaplarında meş- hur olan o sözünü söylerken in- sanların nefsinden ziyade sinekle- ünmüş olduğu da hatıra ge- lir... Sineklerin, bizim memleketimiz» deki bayağı, en az zararlı sinekle- rin bile, türlü türlü mikroplar taşıyarak insanlara ne kadar fena- luk ettiklerini tafsile biç lüzum yoktur. Bunu herkes bilir.. U- Zak o memleketlerde çü ışan — şükürler olsun — bizim bildi- ğimiz daha kötü hastalıkları geti- ren sinekleri bilmezseniz de sizi meraklandırmamak için söylemi- yeceğim. Zaten sineğin — muhal ola rak — hiç mikropsu; olduğu far- zedilse bile gene bizi rahatsiz €- der. Yüzümüze konup bizi okşa- mak istemesi bizim için bir sikın- tıdır. Gözümüze görünmeden yi- yeceklerimize konduğu vakit ar- sızlığından haberimiz olmazsa da, gözümüzün önünde, yediğimiz ve- ya içtiğimiz şeylerin üserine de- kununca, en çok sevdiğimiz şey- İer bize iğrenç olur... Hele kilap okuyanlar, yazı yavıla” için, si- ne#'n hiç dokunmsdar yalnız et- rafta uçuşması büyük bir azap 0- Jur. İnsanın hemen zihni dağılır... apeme e elle nn re var mıdır? Vardır, derler. Hem de pek çok çareler gösterirler, fa- kat bu çarelerin çokluğu hiçbirisi- in kesin olmadığını gösterir. Bir kere, sinekler aydınlıktan hoşlanmadıkları için gündüz pen- eereleri siyah perdelerle örtmeği, geceleyin de odada lâmha yakma- mağı tavsiye ederler, Öyle yapar- sınız, sinek korkusundan O karan- lıkta oturmağa razı olursunuz. Fa- kat bir iki tanesi, sizinle eğleni- yormus gibi, gene girer ve karan- İrkta sizi bulur. Rahatsız eder, O- nun bir tanesi bile insanı sinirlen- dirmeğe yetişir. Sinek kâğıdının çirkinliğine ta- hammül edersiniz, ondan odan'z- da şuraya buraya korsunuz, hattâ tavandan asağı upuzun sarkıtırsı- niz. Kâğıtların üzeri yakalanmış sineklerle dolar, fakat oda sinek- ten kurtulamaz. Sinekler bizim es- ki zaman ovezirlerine benzeri, Ölüme geldiklerini bildikleri h: de gene koşarak gelirler. Odaya şekerli ve ilâçlı su ko- Yarsınız, şunu yaparsınız, bunu yaparsınız. Zaten bildiğiniz o tür- Mi türlü çareleri tekrar etmiyece- Him. Hattâ biraz masraf ederek pencerelerinize, kapılarınıza tel kafesler taktırırsınız. Fakat hâlâ az cok sinek bulursunuz. Sineklerin yetişmiş olanlarile mücadelede tam galip gelmek im- kânsızdır. Hüner onun yavrula- dığı yerlerde neslinin kökünü ka- zımaktır. Evinizin, apartımanınl. zın içerisinde yumurtaları bıraka cağı yerlere ilâcı su dökmek eli- nizde. Fakat evlerinizin dışarısın- daki sinek yuvalarına karşı ne yap- malı? Her ev, her apartıman mücade- leye iştirak eder, sokaklar da düm- düz, asfaltlı olursa, ahırlar hep $6- hirden dışarı uzakta olursa sinek yuvası kalmaz, derler. Anenk bu Me modern şehri nerede bulma- > Onun için sineklere karsı yapa” cağımız şey, hic olmazsa yiyecek- lerimizi, içeceklerimizi tel dolap- larla, namaz bezlerile korumaktır. Öteki çareler de sineklerin sayısını azaltır, kendimizi de biraz oya” PAR 0023373327732737373333737323732332322323772222222222X HIKÂYE İ O KARA AYŞE Yazan: Halikarnas Balıkçısı 4222223733232) Gi kararmıştı. Köye dö- nüyordu. Kara Ayşe önüne çıktı, Başında örtüsü yoktu. Kara saçları darmadağınık, kömür gibi gözleri yuvalarından fırlamıştı. Mehmed: “— Demek ki benimle alavere- yi kestin ha?,, diye sordu. “— Kestim! Dedik a.. Kaç kere öylemeli?,, — Düşün bir defa, beni nasıl bırakırsın yahu?, “— Başımı ağrıtıp durma. Şim- di evlendim artık. Karımla hırgür etmek istemem, Artık seninle bir ilişiğim yek.,, “- Karınla hirgür mü istemi- yorsun? Karın sana varmazdan ev» vel aramızda gelio geçenleri pek âlâ biliyordu ya. Bugün ikiniz de köy meydanında bana rastladınız. Karın beni görünce dudağını bük- tü, yere tükürdü de sen ses çıka- Tayım demedin. Sende yürek yok ki zaten.,, “— Ol Anladık yüreğim yok. Ba- şımı boşla vesselâm. Gecen hayrol- sun!,, '— Mehmet! Böyle mi olacaktı?,, “— Onümden çekil! Defol kar- sımdan!,, “ A! Oyle mi? Al sanal, Me boğazını bir tırpan yardı. Göğsünden aşağıya İ kanlar boşandı. Sarhoş gibi sende- İ liyerek “yakalayın! Yakalayın! Be- ni öldürdü!” diye bağırdı. Yerlere yuvarlandı. Köy kahvelerinden ko- şuştular. Kadın! karanlıkta kova- Yadılar. Birisi başına bir sopa vur- du. Kadın yıkıldı. Etrafını sardı lar. Kadın çıldırmış gibi idi. Göz- leri vahşi vahşi yıldırayordu..Ba- sından kan sızıyordu. Göğsü, min- tanımın önündeki ilikleri patlatır- casına İnip kabarıyordu. “— Beni bırakın! Beni bırakın! Yahut öldürüverin kurtulayım!” Diye kekeliyordu. Onu tanıyınca, savrulan küfür- lerin, suratına tükürülen tükrükle- rin bini bir paraya oldu. “Yay gidi kaltak vay! Koca herife kıydı be!” diye söven söveneydi. Sille, yum- ruk, tokat, tekme, ite kaka karako- la götürdüler. O arada bir çığlık koptu. Mehmedin karısı saçını, ba- şi yola yola yetişmişti: “ — Kanıma kan isterim. Ah ge- beresice kaltak. Kocamı öldürdü. Diye dövünüyordu. Kara Ayşe- nin gözleri kara kara çakıyordu Bir saldıran olursa dişlerile müda- faaya hazırlanan bir kurt gibi ba- şın: ileri eğmişti. Artık çünkü ca- mına tak demişti. * ahkemede kanlı tirpani ve kanlı gömleği gözünün önü- ne tuttular. Adını, mesleğini sor- dular. Vesikalı imiş. Vesikasını mu- ayene ettiler. Namuslu insanların saf ve pik muhabbetlerine lâyık olmadığı halde, namuslu bir zev- ceyi kocasından kıskanmak küstah- lığında bulunmuş olduğunu, vak- tile kendisile münasebette bulun- mak gafletinden gözlerini açarak, kara Ayşeyle bağlandığı o kirli bağdan; namuslu bir kadınla ev- lenmek suretile kurtulan, ve izdi- vacın kudsi nurüle nurlanan bir masumu yaraladığını ve namus, muhabbet hırsızı olduğunu yüzüne karşı bir bir saydılar. Kara Ayşe dimdik duruyordu. Rüyadaymış gibi idi. Salona girer- ken kapının kenarına başını çarp- mış, fakat hiç farkında olmamıştı. Alnının bir tarafı damla damla ka- niyordu. “Namus ve muhabbet hır- sızı, sözünü duyunca uyanır gibi irkildi: “— Ben muhabbet hirsızı deği- lim, dedi, her sene kazanç vergimi şakır şakır mangırına dek öderim. Makbuzları odamdadır. Tâ ilkin ço- cuklukta tütün kızı idim. Tütün- leri yaptıran efendinin oğlu bana sataşır dururdu.,, Durakladı, yutkundu, geçmişin üzaklıklarında eriyip giden güzel bir rüyayı acı acı hatırlar gibi ol- du. Yine devam etti: “— Babasının anasının biricik kuzusuydü. Sulsnıp duruşuna, pe- şimi bırakmayışındaki inadına, a- yak direyim, dedim. Dedim ama beni tütünden kovmağa kalkıştılar. Uvey anam da, “Bak Ayşe, eğer tü- tün parasından olursan, ben sana bakmam gayri. Ne hal olursan ol, başının çareciğine bak,, diyordu. Ben de ürktüm mü, sevdim mi, se- vindim mi pek bilmiyorum, oğlana (Eh) dedim. Oğlan, beni evlerine hizmetçi aldı. Gece el ayak çekil- dikten sonra sandık odasındaki ye- rimde, hırsızlamadan öpüşürdük. Yüreğim “çat çat” ederdi. Aradan çok geçmedi ama. Koca hanım işi çaktı. Iki buçuk paralık çıkanımı koltuk altıma sıkıştırarak, beni s0- kağa dehlediler. Barınacak bir yer- ceğizim yoktu. Geç vakteden sokak sokak süründüm. Sabaha karşı ca- mi merdivenleri Üzerinde uyuya Kalmışım. N mevsim İncir mevsimi idi. Incir devşirdim. Fakat gebeydim. Çocuğu düşürmek Badibadilerin Huriye dududan 4- ğı aldım, çocuk düştü; fakat has- talandım. Çocuğu düşürdüm diye be ni dama attılar, Tütüncü efendisi- nin evinde hizmetçilik ederken, ev Ismarışlarını bakal Hasan Ağadan aldırırlardı. Hasan ağa ellilik bir adamdı. Onunla yârenlik ederdik. Yalnız önceleyin beni hapishanede görmiye gelir, bana yeygi ve tor- ba, torba portakal getirirdi. Hapis- haneden çıkar çıkmaz benimle ev- Jeneceğini söyledi: “ —Ama tütüncünün dandini bebeğile yaptığım, benimle evlen- dikten sonra da yaparsan, anam, avradım olsun sonun fena olur,, de- di. Neyse lâfı uzatmıyalım, damdan çıkınca evlendik. Hasan ağanın ba- kaldaki malının çoğu kaçaktı. O dükkânda sata kosun, arkadaşı Mehmet te eve gizlice kaçak eşya getirirdi. Eve istediği zaman girer çıkardı. Aradan çok geçmeden ku- Yağıma tuhaf tuhaf fısıldamıya ko- yuldu. Hasan ağaya söylesem bi çak bıçağa geleceklerdi. Etme ey- leme dedim, Fakat Mehmet yine bildiğini okuyordu. Yüz vermedim, devam etti. Şamarladım devam çi ti. Böylece bir yıl geçti, ir gün Mehmedin eve getir- diği ağırca bir sandık şeke- Tİ, odanın kıyısına itmek için ona yardım eder ve eğilirken ensemden öptü. Ne anlatayım size Hasan a- Baya çıtlattım, ama adamcağız o- ralık olmuyordu. Eninde sonunda olacak oldu. Içim parslanıyordu. Mehmede: “— Hasan ağaya dobra dobra an- Jstalım. Adamcağızı ne aldatıyo- Tuz? Ben ondan ayrılayım” dedim. Mehmet: “— Sakın ha, herifle biçak bi- çağa geliriz, herifin ocağını yıkar- sin, dikkatli davranırsan kozan hiç farkında olmaz,, dedi Ne var ki ben o kadar gizli ka- paklılığa gelemedim. Gönlüm Meh- metten tarafa kaydığını Hasan an- ladı gayri. Yüzü gözü zindan gibi karardı. Mehmet ona siritiyordu. Mehmede' CELAL Ec ELLE nu yanına kâr bırakmam, dedi. Yüreğim koynumu pet pat dö- vüyordu. Mehmet dışarı çıktı. A- radan bir saat geçmedi ki Hasan ağayı kaçakcı diye gelip aldılar. Ben Mehmedin ispiyonladığından işkillendim. O bana haberi olmadı ğına bin yemin etti. Sonra Mehmedi de tuttular. O- nu Hasan ağayla yüzleştirmişler, Mehmet aramızda gelip geçenleri adamcağızın yüzüne karşı söyle- miş ve Hasan ağanın kiskançlık do- layıstle, ona ettiğini anlatmış. Meh medi masumdur diye salvermiş- ler. Ben bunları duyduğum zaman iş işten geçmişti. Yoksa fıtamı kar pıhca, gidip her şeyi bağıra bağıra anlatırdım. ndan sonra Mehmetle yaşa» dım. Herkes hem bata, önü yan gözle fena Tena bakiyor” du. Onun için Mehmet beni İzmire götürdü. Orada çok para kazana- cağını söylüyordu. Fakat para ka- zanmak şöyle dursun, bana'bütün eşyamı sattırıyordu. Yattığım dö- yeğin şiltesine yorganına varınca- ya kadar sattım. Yine gelir, yif& benden para isterdi. Orada da tü- tün ameleliğine koyuldum. Fakat Mehmede para yetiştirmenin müm- künü yoktu. Bir gün geldi. Yine pa- ra İstedi. Gözlerim zehir zakkum yaşlarla cayır cayır yana yana ©- na: — Parayı nereden bulayım? dedim. Omuzunu silkti. Kapıya doğru yürüdü Onun bir daha gelmiyece- ğinden ürktüm. Yarın gel de parayı sana ve- dedin. Ertesi gün geldi. Ben de parayi verdim. Ondan $onru işte parasiz kalmadığı gün olmadı, Gelir, ge- lir benden para alırdı. Razan da para az diye beni döverdi. Beni bir gün yakalayıp, bir vesika kes- tiler, Mehmet para az diye beni her gün dövmiye koyuldu. Bir gün #namdan emdiğim sütü fitil fitil burnumdan getirdiydi. Naruslüla- rın rekabetinden ötürü bizlerin u- cuzladığımızi yüzüne karşı bağır- dım. Eski kaçakçılığı yine ele al mal: diye beni bü kıyı köyüne ge- tirdi, Bir gün yakında evleneceği kü- lağlma çalındı. Ona zengin cada- lozun biri varacakmış. Bunu du- yunca tepem attı. Ona: “ — O cadalozla para için evle- niyorsun, Şimdiye kadar bana yap tırdığını şimdi sen yapacaksın. Sa- na da vesika verseler a,, dedim. O anlamamazlıktan geldi. Beni dövü- yor ve ben ses çıkaramıyordum a, Evlenince de ses çıkarmıyacağımı sandı galiba. Bunun ötesini ânlat- mıya lüzum yok. Siz bil Dedi ve sustu. Mehmedin boğazındaki yara iyi oldu. Aklını başına topladı. Zenğin ihtiyarcağız' ile haysiyetli ve na- muslu bir hayat yaşadı. Ocağında- ki şen ateş hiç sönmedi, Yumuşak yatağında kaygusuz ve masum uy- kusunu uyudu. Kara Ayşeyse ha- pishanede cezasının günlerini ye- İyorsunuz.,,